• Sonuç bulunamadı

3. MURAT GÜLSOY’UN HAYATI ve ESERLERİ:

4.11. Şaire Mektuplar:

Öykü, ölmüş olan şair bir arkadaşa gönderilen mektupların bir araya getirilmesiyle oluşmuştur. Hikâye, ölen arkadaşının şiirlerini okuduktan sonra hissettiklerini, şiirlerinden anladıklarını defterine kaydeden bir karakteri konu edinmiştir. Toplam sekiz şiir ve bir mektuptan oluşan öykü, ilk bakışta çok parçalı gibi görünse de, aslına bakıldığında son derece bütünlüklü bir yapıya sahiptir. Öyküdeki kişi, ölen

dostuyla yaşadıklarını, iyi ya da kötü beraber geçen günlerini bu şiir yorumlamalarıyla harmanlayarak kendisine bir anı defteri oluşturur.

Yazarın, kahramana, hatıra defterini şiir yorumlamaları ile oluşturtması sebebiyle öykü, içerisinde sanatsal olana karşı öznenin durumu hakkında belli başlı bilgiler vermektedir. Öykü kişisi, arkadaşının şiirlerini yorumlamaktadır. Burada yazarın sanat, sanat eseri gibi konular hakkında düşüncelerini dışa vurduğu görülür. Öykü, Nihan Kaya’nın ‘dikey hayat’ kavramıyla anlatmaya çalıştığı, sanat eserine karşı derinlikli bir bilgi birikiminin, okur için önemli olduğu bilgisini, ona hatırlatmaktadır.

Özellikle modern edebiyat sonrası kendisini iyiden iyiye hissettirmeye başlayan bilinçaltı kavramı, yazarın niyetini metnin anlaşılabilirliği bağlamında daha da önemli bir hâle getirmiştir. ‘’Yazar, metnini ortaya koyarken hangi niyetle tarzını belirler ya da eserine koyduğu metaforları hangi manada ele alır?’’ gibi sorular bu dönemle birlikte okurun karşısına çıkmaya başlar. Çünkü modern ve postmodern edebiyat yazarları, kendi bilinç ve bilinçaltlarını eserlerine yerleştirirler. Yazarı ve eserini tam anlamıyla çözümleyebilmek için onun niyetini iyi bilmek gerekir. Bu biliş, sanat eserinin derinliğiyle doğru orantılıdır. Okur, yazar hakkında ne kadar çok bilgiye sahipse sanat eseri onda o kadar açılmaktadır.

Öykünün kahramanı, ölen şair hakkında detaylı bilgilere sahiptir. Bu sebeple yapılan yorumlamalar oldukça derin ve yoğundur. ‘’Genç bir adamın kucakladığı balık derken, ne demek istediğini sanırım en iyi ben anlayabilirim. Tanrının sevgili kulu anlamına geliyor balık bunu biliyorum.’’(s.173)

Anlatıcı, başka bir şiire geldiğinde ise, arkadaşına şunları söyler: ‘’Daha önce de okumuştum elbette bu şiirlerini. Ama o okuyan daha önceki ben midir? Emin değilim. (…) Bir başka deyişle, henüz şimdiki ben olmamış olan ben farkında değilim denizin, karanlığın ve o karanlığın üzerine doğan inatçı yıldızın. Şimdi, bu gözle okuduğumda…’’ (s.175)

Sartre’ın, ‘’Yapıt ancak tam olarak onun yeteneklerinin düzeyinde var olur’’130 sözü, öyküde anlatılan durumun özeti mahiyetindedir. Her ne kadar bütün metinler yalnız başlarına anlaşılabilecek olsa da okurun yazar hakkında geniş bilgilere sahip olması ve ilgili sanat dalına dair tecrübe birikimi, asıl anlatılmak istenenleri fark edebilmesi için ona önemli bir avantaj sağlamaktadır. Çünkü ne tür metin okunursa okunsun, asıl kaynak her zaman yazar ve onun kendi bilinçaltıdır.

Yazar, metnin yaratıcısı olsa da ortaya çıkacak olan anlam, bir tek onun anlatmak istedikleriyle sınırlı kalmayabilir. Postmodern anlatılar, yapıları gereği bu çok anlamlılığa izin verir. ‘’Gelecekte yaşanacak aşkların acısı dolardı odaya açık yaz pencerelerinden. Kahkahalar çok çok uzaktaydı. Hâlbuki şiirinin bunlarla hiç ilgisi yok. Evcil oyunlara zorlanan çocuklar maskeli olur. Doğru demişsin. Şiirde yanlış olur mu hiç? Doğruluk değeri ölçülmeyen cümleye dize denmez mi zaten?’’(s.177) Kahramanın şiiri yorumlarken kullandığı bu sözler, bahsi geçen yorum özgürlüğünün belirtileridir. Doğru ya da yanlış, anlam her zaman okur ile metin arasındaki ikili ilişkide ortaya çıkar. Bu yüzden yapılan yorumların, çıkarılan anlamların doğruluğu tartışılmaz. Yalnızca çıkarılan sonuca taraf olunabilir.

‘’Seninkiler söz konusu olunca, ben neyi neden yazdığını kestirebildiğim için belki de yeterince etkilenemiyorumdur.’’(s.181)

Yazarı tanımak, okura metin karşısında büyük bir avantaj sağlasa da sebep olduğu dezavantajlar da göz ardı edilmemelidir. Bu durumlardan biriside kuşkusuz ki, heyecan ve meraktır. Eserin nereye gidebileceğini önceden kestirebilmek her durumda okuyucunun isteyeceği bir durum değildir. Her ne olursa olsun edebi metnin asıl amaçlarında birisi okuru heyecanlandırmak, onda bir merak duygusu uyandırmaktır. Yazarı tanıyan ve sanat yeterliliğine sahip olan okur, metnin şifrelerini daha önceden tahmin edebilecek birisi, doğal olarak orada bir kaos göremez. Dolayısıyla onun için yapboz, daha başlangıçta, neredeyse tamamlanmış sayılır.

130

Gülsoy, hikâyenin bir sonraki adımında da koyulan şifrelere örnek vermeye devam eder. ‘’Elleri Ağaç Köklerine Benzer adlı şiirini okudum. Şehla bir anneden söz ediyorsun. Bir şarkı söylüyor diyorsun ama şarkıyı gizliyorsun. Garip şey. Bir şiirin içine bir şarkı gizlemek herhalde senin aklına gelirdi.’’(s.183) Metne koyulacak, gizlenecek şeylerin bir sınırı yoktur. Bir müzik, bir resim, bir şiir hatta bir hayvan bile saklanabilir. Bu, okuru metne bağlama yöntemlerinden biridir. Tıpkı Şaire

Mektuplar adlı hikayede metnin içinde şiirlerin gizlenmesi gibi. İnsandaki sırrı

çözme arzusunu tetikleyen bu tarz bir hareket, okuru metne bağlayan ve esere sürükleyicilik katan bir tutumdur.

Küçük hikâyeler dizisi şeklinde oluşturulan öykü, sekiz şiir yorumunun ardından bir mektupla sonlanır. Aradan uzun bir süre geçtikten sonra, içine notlar aldığı defterini unutan kahraman belli bir zaman sonra şans eseri defterle tekrar karşılaşır. İçerisine yazdığı hatıra ve yorumları çoktan unutmuş olduğundan dolayı bundan utanır. Yazarın, defterin sonuna yazdığı mektup, öyküye adeta hayat vermiştir. Bu son sayfayla beraber artık öykü yaşayan bir nesneye dönüşmüştür. Aradan yıllar geçmiş ve kahramanla birlikte defter de yaşlanmıştır.