• Sonuç bulunamadı

3. MURAT GÜLSOY’UN HAYATI ve ESERLERİ:

4.14. Ekici:

Postmodern ve deneysel edebiyat düşüncesi, her zaman edebi metinde disiplinlerarasılık kavramına önem vermiştir. Bu yönde metinler üreten yazarlar, edebiyatı diğer disiplinlerle birlikte harmanlamıştır. Eserin içerisinde resimler kullanarak, müziğin tınılarını kelimelerle okura hissettirerek metnin sınırlarını genişletirler. Böylelikle, postmodern edebiyatın çoğulcu kimliği ortaya çıkmış olur. Son birkaç yüz yıl içerisinde, modernizm ile birlikte geleneksel anlamını kaybeden edebiyat metni, bu dönüşümüne postmodern dönemde de devam etmiştir. Artık adeta birer merkezsizlik örneği hâline gelen eserlerde her tür sanat dallarından örnekler bir arada bulunabilme imkânına sahiptir. Kelimenin gücüne inanan dönem yazarı, deneysel anlamda da gerek tematik gerekse yapısal olarak geleneksel edebiyat kavramının duvarlarını yıkmıştır. Anlamın ortaya çıktığı yerin dil olduğunu savunmuş ve kullandığı dilin yapabileceklerini ortaya koymak için elinden gelen çabayı göstermiştir.

Bu bağlamda Murat Gülsoy, hikâyesinde kendisine hareket noktası olarak van Gogh’un Ekici resmini alır. Öykü, bir şirketin yönetim kurulu başkanının yine bir başka derginin editörüne gönderdiği mektupla başlar. Mektupta, önce şirketin hangi amaçla kurulduğu ve yaptığı faaliyetler anlatılır. Şirket, görme engelliler için yazılı

ürünleri sesli ortama aktaran ve engelli insanlara kitap okuma hizmetini sunmayı amaçlayan bir kuruluştur.

Mektubu gönderen şirket müdürü, bir gün müşterilerden birisinin önerisiyle, başka bir alanda da faaliyet göstermek istediklerini bildirir. Öneri, ‘’Resim sanatının klasikleşmiş örneklerini de görme engelliler için anlaşılabilir kılmaktır.’’(s.213) Şirket bu niyetle yazarlara teklifini götürür fakat kimse tarafından kabul edilmez. Kabul etmekten de öte saçma bulunur. Yönetim kurulu olarak ümitlerini kestikleri anda bir yazar tarafından teklifleri kabul edilir. Kurul, yazardan van Gogh’un Ekici adlı resminin görme engelliler için yazı yoluyla anlatılmasını ister. Sonrasında yazar metni yazıp şirkete teslim eder ve eser sesli ortama aktarılır. Üç kişiden oluşan yönetim kurulunda ikisi metni beğenirken, diğer üye metnin onun için bir anlam ifade etmediğini söyler. Bunun sebebi ise, yönetim kurulunu oluşturan ve metni beğenen iki kişinin sonradan görme engelli; beğenmeyen diğer üyenin ise, doğuştan görme engelli olmasıdır. Bu yaşananlardan sonra kurul tarafından yazara geri dönüş yapılır ve bir kere daha yazması, bu sefer doğuştan görme engellileri de hesaba katması istenir. Yazar ikinci kez resmi kaleme alır. Böylelikle üç üye de yazıyı beğenir.

Öykünün giriş mahiyetindeki metni olan bu mektup, yönetim kurulu üyesi tarafından, editöre gönderilmekten çok, yazar tarafından okura gönderilmiş bir mesaj niteliğindedir. Yazar, seçtiği bu yöntemle birlikte okuru kendi oyununa tekrar davet eder. İki metin arasındaki farkları okuruna göstererek sanatsal olanın değerini, onların belirlemesini ister.

Tablo 13: Vincent van Gogh – Ekici | 1888

Sürüm 1 ve Sürüm 2 başlıkları altında anlatılan iki metin arasında bariz farklar vardır. Genel manada iki anlatım arasındaki fark modern ve postmodern anlatılar arasındaki farklarla örtüşmektedir. İlk metninde yazar, daha sistematik davranırken, ikinci yazılan metinde daha duygusal davranmıştır.

Ekici öyküsü, özellikle postmodern edebiyatın ‘’ne anlattığın değil, nasıl anlattığın önemlidir’’ söylemini merkezine alan bir hikâyedir. İki anlatımda da aynı resme odaklanılmış olmasına rağmen birbirinden son derece farklı iki ayrı dünyaya sahip metinler ortaya çıkmıştır

Sürüm 1

‘’Bir gün batımında toprağa tohumlar saçan bir ekicinin resmidir bu. Ekici sol alt köşede resmedilmiştir. Batmakta olan güneş, ekicinin başının üzerinde oldukça büyük, sarı bir daire olarak parlamakta, bütün ufku ve gökyüzünü sarıya ve sarının tonlarına, yer yer yeşillere boyamaktadır. Ekici ve güneş dışında en önemli figür resmin sağ alt köşesinde başlayıp üst kenarının ortasından geçen ağaçtır.’’ (s.217)

Resmin ele alınışından da rahatlıkla anlaşıldığı gibi yazar, sürüm 1’de doğuştan görme engellileri ıskalamıştır. Tabloyu tasvir ederken, renkler ve şekiller gibi doğuştan görme engelli birisinin kavrayamayacağı detaylar kullanmıştır. Yazdığı metin elbette resmi tasvir etmektedir. Fakat herkes için eşit şartları oluşturma noktasında eksiklikler barındırır. Örneğin; ekicinin konumunu anlatırken kullandığı

‘’sol alt köşe’’ tabiri, doğuştan görme engelli insanlar için tam manasıyla yeterli olabilecek bir anlatım değildir. Çünkü doğuştan görme engelli kişiler, kâğıdın boyutları ya da ekicinin kâğıtta kapladığı yer gibi bilgilere sahip değillerdir. Bu da onların zihninde resmin tam olarak anlaşılmasına bir engel teşkil eder.

Sürüm 2

‘’Köyünden ya da evinden birkaç yüz metre ötedeki tarlasında hafif nemli, yeni karılmış toprağa tohumlar serpen bir köylünün resmidir. Ekici, tohumları kucağındaki heybeden sağ eliyle alıp toprağa bırakmaktadır. Belki de saatlerdir bu işi yapmaktan yorgundur. Ne düşündüğü, ne hissettiği anlaşılmamaktadır: yüzünü elleseniz sanki çamurdan sıvanmış bir boşluk. Elleri kocaman ve kalın. Ekici sola doğru birkaç adım atsa gövdesi sağa doğru kaykılmış bir ağaca çarpacaktır. Tarlaların ortasında tek başına duran, adeta doğal bir korkuluk görevi yapan binlerce ağaçtan biridir bu.’’ (s.219)

İkinci metinde ise, okuru bambaşka bir tarz karşılar. Yazar bu kez tasvirlerini nesneler üzerine değil, olaylar ve duygular üzerine kurar. Birinci anlatımında düştüğü hatalardan kaçınarak renkleri ve şekilleri kullanmaz. Ekiciyi ise, birinci sürüme oranla daha duygusal ve detaylı inceler. Kâğıttaki konumunu ‘’sol alt köşe’’ gibi düz bir anlatımla belirtmek yerine, ağaca olan yakınlığı üzerinden ele alır. Böylelikle ağacın da resmin içindeki yerini belirtmiş olur.

İki anlatım tarzı da postmodernizm bağlamında ele alındığında, ortaya büyük farklılıklar çıkar. Postmodernizmle birlikte maddesel bir anlatımdan iyice uzaklaşan edebiyat, tıpkı ikinci metinde olduğu gibi daha çok duygu yoğunluğuna dönüşmüştür. Her ikisi de aynı resmi anlatmasına rağmen birbirinden tamamen farklı yapılara sahiptirler. Bu da postmodern edebiyattaki anlam çoğulluğunun bir göstergesidir. ‘’Ya… ya…’’ bağlacı yerine ‘’hem… hem…’’ bağlacını öneren postmodern edebiyat düşüncesi iki metne de eşit yaklaşır. Yapılması gerekenin, metni doğru ya da yanlış olarak nitelendirmek yerine, onu işlevine göre değerlendirmek olduğunu savunur. Yazar burada resmi iki farklı şekilde yorumlarken, bir taraftan metinle meşgul eder; diğer taraftan okur/izleyiciyi resmin içine dâhil eder.