• Sonuç bulunamadı

TABLO LİSTESİ

BÖLÜM 1: YERLEŞİM MERKEZLERİ

1.3. Diğer Yerleşim Merkezleri

1.3.13. Nevşehir

Eski adı Muşkara olan Nevşehir Ürgüp kazasına bağlı bir köy idi. Toprakları oldukça verimli olan Muşkara’da halk çoğunlukla tarımla, bağcılık ve bahçecilikle uğraşırdı. Sadrazam Damad İbrahim Paşa’nın doğum yeri olan Muşkara, onun zamanında ve onun eliyle ihya edildi. Damad İbrahim Paşa zamanında bayındır hâle getirilerek nefis ve zarif bir şehir görünümü kazanan Muşkara’nın adı da H. 1138 (M. 1725-1726) yılında “Nevşehir” olarak değiştirildi (Altınay, H. 1340: 157-177; Tuğlacı, 1985: 254; Şahin, 2007: 66). Nevşehir divanda Damad İbrahim Paşa’nın yaptığı hizmetlerle burayı bayındır hâle getirmesi, yürütülen imar faaliyetleri ve adının Nevşehir olarak değiştirilmesi bakımından söz konusu edilmiştir.

Münbit-i nahl-i vücûdı olmag ile Nevşehir

Cu yirine itdi icrâ ana mâl-ı atyebi (T. 78/16, 410)46

Nevşehir, vücut fidanının/hurma fidanının bittiği yer olduğu için (oraya) ırmak yerine pek çok güzel şeyi akıttı.

Damad İbrahim Paşa’nın doğum yeri olması sebebiyle Nevşehir’e çok sayıda güzellikler kazandırdığı ifade edilen beyitte hem sadrazamın vücudunun fidana/hurma

45 yâ Rab: yaru 46 Cu: Çü

68

fidanına benzetilmesi hem de sadrazam tarafından buraya ırmaktan başka güzelliklerin akıtıldığının söylenmesi Nevşehir’in tarımla uğraşılan bir şehir olmasına işaret edildiğini düşündürmektedir. Bu anlamda değerlendirildiğinde beyitte Damad İbrahim Paşa’nın şehre tarım dışında faaliyetlerle pek çok güzellik kazandırdığı dile getirilmiştir. Beyitte ayrıca Nevşehir’in ırmak bakımından fakir olması ve Damad İbrahim Paşa zamanında “yakınındaki Âşıklı Dağı’ndan su getiril(mesine)” (Tuğlacı, 1985: 254) rağmen şehirde su/sulama sıkıntısı çekildiğine işaret olabilir.

Husûsâ matla’-ı hurşîd-i zâtı olduğu karye

Ki ihyâ idüp anı Nev-şehir kıldı güzel yapdı (T. 43/10, s. 382) Özellikle zatının güneşinin doğduğu köyü ihya edip, güzel (ve) yeni bir şehir/Nevşehir yaptı.

Bu beyitte İbrahim Paşa’nın doğduğu yer olan Muşkara’ya (Nevşehir) ayrı bir önem vererek orayı ihya edip yeni ve güzel bir şehir yaptığı söylenmiştir. Damad İbrahim Paşa döneminde Muşkara’nın gelişmesi için yapılan faaliyetlerin çokluğuna dikkat çekilen beyitte tevriyeli kullanılan “Nev-şehir” tabiriyle şehrin isminin değiştirilişine de işaret edilmiştir.

Du'â itmek gerekdür beş vakitde ana ey Vehbî

Bu beytü'llâhı İbrâhîm Paşa bî-bedel yapdı (T. 43/15, s. 383) Ey Vehbi, (ona) beş vakitte dua etmek gerekir, bu Allah’ın evini İbrahim Paşa benzersiz yaptı.

Damad İbrahim Paşa’nın Nevşehir’de H. 1139 yılında (M. 1726/1727) inşa ettirdiği külliye içinde yaptırdığı cami için yazılan bu tarih beytinde şair, İbrahim Paşa’ya benzersiz bir şekilde yaptırdığı cami için beş vakit namazda dua etmek gerektiğini söylemiştir. Beyitte Kâbe’nin Hz. İbrahim tarafından inşa edilişine telmih vardır.

Vehbi-i bende du'a idüp didi târîhini

Cûd-i İbrâhîm Paşa yapdı bu nev mektebi (T. 78/24, s. 410) Kul Vehbi, dua edip tarihini söyledi, bu yeni mektebi İbrahim Paşa’nın cömertliği yaptı.

Damad İbrahim Paşa’nın Nevşehir’de H. 1139’da (1726-1727) yaptırdığı külliye içindeki İbrahim Paşa Mektebi’nin tarih beyti olan bu beyitte İbrahim Paşa’nın cömertliğiyle bu yeni mektebi yaptırdığı söylenmiştir.

69

Sezâ altun kalemle yazsalar târîhin ey Vehbî

Bu vâlâ medrese îcâd-ı İbrâhîm Paşa'dur (T. 75/7, s. 404) Ey Vehbi! Tarihini altın kalemle yazsalar uygundur/yaraşır. Bu yüce medrese İbrahim Paşa’nın icadıdır.

Bu beyit ise Damad İbrahim Paşa’nın Nevşehir’de aynı külliye içerisinde yaptırdığı medresenin tarih beytidir. Beyitte İbrahim Paşa’nın icadı olan bu yüce medresenin tarihinin altın kalemle yazılmasının uygun olacağı söylenmiştir. Beytin tarihi H. 1139’dur.

Beyitlerden Damad İbrahim Paşa’nın doğum yeri olması sebebiyle Muşkara’ya (Nevşehir) ayrı bir önem vererek orayı ihya edip yeni ve güzel bir şehir yaptığı, şehrin isminin Nevşehir olarak değiştirildiği, Damad İbrahim Paşa’nın burada inşa ettirdiği külliye içinde H. 1139 yılında (M. 1726-1727) cami, mektep ve Medrese yaptırdığı anlaşılmaktadır.

1.3.14. Niş

Günümüzde Sırbistan sınırları içersinde yer alan Niş ilk olarak 1376 yılında ele geçirildi. Yapılan yatırımlar ve imar faaliyetleri ile 17. yüzyılın ikinci yarısında tamamen bir Türk şehri hâline geldi (Tuğlacı, 1985: 379). Niş divanda kalesi ile söz konusu edilmiştir.47

İşte ez-cümle Nîş'ün kal’asın İskender-veş

Yapdurup çekdi reh-i düşmene âhenden sed (T. 74/12, s. 402)48 (Sultan Ahmed) İşte kısaca Niş’in kalesini yaptırıp, İskender gibi düşmanın yoluna demirden set çekti.

Bu beyitte, III. Ahmed döneminde yapılan sağlamlaştırmadan kasıtla, Sultan III. Ahmed’in Niş şehrinin kalesini yaptırarak düşmanın yoluna tıpkı İskender’in, “yeryüzünde bozgunculuk yapan Ye’cüc ve Mecüc kavminin saldırılarını engellemek için onların önüne set yap(tığı)” (Tökel, 2000: 189) gibi demirden set çektiği söylenmiştir.

47 Niş Kalesi ayrıntılı olarak “Mimari” başlığı altında incelenmiştir. Bkz. s. 110-113. 48 gül-mîh-i der ü bâm: kel-mîh der ü bâm, Rodos’a: Rûves’e

70

1.3.15. Rodos

Ege Denizi’nin güneydoğusunda bulunan bir ada olup 1523’te Osmanlı hâkimiyetine girmiştir. Osmanlı döneminde Cezâyir-i Bahr-i Sefîd eyaleti içinde yer alan ada (Tuğlacı, 1985: 386) divanda kalesiyle yer almıştır.

İşte ez-cümle Nîş'ün kal’asın İskender-veş Yapdurup çekdi reh-i düşmene âhenden sed Öyle bir kal’a ki gül-mîh-i der ü bâmı olur

Rodos'a dâg-ı derun Kandiye'yeniş-i hased (T. 74/12-13, s. 402)49 (Sultan Ahmed) İşte kısaca Niş’in kalesini yaptırıp, İskender gibi düşmanın yoluna demirden set çekti.

(O), çatısı ve kapısının gülmihi Rodos’a gönül yarası, Kandiye’ye haset iğnesi olan bir kaledir.

Sultan III. Ahmed döneminde Niş Kalesi’ne eklenen Vidin Kapısı için yazılan tarih manzumesinde yer alan bu beyitlerde Niş Kalesi’nde yapılan sağlamlaştırmadan hareketle Rodos Kalesi’nin sağlamlığına gönderme yapılmıştır.

1.3.16. Selanik

İlk olarak 1387 yılında ele geçirilen Selanik II. Murad devrine kadar birkaç kez elden çıkmış ve 1430 yılında tekrar Osmanlı hakimiyetine girmiştir. Uzun süre Hristiyan ve Müslüman nüfusun çoğunlukta olduğu şehirde 16. yüzyılda Musevi halk üstünlüğü ele geçirmiştir (Tuğlacı, 1985: 389; Kiel, 2009: 353-354). Divanda Selanik Yahudî nüfusu bakımından söz konusu edilmiştir.

Ol yeşillü hahamı eylediler nefy-i beled

O Selânîk'e eşeksüz varamaz kim esirür (Kt. 17/1, s. 687)

O yeşilli hahamı şehirden sürdüler. O Selanik’e eşeksiz ulaşamaz; çünkü aklını yitirir.

71

Beyitte Yahudi din adamı olan hahamın, bulunduğu şehirden Selanik’e sürüldüğünün ifade edilmesi Selanik’teki Yahudi nüfusun fazlalığı düşünüldüğünde manidar görünmektedir.

1.3.17. Şam

İlk olarak Yavuz Sultan Selim tarafından 1516 yılında ele geçirilen Şam Kanunî Sultan Süleyman döneminde kesin olarak Osmanlı hakimiyetine girmiştir. Ticaret ve özellikle hac yolu üzerinde bulunmasıyla gelişen ve belirli bir refah düzeyini yakalayan Şam (Tuğlacı, 1985: 395) divanda merkeze olan uzaklığı ve buraya yapılan yolculuk vesilesiyle yer almıştır.

Ataş u cû'la ahşama tehassür çekerek

Döndük ol reh-rev-i bî-zâde k'ola 'âzim-i Şâm (K. 39/12, s. 176) Susuzluk ve açlıkla akşama hasret çekerek Şam’a niyetli olan o azıksız yolcuya döndük.

Bir ramazaniyyede yer alan bu beyitte şair oruç sebebiyle çekilen zorluktan kasıtla susuzluk ve açlıkla akşama hasret çekerek Şam’a giden azıksız yolculara döndüğünü dile getirmiştir. “Şâm”ın hem bir şehir adı olarak hem de “akşam” (Şemseddin Sâmî, 2006: 766) manasında tevriyeli kullanıldığı beyitte iftar saatini sabırsızlıkla bekleyen oruçlu kimse çektiği zorluk bakımından azıksız bir şekilde Şam’a giden yolculara benzetilmiştir. Bu benzetmenin sebebi ise bulunulan yer –muhtemelen İstanbul- ile Şam arasındaki mesafenin uzaklığından kaynaklanmaktadır. Beyitte yolculuk yapılan yer olarak Şam’ın tercih edilmesinde “şâm” kelimesinin edebî sanatlar açısından sağladığı imkân yanında Şam’ın ticaret ve hac yolları üzerinde bulunmasının da etkisi olmalıdır.

1.3.18. Tebriz

Günümüzde İran sınırları içerisinde yer alan ve Osmanlı hakimiyetine ilk olarak Yavuz Sultan Selim zamanında 1514 yılında giren Tebriz, daha sonraki dönemlerde Osmanlılar ve Safeviler arasında çok defa el değiştirmiştir. Şairin yaşadığı dönemde 1725’ten sonra beş yıl süreyle Osmanlı egemenliğinde kalan Tebriz, 1730’da Safeviler tarafından geri alınmıştır. Ardından Hekimoğlu Ali Paşa’nın 1731’de ele geçirdiği şehir 1736’da tekrar geri verilmiştir (Aydoğmuşoğlu, 2011: 27-28; Bilgili, 2011: 220). Tebriz divanda kumaşıyla söz konusu edilmiştir.

72 İtseler kâle-i Tebrîz'i idüp pây-endâz Aras'un eyleseler mevcini su dîbâsı50

İtmeseydüm heves-i bûs-i bisât-ı kademün

Olmasa hidmet-i bâb-ı keremün sevdâsı (K. 60/7-8, s. 230)

Tebriz kumaşını pâyendâz/yolluk yapsalar Aras’ın dalgasını su dibası yapsalar.

Ayağının yaygısını öpmeye heves etmeseydim, (keşke) lütûf kapısının hizmetinin sevdası olmasa(ydı).

Seyyid Vehbî’nin Tebriz’e kadı olmasının ardından bu görevde karşılaştığı olumsuzluklar yüzünden Şeyhülislam Paşmakçızâde Abdullah Efendi’yi Hekimzâde Ali Paşa’ya şikayet ettiği kasidesinde yer alan yukarıdaki beyitlerde şair, buraya geldiği için yaşadığı pişmanlığı dile getirmiştir. Şairin “Tebriz kumaşını yoluma serseler, Aras’ın dalgasını su dibası yapsalar bile ayağının yaygısını öpmeye heves etmeseydim” dediği beyitlerden Tebriz kumaşının meşhur ve pâyendâz olmaya yaraşır bir kumaş olduğu anlaşılmaktadır.51

1.3.19. Ürgüp

Ürgüp, Osmanlı’nın Niğde sancağına bağlı bir kazası olup bereketli topraklara sahipti. Özellikle meyve bahçeleriyle ünlü olan (Altınay, H. 1340: 157) Ürgüp, 1834-1835 tarihlerinde bu bölgeye gelen Fransız Seyyah Charles Texier’e (ö. 1871) göre su ve yeşillik açısından yoksul bir yerdir (Texier, 2002: 78; Karakaya, 2008: 34). Damad İbrahim Paşa zamanında Ürgüp kadısı Muşkara’ya (Nevşehir) nakledilmesine rağmen Ürgüp de İbrahim Paşa’nın hizmetlerinden mahrum kalmamıştır (Altınay, H. 1340: 157-162). Ürgüp divanda burada yaşanan su sıkıntısı ve Damad İbrahim Paşa’nın yaptırdığı çeşmeler vesilesiyle yer almıştır.

Kazâ-yı Ürgüp içre kıllet-i mâdan olup âgâh Vezîr-i a'zam İbrâhîm Paşa-yı felek-dergâh52

50 Aras’un: İresün

51 Tebriz kumaşı için bkz. “Kumaşlar” mad. s. 663-664. 52 mâdan: mâden

73

İdüp ferman getürdi on mahalle âb-ı rû hadrâ

Kılup ihyâ bu arzı hayr-ı cârî eyledi bi'llâh (T. 25/1-2, s. 369) Dergâhı felek olan sadrazam İbrahim Paşa Ürgüp kazasında su kıtlığından haberdar olunca

Emredip on mahalle taze yüz suyu getirdi. Billahi bu yeri ihya edip sadaka-i cariye hayır yaptı.

Yukarıdaki beyitlerde makamı felek olan Sadrazam İbrahim Paşa’nın Ürgüp’teki su kıtlığından haberdar olması üzerine on yere su getirip/çeşme yaptırıp susuzluk sorununu giderdiği ve burayı ihya ettiği söylenmiştir.

Zebân-ı lûle itmiş su gibi târîhini ezber

Sebîl oldı bu cârî mâ’-i sâfî hasbeten li'llâh (T. 25/4, s. 369) Lüle dili tarihini su gibi ezberlemiş. Allah için karşılıksız akan bu saf su sebil/hayrat oldu.

…….

Tamâma irdügi birle didüm târîhin ey Vehbî

Musaffâ zemzemin iç 'Ayn-ı İbrâhîm Paşa'nun (T. 128/9, s. 440) Ey Vehbi tamama ermesiyle tarihini söyledim. İbrahim Paşa’nın pınarının tertemiz zemzemini iç.

Damad İbrahim Paşa’nın Ürgüp’te yaptırdığı iki çeşmenin tarih beyitleri olan bu beyitlerin ilki Dâvud Ağa Mahallesi’nde yaptırılan çeşmeye ait iken ikincisi ise Gez Mahallesinde yapılan çeşmeye aittir. Beyitlerde düşürülen tarih H. 1133 (M. 1720/1721)’tür.53

Beyitlerden Ürgüp’te su sıkıntısı yaşandığı, Damad İbrahim Paşa’nın yaptırdığı on çeşme ile susuzluk sorununu giderdiği ve bu çeşmelerden ikisinin H. 1133 (M. 1720-1721) yılında yaptırıldığı anlaşılmaktadır.

Bölüm Değerlendirmesi

Divanda İstanbul ile birlikte Anadolu, Trakya, Balkan, Arap-Fars coğrafyası ile Akdeniz ve Ege havzasında bulunan yirmi yerleşim merkezi sosyal hayat kapsamında

74

değerlendirilebilecek biçimde geçmektedir. Bunlardan Akhisar, İzmir, Kayseri, Kütahya, Manisa, Menemen, Nevşehir, Ürgüp Anadolu; Edirne Trakya; Anabolu, Karadağ, Niş, Selanik Balkan; Bağdat, Halep, Şam, Tebriz Arap-Fars coğrafyasında, Girit ise Akdeniz havzasında yer almaktadır.

Tablo 1

Yerleşim Merkezlerinin Coğrafî Dağılımı

Konum Merkez Anadolu Rumeli/

Trakya Balkan Arap-Fars Akdeniz ve Ege Havzası Yerleşim Merkezi İstanbul Akhisar İzmir Kayseri Kütahya Manisa Menemen Nevşehir Ürgüp Edirne Anabolu Karadağ Niş Selanik Bağdat Halep Şam Tebriz Girit Rodos Sayı 1 8 1 4 4 2

Yerleşim yerlerinin divanda yer alışları bakımından en genel anlamda yapılan gruplandırmaya göre dikkati çeken ilk özellik merkez dışındaki yerleşim yerlerindeki yönetim problemleridir. Bu problemler halka aksederek sosyal bir problem hâline dönüşmektedir. Buna göre Halep, Karadağ, Kayseri ve Manisa yönetim problemleri yaşanan yerlerdir. Halep’teki yönetim problemlerinin bir kısmı -halkının arabozuculuğa kabiliyetli olması bakımından- toplum kaynaklıdır. Bununla birlikte halk sert/kaba yöneticiler tarafından birtakım haksızlıklara uğramaktadır. Balkan coğrafyasında yer alan Karadağ’da ise Osmanlı karşıtı bazı grupların isyanları sebebiyle halk mağdur olmaktadır. Bu karışıklıklar III. Ahmed döneminde bastırılmıştır. Anadolu cğrafyasında yönetim problemlerinin yaşandığı yerler ise Kayseri ve Manisa’dır. Kayseri’de yaşanan problemler ayanlık mücadelesinden kaynaklanmaktadır. Huzursuzluğa sebep olan bu problemler aslında bütün Osmanlı’nın sorunudur. Manisa’da ise adalet açısından problemler yaşanmakta ve halk haksızlığa uğramaktadır.

Yerleşim yerleriyle ilgili divanda yer alan diğer sosyal problemler sel, deprem, yangın ve su sıkıntısıdır. Edirne Meriç Nehri’nin sebep olduğu sel, İzmir deprem, İstanbul’un Galata kasabası ise süreklilik arz eden yangın felaketlerine sahne olmaktadır. Merkezde Fatih, Galata ve Sütlüce; taşrada Ürgüp ve Nevşehir su sıkıntısı yaşanan yerlerdir.

75

Divanda Galata’daki hayratların fazla olmaması dolayısıyla buradaki su sıkıntısının çözümüne yönelik çabanın azlığı eleştirilmiştir. Irmak yönünden fakir olan Nevşehir’de ise Damad İbrahim Paşa’nın gayretlerine rağmen buradaki susuzluk probleminin tam anlamıyla çözülememesine işaret edilmiştir.

Divanda geçen yerleşim yerlerinin bazıları orada yaşayan halkın karakteristik özellikleriyle söz konusu edilmiştir. Bunlardan Halep ve Menemen halkı divanda karakter yapısı ve millî aidiyeti, İzmir ve Manisa halkı fiziki özellikleriyle, Selanik ve Fener (İstanbul) halkı ise dinî aidiyetleriyle yer almıştır. Bu itibarla Araplardan oluşan Halep halkı fazla tahammüllü olmayıp arabozuculuğa kabiliyetlidir. Menemen halkı ise insanlara zarar verme potansiyeline sahiptir. İzmir ve Manisa’nın güzelleri çoktur. Selanik halkının çoğunluğu Yahudîlerden, Fener halkı ise Hristiyanlardan oluşmaktadır. Ayrıca İstanbul’da Eyüp’ün, padişah ve devlet ricalinin ikâmet için tercih etmesi sebebiyle, sakinlerinin seçkinlerden oluştuğu söylenebilir.

Yerleşim yerleri meşhur ürünleriyle de divana yansımıştır. Merkezde Kanlıca yoğurdu, Sarıyer kırmızı renkli ve sulu kirazıyla, Sütlüce sütünün bolluğu ile ünlüdür. Merkezin dışında kalan yerlerde ise Girit balı, Halep kumaşları, atları ve at takımları, Tebriz kumaşı, Edirne, Edirne gülü denilen kırmızı renkli gülü ile ünlüdür. Kütahya seramik fincanları ile meşhur olmakla birlikte bu fincanlar o dönemde ününün aksine kaba bir şekilde imal edilmektedir. Bu ürünler aynı zamanda yerleşim yerlerinin ekonomileri açısından da dikkate değerdir. Nevşehir’in tarımla uğraşılan bir şehir olması, Halep’in kumaş ticareti açısından önemli bir merkez oluşu divanda ekomomi açısından dikkat çeken diğer bilgilerdir.

Yerleşim yerleri mimari yapıları ile de divanda söz konusu edilmiştir. İstanbul’un pek çok yerinde inşa edilen sahilsaray, köşk, çeşme gibi yapıların yanında özellikle Çubuklu ve olağanüstü bir gayretle inşa edilen Sadâbâd kompleksi ile Kâğıthane imar faaliyetlerinin yoğunlaştığı mekânlardır. Bunların dışında Ayasofya, Gül, Sultan Mehmed (Fatih), Koca Mustafa Paşa (Sümbül Efendi), Şeyh Vefa, Fatma Sultan ve Mehmed Kethüda (Ortaköy) camileri ile Kanlı Kilise, Yedikule ve kûfi hatla Mehmed/Muhammed ismi şeklindeki Rumeli Hisarı şehirde bulunan önemli yapılar arasındadır. İçinde bir Bektaşi Tekkesi ile bir de mescit bulunan Et Meydanı, Burmalı Sütun’uyla Atmeydanı, III. Ahmed’in şehzadelerinin sünnet düğünlerinin ve ok

76

talimlerinin yapıldığı Okmeydanı ve Doğancılar Meydanı şehrin önemli meydanlarıdır. İstanbul dışında Ahhisar, kalesi ve surları; Anabolu, Girit, Niş, Rodos kaleleri; Edirne Yeniçeri Meydanı olarak adlandırılan bir meydanı, yeşil minareli Mezid Bey/Yeşilce Camii’; Halep Hz. Zekeriyya’nın türbesi; Nevşehir; Damad İbrahim Paşa’nın yaptırdığı içinde cami, mektep ve medrese barındıran külliye; Ürgüp yine Damad İbrahim Paşa’nın yaptırdığı on çeşme ile divanda yer almıştır. Merkezdekilerin dışında söz konusu edilen mimari yapılar o dönemde Nevşehir, Ürgüp ve Niş’te imar faaliyetleri gerçekleştirildiğini göstermektedir.

Seyyid Vehbî yerleşim merkezlerinin coğrafî birtakım özellikleri, tabiat güzellikleri ve iklimsel özelliklerine de şiirlerinde yer vermiştir. Buna göre İstanbul’da Ortaköy Boğaz’a kıyısı olan güzel bir semttir. Padişahların gezinti yeri olan Bebek Bahçesi, o dönemde geçirdiği değişimle Çubuklu Bahçesi, Alibey Köyü’nde düzenlenen Hüsrevâbâd Bahçesi, laleleriyle Vefa Bahçesi, meclislerin kurulduğu gönül çeken bahçesiyle Haydarpaşa, dönemin önemli mesire alanlarından Kadıköy, Çiftehavuzlar ve Kâğıthane şehrin güzelliğiyle öne çıkan mekânları arasındadır. Ayrıca Kâğıthane Deresi, Kanlıca Körfezi, Boğaz’daki Şeytan Akıntısı denilen akıntı da şiirlere yansımıştır. Diğer yerleşim yerlerinde ise Bağdat yakınında bulunan Şatt Nehri’nin coşkun bir şekilde akışı, Edirne’de bulunan Meriç Nehri’nin suyunun fazlalığı, Edirne’nin Akpınar nahiyesi ile Nevşehir’in akarsu bakımından fakirliği, Manisa’nın gül ve lalelerle dolu çiçek bahçeleri, ova ve dağ kesimi, ırmakları, havası ve rüzgârı divanda yer almıştır. Bu unsurlar kimi zaman su sıkıntısı, sel felaketleri gibi toplum hayatına etkilerine de işaret edecek biçimde kullanılmıştır.

Yerleşim merkezleri dönemin eğlenceleriyle de şiirlere yansımıştır. Eğlence için elverişli bir ortamı bulunan Akbaba, mesirelerinde kurulan meclislerle Haydarpaşa ve Kadıköy, bahar mevsimleri için bir gezinti ve eğlence mekânı olan Hisar, meclisleriyle Kanlıca Körfezi, çerağan eğlenceleri düzenlenen Vefa Bahçesi, III. Ahmed’in şehzadelerinin sünnet düğünlerinin yapıldığı Okmeydanı, halkın yoğun ilgi gösterdiği, neşe veren meclislerin kurulduğu, deresinde insanların yüzdüğü, bahar mevsimlerinde gül gezintilerinin yapıldığı, çeşitli ziyafetlere de sahne olan Sadâbâd İstanbul’un eğlence mekânlarıdır. Bunun dışında Manisa’da da her gece yapılan sohbetlerle

77

eğlenilmektedir. Bu itibarla İstanbul’un eğlencenin de merkezi olduğu rahatlıkla söylenebilir.

Divandan üç şehrin isimleri hakkında hüküm çıkarmak mümkündür. İstanbul/Sitanbul, Dârü’l-hilâfe ve Konstantiniyye İstanbul için kullanılan isimlerdir. Kayseri’nin o dönemdeki ismi Kayseriyye’dir. Eski adı Muşkara olan Nevşehir ise isim değişikliği ile bu adı almıştır.

Divanda yerleşim merkezleri ve bunlarla ilgili unsurlar büyük ölçüde kaside ve tarihlerde yer almaktadır. Şair başta çeşitli vesilelerle memduhunu övmek maksadıyla kaleme aldığı kaside ve tarihlerinde, kimi zaman da görev yaptığı şehirlerde karşılaştığı problemler ya da buranın güzelliklerine dair kaleme aldığı manzumelerinde yerleşim merkezlerinin o dönemdeki görüntüsünü, değişimini ve yaşantısını çoğunlukla gerçeği yansıtacak biçimde şiirlerine konu etmiştir. Bu hususlara şiirlerinde yer verirken genellikle benzetmeye dayalı sanatları kullanmıştır.

78

79

BÖLÜM 2: MİMARİ

Mimari, tarz ve düzenlemeleriyle, bir toplumun yaşam tarzı, toplumsal yapısı, dünya görüşü ve zamanla geçirdiği birtakım toplumsal değişimlerle sıkı sıkıya bağlı bir disiplindir.

Osmanlı mimarisinin Selçuklu ve Beylikler Dönemi mimarisin bir devamı ve Selçuklu mimarisinin daha tekamül etmiş bir kolu olduğu söylenebilir. Osmanlılar Selçuklu ve Beylikler mimarisini aynen tatbik etmeyip mübalağalı süslerden azâde, sade bir güzelliği tercih ederek yalnız ihtiyaca uyan mantıki binalar yapmışlardır. Bursa ve İznik’te başlayan bu mimari Rumeli ve İstanbul’da olgunlaşarak kemale ermiş; Osmanlı tarihinin safahatına ve memleketin zenginliğine göre muhtelif merhaleler geçirmiştir. Avrupa’da doğan Rönesans mimarisinin Türk mimarisine tesir etmesine kadar geçen süreçte Türk mimarisi Anadolu’dan getirdiği ananelere tabi olarak kendi özelliği içinde tekamül etmiş; bununla birlikte dünyada emsalsiz bir mimari eseri olan Ayasofya da Türk mimarlarının nazar-ı dikkatini çekmiş ve onlara kubbe teşkilatı hususunda yeni fikirler vermiştir. Kanuni Sultan Süleyman zamanında en yüksek derecesine ulaşan