• Sonuç bulunamadı

TABLO LİSTESİ

BÖLÜM 1: YERLEŞİM MERKEZLERİ

1.1.2. Yerleşim Yerleri, Meydanlar, Caddeler

1.1.2.8. Doğancılar Meydanı

Üsküdar’da bulunan Doğancılar semtine bu adın doğan avcılarının burada toplanıp ava çıkmalarından ya da padişahların av kuşlarını yetiştiren ve av eğlencelerinde hizmet gören Doğancılar Bölüğünden dolayı verildiği söylenmektedir (Banoğlu, 2008: 72; Hür, 1994: 80). Doğancılar Meydanı, Doğancılar Ocağının ana mekânı olmakla birlikte Üsküdar’da padişahın kaldığı Doğancılar Sarayı’nın da bu meydanın yanında olduğu rivayet edilmektedir (Hür, 1994: 80). Divanda Doğancılar Meydanı’nın genişliğiyle söz konusu edildiği bir rubai bulunmaktadır.

Teşyî’ idicek o âsaf-ı zî-şânı Kâr eyledi cân u dilüme hicrânı Şehbâz-ı ümîdümi uçurdum elden

Teng oldı bana Togancılar Meydânı (R. 36, s. 724)

O şanlı veziri uğurlayınca ayrılığı canıma ve gönlüme işledi. Ümit doğanımı elden kaçırdım, Doğancılar Meydanı bana dar oldu.

Şair, memduhunu bir şekilde kaybetmesi üzerine söylediği rubaide, o şanlı veziri uğurlayınca bu ayrılığın kendisini çok üzdüğünü; yaşadığı ayrılık sebebiyle âdeta ümit doğanını elinden kaçırdığını ve Doğancılar Meydanı’nın kendisine dar geldiğini dile

23

getirmiştir. Şair ümit doğanı olarak nitelediği memduhunu, dolayısıyla ümit ettiği şeylere ulaşma vasıtasını kaybetmesini ve bundan duyduğu üzüntüyü ümit doğanını elinden kaçırdığını ve Doğancılar Meydanı’nın kendisine dar geldiğini söyleyerek ifade ederken hem avın üzerine doğan salma uygulamasını hatırlatmakta hem de Doğancılar Meydanı’nın isimlendirilmesi ile doğan avcıları ya da Doğancılar Bölüğü arasındaki ilişkiye gönderme yapmaktadır. Şairin düştüğü sıkıntıyı ifade etmek için Doğancılar Meydanı’nın ona dar olduğunu söylemesi mecazi anlamı dışında meydanın genişliğine de işaret etme amaçlı olabilir.

1.1.2.9. Et Meydanı

Yeniçerilerin kışlasının arkasında Şehzade Camii’nin bulunduğu yerde dört köşeli büyük bir meydan olup yeniçerilere yedikleri et burada dağıtıldığı için Et Meydanı denilmiştir (Hammer, 2011: 103; Özcan, 1995: 497). Yeniçerilere yılda bir kez çuha da dağıtılan meydanda büyük yeniçeri kışlası yanında bir Bektaşi tekkesi vardır. Ayrıca kasap ve aşçıların namaz kılmaları için yaptırılmış, sadece sabah ve akşam namazlarının kılındığı Etmeydanı Mescidi bulunmaktadır (Özcan, 1995: 497; Koçu, 1971: 5393). Divanda 1721-1722 yılında yapılan restorasyon dolayısıyla kaleme alınan tarih manzumesinde meydanda yapılan tamirattan19 söz edilen beyitler yanında burada yeniçerilere dağıtım yapıldığına ve bir Bektaşi tekkesi ve bir de mescit bulunduğuna işaret eden beyitler yer almaktadır.

O şeh kim eyleyüp meydâna bast-ı cûd-ı şâhâne 'İbâda maksim-i rızk itdi bâb-ı devlet ü câhın Kapusından gelür ta'yîn alur her rûz u şeb gûyâ

İki zenbîl idüp dûşında gerdun mihr ile mâhın (T. 6/2-3, s. 346) O, meydana hükümdara yakışacak şekilde cömertlik yayan padişah kullara/yeniçerilere makam ve devlet kapısını rızık taksimi etti.

Felek ay ve güneşini iki zenbil/sepet yapıp sanki gece gündüz kapısından tayın/asker azığı alır.

24

Beyitlerde padişahın Et Meydanı’na hükümdara yakışacak biçimde cömertlik yaydığı, yeniçerilere makam ve devlet kapısını rızık olarak taksim ettiği; feleğin bile ay ve güneşi iki zenbil yapıp âdeta kapısından gece gündüz asker azığı alarak onun cömertliğinden faydalandığı söylenmiştir. İlk beyitte padişahın meydana cömertlik yaydığının ve ikinci beyitte feleğin birer zenbile benzetilen güneş ve ayla kapısından sürekli tayın aldığının söylenmesi -“kapı” ifadesi hem padişahın kapısı hem de meydanın kapısı olarak yorumlanmaya müsait olduğundan- Et Meydanı’nda yeniçerilere et dağıtılmasını akla getirmektedir.

Zihî tevfîk kim şâd itdi rûh-ı Hâci Bektaş'ı

Süleyman Hân'un ihyâ eyledi hem cân-ı âgâhın (T. 6/7, s. 346) Ne hoş/ne güzel Allah’ın yardımı(na kavuşan) ki, Hacı Bektaş’ın ruhunu mutlu etti. Süleyman Han’ın bilgili/haberli ruhunu da ihya etti.

Bu beyitte, önceki beyitlerden de anlaşıldığı üzere, Et Meydanı’nda yaptırılan restorasyonla padişahın Hacı Bektaş Veli’nin ve Kanunî Sultan Süleyman’ın ruhlarını da ihya ettiği söylenmiştir. Burada Hacı Bektaş Veli’nin ruhunun hoşnut edildiğinin söylenmesi meydanda bir Bektaşi tekkesinin bulunduğunu ve onun da onarıldığını göstermektedir. Kanunî Sultan Süleyman’ın ruhunun ihya edildiğinin ifade edilmesi ise burada Kanunî devrinde bir tamirat/tanzimât yapılması ve kapının “Et Kapısı” ismini almasıyla (Özcan, 1995: 497) alakalı olmalıdır.

Hele bu bâbda araladı meydân-ı ihsânı

Kapu kullarınun gûş eyle da'vât-ı sehergâhın (T. 6/8, s. 346)20

Bu kapıda lütuf meydanını araladı, hele kapı kullarının seher vakti dualarını dinle.

Yeniçerilerin Kapıkulu sınıfından olmalarına da işaret edilen beyitte kapı kullarının tamirattan duydukları minnet sebebiyle padişaha seher vakti dua ettiklerinin söylenmesi meydanda bulunan ve sadece sabah ve akşam namazlarının kılındığı mescidi de akla getirmektedir.

20 eyle: ile

25

Beyitlerden Et Meydanı’nda yeniçerilere et dağıtıldığı, meydanda bir Bektaşi tekkesinin ve bir mescidin bulunduğu, meydan kapısının ve Bektaşi tekkesinin onarıldığı anlaşılmaktadır.

1.1.2.10. Eyüp

Haliç’in bitiminde Kâğıthane Deresi’nin ağzında genellikle Türklerin ikamet ettiği bir semttir (İnciciyan, 1956: 76). 16. yy.’da Haliç sahilleri ve Eyüp büyük bir gelişme göstermiştir. Özellikle Kanunî döneminde Eyüp’e cami, mescit, medrese, sıbyan mektebi, çeşme, sebil, hamam, imaret, türbe gibi dini, kültürel, sosyal, ticari fonksiyonlar taşıyan birçok yapı, tekke kompleksleri inşa edilmiş, sahiller Bahariye kıyıları boyunca saray ve yalılar ile dolmaya başlamıştır. Namazgâh, mesire alanları gibi açık kullanım alanları oluşmuştur. Eyüp, Eyüp Sultan’dan dolayı sahip olduğu manevi değer yanında coğrafi güzelliğiyle de Osmanlı sultanlarının, hanedanın, devlet ricali, ulemalar ve varlıklı kişilerin ikameti tercih ettikleri bir semt olmuştur (Kara, 1994a: 248-250). Divanda Eyüp’le ilgili beyitlerden buranın padişahın ve devlet ricalinin ikamet ettiği yerlerden biri olduğu anlaşılmaktadır.

Bir gün Eyyûb'da ol mihr-i sipihr-i ikbâl

'Alî Paşa Yalısı'n itmiş idi beyt-i şeref (T. 62/18, s. 393)

O talih/baht semasının/göğünün güneşi bir gün Eyüp’te Ali Paşa’nın yalısını şereflendirdi.

Damad İbrahim Paşa’nın tüfek atışı sonucu üç testiyi kırması üzerine yazılan tarih manzumesinde bu beyitte talih göğünün güneşi olarak nitelenen sadrazamın bir gün Eyüp’te bulunan Ali Paşa Yalısı’nı –Defterdar İzzet Ali Paşa olabilir- şereflendirdiği söylenmiştir. Manzumenin devamındaki beyitlerde yalı civarındaki bir tepeye konulan hedefe yapılan tüfek atışlarından söz edilmesi Eyüp’ün tüfek atışları yapılan yerlerden birinin olduğunu göstermektedir. Beyit ayrıca devlet ricalinin Eyüp’te ikamet etmesine örnek teşkil etmektedir.

Eyyûb'a olsa nakl-i hümâyun vaktidür Tahvîl-i âfitâb-ı sa'âdet zemânıdur İskender-i zemâne nola ragbet eylese

26

Padişahın/padişah Eyüb’e taşınma/taşınsa zamanıdır. Saadet güneşinin değişme/dönüş zamanıdır.

Zamanın İskender’i istekle karşılasa ne olur, deniz sahilsarayına gitme zamanıdır.

Baharın gelişi dolayısıyla yazılan bir terkîb-i bentte yer alan ve Osmanlı padişahlarının yaz aylarını Topkapı Sarayı dışında geçirme alışkanlıklarına işaret edilen beyitlerden Eyüp’ün padişahın ikamet için tercih ettiği yerlerden biri olduğu ve burada padişahın bahar ve yaz aylarında kaldığı bir sahilsaray bulunduğu anlaşılmaktadır. Beyitte padişahın İskenderle ilişkilendirilmesi İskender-i Zülkarneyn’in Kur’ân’da (Kehf Suresi) kendisinden övgüyle bahsedilen salih bir kişi oluşu, güneşin battığı ve doğduğu yönlere seyahat etmesiyle (Tökel, 2000: 189) alakalı olmalıdır. Zira ilk beyitte bahar ayında saadet güneşi olarak nitelenen padişahın değişme/dönüş vaktinin geldiğinin söylenmesi bu ihtimali güçlendirmektedir. Ayrıca İskender’in Kehf Suresi’nde övülen salih bir kimse olması Eyüp’ün manevi atmosferi açısından da dikkate değerdir.

Beyitlere göre Eyüp devlet ricalinin ve padişahın –dönemlik olarak- ikamet için tercih ettiği yerlerden biridir. Eyüp’te III. Ahmed’in bahar aylarında kaldığı bir sahilsaray bulunmaktadır.

1.1.2.11. Fatih

Adını Fatih Sultan Mehmed’in yaptırdığı camiden alan Fatih; İstanbul kara surlarının doğusunda, Marmara deniz surlarının kuzeyinde, Haliç deniz surlarının güneyinde yer alır. İstanbul’un fethinden sonra yapılan ilk selatin camii olan Sultan Mehmed (Fatih) Camii (Bayrak, 2004: 91; İnciciyan, 1956: 35) ve susuzluk/çeşme sıkıntısıyla divanda geçer.

Civâr-ı câmi'-i Sultan Muhammed Han Fâtih'de Güzâr itdükde devlete bu şehrâh-ı dil-ârâdan Teferrüs itdi kim her sû iderler sarf-ı âb-ı rû

Alınca bir karâbe su nice minnetle sakkâdan (T. 90/3-4, s. 416) (Vezir İbrahim Paşa) Fatih’te Sultan Mehmed Camii civarında bu gönül kapan büyük caddeden mevkiine giderken

27

Sakadan pek çok minnetle/teşekkürle bir kırba su alınca (insanların) her tarafta yüz suyu sarfettiklerini anladı.

Damad İbrahim Paşa Çeşmesi’nin yapımına düşürülen bir tarih manzumesinde yer alan yukarıdaki beyitlerde Damad İbrahim Paşa’nın Fatih’te bulunan Sultan Mehmed Camii civarındaki gönül çekici büyük bir caddeden makamına gittiği sırada bir sakadan pek çok minnetle bir kırba su alıp insanların su için aşırı derecede yalvardıklarını anlayınca Fatih’teki su/çeşme sıkıntısının farkına vardığı dile getirilmiştir.

1.1.2.12. Fener

Haliç’in batı yakasında genellikle Rumların oturduğu bir semt olan Fener (Akın, 1994: 279-280; Kömürcüyan, 1952:20) divanda Kanlı Kilise’nin bulunduğu ve Hristiyanların yoğunluk kazandığı bir mekân olması dolayısıyla söz konusu edilmiştir.

Nâr-ı sitemün dâg yakup lahd-i cigerde Yandı yüregüm âteş-i bî-dûd şererde Bir kâfire dil-dâde olup semt-i Fener'de

Döndi Sulu Manastır'a bu dîde-i pâki (Ş. 4/2, s. 510)

Eziyet/zulüm ateşin ciğer parçasında dağ yakınca yüreğim dumansız bir kıvılcımın ateşinde yandı. Fener semtinde bir kâfire gönül verip, bu temiz göz Sulu Manastır’a döndü.

Bir şarkıda yer alan bu bentte şair/âşık Fener Semti’nde bir kâfire gönlünü kaptırdığını ve gözlerinin âdeta Sulu Manastır’a (Kanlı Kilise) döndüğünü, gönlünü kaptırdığı güzelin siteminin, ciğerinin bir parçasında dağ yakması sonucu yüreğinin dumansız bir kıvılcımın ateşinde yandığını söylemiştir. Âşığın gözyaşlarıyla dolu gözlerinin Sulu Manastır’la ilişkilendirildiği bentte şairin Fener semtinde bir kâfire tutulduğunu söylemesinin arka planında bu semtte genellikle Hristiyanların ikamet etmesi yatmaktadır.

1.1.2.13. Galata

Galata, Haliç’in kuzey sahilinde yarım milden daha az bir mesafede surla çevrili bir kasaba olup sakinleri, çoğunluğu Ermeni, Rum ve Avrupalılardan oluşmak üzere Hristiyanlar ile bir miktar Türk ve Yahudi idi (Eyice, 1994: 348; İnciciyan, 1956: 82-83). Enderun ve Kapıkulu Sipahi Ocağı’na öğrenci ve aday yetiştiren saray mektebi

28

olan Galata Sarayı burada idi (İpşirli, 1996: 322). Galata, eski devirlerde dışarıdan su gelmediği ve sarnıçlardaki sular yetersiz olduğu için su sıkıntısı yaşanan bir yerdi. Bu sebeple Sultan I. Mahmud buraya Bahçeköy taraflarından su getirtmiş; ileri gelen kimseler de çeşmeler yaptırmıştır. Bu çeşmeler arasında Sultan Mahmud’un annesi Saliha Sultan’ın Azapkapı’da, sadrazamın damadı Yahya Ağa’nın Kürekçiler/Kürkçüler Kapısı civarında yaptırdığı çeşmelerde bulunmaktadır. Galata’nın bir diğer sorunu çok defa yaşanan yangınlardı. 1669, 1681 ve 1683 senelerindeki yangınlarda büyük hasara uğrayan Galata, 1660, 1696 ve 1731 yangınlarında ise neredeyse tamamen kül olmuştur (İnciciyan, 1956: 83-91). Divanda Galata’nın çok defa karşılaştığı yangın felaketleri ve yaşanılan susuzluk problemi Saliha Sultan’ın yaptırdığı çeşme için yazılan tarih manzumesinde söz konusu edilmekle birlikte Kethuda Yahya Ağa’nın yaptırdığı çeşme için kaleme alınmış bir tarih manzumesi ile Galata Sarayı’nın restorasyonundan söz edilen bir beyit de yer almaktadır.21

Nice kez yandı yakıldı Galata Gösterüp tâb-ı ‘ataş âteş ü dûd22

Kimse su sepmedi illâ keremi Komadı teşne leb-i tâb-âlûd Haci A'mâ dinilen semte idüp Çeşme açmakla 'ilâc-ı bihbûd Oldı bir hayra muvaffak ki olur

Ecri cennetdeki havz-ı mevrûd (T. 21/6-9, s. 364-365)

Galata pek çok kez yandı yakıldı. Ateş ve duman hararetin gücünü gösterip

(Onun) Cömertliğinden başka kimse su sepelemedi. Hararetten dudağı kurumuş/susamış bırakmadı

Hacı Âma denilen semte çeşme açmakla sağlık için ilaç/iyilik ilacı yapıp

Sevabı/mükafatı cennetteki Mevrûd havuzu olan bir hayra vesile oldu.

21 Kethuda Yahya Ağa Çeşmesi ve Galata Sarayı’nın restorasyonu için bkz. s. 212-213 ve 224-225. 22 yakıldı: yıkıldı

29

Sultan Mahmud’un annesi Saliha Sultan tarafından Hacı Âma denilen semtte yaptırılan çeşme için yazılan tarih manzumesinde yer alan yukarıdaki beyitlerde şair, Galata’daki su sıkıntısını Galata’nın pek çok kez yanıp yakıldığını ve buraya kimsenin su sepelemediğini, yani çeşme yaptırmadığını söyleyerek dile getirirken aynı zamanda buranın bir başka sorunu olan yangına ve bu yangının son derece tahrip edici oluşuna da işarette bulunmuştur. Beyitlerde Galata’nın su sıkıntısının giderilmesi için Saliha Sultan’dan başkasının girişimde bulunmadığının dile getirilmesi ise Galata’da o dönemde bu tür hayratların az olduğunu düşündürmektedir.

1.1.2.14. Haydarpaşa

Kadıköy-Haydarpaşa koyunun kuzey tarafında, Kadıköy ile Üsküdar ilçelerinin arasında yer alan Haydarpaşa Osmanlı döneminde öncelikle bir mesire yeri olarak bilinirdi (Eyice, 1998: 36). Haydarpaşa divanda bir beyitte meclis kurulan bir yer olarak zikredilmiştir.

Olup hadîka-i dil-keş fezâ-yı Haydar'da

Nedîm-i meclis-i aga-yı cûd u pîrâdur (K. 86/18; s. 323)

Haydar sahasında gönül çeken bir bahçede cömert ve donatıcı ağanın meclis arkadaşıdır.

Şairin sadrazam kethüdasını övmek için kaleme aldığı bir kasidede yer alan bu beyitte Haydar sahasında gönül çekici bir bahçede kurulan meclisten söz edilmesi Haydarpaşa’nın mesire yeri olduğu bilgisiyle örtüşmektedir. Beyit ayrıca o dönemde Haydarpaşa yerine “Haydar” kısaltmasının kullanılıyor olabileceğini de düşündürmektedir.

1.1.2.15. Hisar

Anadolu Hisarı ve Rumeli Hisarı’nı içine alan bu semtin Anadolu tarafında sadece Türkler, Rumeli tarafında ise Türkler ve Ermeniler otururdu (İnciciyan, 1956: 96,99). Hisar semti kıyıları ve Rumeli Hisarı’nın bulunduğu yer olması sebebiyle bir gezinti ve eğlence mekânıdır (Öztekin, 2006: 82). Hisar; divana hisar seyri, burada bulunan Şeytan Akıntısı ve Rumeli Hisarı’nın şekliyle yansımıştır.

Gel gel kenârumda kurup meclis-i şarâb Seyr-i Hisar’a eyleyelüm vaktidür şitâb

30 Olmaz sebatı tâzeligün hem-çü nakş-ı âb Cûy-ı safâ akındısıdur 'âlem-i şebâb

Bir özge çaglar idi ki geçdi şitâb ile (Th. 4/4, s. 486)

Gel gel, kenarımda şarap meclisi kurup hisar seyrine acele edelim, zamanıdır. Su nakışı gibi tazeliğin sebatı olmaz. Gençlik âlemi neşe/eğlence ırmağının akıntısıdır, bir başka çağlardı, aceleyle/süratle geçti.

Riyâzî’nin (ö. 1644) bir gazeline yapılan tahmiste yer alan bu bentte âşık/şair sevgiliyi bir şarap meclisi kurup Hisar gezintisine acele etmeye çağırmaktadır. Bu duruma da su üzerine yazılan yazılar/şekiller gibi gençliğin de geçici olmasını, neşe ırmağının akıntısına benzettiği gençlik âleminin aceleyle geçtiğini söyleyerek gerekçe göstermektedir. Bentteki şarap meclisi kurma ve Hisar gezintisi teklifi Hisar’ın bir gezinti ve eğlence mekânı oluşuna örnek teşkil etmektedir. Şarap meclisi ve Hisar gezintisinin bir arada zikredilmesi Hisar’da bu faaliyetlerin bahar mevsiminde yapıldığını düşündürmektedir.

Kûyında eşk-i çeşm-i rakîbün bi-'aynihî

Şeytan Akındısı’na müşâbih Hisâr'da (G. 203/5, s. 642)23 Mahallende rakibin gözyaşı aynı Hisar’daki Şeytan Akıntısı’na benzer.

Rumeli Hisarı’nın biraz ilerisinde kayıkçıların çok korktuğu ve Şeytan Akıntısı denilen bir akıntı bulunmaktadır (Mazak, 2008: 75).

Klasik Türk şiirinde sık rastlanan rakip-şeytan münasebetinin bulunduğu bu beyitte rakibin sevgilinin mahallesinde döktüğü gözyaşları âşıklar açısından Hisar’daki Şeytan Akıntısı’na benzetilmiştir.

Mihri o seyyidün dil-i semt-i rakîbde

Pinhan çü resm-i hatt-ı Muhammed Hisâr'da (G. 203/6, s. 642) O seyyidin sevgisi, rakibin semtinin ortasında Hisar’da Muhammed yazısı gibi gizli.

23 Kûyında: Gûyende

31

Rumeli Hisarı kûfi hatla Mehmed/Muhammed ismi şeklinde (Kahraman ve Dağlı, 2014: 415-416) olup beyitte bu duruma işaret edilmektedir. Beyitte, seyyid olarak nitelenen sevgilininsevgisinin rakibin semtinin ortasında Rumeli Hisarı’ndaki Muhammed yazısı gibi gizli olduğu söylenmiştir.

Beyitlerde Hisar’ın özellikle bahar mevsimleri için bir gezinti ve eğlence mekânı oluşu, Boğaz’da, Hisar civarında Şeytan Akıntısı denilen bir akıntı bulunması, Rumeli Hisarı’nın Muhammed yazısı şeklinde olması söz konusu edilmiştir.

1.1.2.16. Kadıköy

Haydarpaşa’dan sonra gelen Kadıköy Türk, Rum ve az miktarda Ermeninin ikamet ettiği bir yerdir (İnciciyan, 1956: 112). Bağ, bahçe tarımının yapıldığı, geniş bağ ve bostanların bulunduğu Kadıköy ve çevresinin 18. yüzyılda, özellikle Lale Devri’nde mesire yeri olarak önemi artmıştır (Akbulut, 1994: 332). Kadıköy divanda burada kurulan meclisler bakımından söz konusu edilmiştir.

İhzâr idüp miyânumuza duhter-i rezi

Kâzî Köyi'nde eyleyelüm ‘akd-i meclisi (Mt. 55, s. 745) Üzüm kızını aramıza alıp Kadıköy’de meclis kuralım.

Şair bu beyitte Kadıköy’de üzüm kızının/şarabın da davetli olduğu bir meclis kurma niyetini dile getirmiştir. “Duhter-i rez”in şarabı ve dilberi karşılayacak şekilde kullanıldığı beyitte bir işret meclisi tasavvuru bulunmaktadır. Bu meclisin yerinin Kadıköy olarak zikredilmesi muhtemelen Kadıköy’ün o dönemin önemli mesire alanlarından biri oluşuyla alakalıdır. Ayrıca beyit uzak bir çağrışımla Kadıköy’deki bağları akla getirmektedir.24