• Sonuç bulunamadı

Yüzyılın İlk Yarısında Siyasî, Sosyal ve Kültürel Durum Açısından Osmanlı İmparatorluğu1

TABLO LİSTESİ

18. Yüzyılın İlk Yarısında Siyasî, Sosyal ve Kültürel Durum Açısından Osmanlı İmparatorluğu1

18. yüzyılın askerî teknoloji alanındaki üstünlüklerini yitiren Osmanlılar için özelliği, yüzyılın başındaki birkaç başarı hariç, yenilgiler ve toprak kayıpları oldu. Yüzyıla 1683’te Viyana bozgunuyla başlayıp 1699’da Karlofça Antlaşmasıyla son bulan bir dizi başarısızlığın ardından girilmişti.

Karlofça sonrası II. Mustafa döneminde başlayan barış siyaseti 1703’te tahta çıkan III. Ahmed devrinde de devam etti. Bununla birlikte 1709 yılında Rus ordusuna yenilen

1 Bu bölüm hazırlanırken kullanılan kaynaklar şunlardır: Donald Quataert, Osmanlı İmparatorluğu 1700-1922, İstanbul: İletişim Yayınları, 2009, s. 73-85; Suraiya Faroqhi, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2013, s. 70-80; Metin Kunt ve diğerleri, Türkiye Tarihi 3-Osmanlı Devleti 1600-1908, y.y.: Cem Yayınevi, t.y., s. 33-57.; İ. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi-Karlofça Anlaşmasından XVIII. Yüzyılın Sonlarına Kadar, C. 4, 1. Bölüm, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1988, s. 46-231.; A. Refik Altınay, Lâle Devri (1718-1730), İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2011, s. 58-120.; Necdet Sakaoğlu, Bu Mülkün Sultanları, İstanbul: Alfa Yayınları, 2015, s. 295-313. Münir Aktepe, Patrona İsyanı (1730), İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, 1958, s. 3-169.

5

İsveç kralının Osmanlı’ya sığınması, Rusya’nın İsveç kralı konusundaki baskıları ve Rus çarının Balkanlar’da Ortodoks reayaya yönelik propagandası Osmanlı Devleti’ni zoraki bir savaşa itti. 1711 yılında başlayan bu savaş Azak Kalesi’nin geri alınmasını sağlayan Prut Barışı’yla sonuçlandı; fakat Rus çarının barış şartlarına uymaması 1713 yılında Rusya’nın tekrar mağlup edildiği yeni bir savaşı ve yeni bir barış antlaşmasını getirdi. 1715 yılında Venedik’le yapılan savaşta Mora’nın ele geçirilmesinin ardından 1716’da Avusturya’yla yapılan Petervaradin Meydan Savaşı başarısızlıkla sonuçlandı. Bu yenilginin ardından Temeşvar da kaybedildi. 1717’de Temeşvar’ı geri almak umuduyla başlatılan seferde Belgrad’ın da düşmesinin ardından 1718’de Pasarofça Barışı yapıldı. Bu antlaşmayla Banat, Sırbistan’ın hemen hemen yarısı ve Eflak kaybedildi. Benzer başarısız tablo Doğu cephesinde de görülmüş, 1723 ile 1726 yılları arasında yapılan savaşlarda Azerbaycan ve İran-Osmanlı sınırındaki bazı topraklar da kaybedilmiştir.

Sadrazamların geniş yetkilerle donatıldığı IV. Mehmed döneminden itibaren padişahların rolü azalmıştı. Sadrazamlar dışında bürokrasinin bazı üyeleri de güçlü konumlar kazanmıştı. Siyasal yönetim savaşçılık yerine gereklilik hâlini alan idarî ve malî becerilere sahip vezir ve paşa ailelerinin eline geçmiş ve 18. yüzyılda merkezdeki siyasetin rengi belirlenmişti. Bu yüzyılda padişahların kızları ve kızkardeşleri de yönetimde etkin durumdaydı. Bu genç kadınlar yüksek mevki sahibi kişilerle evlendiriliyordu. Merkezde siyasal iktidarın sahiplerinin değişmesine koşut olarak taşrada da siyasal otorite el değiştirmişti. Hemen hemen her yerde insanların gündelik yaşamında merkezî devletin önemi gözle görülür bir biçimde azalarak imparatorluğun çok geniş bölgeleri taşra ayan ailelerinin siyasal egemenliği altına girdi.

Ülke içi siyasal üstünlüğünü yitiren padişahlar siyasal varlıklarını değişik yollardan sağlayacak yöntemlere başvurdular. Hac yollarının yüzyıl başından itibaren yeniden düzenlenmesi bu yöntemlerden biridir. Lale devrindeki gelişmeler de padişahın siyasal statü ve meşruiyetlerini pekiştirmeye yönelik tutumlardır. III. Ahmed ve Damad İbrahim Paşa iktidarı tam anlamıyla ellerinde tutmak adına İstanbul seçkinleri üzerinde egemenlik kurmak için tüketim silahını kullandılar. Tüketim konusunda İstanbul seçkinlerine önderlik etmeye çalışan padişah ve sadrazam toplumsal merkeze örnek alınacak modeller olarak kendilerini koydular.

6

1718’de Pasarofça Antlaşmasıyla başlayıp 1730’da Patrona Halil İsyanıyla son bulan bu devir hadsiz hesapsız lüks tüketim yanında Batı’daki gelişmelerden mülhem olarak değişim isteği adına adımlar atılan bir devir oldu. Özellikle Paris’e elçi olarak gönderilen Yirmisekiz Mehmet Çelebi’nin Fransız sarayı ve Paris’in önde gelen yerlerindeki yaşama dair keskin gözlemlerle dolu raporu planlanan değişim için model oluşturdu. Özellikle bu rapordaki park, bahçe, köşk ve saray krokileri imar faaliyetleri için esin kaynağı oldu. Bu faaliyetlerin yanında köhne mahallelerin yenilenmesi, akmayan çeşmelerin ve birçok harap yapının onarılması, yeni bendler, meydan çeşmeleri, selsebiller, yapay çağlayanlar, cetveller, havuzlar yapılarak İstanbul’a özgü su mimarisinin doruğa ulaşması bu yıllarda olmuştu. Bu dönemde bilim ve sanat desteklenmiş, süsleme sanatları ve mimaride Avrupaî motifler ilk kez görülmeye başlanmıştı. Minyatür de değişimin hissedildiği bir sanattı. Levnî ve öğrencileri yeni sanatsal güçlükler oluşturan temalar üzerinde çalıştı. Dönemin en önemli gelişmesi ise matbaanın kurulmasıydı. Bunun yanı sıra çinicilik gelişmiş, Tekfur Sarayı’nda bir çini fabrikası inşa ettirilmişti. Binaların yangından korunması için Tulumbacı Ocağı kurulması, ilim heyetleri oluşturularak tercümeler yapılması, sikke tashihi, çiçek hastalığının aşısının uygulanması gibi hususlar da dönemin öne çıkan diğer gelişmeleriydi.

Bütün bu gelişmelere karşın dönemin karakteristiği hâline gelen lüks yaşam ve Kâğıthane eğlenceleri, çırağan âlemleri, helva sohbetleri gibi eğlenceler; ekonominin kötü gidişatı ve halktan alınan vergiler, işsizlik, devlet görevlerine getirilmedeki kayırmacı tutum, yeniçerilerin disiplinsiz davranışları ve son olarak da 1730 yılında İran’a yapılacak sefere duyulan isteksizlik dönemin sonunu hazırlayan amiller oldu. 28 Eylül 1730’da başlayan Patrona Halil İsyanı ile hem Lale Devri hem de III. Ahmet saltanatı son buldu.

İsyanın ardından III. Ahmed’in yeğeni I. Mahmud tahta çıkmıştır. İsyancıların elebaşlarını öldürerek otoritesini kesinleştiren I. Mahmud iç ve dış meselelerde denge politikası izlemiş, iç huzursuzlukları sık sadrazam değiştirmekle önlemeye çalışmıştır. Bu dönemde İstanbul’da asayişe yönelik tedbirler alınmış, kadınların kıyafeti, fuhuş, esnaf denetimi, narh meseleleri gibi toplumsal olaylarla yakından ilgilenilmiş, Lale Devri’nde başlayan İstanbul’un imarı da devam ettirilmiştir. Lale Devri’nin ardından I.

7

Mahmud’un saltanat yıllarında da zevk ve eğlence âlemleri devam etmiş, bu dönemde eğlence hayatı yıkılan Sadâbâd’dan Boğaziçi’ne taşınmıştır.

Seyyid Vehbî’nin Hayatı2

Asıl adı Hüseyin olan Seyyid Vehbî İstanbul’da doğmuştur. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber mülâzım olduğu tarihten (1696) hareketle –o sırada 20-23 yaşlarında olması gerektiği düşünülerek- 1674 yılı civarında doğduğu tahmin edilmektedir. Babası âlim bir zat ve mevâliden olan İmamzâde Mehmed Efendi’nin kethüdası Hacı Ahmed Efendi’dir. Vehbî, Hz. Hüseyin’in soyundan olmasına işaretle “Seyyid” lakabını kullanmıştır. Silsilesi ehl-i beytten Hüsâmeddin Efendi’ye kadar ulaştığından şiir yazmaya başladığında “Hüsâmî” mahlasını kullanmış, daha sonra hocası Mirzâzâde Ahmed Neylî’nin (ö. 1748) uygun gördüğü “Vehbî” mahlasını almıştır.

İyi bir tahsil gören Vehbî döneminin şöhretli âlimlerinden Mirzâzâde Şeyh Mehmed Efendi’den ders gördü. Ayrıca Kazasker Abdülbâkî Ârif Efendi’den hat dersleri aldı. Devlet ileri gelenlerine mektupçuluk, tezkirecilik yapan ve kassâmlık görevinde bulunan Seyyid Vehbî Nakîbüleşraf Hocazâde Seyyid Osman Efendi’nin Anadolu kazaskerliğinde mülâzım olarak ilmiye mesleğinde hizmete başladı. 1711 yılındaki Moskova seferinde yazdığı güzel kaside ve tarihler vesilesiyle III. Ahmed’in takdirini kazandı. Paşmakçızâde Seyyid Ali Efendi’nin ikinci şeyhülislamlığında Hoca Hatun Medresesi’ne müderris olduktan (1711) dört yıl sonra tezkire yazarı Sâlim’in babası Mirzâ Mustafa Efendi’nin şeyhülislamlığında Şerife Hatun Medresesi’ne nakledilerek makamı bir derece yükseltildi. Bundan sonra dâhil ve hareket-i dâhil aşamalarından geçerek önce Hüsrev Kethüda Medresesi, sonra Sahn-ı Semân müderrisliğine getirildi.

2 Bu bölümün yazımında şu kaynaklardan yararlanılmıştır: Fatîn Davud, Tezkire-i Hâtimetü’l-Eş’âr, y.y., 1867, s. 443.; Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri, C. 2, İstanbul: Matbaa-i Âmire, H. 1333, s. 234.; Abdülkadir Karahan, Seyyid Vehbî, İslâm Ansiklopedisi, C. 10, Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı, 1964, s. 543-545.; Hamit Dikmen, Seyyid Vehbi Ve Divanının Karşılaştırmalı Metni, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara: Ankara Üniversitesi SBE, 1991, s. XVI-XXVII.; Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmanî (Haz. Nuri Akbayar), C. 4-5, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1996, s. 1215, 1656.; Muallim Naci, Osmanlı Şairleri (Haz. Cemal Kurnaz), Ankara: Akçağ Yayınları, 2000, s. 77.; Pervin Çapan, Tezkire-i Safâyî (İnceleme-Metin-İndeks), Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, 2005, s. 706-707.; Adnan İnce, Tezkiretü’ş-Şu’arâ Sâlim Efendi, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, 2005, s. 700-701.; İsmail E. Erünsal, Türk Edebiyatı Tarihinin Arşiv Kaynakları, Cambridge: Harvard Üniversitesi, 2008, s. 38.; Hamit Dikmen, Seyyid Vehbî, İslâm Ansiklopedisi, C. 37, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 2009, s. 74; Faik Reşat, Eslâf Eski Bilginler, Düşünürler, Şairler (Haz. Şemsettin Kutlu), y.y.: Tercüman 1001 Temel Eser, t.y., s. 273.

8

Mesleğindeki bu hızlı ilerlemede III. Ahmed’in şehzadelerinin sünnet düğünü için yazdığı Sûrnâme’nin etkisi oldu. 1723 yılında Kemerler’de yeniden yapılan Büyük Bend için söylediği tarih gibi bazı mazumelerinin etkisiyle kibâr-ı müderrisîn sınıfına yükseltildi ve mevleviyetlere tayin edildi. Damad İbrahim Paşa tarafından kurulan Tercüme Komisyonu’na ve Aynî Tarihi’ni Arapça’dan Türkçeye çevirmek için oluşturulan heyete katılan Vehbî bir ara Halep’te naiplik yaptı. Tebriz’in ikinci defa fethedilmesinin ardından 1725-1728 yılları arasında oranın ilk kadısı olarak görev aldı. Ardından III. Ahmed ve Damad İbrahim Paşa’nın himayeleri ile Kayseri, Manisa ve Halep mevleviyetlerinde bulundu. Bir aralık azil de yaşadığı şiirlerinden anlaşılan3

Vehbî 1735 yılında Halep mevleviyetinde iken çok istediği hac görevini yerine getirme imkânı buldu. Hac dönüşünde Halep’ten ayrılarak İstanbul’a geldi. Burada hastalanarak Aksaray’daki evinde 1736 yılında vefat etti. Cenazesi Cerrah Mehmed Paşa yakınında kendi evi bitişiğinde bulunan Canbâziye Mescidi haziresine defnedildi. Arkadaşlarından sülüs yazı tarzındaki maharetiyle bilinen Suyolcuzâde Mehmed Necib Efendi şu iki mısra ile ölümüne tarih düşürmüştür:

Âh Vehbî-i hüner-pîşe cehândan gitdi (H. 1149) Göçdi ‘ukbâya emîrü’ş-şu’arâ-yı dânâ (H. 1149)

Oğlu Münif (ö. 1740) tarafından yazılmış olan mezar kitabesinde yer alan tarih manzumesinde ise şu beyitle ölümüne tarih düşürülmüştür:

Çıkdı bir âh ile târîhi Münîfâ dilden

Geldi hacdan pederim itdi Na’îm’i mesken (H. 1149)

Şairin ailesinden kaynaklarda sadece oğlu şair ve müderris Münif’ten bahsedilmiştir. Vehbî bir beytinde de şairliğiyle kardeşi Seyyid Abdullâh’tan söz etmiştir.4

Seyyid Vehbî’nin Eserleri

Kaynaklarda Seyyid Vehbî’nin beş eserinden söz edilmektedir. Bununla birlikte Sâlim’in tezkiresi’nden hareketle Kafzâde Fâizî’nin (ö. 1622) yarım kalan ve Seyyid Vehbî tarafından tamamlandığı söylenen Leylâ vü Mecnûn mesnevisinin (İnce, 2005:

3 Bkz. Dikmen, Seyyid Vehbi Ve Divanının Karşılaştırmalı Metni, s. 271, 326-327. 4 Bkz. Dikmen, Seyyid Vehbi Ve Divanının Karşılaştırmalı Metni, s. 42.

9

703; Karahan, 1964: 543) mevcut bir nüshasına henüz tesadüf edilememiştir. Vehbî ayrıca Birrî Mehmed Dede’nin Bülbüliyye’sine, Safâyî’nin tezkiresine ve Vahîd Mahtûmî’nin divanına takrizler yazmıştır.5 (Dikmen, 1991: XXXIV; 2009: 75; Gür, 2014: 211, 233, 253). Vehbî’nin bunlar dışında kalan dört eseri şunlardır:

Divan : Seyyid Vehbî’nin yurt içi ve yurt dışında çok sayıda nüshası bulunan mürettep

bir divanı bulunmaktadır. Nüshalardaki şiir sayısı farklılık arz etmekle birlikte Hamit Dikmen tarafından doktora çalışması olarak karşılaştırmalı şekilde neşredilen divanda 1 münâcât, 4 na’t, 1 mirâciyye, 86 kaside, 1 takriz, 4 arz-ı hâl, 2 mektup, 128 tarih; 2 terkib-i bend, 2 terci-i bend, 2 müseddes, 20 tahmis, 4 şarkıdan oluşan 30 musammat, 266 gazel, 51 kıt’a, 19 lügaz, 20’si gazeller arasında bulunan 107 rubai, 25 müfred, 62 matla yer almaktadır.

Sûrnâme: III. Ahmed’in şehzadelerinin 1720 yılında yapılan sünnet düğününü anlatan

içinde manzum parçalar da bulunan mensur bir eserdir. İbrahim Paşa’nın isteği üzerine nesir olarak kaleme alınan bu eserde düğün, İstanbul’un mahallî hususiyetleri ile dönemin örf ve âdetlerini de yansıtacak biçimde, günü gününe bütün teferruatıyla anlatılmıştır (Karahan, 1964: 545; Sevgi ve Özcan, 1996: 268). Eserin yurt içi ve yurt dışındaki kütüphanelerde pek çok nüshası mevcuttur.

Hadîs-i Erba’in Tercümesi: İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi’nde

XX(1892053.1) yer numarası ile kayıtlı bu eser manzumdur. Her hadisin bir kıt’a içinde iktibas edilerek açıklandığı bu eser yedi beyitlik bir hatime ile sona ermektedir (Karahan, 1964: 45; Çolak, 2015: 621).6

Sulhiyye: 1718 yılında imzalanan Pasarofça Antlaşması hakkında Damad İbrahim

Paşa’nın emriyle kaleme alınmıştır. İçerisinde manzum kısımların da yer aldığı bu eserde Varadin yenilgisi ve ardından Belgrad’ın kaybedilmesi üzerine yapılan barış antlaşmasıyla Damad İbrahim Paşa’nın bu işi başarıyla sonuçlandırdığı ifade edilmiştir (Sevgi ve Özcan, 1996: 268). Eser İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi’nde XX(1897954.1) yer numarası ile kayıtlıdır.

5 Bunlardan Vahîd Mahtûmî’nin divanına yazdığı takriz divanda da yer almaktadır.

6 Bu eser hakkında daha ayrıntılı bilgi için bkz. Ahmet Çolak, Seyyid Vehbî’nin Manzum Hadis-i Erba’in Tercümesi, Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi, S. 4/2, 2015, s. 616-633.

10

Seyyid Vehbî’nin Şairliği7

18. yüzyılın en önemli şairlerinden biri olan Seyyid Vehbî Lale Devri’nde resmî bir gelenek olarak başlatılan reis-i şairânlığı Osmanzâde Tâib’den devralmıştır. Devrinde nazım ve nesirde kudret sahibi, güzel söz söyleme yeteneğine sahip, her tarzda şiirler yazan, üstün nitelikli ve çok yazan bir şair olarak kabul görmüştür.

Zekâsını ve sanatını her fırsatta padişah ve sadrazama yaklaşmak için bir araç olarak kullanan Vehbî, bu sayede meslek hayatında da süratle yükselmiştir. Meslekî sıkıntıları, geçim darlıkları, kendini rahatsız eden atama ve aziller gibi etrafında olup biten her şeyi kolaylıkla şiire aktarabilmektedir. Vehbî kasidede Nef’î’yi, gazelde ise Nâbî’yi örnek almış; bunu bir beytinde de dile getirmiştir.8 Vehbî’nin birçok kasidesi Nef’î’ye nazire olup kasidelerinin tamamında onun sesini arayış çabası göze çarpmaktadır. Nef’î gibi nesib ve teşbib bölümleri olmayan ya da doğrudan fahriyeyle başlanan kasideler söylemiştir. Bununla birlikte onun kasidelerinin en önemli özelliği tahkiyevî üslubudur. Gazellerinde ise Nedîm’in etkisiyle kaleme alınmış bazı şûhane gazeller dışında Nâbî’nin belirgin bir etksi vardır. Divanının düzeninde de Nâbî’yi örnek alan şair rubaileri geçiş manzumeleri olarak kullanmıştır. Divanında kasideler dışında tarih manzumeleri de önemli bir yer tutmakla birlikte dönemin çok rağbet gören şarkı türünde birkaç örnekle yetinmiştir. Şair Nâbî, Nef’î ve Nedîm dışında Fuzûlî, Bâkî, Riyâzî, İsmetî, Cevrî, Neylî, Raşid, Kadrî, Cem’î, Sırrî, Vâsık, Rüşdî, Necîb, Reşîd gibi şairlerin şiirlerini de tahmis ve tanzir etmiştir.

Dile son derece hâkim, kolay yazabilen, nazım tekniği kuvvetli bir şair olan Vehbî şiirlerinde Arapça, Farsça kelime ve terkipleri çok kullanmakla birlikte sade bir Türkçeyle çok sayıda dize de kaleme almıştır. Deyim, atasözü ve konuşma kalıplarını şiirlerinde ustalıkla kullanan şairin şiir dilini gündelik konuşma diline yaklaştırma

7 Bu bölümün yazımında şu kaynaklardan faydalanılmıştır: Karahan, s. 544-547.; Dikmen, Seyyid Vehbi Ve Divanının Karşılaştırmalı Metni, s. XXVI-XCI.; E.J. Wilkinson Gibb, Osmanlı Şiir Tarihi, Ankara: Akçağ Yayınları, 1999, s. 342-343.; Çapan, s. 706-707.; İnce, s. 700-701.; Osman Horata, Has Bahçede Hazan Vakti, Ankara: Akçağ Yayınları, 2009, s. 120-123.; Ömür Ceylan, Büyüyen Gölgeler Yüzyılı 18. Asır Klasik Türk Şiiri-Bağ Bozumu, İstanbul: Kesit Yayınları, 2011, s. 98-99.

8 Gazelde Nâbi-i mu’ciz-beyânı andururam

11

çabası, şiirlerindeki yerli unsurlar ve İstanbul’la ilgili ayrıntılı tasvirler onu mahallileşme açısından da dikkate değer kılmaktadır.

Seyyid Vehbî şiirlerinde devrinin şairi olma; çevre özelliklerini, yaşanılan devrin ve hayatın şiirlerini söyleme yolunda belirli adımlar atmıştır. Görevi icabı bulunduğu Kayseri, Manisa ve Halep’e dair izlenimlerine şiirlerinde yer vermiştir. Kaleme aldığı kaside ve tarih manzumeleriyle dönemin fetih, doğum, ölüm, atama, azil gibi olaylarını; imar faaliyetleri ve eğlence hayatına dair pek çok gelişmesini; özellikle de çeşitli mekânları, yapıları ve yaşayışı ile İstanbul’u ayrıntılı tasvirlerle eserine taşımıştır.

12