• Sonuç bulunamadı

TABLO LİSTESİ

BÖLÜM 1: YERLEŞİM MERKEZLERİ

2.1. Mimari Tipleri

2.1.3. Sivil Mimari

2.1.3.2. Konaklama Mekânları

Konaklama mekânları, toplumdaki çeşitli ihtiyaçlar vesilesiyle kısa süreli konaklamalar amacıyla inşa edilmiş yapılar olan han/kervansaray ve menzil başlıkları altında ele alınmıştır.

2.1.3.2.1. Han/Ribât/Kervansaray

Kervansaraylar kitabelerinde ve kaynaklarda han, ribât olarak da anılmaktadır (Akalın, 2002: 299). Şehirlerde veya büyük yollar üzerinde kervanların dinlenme ve çeşitli ihtiyaçlarının karşılanması için yapılan binalara han, bunların büyüklerine kervansaray denir (Arseven, t.y.: 472). Divanda hanlar/kervansaraylar konumu, idare şekli ve işleviyle yer almıştır.107

Kiminün şi'ri inşâsı gibi kem-yâb u nâdirdür

Velî Şehrî'dür eyler vakt-i sohbetde mahal hânı (K. 2/136, s. 41)108

Kiminin şiiri inşası gibi az bulunur ve nadirdir, sohbet zamanı hanı/kervansarayı yer eder ama şehirlidir/Şehrî’dir.

Seyyid Vehbî, döneminin şairlerini değerlendirdiği kasidesinde yer alan bu beyitte, klasik Türk edebiyatının şiir ağırlıklı bir edebiyat oluşuna da işarette bulunarak, kimi şairlerin şiirlerinin de inşası gibi az olduğu ve o şairlerin aslında şehirli olmalarına rağmen sohbet zamanında hanı/kervansarayı yer ettiklerini söylemiştir. “Şehrî” sözcüğünün hem bir şairin mahlasını109 hem de “şehirli” anlamını karşılayacak şekilde tevriyeli kullanıldığı beyitte şiirleri az olan şairin sohbet zamanlarında şehir ortamından kaçarak kervan yolları üzerindeki hanları tercih ettiği söylenirken hanların şehir dışındaki konumları söz konusu edilmiştir.

107 Hanların mimari özellikleri hakkında bkz. Pakalın, s. 245-246.; C. Esad Arseven, Türk Sanatı, İstanbul: Cem Yayınevi, 1984, s. 93-94.; Türk Sanatı Tarihi, İstanbul: Millî Eğitim Basımevi, t.y., s. 473.; Şebnem Akalın, Kervansaray, İslâm Ansiklopedisi, C. 25, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 2002, s. 301. 108 şi’ri: şi’r ü

109 18. Yüzyılda “Şehrî” mahlasıyla klasik Türk şiiri sahasında şiir yazan üç şair bulunmaktadır. Beyitte kastedilen şairin, Seyyid Vehbî’yle aynı dönemlerde yaşadığı anlaşılan Şehrî Mehmed Efendi (ö. 1734/1735) olması muhtemel gözükmekle birlikte yaşadığı dönem tam olarak tespit edilememiş “Şehrî” mahlaslı bir şairin varlığı bu konuda kesin bir hüküm vermeyi zorlaştırmaktadır. 18. yüzyılda yaşamış “Şehrî” mahlaslı klasik Türk şairleri için bkz. (Web10).

145

Yeter da’vâma şâhid işte Et Meydânı kim evvel

Gören bir hân-ı vîran zann iderdi bâm u dergâhın (T. 6/5, s. 346) İddiama şahit olarak Etmeydanı yeter. Çatısını ve dergâhını gören önceden bir yıkık han/kervansaray zannederdi.

Etmeydanı’nda yapılan restorasyon dolayısıyla söylenen bir tarih manzumesinde yer alan bu beyitte Etmeydanı’nı önceden gören bir kimsenin çatısını ve dergâhını yıkık dökük bir han zannedeceği söylenmiştir. Beyte göre Etmeydanı yeniçerilerin yedikleri etin ve giydikleri çuhanın dağıtıldığı yer olması sebebiyle “mal yapımı ve ticaret işlerinin birlikte götürüldüğü” (Akalın, 2002: 299) hanları hatırlatmaktadır. Etmeydanı’nın yıkık bir hana benzetilerek şehirlerdeki hanlara işaret edilen beyitte “bekârlar ve yolcular(ın) da bu hanlarda oda tutup kal(dıkları)” (Pakalın, 1983: 245) düşünüldüğünde şehir hanlarının mahiyeti daha iyi anlaşılmaktadır.

Bir vakf-ı ribâtidür bu dünyâ

Konup göçen oldı gark-ı illâ (K. 82/6, s. 298)110

Bu dünya bir vakıf hanıdır, (ona) konup göçenler onun nimetlerinden mutlaka/doyasıya yararlanmışlardır.

Hanların/kervansarayların bir kısmı vakıflı olup bunlarda yolcular parasız kalırlardı (Pakalın, 1983: 246).

İnsanın bir yolcuya, dünyanın da vakıf hanına benzetildiği beyitte hanın geçici bir konaklama mekânı oluşundan yola çıkılarak dünya hanına gelip gidenlerin onun nimetlerinden mutlaka yararlandıkları ifade edilmiştir. Dünyanın vakıf hanına benzetilmesi ise Allah’ın insana nasip ettiği nimetler dolayısıyla olmalıdır.

Beyitlerden hareketle hanların/kervansarayların yolcular için geçici bir konaklama mekânı olduğu, şehir dışında ticaret yolları üzerinde ve şehir içinde inşa edilebildikleri, şehirdekilerde mal yapımı ve ticari faaliyetlerin birlikte yürütüldüğü ve bazılarının vakıf hanı şeklinde, yani hayır müessesesi olarak işlevini sürdürdüğü söylenebilir. Ayrıca hanlar/kervansaraylar sohbet yapılan yerler arasındadır.

110 Bir: Ber

146

2.1.3.2.2. Menzil/Menzilhâne

Menzil, Osmanlı Devleti’nde seri haberleşmeyi sağlamak için ulakların ve sefere çıktığı zaman ordunun, dinlenmesi ve her türlü iâşesini temin etmek gayesiyle değişebilen aralıklarla kurulmuş konaklama noktalarıdır (Halaçoğlu, 2002: 14). Menziller kâgirden ve daha çok ahşap veya kerpiçten yapılmış kemerli binalardır (Arseven, t.y.: 478). Menzil divanda işlevi ile yer almaktadır.

Konakçı geldi şâh-ı ‘ıydden ser-menzil-i çerha

Meh-i nev sanma dîvâr üzre asdı seyf-i bürrânî (K. 12/5, s. 84) Hilal zannetme, bayram şahından feleğin konaklama yerine konakçı gelip duvar üzerine keskin kılıcı astı.

Hilalin kılıca benzetildiği beyitte bayramın gelişine işaretle feleğin konaklama yerine bayram şahından bir konakçı gelerek duvar üzerine kılıcını astığı söylenmiştir. Konakçının sefere çıkıldığı zaman ordunun geceleyeceği menzili belirlemekle görevli oluşu, menzillerin bazılarının ordunun dinlenmesi ve ihtiyaçlarını karşılama işlevine yönelik oluşunu göstermektedir. Beyitte konakçının feleğin menziline gelerek kılıcını duvara astığının ifade edilmesinden ordunun açık bir alanda değil, konaklamak için inşa edilmiş bir tesiste, yani menzilhanede konakladığı anlaşılmaktadır.111

2.1.3.3. Hastane

Genellikle külliyelerin bir parçası olarak planlanan, her türlü hastanın ve delilerin tedavi edildiği Osmanlı hastanelerinde hastaların bulundukları bölüm bulaşıcı hastalıklar, deliler ve kadınlar için ayr ayrı kısımlardan oluşurdu (Arseven, t.y.: 487; Terzioğlu, 1992: 175). Hastane divanda hasta odalarıyla söz konusu edilmiştir.

Nezle mânend-i ‘avârız-ı nüzül oldı salgın

Hasteler hânesine döndi serây-ı ‘âlem (K. 42/23, s. 193)

Nezle inme belaları gibi salgın oldu, dünya sarayı hastalar hanesine/evine döndü.

111 Menzilin, “oturulacak yer, ev, varılacak yer” (Şemseddin Sâmî, 2006: 1414; Ayverdi, 2008: 2033-2034) gibi bir mekânı karşılayan başka anlamları da bulunmaktadır.

147

Bir sıhhatnamede yer alan bu beyitte nezle salgını sebebiyle herkesin hasta olmasından dolayı dünya sarayının hastalar evine/hanesine döndüğü söylenmiştir. Beyitte geçen “hâne” sözcüğünün “kısımlara ayrılmış bir şeyin bölümlerinden her biri” (Ayverdi, 2008: 1190) anlamına gelmesi hastanelerde hastaların bulunduğu ayrı ayrı odaları akla getirmektedir.

Bîmâr ile pür serây-ı dünyâ

Hasteler otası idi gûyâ (K. 76/17, s. 275)

Dünya sarayı hasta ile dolu, sanki hastalar odasıydı.

Padişahın hastalığı sebebiyle yazılan bir sıhhatnamede yer alan yukarıdaki beyitte, kendisinden önceki ve sonraki beyitlerden anlaşıldığı üzere, padişahın hastalığı öncesinde bir sarayı andıran dünyanın, bu hastalığın üzüntüsüyle âdeta bilinmeyen bir hastalığa tutulan insanlarla dolu hastalar odasına döndüğü söylenmiştir. Beyit hastane odalarında çok sayıda hastanın tedavi gördüğünü düşündürmektedir. Bununla birlikte Osmanlı saraylarında “Hastalar Odası” ya da “Hastalık Odası” adlarıyla kurulmuş hastanelerin olduğu bilgisi (Terzioğlu, 1992: 174, 176) beyitte belirli bir hastaneye işaret edilmiş olabileceğini de akla getirmektedir.

Beyitlere göre Osmanlı hastaneleri hastalar için yapılmış çok sayıda odadan oluşmaktadır. Bu odalar birden fazla hastanın tedavi görebileceği genişliktedir. Saraylarda kurulan hastanelere “Hastalar Odası” denmiştir.