• Sonuç bulunamadı

TABLO LİSTESİ

BÖLÜM 1: YERLEŞİM MERKEZLERİ

2.1. Mimari Tipleri

2.1.2. Dinî Mimari

2.1.2.1.2. İbrahim Paşa Camii

Damad İbrahim Paşa sadrazam olduktan sonra memleketi Nevşehir’de iki cami yaptırmıştır. Bunlardan ilki sadrazamın (H. 1131) 1718/1719 tarihinde, ikincisi ise (H. 1139) 1726/1727 tarihinde yaptırdığı külliye içinde inşa edilmiştir. Seyyid Vehbî’nin de yapımına tarih düşürdüğü ikinci cami, İbrahim Paşa’nın köyünün aşağısında bulunan Çifte Han’ın yanında sahiplerinden satın alınan arsaların üzerinde yapılmıştır. Camiin iç kapısının kitabesinde yazılı olan Vehbî’nin manzumesinde (Altınay, H. 1340: 161-170; Aktepe, 1963: 19) camiin mimari özellikleriyle ilgili fazla bilgi yer almayıp güzelliği dile getirilmiştir.

Husûsâ matla’-ı hurşîd-i zâtı olduğu karye Ki ihyâ idüp anı Nev-şehir kıldı güzel yapdı Fezâ-yı dil-keşinde kıldı ma'bed yapmaga niyyet Akıtdı âb-ı lutfın itdi tathîr-i vahal yapdı

Be-cây-ı seng-rîze sîm ü zer dökdi esâsında

Bu dil-cû câmi’i nitdiyse itdi mâ-hasal yapdı (T. 43/10-12, s. 382) Özellikle zatının güneşinin doğduğu köyü ihya edip, güzel (ve) yeni bir şehir/Nevşehir yaptı.

126

Gönül çekici sahasında ibadet yeri yapmaya niyet edip lütuf suyunu akıttı, bataklığı temizledi.

Temeline taş kırıntısı yerine altın ve gümüş döktü, bu gönül çeken camii ne yapıp edip sonunda yaptı.

Yukarıdaki beyitlerde şehrin adının değiştirilmesine de işaretle İbrahim Paşa’nın doğduğu köyü âdeta baştan imar edip yeni ve güzel bir şehir yaptığı, köyünün gönül çekici bir yerinde cami yaptırmaya niyet edip çamur çökek olan alanı temizleyip temeline taş kırıntıları yerine altın ve gümüş dökerek gönül çeken bir cami yaptığı dile getirilmiştir. Seyyid Vehbî’nin camiin temeline taş kırıntısı yerine altın ve gümüş döküldüğünü söylemesi Süleymaniye’nin “Cevâhir Minaresi”ni94 hatırlatmakla birlikte pek de akla uygun görünmeyip camiin mübalağalı bir biçimde övüldüğünü düşündürmektedir. Bu beyit belki de söz konusu minare ve hadiseye bir gönderme niteliğindedir.

Du'â itmek gerekdür beş vakitde ana ey Vehbî

Bu beytü'llâhı İbrâhîm Paşa bî-bedel yapdı (T. 43/15, s. 383) Ey Vehbi, (ona) beş vakitte dua etmek gerekir, bu Allah’ın evini İbrahim Paşa benzersiz yaptı.

Hz. İbrahim’in Kâbe’yi inşa edişine telmihte bulunulan bu tarih beytinde şair İbrahim Paşa’ya eşsiz güzellikte yaptığı camii için beş vakit namazda dua etmek gerektiğini söylemiştir. Ayrıca cami-Kâbe benzetmesi camiin “kare planlı” (Kolay, 1993: 447) oluşuna bir işaret de olabilir.

2.1.2.1.3. Fatma Sultan Camii

Sultan III. Ahmed’in kızı ve Sadrazam Damad İbrahim Paşa’nın eşi Fatma Sultan tarafından (H. 1140) 1727/1728 yılında eski Bâbıâli binasının karşısında ve Nevşehirli Damad İbrahim Paşa’nın yaptırdığı sarayın bitişiğindeki Pîrî Ağa Mescidi’nin yerine yapılmıştır. Fatma Sultan ikamet ettiği sarayın yanındaki söz konusu mescidin harap hâlini görünce sarayının arazisinden bir miktar arsayı da ekletip buraya daha büyük bir

94 Süleymamiye Camii’nin yapımının bir sene kadar durması üzerine İran Şahı Tahmasb, Kanûnî Sultan Süleyman’a camiin yapımından vaz geçildiğini duyduğunu ve camiin tamamlanması için pek çok mal ve çeşit çeşit mücevherler gönderdiğini bildiren bir mektup yazmıştır. Duruma sinirlenen Sultan Süleyman, bir kutu mücevheri Mimar Sinan’a verip mücevherleri diğer taşların içine karıştırmasını söylemiş ve Mimar Sinan da onları söz konusu minarenin malzemesi içine eklemiştir (Gökyay, 1996: 64).

127

cami inşa ettirmiştir (Eyice, 1987: 475-476; Özcan ve diğerleri; 2013: 1561-1562). Divanda Fatma Sultan Camiinin yapılışına ilişkin iki tarih manzumesi yer almaktadır. Bu manzumelerde camiin yeri, eski bir mescidin yerine yapılması ve güzelliği söz konusu edilmiştir.

İşte ez-cümle der-i devlet-serây-ı hâsına

İtdi inşâ bu ‘ibâdetgâh-ı 'âlî-mesnedi (T. 72/6, 401)

İşte kısaca padişaha ait devlet sarayının kapısına bu yüksek dereceli ibadethaneyi yaptı.

Şair bu beyitte Fatma Sultan Camii’nin Bâbıâli karşısında inşa edildiğini ifade etmiştir. Fâtıma Sultân idüp ihyâ bu zîbâ ma'bedi

Mescid iken böyle bir pâkîze câmi’ eyledi (T. 72/8, s. 401) Fatma Sultan bu süslü/güzel mabedi ihya edip mescid iken temiz bir cami yaptı.

Yukarıdaki beyitte ise camiin yerinde önceden mescit bulunmasına ve mescidin harap hâline işaret edilmiştir. “İhyâ” kelimesinin “diriltme, canlandırma” yanında “bir sanat eserini büyük ölçüde tamir edip yeniden canlandırma” (Ayverdi, 2008: 1390) anlamının da olması caminin bütünüyle baştan yapılmadığını; fakat büyük ölçüde yeniden inşa edildiğini düşündürmektedir. Ayrıca beyitte camiin güzelliği de dile getirilmiştir. 95

Çıka beş vakte mü'ezzin okıya târîhin

Eser-i Fâtıma Sultan zihî câmi'-i pâk (T. 73/1, s. 401)

Çıksın, beş vakitte müezzin tarihini okusun. Fatma Sultan’ın eseri ne hoş/güzel mübarek/temiz cami.

Camiin yapılışına tarih düşürülen bu beyitte müezzinin beş vakitte tarihini okuması dilenmiş; ayrıca tarih beytinde camiin güzelliği ifade edilmiştir. Beyitte müezzin mahfillerinin yüksek oluşuna da işaret edilmiştir.

95 Çelebizâde Âsım Tarihi’nde Fatma Sultan Camii’nin yerine yapıldığı mescidden daha geniş ve yüksek, duvarlarının kârgir, çatısının kurşun, minaresinin beyaz mermerden, minare külahının altın yaldızlı olduğu; içinin çok çeşitli kandillerle süslendiği yazılıdır (Özcan ve diğerleri, 2013: 1562).

128

Beyitlerden anlaşıldığı üzere Osmanlılar ele geçirdikleri Hristiyan ülkelerdeki en büyük kiliseyi camiye çevirmişler, bu itibarla da kiliselere ayırıcı bir unsur olarak minare eklemişlerdir. Minarelerin üst kısmındaki kurşun kaplı sivri uca minare külahı denmiştir. Camilerde mihraplar kıble yönünde olup içeri doğru oyuktur. Altın yaldızlı süslemelere varan boyutlarda süslenebilen mihrapların köşelerine aydınlatma amaçlı mumlar konulur. Bazı camilerde mihrap sayısı iki olabilir. Hatibin cemaate hitap ettiği minberler de süslü yapılar olup dokuz basamaklı olanları mevcuttur. Osmanlı camilerinde müezzinlere ayrılan mahfiller yüksek ve süslemelidir. Selâtin camilerinin yapı unsurlarından olan hünkâr mahfilleri de süslemeli ve pencerelidir. Camilerdeki bir diğer unsur ise vaaz kürsüsüdür. Camiler kubbeli yapılardır. Kubbelerin tepelerinde alem bulunur. Cami içinde kubbe ve kimi zaman kemerlerde kandil ya da top kandillik asılıdır. Kandil çemberlerindeki kandiller arasına örümceklere tedbir olarak devekuşu yumurtası asılır. Birden fazla kapısı olabilen camiler bulunmaktadır. Camilere abdest almak için çeşme yaptırılır.

Divanda üç camiin yapılışına tarih düşürülmüştür. 1721/1722 tarihinde inşa edilen Mehmed Kethüda (Ortaköy) Camii Ortaköy’de deniz kıyısındadır. Önceden harap bir mescit halindeki cami İbrahim Paşa’nın damadı ve kethüdası Mehmed Ağa tarafından sadrazamın mescidin tamir ve yenilenmesine dair emri üzerine inşa edilmiştir. Güzelliğiyle Ortaköy’e ve Boğaz’a ayrıcalık katan cami büyük ihtimalle kare planlı olup süslü bir yapı arz etmektedir. Sadrazam Damad İbrahim Paşa’nın Nevşehir’de 1726/1727 tarihinde yaptırdığı cami doğduğu köyün gönül çekici bir yerinde yapılan külliye dahilindedir. Kare planlı olan cami eşsiz bir güzelliğe sahiptir. Sultan III. Ahmed’in Kızı ve Damad İbrahim Paşa’nın eşi Fatma Sultan’ın 1727/1728’de mescid iken büyük ölçüde yeniden inşa ettirerek camiye çevirttiği Fatma Sultan Camii Babıali binasının karşısında yapılmıştır.

2.1.2.2. Mescit

Mescit “cuma namazları dışında diğer vakit namazlarının kılındığı, minberi olmayan mabed(e)” (Erzi, 1987: 12) denir. Divanda mescitlerin konumları, bazı yapı özellikleri, aydınlatma koşulları ve, tarihi kaynakların yardımıyla anlaşılsa da, o dönemdeki iki mescitle alakalı birtakım bilgileri barındıran bent ve beyitler yer almaktadır.

129

Fakat bir mevki’-i dil-keşde kim var idi bir mescid

Mine'l-bâb tâ ile'l-mihrâb olmışdı harâb ammâ (T. 112/5, s. 429) Fakat gönül çekici bir mevkide bir mescid vardı; ama kapıdan mihraba kadar harap olmuştu.

…..

Ne câmi’ Ortaköy anunla mümtâz-ı firâz oldı Bilindi nükte-i lâ-hayre illâ fi'l-vasat hâlâ Bogaz’a hüsn-i nev virdi leb-i deryâda hâl oldı

Mücessem Ka'be'nün tasvîrine döndi heman gûyâ (T. 112/9-10, s. 429) Ne cami (ki) Ortaköy onunla yüksek/önemli bir ayrıcalık kazandı.

Hayır, ancak orta yoldadır, nüktesi şimdi anlaşıldı.

Boğaz’a yeni bir güzellik verdi, deniz kıyısında bir ben oldu. Sanki öylece cisimlenmiş/maddî hâle gelmiş Kâbe’nin resmine döndü.

Osmanlı döneminde mahalle mescitleri konumları itibarıyla genellikle merkezleşen bölgelerde kesişen sokakların oluşturduğu kavşaklar ve sokak köşeleri üzerinde yer alırdı (Sönmezer ve Seçkin, 2002: 145).

Mehmed Kethüda (Ortaköy) Camii’nin mescitten camiye çevrilişi için yazılan tarih manzumesinde yer alan yukarıdaki beyitlerin ilkinde mescidin gönül çekici bir yerde bulunduğu ve kapısından mihrabına kadar harap vaziyette olduğu ifade edilmiştir. Diğer beyitlerde ise mescidin Ortaköy’de deniz kıyısında bulunduğu dile getirilmiştir. Târîh-i Râşid’de Teberdâr Mehmed Ağa ismiyle bilinen bir hayırseverin yaptırdığı söz konusu mescidin Ortaköy Burnu denilen yerde, devletin ileri gelenlerinin yollarının üzerinde bulunduğu ifade edilmiştir (Özcan ve diğerleri, 2013: 1275). Râşid Mehmed Efendi’nin konumunun önemini dile getirdiği bu bilgiler mescidin bulunduğu alanın günümüzde olduğu gibi merkezi bir konumda olduğunu destekleyici bilgiler olarak değerlendirilebilir. İlk beyitten mescidin, yeri ve durumu dışında, Mehmed Kethüda Camii’nin yapıldığı 1721/1722 tarihine kadar ayakta kaldığı anlaşılmaktadır. Ayrıca beyitte mescitlerin yapı unsurlarından kapı ve mihrap zikredilmiştir.

130 Fâtıma Sultân idüp ihyâ bu zîbâ ma'bedi

Mescid iken böyle bir pâkîze câmi’ eyledi (T. 72/8, s. 401) Fatma Sultan bu süslü/güzel mabedi ihya edip mescit iken temiz bir cami yaptı.

Fatma Sultan 1727/1728 tarihinde Damad İbrahim Paşa’nın sarayının bitişiğinde bulunan harap hâldeki Pîrî Ağa Mescidi’ni büyük ölçüde yeniden inşa ettirerek Fatma Sultan Camii’ni yaptırmıştır. Çelebizâde İsmail Âsım Efendi’nin (ö. 1760) verdiği bilgilerden konumunun özelliği de anlaşılan mescide minber koydurularak camiye çevrildiği yine bu vakanüvis tarafından bildirilmektedir (Özcan ve diğerleri, 2013: 1562). Dolayısıyla beyit Çelebizâde Âsım’ın verdiği bilgilerle birlikte okunduğunda mescitlerin minbersiz yapılar olduğu anlaşılmaktadır.

‘İbâd-ı mesâcid ü cevâmi’ Sükkân-ı medâris ü savâmi’ Tâ subh idüp ibtidâ-yı şebden Kandîl-i dü-çeşme eşki rûgan Pîrân ü cevân ü şevher ü zen

İtmişdi bu şehri dâr-ı şîven (K. 81/75-77, s. 293-294)

Cami ve mescitlerin cemaati, tekke ve medreselerin sakinleri gecenin başlamasından sabaha kadar iki gözlü kandile gözyaşını yağ edip yaşlılar ve gençler, karılar ve kocalar bu şehri matem evi yapmışlardı.

Sultan III. Ahmed’in hastalığı dolayısıyla yazılan bir sıhhatnamede yer alan yukarıdaki beyitlerde cami ve mescitlerin cemaatlerinin, tekke ve medrese sakinlerinin, yaşlı-genç, karı-koca herkesin geceleri sabaha kadar ağlamalarına işaretle iki gözlü kandile gözyaşlarını yağ yapıp bütün şehri matem evine döndürdükleri söylenmiştir. Beyitten dönemin yaygın aydınlatma aracı olduğu anlaşılan kandilin mescitlerde de kullanıldığı anlaşılmaktadır. İnsanların ağlamalarına işaretle kandilin iki gözlü olduğunun söylenmesi iki emzikli, yani iki fitilli kandilleri akla getirdiği gibi beyitte kandillerin fitil konan emzik ve yağ konan hazne olmak üzere iki bölümden oluşması da kastedilmiş olabilir.96

96 Kandillerin söz konusu özellikleri hakkında bkz. M. Zeki Pakalın, Tarih Deyimleri Ve Terimleri Sözlüğü, C. 2, İstanbul: Millî Eğitim Basımevi, 1983, s. 158.

131

Buhûr-ı Meryem-i gülzâr-ı zühdinün farzâ Şemîmin eylese ihsâs ümmet-i 'İsâ

Misâl-i şem'a-i mescid ziyâ virüp meselâ Olaydı şâhid-i İslâm'ı deyre cilve-nümâ

Olurdı ceyb-i sanem çak-çâkdan mihrâb (Th. 2/38, s. 478)

Zühdünün gül bahçesindeki buhurumeryem çiçeğinin güzel kokusunu İsa ümmetinin duyduğunu, Müslüman güzelin mescidin ince mum/mumlu fitili gibi kilisede ışık saçıp cilve yaptığını farzetsek putun yakası parçalanmaktan mihrap olur.

Nâbî’nin bir kasidesine yapılan tahmiste yer alan bu bentte şair Hristiyan ahalinin, memduhun gül bahçesine benzetilen zühdünün buhurumeryeminin kokusunu duyması ve Müslüman güzelin mescidin ince mum/mumlu fitili gibi kilisede ışık saçarak cilve yapması hâlinde putun/Hristiyan güzelin yakasını parçalayarak mihraba döndüreceği söylenmiştir. Kiliselerde buhurdan veya tütsü yerine kurutulmuş buhurumeryem yaprağı kullanılmasına ve Hz. İsa’nın doğumu sırasında Hz. Meryem’in buhurumeryem çiçeğini tutmasına (Onay, 2000: 121) telmihte bulunulan bentte memduh üzerinden Hristiyanlık karşısında İslâm dininin üstünlüğü dile getirilmiştir. Bent mescitlerde ince mum/mumlu fitil kullanılmasına da örnek teşkil etmektedir.

Beyitlere göre mahalle mescitleri merkezî yerlerde yer almaktadır. Mihrapları bulunmakla birlikte minbersiz yapılardır. Aydınlatılması için kandil ve mum kullanılmaktadır. Ortaköy’de deniz kıyısında bulunan, tarihi kaynaklar yardımıyla, Teberdâr Mehmed Ağa ismiyle bilinen bir hayırseverin yaptırdığı anlaşılan mescit 1721/1722 tarihine kadar ayakta kalmıştır. Bu tarihte kapısından mihrabına kadar harap vaziyette olduğu için camiye çevrilmiştir. Fatma Sultan’ın Bâbıâlî binası karşısında yaptırdığı camiin yerinde ise 1727/1728’den önce bir mescit (Pirî Ağa Mescidi) bulunmaktaydı. Söz konusu mescit de 1727/1728 tarihinde büyük ölçüde yeniden inşa edilerek camiye çevrilmiştir.

2.1.2.3. Tekke

Tekke, tarikat mensuplarının oturup kalkmalarına, âyin yapmalarına mahsus yerdir (Pakalın, 1983: 445). Tekkeler birbirlerinden oldukça farklıdır. Genellikle her biri bir

132

hizmete ayrılmış semahane, türbe, çilehane, hücre, selamlık, harem, kiler, kahve ocağı olmak üzere yedi kısımdan meydana gelir. Tekkelerin çoğunun bir çiçek, bir de sebze bahçesi bulunur. Tekkenin bahçesinde kuranlara, şeyhlere, ailesinden olan kimselere, önemli kişilere ait küçük bir mezarlık da yer alır (Arseven, 1984:90). Bazı farklılıklarla dergâh, hankâh, zaviye şeklinde isimlendirilen tarikat yapılarının97 tümünü kapsayan bir kavram olarak tekke; divanda bölümleri, yapı unsurları ve özellikleriyle yer almıştır.

Harîmine nice bîgâneler duhûl itsün

O tekyenün k'ola der-bânı ‘aşk-ı pâk-i Hudâ (N. 4/6, s. 6) Haremine yabancılar nasıl girsin? O tekkenin kapıcısı Allah’ın temiz/mübarek aşkıdır.

Harem şeyhin ailesiyle birlikte yaşadığı, ayrıca tekkeye gelen hanımların ağırlandığı oda olup bir iki odalı mütevazi konuttan mükellef bir konağa kadar gidebilir (Tanman, 2002: 151).

Beyitte, daha önceki beyitlerden anlaşıldığı üzere aşk tekkesine benzetilen gönlün kapıcısı, Allah’ın mübarek aşkı olduğu için bu tekkenin haremine yabancıların giremeyeceği söylenmiştir. Şeyhin ailesiyle birlikte yaşadığı özel bir alan olan hareme yabancıların -özellikle erkeklerin- girememesinden yola çıkılarak beyitte aşk ehli olmayanların tekkenin haremine giremeyeceği ifade edilmiştir.

Ne tekye kim ola ferrâşı hubb-i Zâtu'llah

Ki nâ-numûde olur sâhasında gerd-i sivâ (N. 4/4, s. 6) Süpürücüsü/hizmetçisi Allah’ın zatının sevgisi olan tekkenin avlusunda/meydanında başka toz/keder gözükmez.

Tekkelerin kapalı veya açık avlularının bulunmasına98 işaret edilen beyitte, Allah sevgisiyle dolu olan gönülde keder olmayacağı, “gerd”in tevriyeli kullanımıyla tekkenin süpürücüsü Allah sevgisi olduktan sonra avluda başka toz gözükmeyeceği söylenerek

97 Bu alanda bir terminoloji sorunu bulunmakla birlikte Prof. Dr. Baha Tanman’ın sorunu mimari açıdan çözmeye yönelik teklifi klasik şiirde tarikat yapılarının mimari açıdan incelenmesi için elverişli görünmemektedir. (Bkz. Baha Tanman, Osmanlı Mimarisinde Tarikat Yapıları/Tekkeler, C.12, Türkler Ansiklopedisi, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 2002, s. 149-161.) Çalışmada tarikat yapılanrının sınıflandırılmasında yine Baha Tanman’ın Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisinde ilgili maddelere yazdığı tanımlamalardan yola çıkılarak hankâh/dergâh ve zaviye alt başlıkları kullanılmıştır.

133

dile getirilmiştir. Ayrıca Allah sevgisi dışındaki şeyler, masivâ, toza benzetilerek bunların gönlü kirlettiği de ifade edilmek istenmiştir.

Gördüm Aydın Dede dirler bir ışık Işık ammâ katı tatsuz bulaşık Gülşenî tekyesinün dervîşi

Rûşenîlerle dahı vardur işi (L. 14/1-2, s. 711)

Aydın Dede dedikleri bir ışık, ışık ama çok tatsız, bulaşık bir ışık gördüm.

Gülşenî tekkesinin dervişi, Ruşenîlerle de vardır işi.

Şairin mumu anlattığı bir lügazda yer alan bu beyitlerin ilkinde mumun etrafını aydınlatması sebebiyle Aydın Dede denilen; fakat çok tatsız, bulaşık zayıf bir ışık olduğu söylenmiş; ikincisinde, şairin yaşadığı dönemde, özellikle lâlerin arasına konulmasından ve ışık yaymasından dolayı mum, sırasıyla, Gülşenî ve Rûşenî tekkeleriyle ilişkilendirilmiştir. Dedenin “Anadolu’da kurulan bazı tarikatlarda bellli bir mertebeye ulaşan dervişlere verilen unvan” (Uludağ, 1994: 76) olması, Gülşenî ve Rûşenî tekkeleri dışında da tekkelerde mum kullanıldığını götermektedir.