• Sonuç bulunamadı

Rize Yöresinde Türkler ve Türk Yerleşimi

Belgede Rize ili Halkbilim monografisi (sayfa 39-65)

1.ARAŞTIRMA SAHASININ TARİHİ - COĞRAFİ VE SOSYO-EKONOMİK ÖZELLİKLERİ

1.1.1. Rize Yöresinde Türkler ve Türk Yerleşimi

Asya Hunları’nın torunları olan Batı Hunları, M.S. 378’de bir taraftan Tuna ırmağını geçerek Batı Roma ve Bizans topraklarını istila ederken; diğer taraftan da M. S. 515-516 yıllarında Kafkas dağlarını aşan ve Hunlara tabi olan Sabarlar da Anadolu’ya akınlar yapmışlardır (Türkdoğan, 1997: 156).

Halife Osman döneminde (644/656) Habib bin Mesleme komutasındaki Arap ordusu, Kars, Tiflis ve Gence’yi ele geçirerek Bizanslıları buradan kovdu. Aynı dönemde Rize’nin bir bölümü de vergiye bağlandı. 653’te Bizans imparatoru II. Konstans (641/668), Araplara kaptırılan toprakları geri aldı. Bunun üzerine Arap ordusu 653’te Aras boylarını yeniden ele geçirdiyse de Rize yöresi yine Bizanslılarda kaldı. 695-700’de Emevi Halifesi Abdülmelik’in oğlu Abdullah, Kars’ı aldı; fakat Rize ve yöresini ele geçiremedi. Emeviler’in İstanbul’u kuşattıkları dönemde, Bizans’ın bağlaşığı olarak Kafkasları aşan ve Kür ırmağı kıyılarına dek yayılan Hazarlar, 721’de, Arapların saldırısı üzerine Kafkasların kuzeyine çekilirken, Rize-Artvin yöresi halkı da Hazarlarla birlikte Araplara karşı direnmişlerdir. Abbasi halifesi Hişam (724-743), Hazarların üzerine bir ordu göndererek, Rize ve Artvin’i 737’de ele geçirdi. Hazarlar, 746’da Rize ve Artvin’i yeniden aldılarsa da burada uzun süre hâkimiyet sağlayamadılar (Yurt Ansiklopedisi, 1983: 6354).

1.1.1. Rize Yöresinde Türkler ve Türk Yerleşimi

Rize ve yöresinde Türk varlığının Malazgirt Savaşı’ndan binlerce yıl öncesine dayandığı kesindir. Bunun en önemli delili tarihi kaynaklardır. Tarihi kaynakların yanı sıra arkeolojik kazılarda elde edilen buluntular, yer isimleri, Rize ağızlarındaki yaygın söz varlığı ve dil özellikleri, mimari, el sanatları ve dokumalar da önemli birer delildir.

Rize coğrafi konumu itibari ile tarihi süreç içerisinde çok eski dönemlerden bu yana yerleşim yeri olmuş ve pek çok farklı kültürü bünyesinde barındırmış bir coğrafyadır. Tarihi kaynaklardan edindiğimiz bilgilere göre yörenin eski dönemlerinde Hristiyan Kıpçakların varlığı (Kırzıoğlu, 1992: 1-6; Aynakulova, 2009: 122; Altınkaynak, 2008: 73; Arıcı, 2008: 32-33), Karadeniz’e olan Got saldırısından sonra Alanlar ile birlikte Karadeniz bölgesine gelen Türklerin (M.S. 275), M.S. 300’lerde Hunların, Perslerin, M.S. 590-610 yıllarında Dambur’u kuran Ayrarat bölgesinde yaşayan Türklerin, Hazar Türklerinin (Arıcı, 2008: 29-33) ve Çepnilerin (Sümer, 1992: 94) varlığı bilinmektedir. Yörede tarihi süreç içerisinde Ermeni olarak tanımlanan kitleler de yaşamıştır; ancak bu kitlelerin çoğunluğunun Haylardan olmadığını, Ermeniler kendilerine “Hay/Hayk”

11

ülkelerine de “Hayastan” derler (Tezcan, 2012: 216), Oğuzların Saka Türk boyları ile birleşerek oluşturduğu Arsaklar (Partlar) boyundan gelen Türk kökenli boylar olduğunu Fahrettin Kırzıoğlu “Ani Şehri Tarihi”(1982: 3) adlı eserinde belirtmektedir. Armenia tabiri başlangıçta Van Gölü’nün güney doğusundaki dağlık bölge ile belki de Dicle Nehri’nin yukarı kaynağı olan Büyük Zap Irmağı yukarısını ifade ediyordu ve etnik bir isimlendirme olmayıp muhtemelen “dağlık ülke”, “yukarı ülke/yukarı el” anlamında B. Piotvorsky’nin tabiriyle “tasviri bir terim”, coğrafi bir isimdi (Tezcan, 2012: 213; Piotvorsky, 1969: 43; Kırzıoğlu, 1978: 46; Kırzıoğlu, 1985: 133; Özmenli, 2014: 1). Haylardan ayrı olan Arşaklar, Armenia’ya Asya’dan gelip yerleşmiş, bilinen ilk egemen unsurlardır (Özmenli, 2014: 1-2). İran’da M.Ö. kurulan Parth/Arşak Hanedanlığını’na (Tezcan, 2012: 131), tarihçiler Büyük Arsaklılar, Armenia’dakine de “Küçük Arsaklılar” (Özmenli, 2014: 1) demişlerdir. Ateşe tapan İranlılardan kaçan Arşaklılar yeryüzünde Hıristiyanlığı devlet dini olarak kabul eden ilk topluluktur (Özmenli, 2014: 1). Küçük Arşaklıların toprakları Horasan’dan bugünkü Anadolu’nun doğusunu ve Rize’yi de içine alan geniş bir alanı kapsıyordu (Kırzıoğlu, 1963: 365; Ak, 2011: 27). Günümüzdeki Hemşinliler de bu Arşakların mensubu olarak 626 yılında bölgeye gelip yerleşenlerdir (Ak, 2011: 27).

Türklerin daha Miladın ilk yıllarında bölgede var olduğunu ve bölge siyasetinde rol oynayabilecek kadar güçlü bir askeri güce sahip olduğunu gösteren başka tarihi kaynaklar da vardır. Gürcü tarihçi Giuli Alasania “Gürcüler ve İslam Öncesi Türkler” (2013) adlı eserinde Türklerin M.S. I. yüzyılda bölgede Araplar ile Roma arasındaki savaşlarda Roma tarafında yer aldığını ve Gürcülerle birlikte Araplara karşı savaştığını, Gürcü yazılı kaynaklarında Bun Türkler (Hunlar)’in var olduğunu belirtmektedir. En önemlisi de bu Türklerin Hıristiyan Türkler olduğunu belirtmektedir. (Alasania, 2013: 1-49). Yine aynı

şekilde bu Hıristiyan Türklerin2

bugünkü Gürcü (Kartveli) milletinin oluşturan unsurlar içerisinde yer aldığını belirten kaynaklar da vardır (Denizci, 2010: 35).

Rize’nin bilinen en eski tarihi Miletlilerin Doğu Karadeniz kıyılarına deniz yoluyla geldikleri ve ticari amaçlarla Pazar yeri kurdukları M.Ö. VII. yüzyıl başlarına kadar gider.

2 Anadolu’ya yerleşen Hıristiyan Türkler konusunda Mehmet Eröz şu bilgileri vermektedir: Türklerin

Anadolu’ya adım atışı Sultan Alparslan’dan beş buçuk asır önce olmuştur. İlk gelenler de Bulgar Türkleridir. 530 senesinde Bizans orduları tarafından bozguna uğratılan Bulgar Türklerinin bir kısmı Anadolu’ya geçirilmişler ve Trabzon havalisi ile Çoruh ve Yukarı Fırat bölgelerine yerleştirilmişlerdir (Eröz, 1983: 17).

12

İskitlerin önünden kaçarak Kafkasya’dan çıkan Kimmerlerin istilasına uğraması ve İskit hâkimiyetinin bölgeyi içine alması da aynı yüzyılda gerçekleşmiştir (Bostan, 1996:147). Kimmerlerle büyük oranda kültür benzerliği olan ve Kimmerleri takip ederek M.Ö. 7. yüzyıllarda Anadolu’ya gelen İskitler, Yunanlılardan önce Anadolu’da Doğu Karadeniz’in de bir kısmını içine alan geniş bir hâkimiyet sahası kurmuşlardır (Köse, 2014: 72).

Kimmerler, Doğu Karadeniz bölgesine yerleşen ve Türklerle akrabalığı olan ilk topluluktur. Bu topluluğun menşei ile ilgili farklı görüşler olsa da Kimmelerin Türk

kökenli bir kavim olduklarına dair önemli deliller bulunmaktadır3

(Işık, 2001: 7-8). Kimmerlerin Türklüğünün ispatı olarak gösterilen en kuvvetli delillerden birisi Orta Asya Türk kültüründe bulunan kurgan kültürünün Kimmerlerde de görülmesidir (Tarhan, 1979: 367-368).

Kimmerlerin Karadeniz Bölgesi’ne yayılmaları, Frigya Devleti’ni yıktıktan sonra, Lidya sınırında olan bazı boyların Karadeniz sahillerine ulaşmasıyla olmuştur. Karadeniz sahillerine ulaşan Kimmerler Sinop’u yağmalayarak bölgeye yerleşmeye başlamışlardır. Ardından Ereğli’den Trabzon’un doğusuna kadar olan yerleri ele geçirmişlerdir (Durmuş, 1997: 278). Anadolu’da göç ettikleri her bölge gibi Karadeniz bölgesini de siyasi ve sosyal bakımdan büyük ölçüde etkileyen Kimmerler, Karadeniz’deki hâkimiyetleri boyunca Sinop’tan Trabzon’a kadar tüm Karadeniz bölgesinin kontrolünü ellerinde tutmuşlardır. M. Ö. VII. yüzyıl başlarında Güney Karadeniz kıyılarında Grek kolonilerinin kurulmamış olmasının sebebi de Kimmerlerin sebep olduğu huzursuzluk ve terör ortamıdır (Özsait, 1999, 37).

Prehistorik dönemden sonra Doğu Karadeniz bölgesine yerleşen ilk topluluklar olan Kimmerler ve İskitler tarih sahnesinden çekildikten sonra, bunların hâkim olduğu

sahada Türk kavimleri ortaya çıkmıştır.4

Gürcistan Tarihi [Kartlis Tshovreba]’ndeki kayıttan varlıkları öğrenilen Bunturki ve Kıpçaklar, bölgedeki yer ve topluluk isimlerinden yöreye yerleştikleri düşünülen Halaçlar, Afşarlar ve Yazgurlar, İskitlerin yurt tuttukları Sakasen eyaleti sınırları içerisindeki topraklarda hakimiyet kurmuşlardır (Tellioğlu, 2004:30).

Doğu Karadeniz bölgesinde Kıpçakların varlığı da çok eski tarihlere dayanmaktadır. Gürcü vakanüvisleri daha İskender zamanında yani M.Ö. 4. asırda Kür

3

İbrahim Tellioğlu, Kimmerleri Türklerle akrabalığı olan kavimler arasında saymaktadır (2004: 14-22).

13

Nehri boyunda Bunturki ve Kıpçak isminde iki Türk kavminin gelip yerleştiğine dair rivayetler nakletmişlerdir (Kırzıoğlu, 1992: 82).

Doğu Karadeniz bölgesi ve bu bağlamda Rize’de ilkçağlardan itibaren ortaya çıkan

Türk varlığı5

bölgenin bir Türk yurdu olması sürecini başlatmış ve bu süreç 1461 yılında Trabzon’un Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedilmesi ile yeni bir boyut kazanmıştır.

“Trabzon’un fethedilmesiyle birlikte bölgede birtakım idarî ve askerî düzenlemeler yapılmıştır. Bu düzenlemeler esnasında bugünkü Rize vilayetinin sınırları içerisinde bulunan topraklar Rize, Atina (Pazar) ve Lazmağal olmak üzere üç nahiyeye ayrılmıştır. Rize’ye kadı tayin edilmek suretiyle kaza haline getirilmiştir. Ayrıca bölge halkının büyük çoğunluğu Rumeli’ye sürgün edilirken, dışarıdan da pek çok aile sürgün yoluyla veya gönüllü olarak Rumların boşalttığı topraklara yerleştirilmiştir. Bu esnada Çepni ailelerinden, Arnavutlar başta olmak üzere Kosova, Siroz, Yenişehir, Kalkandelen gibi Balkan şehirlerinden (Bilgin, 1997: 30), Amasya, Çorum, Tokat ve Sivas’tan, 1466 yılında Karaman Beyliği’nin ortadan kaldırılmasıyla Maraş, Elbistan ve Karaman’dan getirilen ailelerin bir kısmı Rize ve çevresine yerleştirilerek kendilerine tımar verilmiştir (Karpuz, 1993: 11).

“XVI. yüzyılda Trabzon sancağına bağlı kazalardan biri olan Rize, XVII. yüzyılda da idari olarak bu bağlılığını sürdürmüştür” (Güler, 2007: 42). Bu yüzyıllarda savaş bölgelerinin dışında ve uzağında kalmış bölgede önemli bir karışıklık olmamıştır (Ak, 2011: 112). Ancak XVIII. Yüzyıla gelindiğinde ayanlık sistemine bağlı olarak gerek hükümete başkaldıran, gerekse yaptıkları eşkıyalıklarla bölge halkının huzur ve güvenliğini bozan bazı zümreler ortaya çıkmıştır. Bu zümreler tarafından çıkarılan birçok isyan Osmanlı Devleti’nin bölgedeki otoritesini sarsmıştır (Sarıkaya 2000: 14). “Bu isyanlar içerisinde Osmanlı Devleti’ni en uzun süre uğraştıranı, XIX. yüzyılda yaklaşık 20 yıl süren Tuzcuoğlulları isyanıdır” (Güven, 1998: 15). Hopa doğumlu olan Tuzcuoğlu Memiş Ağa, ticaret ve tarımla uğraşmanın yanı sıra çevresinde büyük nüfuz sahibi olan birisidir. Ruslarla yapılan bir savaşta yararlılıklar gösterdiği için Batum Sancağı’na bey olarak atanmıştır ama bir süre sonra Trabzon valisiyle arasında çıkan anlaşmazlıktan dolayı padişah tarafından hakkında ölüm fermanı imzalanmıştır. Bunun üzerine Memiş Ağa, çevresindeki halkı ayaklandırır. İsyan Osmanlı Devleti tarafından güçlükle de olsa bastırılmış ve Memiş Ağa idam ettirilmiştir (İlimiz Rize, t. y. : 17).

14

“XIX. yüzyılın sonlarına gelindiğinde Osmanlı idarî teşkilatında birtakım düzenlemeler yapılmıştır” (Pehlevan, 2008: 10). Bu amaçla çıkarılan 1867 tarihli Vilayet Nizamnâmesi’yle livalar sancaklara, sancaklar da kaza denilen idarî birimlere ayrılmıştır. Nizamnâmneyle birlikte Trabzon eyaleti, Trabzon Merkez, Canik, Gümüşhane ve Lazistan sancaklarından oluşan bir vilayet durumuna getirilmiş, Rize kazası da Trabzon Merkez Sancağı’na bağlanmıştır (Ak 2011: 140-147).

1914 yılında başlayan I. Dünya Savaşı sırasında işgal edilen illerimizden birisi olan Rize, savaşın ilk aylarında Ruslar tarafından bombalanmış, 1916 yılında işgal edilmiş ve iki yıl işgal altında kalmıştır. 1917 yılında Rusya’da Bolşevik İhtilâli çıkınca Ruslar bütün cephelerden çekilmek zorunda kalmışlar, bunun sonucunda Rize de 2 Mart 1918’de Rus işgalinden kurtulmuştur. Ancak Rus ordusunun Rize’den çekilmesi sırasında orduda bulunan Ermeniler, Rize’deki Orta Camii ile Rize çarşısını ateşe vermişlerdir (Çakar, 1994: 440)

Kurtuluş Savaşı kazanılıp Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra yurt genelinde bir takım idari düzenlemeler yapılmıştır. Bu düzenlemeler kapsamında 20 Nisan 1924 tarihli bir kanunla Sancak teşkilatları kaldırılmış, yerine vilayetler kurulmuştur. Bu arada Rize’nin merkezi olduğu Lazistan Sancağı da kaldırılmış, Rize Vilayeti adı altında yeni bir vilayet kurulmuştur. Rize Vilayeti, Lazistan Sancağı’nda olduğu gibi yine Atina ve Hopa kazalarını da içine alıyordu. Bu durum 1933 yılına kadar sürdü. 1933 yılında çıkarılan bir kanunla Rize ile Artvin, Çoruh Vilayeti adı altında birleştirildi. Böylece vilayetin sınırları daha da genişlemiştir (Ak, 2011: 207).

2 Ocak 1936 tarihinde yürürlüğe giren bir kanunla, Erzurum’un Yusufeli ilçesi, Rize’nin Pazar ilçesinden sonraki arazi parseli, ilçe ve bucakları alınmak suretiyle bugünkü Artvin ili, Çoruh adıyla vilayet haline getirilmiştir. Böylece Rize tek ilçesi olan Pazar ile birlikte il olarak varlığını devam ettirmiştir (Eren, 2006: 328).

Günümüzde ise Rize ilinin Merkez, İyidere, Kalkandere, İkizdere, Güneysu, Çayeli, Pazar, Hemşin, Çamlıhemşin, Ardeşen, Fındıklı ve Derepazarı olmak üzere 12 ilçesi bulunmaktadır.

1. 2. Yerleşim Yerinin Coğrafi ve İklimsel Özellikleri

Fiziki coğrafya açısından Rize yöresi ile ilgili olarak çok az çalışma yapılmıştır. Bunların da yarıya yakını Doğu Karadeniz bölümünü içine alan sahanın tamamı ile ilgili

15

olup içlerinde Rize yöresine de ayrıca değinilmiştir. Bir kısmının tarihleri de oldukça eski olan bu çalışmalar içerisinde jeomorfoloji ile ilgili olanlar çoğunlukta olup bu bilim dalı içinde de Doğu Karadeniz dağlarının üzerinde yer alan buzul (glasiyasyon) şekillerinin incelendiği çalışmalar başta gelmektedir. Beşeri coğrafya alanında yapılan çalışmalar ise esas olarak nüfus, yerleşme ve ekonomik faaliyetleri kapsamaktadır. Ekonomik faaliyetler içersinde de turizm başta gelmekte, bunu yetiştirilen ürünler ile ulaşım problemleri konusu

takip etmektedir6. (Yılmaz, 2006: 649).

Hem fiziki hem beşeri coğrafya çalışmaları açısından oldukça ihmal edilmeiş olan Rize ili “Doğu Karadeniz bölgesinin en yüksek kesiminde, 40° 21‘ ve 41° 25‘ doğu boylamları ile 40° 33‘ ve 41° 20‘ kuzey enlemleri arasında kalır. Yüzölçümü 3.920 km² olan il, Türkiye topraklarının % 0.5’ini kaplar” (Yurt Ansiklopedisi, 1983: 6341).

“İl toprakları, doğudan Artvin’in Arhavi, batıdan Trabzon’un Of, güneyden Artvin’in Yusufeli ve Erzurum’un İspir ilçeleri, kuzeyden de Karadeniz ile çevrilidir” (Yurt Ansiklopedisi, 1983: 6341).

Ana hatları ile Rize’nin jeolojik özelliklerini şu şekilde özetleyebiliriz:

Doğu Karadeniz dağlık sistemine dâhil olan Rize arazisi, esas itibariyle paleozoik (I zaman) bir temel üzerinde ve Kretase’de (III. Zaman ara devresi) başlayan büyük orojenezle (Dağ oluşumu) yüzeye çıkmış Granodiorit ve Kertase flişlerinden ibaret olmakla birlikte, yer yer Neojen depolarına da rastlanılan bir özelliğe sahiptir. Bütün kıyı kesimi yüzeyde bulunan üst Kretase serisi volkanik örtü ve tüflerin fazlalığı ile dikkat çeker. Örneğin Çayeli-Pazar arasındaki tünellerin deniz tarafını oluşturan falezler, andezitlerle ophiolitlerin teşkil ettiği kaba greler ve bunlarla karışık olarak bulunan ince konglomera banklarından oluşmuştur. Kıyıya yakın yamaçlarda ise Kretase sedimanları yaygın olmakla beraber, bu sedimanların üzeri yer yer Eosen fliş serileri tarafından örtülmüştür. Vadi boylarında bu örtülerin altında yer yer alfore olmuş trakit, andezi ve bazalt sütunlarına rastlanır. Yüksek dağlık kesimde ise daha çok mağmatik elemanlar hâkim durumdadır. Aflore olan granit, andezit ve bazalt kütleleri yüksekliği 3000 m’yi aşan her yerde hâkim durumdadır. Yörede alüvyonlara, büyük akarsu vadilerinin denizden itibaren en çok 10 km’ye kadar olan kesimlerinde rastlanır (Rize, 1998: 12).

Doğu Karadeniz bölgesinin doğu kesiminde Fener Burnu’nun doğusunda mahfuz bir kıyı şeridine kurulmuş olan Rize’nin merkez mahalleleri, değişik yükseltilerin yamaçlarında yer almaktadır. Hemen arka kısımda dağlar yükselmeye başladığı için şehir

16

dar bir kıyı şeridi üzerinde genişlemiştir; ama esas tarihi doku Fener Burnu’ndan doğuya doğru Kale, Çarşı mahallelerini içine almakta ve İslam Paşa mahallesine kadar uzanmaktadır (Karpuz, 1993: 4).

Rize ilinin bulunduğu bölge Türkiye’nin en yüksek dağlarına sahiptir. Denize paralel olarak uzanan ve toplam yüzölçümünün % 78’ini oluşturan Rize dağları doğuda Kafkas Dağları ile birleşerek kapalı bir havza oluştururlar. Buna rağmen il topraklarının % 92’si tarıma elverişli topraklardır. (Karpuz 1993: 4; Yurt Ansiklopedisi, 1983: 6341).

İlde, akarsuların Karadeniz’e döküldüğü kesimlerde bulunan küçük ovacıkların dışında ovalık alan yoktur denilebilir. Bölgede eğimin yüksek olması nedeniyle kısa ama bol sulu, hızlı ve düzensiz akan pek çok akarsu vardır. İl toprakları kıyıdan başlayarak güneye doğru birden yükselir. Kimi yerlerde dağlar Karadeniz’e dik olarak inmektedir. Kıyıdan 10-15 km güneyde, yükselti 400-500 metreye ulaşır. Daha güneyde ise (30-40 km) dağların yükseltileri 2.500-3.000 metreyi de aşar. Bu dağların kuzey yamaçlarında buzul oluşumları göze çarpar. Bu yüksek dağlar ilin sınırında duvar gibi yükselir. İlin güneyini kaplayan bu yüksek dağlar arasında ekonomik bakımdan önem taşıyan yaylalar vardır. Platoların il içindeki payı % 21’dir. Güneydeki yüksek dağlardan doğan irili ufaklı birçok akarsu, il topraklarında vadiler açmıştır. Bu vadilerin yamaçlarında yetişmiş sık ormanlarda kızılağaç, kestane, gürgen, kayın, meşe ve ladin gibi ağaçlar egemendir (Yurt Ansiklopedisi, 1983: 6341).

Bitki Örtüsü

Bol yağış alan ve dengeli bir sıcaklık rejimine sahip olan Rize sık ve gür bir tabii bitki örtüsüne sahiptir.

Kıyıdan yaklaşık 750 m yüksekliğe kadar olan saha geniş yapraklı kıyı ormanları ile kaplıdır. Bu sahada yer yer iğne yapraklıların da bazı sırtlar boyunca aşağılara sarktığı görülür. Gür ve sık bir orman formasyonu ile aynı zamanda zengin bir orman altı formasyonundan oluşan bu yükseklik basamağı “Kelşik Flora” adıyla da tanınmaktadır. Bu basamağın hakim türü sakallı kızılağaç (Alnus Barbata) olup diğer türler kayın, kestane, ıhlamur türleri, gürgen, karaağaç türleri, yabani Trabzon hurması, yabani karayemiş, yabani kiraz, defne, çınar, tesbih ağacı, meşe, dişdubak, ve şimşirdir. Bunlardan sakallı kızılağaç ve yabani karayemiş, akarsu vadileri boyunca orman üst sınırına kadar çıkar. Bu basamağın orman altı bitki örtüsü de çok zengindir. Hakim tür; yörede “Kumar” adıyla bilinen ve yakacak odun olarak istihsal edilen orman gülü (Rhododendron) olup, sayılamayacak kadar çok otsu ve odunsu bitki türü, orman gülü ile orman altı bitki örtüsünü oluşturur. Bu yükseklik basamağı aynı zamanda kültür bitkilerinin de yayılış alanıdır.

17

Yaklaşık olarak 800-1400 m yükseklikler arasındaki kuşak karışık orman kuşağıdır. Bu katın yaygın türlerini geniş yapraklılardan sakallı kızılağaç, kayın, kestane, gürgen ile iğne yapraklılardan ladin ve çam oluşturur.

Yüksekliğin daha da artmasıyla yavaş yavaş iğne yapraklı türler hâkim duruma geçer. 1500 m’den sonra iğne yapraklıların hâkimiyeti kesinleşir. Hâkim tür doğu ladini (Picea Orientallis) olup orman üst sınırına yaklaştıkça Kafkas köknarı da yaygın bir şekilde görülür. Orman altı bitki örtüsü bu kuşakta da değişmez.

Rize’de ormanlar yaklaşık olarak 2000-2200m yüksekliklerde sona erer ve yerini alp çayırlarına bırakır. Turuncu ve beyaz renkli küçük dağ zambakları ile papatyalar gibi çeşitli türlerin de yer aldığı bu sahada, çayırların yanında lekeler halinde yer yer kısa boylu, orman gülü çalılıkları da yer almaktadır. Yaylacılık faaliyetlerine sahne olan bu sahada yakacak ihtiyacını karşılamak amacıyla tahrip edilen orman gülü çalılıkları gün geçtikçe azalmaktadır (Rize, 1998: 18-19).

Dağlar

Başta da söylediğimiz gibi Rize ili topraklarının çoğunluğu dağlık olan bir bölgemizdir. Rize’de dağlar kıyıya koşut olarak uzanır ve bu dağlar Doğu Karadeniz kıyı dağlarının devamıdır. Bu dağların yükseltileri il alanında, batıya göre bir hayli artar. Doğu Karadeniz kıyı dağları il alanı içinde kuzeydoğu yönünde bir yay çizer ve daha kütlesel bir sıradağ görünümü alır. Batıdan doğuya yükselti artar. Bu dağlarla deniz arasında kalan alan yüksek bir yayla görünümündedir. İl topraklarının büyük bölümünü kaplayan bu dağ sıraları arasında 3. 737 metre yükselti ile en ünlülerinden birisi Kaçkar Dağı’dır. Doğu Karadeniz dağlarının devamı olan Kaçkar Dağı, Karadeniz bölgesinin en yüksek, Türkiye’nin ise 4. Yüksek dağıdır (Yurt Ansiklopedisi, 1983:6341-6342).

Platolar

Büyük kısmı dağlık bir araziden oluşan Rize ilinde birçok yayla vardır. Bu yaylalar ilin güneyini boydan boya çevreleyen dik ve yalçın dağ sıraları ile daha kuzeydeki ormanlar arasındaki geniş alanları kaplamaktadır. İl topraklarının yer şekillerine göre dağılımında % 21’li payla dağlardan sonra ikinci sırada yer alan platoların ortalama yükseltisi 1.500 metre dolaylarındadır. Geniş çayır ve otlaklara sahip olduğu için ekonomik etkinlikler bakımından çok büyük öneme sahip olan yaylaların yaz dönemlerinde nüfusu oldukça artmaktadır. Rize’deki en önemli yaylalar: İkizdere’deki Varda, Gölyayla, Cimil, Ovit; Çayeli’ndeki Hazende; Pazar’daki Ambarlı, Cahperik, Kito, Cürmanuman, Karap; Çamlıhemşin’deki Kale, Varoş, Elevit, Trovit, Palovit, Çiçekli,

18

Ayder, Başhemşin, Çermişk, Salinov, Dahter ve Kavran yaylalarıdır (Yurt Ansiklopedisi, 1983: 6342).

Akarsular

Rize ilinde güneydeki dağlardan kaynaklanan ve kuzeye doğru akıp kısa sürede Karadeniz’e kavuşan çok sayıda akarsu vardır. Bu akarsuların başlıcaları şunlardır:

İyidere (İkizdere)

Doğu Karadeniz dağlarının yükseltisi 2300-3000 metreyi aşan kesimlerinden doğan İyidere, Yeralma yakınlarından Cimil Deresi ile birleşip kuzeydoğuya döner. Rüzgarlı yakınlarında doğudan Karadere’yi de alarak Rize’nin 15 km kadar batısında Kaleli yakınlarında Karadeniz’e dökülür. İyidere’nin bir başka kolu olan Çamlık deresi de Cimil’in 20 km kadar batısındaki Aygır Deresi’nden doğar ve Cimil deresi ile birleşerek

Belgede Rize ili Halkbilim monografisi (sayfa 39-65)