• Sonuç bulunamadı

Türk Edebiyatı, bulunduğu coğrafya bakımından hemen hemen her şartı, koşulu yaşamış bir edebiyattır. Kullandığı dili birçok kez değiştirmiş bir millet olarak, o dili kullanarak verilen eserler de pek çok değişime ve dönüşüme uğramıştır. Elbette her milletin edebiyatı şartlara uyum sağlayarak kendisini dönüştürmüş ve geçirdiği bu dönüşümler sonucunda olgunlaşmıştır. Burada Tanpınar’ın sözüyle ifade etmek gerekirse: ‘’Hayat değişirse edebiyat da değişir, edebiyat değişirse hayat da değişir.’’ Fakat Türk edebiyatı arkasında bıraktığı koca bir Divan edebiyatı sebebiyle bu süreci daha sancılı geçirmiştir. Tarihi olarak neredeyse Rusya ile aynı dönemde Batı ile karşılaşan Türk edebiyatı, değişimini onlar kadar kolay gerçekleştirememiştir. Yüz yıllar boyu bir ırmak gibi çağlayan ve son derece büyük eserler ortaya koyan Divan edebiyatı kültürü –gerek dini gerek siyasi koşulların da etkisiyle- dönemin Türk entelektüelini tabiri caiz ise ortada bırakmıştır.

Osmanlı devletinin 1839 Tanzimat fermanı ile yüzünü Fransa merkezli bir Batı anlayışına çevirmesi, toplumun hayatının her anında -sosyal hayat, siyaset, askeri durum, müzik, edebiyat- bazı sıkışmalara sebep olmuştur. Edebiyatla uğraşan Türk aydını bu süreç içerisinde hem kökleri oldukça derin olan Divan edebiyatını bırakmayı, hem de Batı tarzı yeni bir edebi bakışı sahiplenmeyi amaçlamıştır. Bu sahipleniş ise, Batı’yı anlamak yerine kurumlarını almakla yapıldığı için oldukça büyük sorunlar doğurmuş, ortaya çıkan tartışmalarda büyük boşluklar yaşanmıştır. XX. yüzyılın başında modern –yani batıda üretilen herhangi bir tür- edebi metin türlerinin entelektüel çevrelere girmesi, ülkenin sosyal ve siyasi olarak kendisine yeni bir kimlik aradığı dönemlere rastladığından, dönemin Türk sanatçıları zaten çaylak oldukları edebiyata, hem yapı hem de tema bakımında adeta yabancı kalmışlardır. Batı dünyası, edebiyatını –özellikle roman- bireyin iç dünyasına çevirmiş iken, Türk edebiyatında bu durum anlaşılmamış ve kabul görmemiştir. Çünkü ‘’realist/rasyonalist/determinist/pozitivist ilkelere ve toplumun gereksinimlerine sıkı

sıkıya sarılmak, Türk edebiyatçısı tarafında uzun süre Batılılaşmanın bir gereği gibi görülmüştür’’88Bu sebeple edebi eserin her koşulda toplumu eğitecek bir unsur olduğu görüşünden çıkamayan Türk edebiyatı, takipçisi olduğu Batı edebiyatının sanatsal açıdan gerisinde kalmıştır. Tanzimat dönemi yazarları kendisine amaç olarak tükenmekte olan Osmanlı kültürünün yenilenmesi gereken yönlerini, okuyucuya aktarmayı tercih etmiştir. Batı tarzı modern hayatın gerekliliklerini, avantajlarını; yanlış Batılılaşma sorununun getireceği büyük sıkıntıları; Türk toplumunda kadının yerini, eserlerinde konu edinmişlerdir ve bu süreç cumhuriyetin ilanına kadar devam etmiştir. Cumhuriyetin ilanından sonra da edebiyatın yeni kurulan bir ülke olarak inkılapların halka aktarılmasında bir araç olarak kullanılması Türk edebiyatını/romanını tıpkı Tanzimat’ta oluğu gibi toplumsal amaçlı bir ürün olmaktan öteye geçirememiştir. Cumhuriyetin erken dönemlerinden sonra ülkede köyden kente göç etmenin doğurduğu bir sonuç olarak kent ve köy kavramları konu olarak edebiyatın merkezinde kendisine yer bulmuştur. Ağanın köylüyü ezmesi, şehirden gelen fabrikatörün köylü halkı kandırması, enstitüden mezun gencin köyüne dönüşünden sonra ülkesi için düşündüğü gelecek ideallerini köyüne/köylüsüne anlat(ama)ması konuları, Türk edebiyatının uzunca bir dönem temel konuları haline gelmiştir.‘’ XX. yüzyılın ilk yarılarındaki modernist açılımların Türk edebiyatına girmesi bu nedenle pek kolay olmaz. Toplumsal sorunların altını çizmeyen ve biçime ağırlık veren metinler uzun yıllar devre dışı bırakılır edebiyatımızda. (…) Romanda

bireycilik ve biçimcilik, neredeyse suç içeren bir estetik davranışı olmuştur.’’89

Bütün bu tarihsel süreç sonucunda post/modern edebiyat, Türk edebiyatında kendisini ancak 1960’lı yılların sonralarında göstermeye başlamıştır. Gerçek manada modern bir edebiyat ortaya koyulmayan Türk edebiyatında modern edebiyat ve postmodern edebiyat birbiriyle eş zamanlı ilerlemiştir. ‘’Batılı romancının 1900’lerin ilk on yıllarında estetik düzlemde gerçekleştirdiği yenilikleri, Türk romancısı ilk kez yetmişli yıllarda metnine taşır.’’90

Türk edebiyatında da modern dönemin es geçilerek direkt olarak postmodern tarzı kendisine konu edinmesini bu gerekçeye bağlayan Ecevit, ilk

88

Yıldız Ecevit, Türk Romanında Postmodernist Açılımlar, İletişim Yayınları, İstanbul, 2016, s.84

89

Ecevit, a.g.e, s.84

90

avangardist Türk romanının, modern ve postmodern özellikleri aynı metinde bir arada taşıdıklarını91

söyleyerek bu gecikmeyi işaret eder.

Post/modernizmin hiçbir zaman toplumsal sürece dair olayları kendine dert edinmemesi bu benimsemeyişin asıl sebebidir. Bu durumun dışına çıkarak, post/modernizme Türk edebiyatında öncülük eden kişi Tutunamayanlar kitabı ile Oğuz Atay’dır. Kitabını yazdığı dönem için kendisinden önceki geleneğin oldukça dışında kalan Atay, yaşadığı dönemde tam anlamıyla bir yalnızlık içerisindedir. Yıldız Ecevit bu yalnızlığı, Atay’ın da günlüklerinden hareketle şu sözleriyle anlatır:

‘’Atay’ın Tutunamayanlar’ı toplumsal sorunlara çözüm bulmak amacıyla yazmadığı bellidir. Toplumdan çok, insanın iç dünyasıdır bu metnin odağına yerleşen; insan bilincinin kıvrımları, bilinçaltının labirentleri ve Carl Gustavo Jung’un deyişiyle, onun ortak bilinçaltının arketipleri imgeleşir romanın dokusunda. Ezen-ezilen ilişkisi ekseninde kurgu kalıplarıyla oluşturulmuş romanların ortasına yabancı bir madde –belki de bir patlayıcı- gibi düşer Atay’ın romanı; uzun süre görmezden gelinir. ‘Neden yazdıklarımı anlamıyorlar, neden çevrede kimse yok?’ diye yakınır Atay günlüğünde. ‘Belki de anlaşılacak, önemsenecek bir şey yazmadım, yapmadım.’ der. Öncü bir sanatçının endişeleridir bunlar.’’92

Her avangard (öncü) yazarın başına gelenleri, Oğuz Atay’ın da yaşamıştır. Döneminin hudutlarının ötesinde dolaşan ve o sınırları genişleten, yön verici yazarlar önce reddedilmeyle sonrasında da alışılmadık yönleri bakımından anlaşılmamayla suçlanırlar. Çağının ötesinde bir hareket gösteren yazarların kıymetleri, kaderin bir cilvesi olarak, onlar yaşadıklarında değil, öldüklerinde anlaşılır. Çünkü yazarın eserleri döneminin ötesindedir ve çevresi ile bu mesafenin kapanması için uzun yıllar gerekmektedir. Bu, yazarın kaderidir; yalnızca Türk sanatında değil, dünyanın her yerinde bu kader, öncü yazarı takip eder.

Türk edebiyatında Atay öncesi hareketlenmeler olsa da tam manasıyla onun tarzı modern Türk romanı tarzıdır. Ona göre Türk romanı düzmecedir.93 Çünkü Türk romanı, kişilik kazanmanın ve kendisiyle hesaplaşmanın önemini fark edememiştir. Yazarın bu serzenişleri tam bir modern insan serzenişidir. O, bireyi önemser ve çözümün onu anlamak ve anlatmaktan geçtiğini savunur. Bireyin iç dünyası ve bilinçaltı asıl keşfedilmesi gereken zemindir. Onun görüşünde Türk edebiyatı,

91 Ecevit, a.g.e. s.85 92 Ecevit, a.g.e., s.86 93

yazarların elinde, ideoloji için bir araca dönüşmüştür. Estetik olarak hiçbir ilerleme ve yaratıcılık göstermeyen Türk edebiyatı sanatçısı, bir edebiyat çetesine yaslanır. Estetik ve sanatsal olarak hiçbir kaygısı olmayan yazarları suçlar: ‘’Sahte eleştirmenlerin koltuk değneklerine dayanarak yürüyenlerin (…) dışında kalanların varlığına inanmak istediğim için yazıyorum bunları.’’94

diyen Oğuz Atay, günlüklerinde yaptığı bu eleştirilerde haklı da olsa, varlığını ortaya koyduğu yıllardan bu yana romanda

bireycilik kavramını bir eleştiri olarak kullanan Türk edebiyatı çevrelerince

görülmemiş ve küçümsenmiştir. Türk edebiyatı onun ödediği bu bedele çok şey borçludur. O, metinlerinde modern ve postmodern izleri birlikte işler. Rüya, birey, oyunsuluk, fantezi gibi kavramları metinlerinde kullanır. Üstkurmaca tekniğiyle kurduğu metinlerinde gerçek rakiplerinin yetmiş yıl gerisinden gelerek adeta onlarla yarışır. Onun bu meydan okuması kendisinden sonra pek çok yazarı etkileyip değişirmiş ve Türk edebiyatının hız kazanmasını sağlamıştır.

Oğuz Atay’ın ardından Yusuf Atılgan ve sonrasında Ferit Edgü gibi yazarlar modern Türk edebiyatına şekil veren diğer yazarlardır. ‘’Atay’da Joyce etkisi görülürken, Atılgan ve Edgü’nün eserleri daha çok Kafka çizgisine yakındır’’.95 Özellikle de Ferit Edgü ders notlarında bu çizgisini her fırsatta dile getirir. En ünlü romanı, sinemaya da uyarlanan Hakkâri’de Bir Mevsim, Güney Doğu’da yarattığı kafkaesk bir dünya gibidir.

Özellikle 1960 sonrası Heidegger çizgisindeki varoluşçu metinlerin Türkçeye çevirisi, yazarları bu düzleme taşımıştır. Metin çevirileri ve kendisini feda etmek uğruna ortaya koyan yazarlar sayesinde Türk edebiyatı son otuz-kırk yılda geleneksel kalıplarını kırmıştır.96

Bu süreçte pek çok yazar, geç doğmuş olan modern Türk edebiyatının gelişimine katkıda bulunmuştur.

Bu katkıyı sağlayan önemli isimlerden birisi de kuşkusuz Bilge Karasu’dur. Karasu, metinlerini gerçeküstücü bir anlayışla fantastik öğelerle doldurur. Üstkurmaca metinlerinde vazgeçilmez bir noktadadır. Özellikle Gece adlı romanı neden-sonuç ilişkisini kırarak post/modern romanın zeminine ayak basar. Yapısal ve tema

94 Atay, a.g.e, s.230 95 Ecevit, a.g.e, s.88 96 Ecevit, a.g.e, s.94

bakımından pek çok postmodern teknik ve öğeyi metinlerinde kullanır. Onun eserleri modern Türk edebiyatının önemli yapıtaşlarındandır.

Diğer bir sınır ötesi yazar ise fantastik öğeleri eserinde merkeze alan Latife Tekin’dir. Sevgili Arsız Ölüm kitabı ile edebiyat çevrelerine bir bomba gibi düşer. Türk edebiyatının yıllardır reddettiği fantastik kavramını kitabının ana konusu hâline getirir. Latin Amerika kökenli büyülü gerçeklik tarzında kaleme aldığı eserinde gerçek ve gerçeküstü iç içedir. Eserinde, ölülerin konuştuğu bir dünya yaratır; fakat yarattığı bu dünyada gecekondu hayatını, orada yaşayan insanları çok canlı bir şekilde işler. Fantastik bir çerçevede toplumsal bir konuyu işlemesi, sınırları aştığı gerekçesiyle pek çok eleştiriyi beraberinde getirir.

Birçok Türk yazar, post/modern çizgide Türk edebiyatına büyük katkılar sunmuştur. Bu yolda en emin adımlarla yürüyen ve Türk edebiyatının dünya genelinde tanınmasına vesile olan kişi Orhan Pamuk’tur. Orhan Pamuk, dünya edebiyatında, Türk edebiyatı adına bir elçidir. Onun metinleri modern ve postmodern zemindedir. Metinlerarasılık tekniği onun eserlerinde merkez konumundadır. Bütün modern edebiyat tekniklerini iyi kullanır. Metinleri dünya edebiyatındaki metinlerle çağdaştır. Orhan Pamuk eserleri temelini çoğulculuktan alır. Bireyin sorunlarını kendisine dert edinirken, hikâyenin duraklarını toplumun içerisinden seçer. Diğer yazarlarla aynı kaderi paylaşarak, avangardist olduğu Türk edebiyatında, eleştirmenler tarafından yergilere maruz kalmıştır. Sanat hayatının zirvesinde, 2006 yılında aldığı Nobel edebiyat ödülü ile birlikte eserleri tüm dünyada tanınmıştır. Aldığı ödül sonrasında yaptığı konuşma ülkede uzun yıllar tartışma konusu olsa da bir yazar olarak Orhan Pamuk, dünya edebiyatı eserleriyle yarışacak kalitede metinler ortaya koymuş ve bunları Türk kimliği ile başarmıştır. Kara Kitap, Beyaz

Kale, Kar, Benim Adım Kırmızı, Yeni Hayat gibi eserleriyle, çağdaş Batı edebiyatı

yazarları kadar bu işin üstesinden geldiğini kanıtlamıştır. Gerek modern gerekse postmodern edebi anlayışının Türk edebiyatındaki taşıyıcısı olmuştur.

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur ve Saatleri Ayarlama Enstitüsü ile ilk nüvelerini verdiği; Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar ile adeta kendini feda ettiği; Yusuf Atılgan ve Ferit Edgü’nün filizlendirdiği; Orhan Pamuk’un meyvelerini topladığı, ortalama

kırk beş yaşındaki post/modern Türk edebiyatı bugün daha birçok yazarla birlikte gelişmeye devam etmektedir. Özellikle 1980 yılında gerçekleşen askeri darbe ile birlikte, ülkenin beklenmedik bir şekilde içine kapanmasıyla başlayan süreçte yazarlar toplumdan daha çok bireye yönelmiş ve biçime önem vermeye başlamıştır. Siyasi şartların getirisiyle birlikte kendi içine kapanan Adalet Ağaoğlu, Nedim Gürsel, Selim İleri, Ayla Kutlu, Hilmi Yavuz, Erhan Bener gibi yazarlar, Türk edebiyatında, modern-postmodern metinler ortaya koymuşlardır. Doksanlı yıllarda Hasan Ali Toptaş, İhsan Oktay Anar gibi yazarlar aynı çizgide metinler üretmeye devam ederler. Anar’ın Puslu Kıtalar Atlası eseri içerisinde bolca fantastik öğeler barındıran, temelini tarihten alan bir kitap olması sebebiyle en önemli postmodern edebiyat örneklerinden birisidir. Yine Toptaş’ın Bin Hüzünlü Haz kitabı postmodernizmin sınırlarında gezen bir eserdir.

XXI. yüzyıla gelindiğinde Türk edebiyatı ödemesi gereken bütün bedelleri ödemiştir. Günümüzde post/modern Türk edebiyatı, Murat Uyurkulak, Sema Kaygusuz, Şule Gürbüz, Ayfer Tunç, Murat Gülsoy, Buket Uzuner gibi daha pek çok genç yazarla yoluna devam etmektedir.

BÖLÜM - II