• Sonuç bulunamadı

Koca Uçaği Yaptunuz Da…

Belgede Rize ili Halkbilim monografisi (sayfa 106-122)

İKİNCİ BÖLÜM 2. SÖZLÜ KÜLTÜR ÜRÜNLERİ

2.1.1.74. Koca Uçaği Yaptunuz Da…

Bir hemşerimiz elbise kılıfına koyduğu ceketini hostese uzatıyor: "Al ha buni gardiroba as" diyor. Hostes, "Uçakta öyle bir sistem yok, lütfen ceketinizi başınızın üstündeki el bagajlarının konulduğu yere koyar mısınız?" deyince, hemşerimiz soruyor: "Koskoca uçaği yapmaği bildunuz da da bi gardirop yapamadunuz mi?" (Kar, 2014: 228).

2.1.1.75. Değerlendirme

Türk kültürünün oluşumunda ve gelişiminde çok büyük bir yere sahip olan sözlü kültür ürünleri içerisinde en yaygın olarak kullanılan türlerden birisi olan fıkralar, sadece eğlenme amaçlı anlatılan bir tür değil; aynı zamanda kültürün genetik kodlarını taşıyan, halkın hayata, devlet yönetimine, toplumsal kurumlara, dine, din adamlarına ve bireyler arası ilişkilere bakış açısını, hayat algısını yansıtan ve geçmişte yaşadıklarını hikâyeleştiren önemli bir türdür. Bu bağlamda fıkraları incelerken bu kodları ve bakış açısını yakalamakta fıkraları ona göre değerlendirmekte fayda vardır. Rize ilinden derlenmiş fıkralar da bu açıdan son derece zengin materyal sunmaktadır.

Rize ili fıkraları, Dursun Yıldırım’ın Bektaşi fıkralarını incelerken kullandığı tahlil yöntemi esas alınarak şu şekilde tasnif edilebilir:

a). Rize fıkralarının mevzuları, tasnif ve tahlili

Tahir Ağa ile Tatari Hasan adlı fıkrada bu iki fıkra kahramanı birbiriyle hasımdır ve köylerinde asla yan yana bile gelmemektedir. Ancak bu iki hasım kişi başka bir köye giderken yolda anlaşırlar ve orada birlikte horon oynarlar. Bu da gösteriyor ki birincisi yöre halkı birbiriyle çeşitli sebeplerle hasım olsa da aradaki bağları tamamen koparmamakta; her şeye rağmen bir horon etrafında birleşebilmektedir. İkincisi ise kendi yaşadıkları yerden başka bir yere gittiklerinde, bu yan köy bile olsa, bütün kırgınlıkları unutup orada birlik ve beraberlik içerisinde olabilmektedirler.

78

Ziraat Teknisyeni adlı fıkrada halk, ziraat teknisyeninin bilgisi ile alay etmektedir. Bu fıkra aslında halkın kendi geleneksel bilgisine, okumuş teknisyenlerin bilgisinden daha çok güvendiğini göstermektedir. Bu kanının oluşmasında geçmişte yaşanmış olayların ve tecrübelerin de etkili olduğu muhakkaktır. Halk diplomalı, okumuş gibi tabirler kullandığı teknisyenlerin bilgisine çok da itibar etmemekte, kendi geleneksel bilgisine daha çok güvenmektedir. Bu durum zamanla yaygınlık kazanmış olacak ki bir fıkraya da konu olabilmiş.

Akıllı Memet adlı fıkrada, köye değirmen taşı indirmeye çalışırken Mehmet'in kafası kopuyor ve köylü, Mehmet'in kafası var mıydı, yok muydu? diye karısına sormaya gidiyor. Bu fıkranın motif olarak hemen hemen aynısı Akdeniz bölgesinde, çok yaygın bir fıkra tipi olan Karakayalı fıkra tipi için de anlatılmaktadır. Karakayalı köye taş yuvarlarken kafasını kopartır ve karısına sorarlar: "Senin kocanın kafası var mıydı diye? O da sakalı töm töm ediyordu ama başı da var mıydı bilmem"(KK: 173) der. Görüldüğü gibi yöreler değişse de fıkralardaki mizah mantığı ve kültürel doku değişmemektedir.

"Ormancıya Oyun" fıkrasında ormancılar, köylü tarafından pek de hoşlanılmayan tipler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu durum Anadolu'nun diğer bölgelerinde anlatılan fıkralarda da karşımıza çıkmaktadır. Örneğin; kaymakam olan oğluna "Oğlum az daha okusaydın da kaymakam olacağına ormancı olsaydın" diyen annenin fıkrası değişik varyantları ile hemen her bölgemizde anlatılmaktadır. Bu fıkrada da ormancıların köylü tarafından pek sevilmeyen, istenmeyen tipler olarak karşımıza çıkması bize Rize halkının da hem ormancılar ile yaşadıklarının hem de ormancılara bakış açılarının diğer yöre insanlarından çok da farklı olmadığını göstermektedir.

"Tuz Ekme fıkrası" da Anadolu'nun diğer coğrafyalarında da bilinen bir fıkranın varyantıdır. Mersin Silifke ilçesinde aynı fıkra çok küçük değişikliklerle anlatılmaktadır. O fıkrada da tarlaya tuz eken köylü tuzun çıkmadığını görünce şehirliye danışır. Şehirli de sinek yiyordur sizin tuzları der. O da tuzu beklerken kardeşinin alnına konan sineği vurur ve gururla "Bi sizden bi bizden" der. Görüldüğü gibi fıkranın temel güldürme sistematiği ve motif yapısı hemen hemen aynıdır. Bu fıkraların özünde köylü ile şehirli arasındaki kim daha zeki, kim daha saf yarışı da vardır. Bu fıkrada şehirliler köylüleri kandırmaktadır; ancak aynı mihvaldeki "Yağ Kurutma" fıkrasında köylü tipi şehirli tipini yağ eritme

79

konusunda kandırarak köylülerin daha zeki olduğunu gösterir ve bir anlamda intikamını da alır.

Türk fıkra geleneğinde birbiri ile aralarında çekişme olan zümreler, köyler veya şehirler hakkında bir gruba mensup olanların diğer grup hakkında anlattıkları kendilerini daha üstün, onları ise daha aşağı gösteren fıkralar oldukça çoktur. "Dutğe"liler fıkrası bu fıkra türüne örnek gösterilebilecek bir fıkradır. Ayrıca Dutğeliler Dursun Yıldırım'ın (1999: 24-32) yaptığı fıkra tipleri tasnifinde yer alan zümre fıkra tipine yöreden örnek olarak gösterilebilecek fıkralardan birisidir. Aynı mihvalde "Lazların Beyni" adlı fıkra da zümre fıkra tiplerine örnek gösterilebilir. Fıkrada Lazların ya çok anlayışsız olduğuna ya da zeki olanların tam zeki olduğuna bir gönderme yapılmakta; toplumun Lazlar hakkındaki yargısı yansıtılmaktadır. Of'un düşman işgalinden kurtuluşunun konu edildiği "Kurtuluş Günü" adlı fıkrada Rizelilerin, Oflulara bakış açılarının ip uçlarını bulabilmekteyiz. Burada Rusların Oflulardan kurtuldukları için kutlama yapmalarının mizahi bir dille anlatılması Rizelilerin Oflulara nasıl baktıklarını yansıtmaktadır.

Trabzon ile Rize illeri arasında geçmişten günümüze siyasi, sosyal ve ekonomik sebeplerle tatlı bir rekabet ve çekişme olduğu yöre halkı tarafından sürekli anlatılan bir durumdur. Bu çekişmeden dolayı iki ilin halkının birbiri hakkında anlattığı pek çok fıkra vardır. Bu fıkralarda, fıkrayı anlatan ilin halkı diğer ilin halkından kendini daha üstün gösteren bir tutum sergilerler. "Trabzon'un Kurtuluşu" fıkrasında da Rizelilerin, Trabzonlulara bakış açısını yansıtan bir durum vardır. Aslında fıkrada Trabzonluların, Rumlarla savaşmadığı, onlardan kaçtığı mizahi bir dille anlatılmaktadır. Aynı şekilde "Rizeli İmamlarla Trabzonlu İmamların Maçı" fıkrası ile "Rizeli ile Trabzonlu Öbür Dünyada" adlı fıkralar da bu iki il arasındaki çekişmeyi ve rekabeti yansıtan fıkralardır. Burada sorgulanması gereken bu anlatılanların doğru mu yanlış mı olduğu değil; iki yöre insanının birbirine nasıl baktığı, mizah dilini kullanarak kendini nasıl üstün çıkardığı, siyasi, sosyal ve ekonomik alandaki rekabetlerini nasıl edebi sahaya taşıdıklarıdır.

Karadeniz insanının kendine has bir zekâ işleyişi ve buna bağlı olarak hazır cevaplığı vardır. Burada hem saf, basit bir düşüncenin izlerini hem de hayatla dalgasını da geçen derin bir felsefi bakışın izlerini görebiliriz. "Güneşe Çıkan Oflular" fıkrası bu kıvrak zekânın ve ince felsefi düşüncenin dışa vurulduğu bir fıkradır. Güneşe nasıl çıkacaksınız?

80

sorusuna "Akşam çıkacağız, sıcakta güneşe mi çıkılır" cevabı iki düşünceyi barındırmaktadır. Birincisi ve görüneni gündüz hava sıcak olduğu için tırmanmak zordur; ancak gece serinliğinde iyi yol alınır. İkincisi de gündüz çok yukarda olan güneş, akşam ufuk çizgisine iner yani yere iner, bu da güneşe ulaşımı kolaylaştırır. Burada aslında halkın, kozmoloji bilgisinin ipuçları da yatmaktadır.

Türk fıkra geleneğinde en ciddi konularda bile ince bir üslupla kırıcı, alay edici olmadan mizah yapılabilmektedir. İnsanların en hassas gösterdiği konulardan birisi olan din ve din adamları konusunda fıkra geleneğimizde birçok fıkra yer almaktadır. Bu konuda Bektaşi, Oflu Hoca gibi fıkra tipleri dini konuları ve din adamlarını mizahi bir üslupla ele alan ve zaman zaman toplumun eleştirilerine sözcülük eden fıkra tipleridir. Oflu Hoca'nın mekânı olan Of ilçesinin Rize iline çok yakın olması sebebi ile ilde Oflu Hoca ile ilgili pek çok fıkra anlatılmaktadır. Zeytin fıkrasının bir varyantı da Bektaşi fıkra geleneği içerisinde anlatılmaktadır. "Bektaşi'nin biri hiç zeytin ağacını görmemiş. Birgün zeytin ağacı olan bir memlekete gelmiş ve üzerinde zeytin bulunan bir ağacın yanına gelerek bir zeytin koparmış. Yemek için ağzına almış ki çok acı. O zaman Bektaşî: 'Hey Allahım, bunu Kur'an'da medhedmişsin ya, tadına bakmamışsın' demiş"(Yıldırım, 1999: 80). Görüldüğü gibi aslında Bektaşî ile Oflu Hoca'nın dini konulara bakış açısı arasında çok bir fark yoktur. Fıkraların toplumun düşünce dünyasının bir yansıması olduğunu düşünürsek Oflu Hoca'yı yaratan Karadeniz insanı ile Bektaşî tipini yaratan insanlarımızın bakış açılarının birbirine benzer olduğunu, aynı kültürel kodları taşıdığını söyleyebiliriz. Burada Oflu Hoca'nın olayı Bektaşî ile aynı üslupla değerlendirmesinin altında Doğu Karadeniz bölgesinin geçmişinde yoğun bir Alevi-Çepni kültürünün varlığının etkisi olduğunu da söyleyebiliriz. Halk görünüş itibari ile Sünnileşmiş olsa da Alevi-Bektaşi geleneğinin düşünce dünyası hala etkisini göstermektedir. Fıkrada Oflu Hoca'nın zeytini Kur'an okumasına rağmen henüz onun nasıl bir meyve olduğunu bilmemesi ve yerken komik bir duruma düşmesi gülme konusundaki "durum komiğine" de örnek verilebilecek bir durumdur. Giriş kısmında bahsettiğimiz gibi fıkralarda güldürü ya söz, ya hareket ya da durum komiği ile sağlanır. Bu fıkrada durum komiği en iyi şekliyle temsil edilmektedir. "Paraşüt" fıkrasında da Türk fıkra geleneğinin dini konulara nasıl mizahi bir açıdan yaklaşabildiğini görmekteyiz. Temel'in iniş esnasında Dursun'a "Ula Tursun, ha o karinun adı neydi?" diye Meryem Ana'nın adını sorması Bektaşi tipine uygun bir bakış açısını yansıtmaktadır. Ayrıca fıkra söz komiğine de güzel bir örnektir.

81

"Lazla Yahudi" fıkrasında Ramazan ayında su içen Yahudiye imrenerek "Ula hemşerim dininin kıymetini bil" diyen Lazın, Ramazana bakış açısı ile "Bir Ye De Bin Şükret" fıkrasında Ramazanda karpuz yediğini gördüğü karpuzcunun Yahudi olduğunu öğrenince "Yaaa. Eh öyleyse, bir ye de bin şükreyle"(Yıldırım, 1999: 139) diyen Bektaşî'nin bakış açısı arasında hiçbir fark yoktur.

"Hocanın Canı Kadayıf Çekerse" adlı fıkrada en nihayetinde insan olan hocaların da diğer insanlar gibi güzel yemeklerden, tatlılardan yemek istediği ve bunu belirtmek için bazen dini törenleri de kullanabildiğini görebilmekteyiz. Anadolu'nun değişik yerlerinde bu olayın benzerlerini anlatan birçok fıkra mevcuttur.

Toplumun dini konulardaki düşüncelerini ve eleştirilerini dile getirdiği fıkra türlerinden birisi de kahramanı sahte hocalar olan fıkralardır. Türkiye'nin hemen her yerinde sahte hocalarla ilgili birçok fıkra anlatılır. Rize ilinde de bu tür fıkralara çokça rastlanır. "Sahte İmam" fıkrası da bu gelenekten gelen bir fıkradır. "99 İşlemem 100 İşlerim" adlı fıkra da kahramanı sahtekar, uyanık hoca tipi olan bir fıkradır. Aslında bu fıkralardan halkın hocalara saygı duymasına rağmen içlerinden kötü işler yapanları da tasvip etmediğini, eleştirdiğini ve bunu edebi bir tür olan fıkra ile yaptığını görebiliriz.

"Hoca Olmak İsteyen Adam" fıkrasında aslında hoca olmayan; ama koyun alma karşılığında köylüyü kandırarak hocalık yapan kişi ile buna koyunların yarısını alma karşılığında göz yuman müftünün durumu mizahi bir şekilde eleştirilerek anlatılmaktadır. Bu da yöre insanının rüşvete karşı tepkisini, bunu din adamları bile yapsa hoş karşılamayacağını anlatıyor.

"Kuma" fıkrasında eski karısı ile yeni karısı arasında rekabetten dolayı sıkıntı çeken Rizelinin durumu meşhur Silifke Yöresi Türküsü Ham Çökelek'teki Ger Ali'nin durumunu çağrıştırmaktadır. O da büyük karısı ile küçük karısı arasındaki çekişmeden bîzar olmuş birisidir. Buradan coğrafyalar farklı olsa da Türk kadınının kuma konusunda her yerde aynı tepkiyi verdiğini söyleyebiliriz. Her ne kadar büyük kadın, üstüne gelen kumayı kabullense de içten içe rekabet ve huzursuzluk devam etmektedir.

Karadeniz, özellikle de Doğu Karadeniz bölgesinde yerleşim vadi tabanlı olduğu için köyler karşılıklı yamaçlara kurulmuştur. Birbirine bağırarak sesin duyurulabileceği

82

kadar çok yakın gibi gözüken bu köyler, aralarındaki yolların engebeli, dar ve çok virajlı olması sebebiyle aslında birbirine ulaşımın pek de kolay olmadığı yerlerdir. Hatta bazı yerlerde bir evden bir eve ulaşım bile çok zordur. Onun için özellikle ulaşım araçlarının ve yolların günümüzdeki kadar gelişmediği dönemlerde köylüler birbirlerine bağırarak iletişim kurma yolunu kullanmışlardır. Bu fıkrada, ölüm olayının karşı köye bağırma yoluyla duyurulması da bu dönemlerin izini taşımaktadır. Görüldüğü gibi fıkra aslında halkın günlük hayatından ve hayat şartlarından kopuk değil; aksine bu yaşam şartlarının izlerini taşıyan bir fıkradır. Aynı şekilde Rizelilerin yaşam şartlarını ve gerçeklerini yansıtan fıkralardan birisi de "Ayı Döven Kadınlar" fıkrasıdır. Bu fıkrada dikkat çeken iki husus vardır. Birincisi fıkrada ayının insanlara yaklaşması son derece normal bir olay olarak karşılanmakta ve hiç yadırganmamaktadır. Bu da Rize insanının yaşam şartlarından kaynaklanan bir durumdur. İlin coğrafi yapısı gereği Rize'nin dağlık köylerinde yaşayan birisi için bir ayı ile karşılaşmak, arılarını veya bahçesini korumak için ayı ile mücadele etmek son derece doğal bir olaydır. Bu fıkrada da fıkranın şaşırtıcı yanı ayının insanlarla yan yana gelmesi değil; kadınların ayıyı dövmüş olmasıdır. Bu da ekonomik zorluklar sebebiyle erkekleri gurbete gittiği için evin her işini üstlenen, hem anne hem baba olan Karadeniz kadının cesaretini ve gücünü gösteren bir örnektir.

Türk kültür geleneğinde misafire çok büyük önem verilir ve onun en iyi şekilde ağırlanması için insanlar elinden gelen her şeyi yapar. Misafirini layığı ile ağırlamayanlar ayıplanır. Misafirin bereketi arttırdığı, misafirin kısmetiyle birlikte geldiği gibi birçok inanç vardır. Anadolu'da misafirini iyi ağırlamayanlar ayıplanır. "Misafir Sevmeyen Kadın" fıkrasındaki kadın tipi, Türklerin misafirle ilgili inanç ve geleneklerine uymayan bir tiptir; onun için de fıkranın sonunda cehenneme giderek cezalandırılmıştır. Masal, efsane, fıkra gibi sözlü kültür ürünlerinde adetlere, geleneklere aykırı davrananların cezalandırılması çokça görülen bir durumdur. Bu fıkrada da misafiri sevmeyerek geleneklere ters davranan kadın cehennemle cezalandırılmıştır. Tanrı misafiri kavramı Türk kültür coğrafyasının her yerinde olan ve büyük saygı duyulan bir gelenektir. Örneğin Kazak Türkü için misafir karşılama ve onu evinde ağırlama hayati önem taşır. Bu nedenle Tanrı misafiri olarak eve gelen yabancının güler yüzle karşılanması gerekir; çünkü Kazak kültüründe eve gelen her misafire saygı ve hürmet göstermek Kazak Türkünün başta gelen görevlerinden biridir (Argunbayev, 1996: 86).

83

Türkler gibi hem konar göçer bir hayat sürdüğü için hem hayvanlarla uğraşan, hem doğa şartları ile uğraşan hem de bir taraftan tarım yapan toplumlarda pratik zeka çok önemlidir; çünkü kişi karşısına çıkan soruna o an, orada çözüm bulmak zorundadır, durup uzun uzun düşünmeye zamanı yoktur. Çok hızlı olan hayat şartları buna el vermez. Bundan dolayı Türk toplumu içerisinde sorunlara hemen çözüm bulan pratik zekâlı insanlar sevilir ve sayılır. "Koyun Alma" fıkrasında da iki kişinin pratik zekâlarını yarıştırdığı görülmektedir. Birinci kişinin imkânsız koyun isteğine karşı ikinci kişi de imkansız günü teklif etmiş böylece onu alt etmeyi başarmıştır.

İnsanlar daha önce görmedikleri bir şeyle karşılaştıklarında şaşırırlar ve bazen de komik duruma düşerler. Bu durum zamanla fıkralara da konu olmuştur. "İlk Defa Küvet Gören İspirli" fıkrası bu durumu anlatan bir fıkradır. İspirli daha önce hiç küvet görmemiştir, ilk defa gördüğünde şaşırır ve komik bir duruma düşer. Fıkra aynı zamanda durum komedisine güzel bir örnektir.

Görmüş geçirmiş diye tabir edilen büyüklerin sözlerini dinlemek, onlardan nasihat almak, tecrübelerinden faydalanmak Türk örf ve adetlerinde olan çok önemli bir husustur. Bu yönden sözlü kültürümüzde büyük sözü dinlemeyi nasihat eden pek çok atasözü ve deyim vardır. "Büyük Sözü Dinlemek" adlı fıkrada da büyüklerin nasihatlerini dikkate almayan bir kadının başından geçen olay anlatılmaktadır. Kadının, çevrede yaşayanların tecrübelerine değer vermediği, sözünü dinlemediği için başına kötü olaylar gelmiştir. Bu fıkradan, bazı fıkraların, halka nasihat vermek, gelenek göreneklerini; örf adetlerini hatırlatmak gibi bir işlev de üstlendiğini görüyoruz.

Türk halk inanışları içerisinde muska ve muska yazdırmakla ilgili pek çok inanış ve uygulama bulunmaktadır Turgay Kabak (2011)'ın yapmış olduğu halk inanışları konulu yüksek lisans tezinde Türk halkı arasında muska ile ilgili inanış ve uygulamaların çok yaygın olduğu; muskanın iyi işler için yapılabildiği gibi kötülük içinde yapılabildiği; genel olarak halkın muskaya inandığı görülmektedir. Halkın muskaya olan inancı bazen sahte hocaların ve kötü niyetli kişilerin bu inancı kullanmasına yol açmakta bu da komik durumların ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. "Muska ile Evlilik" fıkrası da böyle bir durumu yansıtmaktadır.

84

Giriş kısmında Pertev Naili Boratav (1978: 86)'dan da aktardığımız gibi fıkraların en büyük özelliklerinden birisi veciz sözlerin sona saklanmasıdır. "Direksiyonu mu Bırakayım Telefonu mu?" fıkrasında da Temel'in fıkranın sonunda söylediği "Direksiyonu mu bırakayım telefonu mu?" sözü fıkraların bu özelliğini çok iyi yansıtmaktadır.

"Karadeniz'den Adam Çıkar mı?" fıkrası "… adam çıkmak/çıkmaz" deyiminin yanlış anlaşılması sonucu ortaya çıkan ve söz komiğini yansıtan bir fıkradır. Bu fıkrada Temel " Bakacam diyor Karadeniz'den adam çıkacak mı?" diyerek söz komiği ile yoluyla güldürmektedir.

"99 İşlemem 100 İşlerim" adlı fıkra ile Nasreddin Hoca'nın "Hoca ve Tüccar" adı ile bilinen fıkrası karşılaştırılabilir. Nasreddin Hoca, hergün sabah kalkıp Allah'a "Allah'ım bana bin altın ver, dokuz yüz doksan dokuz olsa kabul etmem" diye dua eder ve Hoca'yı, bu duayı duyan komşusu tüccar birgün bacadan bir kese altın atarak işletir. Daha sonra hocadan altınlarını isteyen tüccar, Hoca'nın altınları vermeyeceğini anlayınca mahkemelik olurlar ve kadı huzuruna çıkarlar. Olaylar bu şekilde devam edip gider ve kadının tüccarı haksız bulup huzurundan kovmasıyla mahkeme biter (Özkan, 1999: 73-75). Görüldüğü gibi bizim Rize ilinden derlediğimiz fıkra ile Tataristan ve Türkmenistan'dan derlenen Nasreddin Hoca fıkralarının Türkiye Türkçesine aktarılarak yayınlandığı "Ependi Şorta Sözler Yomaklar (Nasreddin Hoca Fıkraları)" (1999: 73-75) adlı eserde yer alan "Nasreddin Hoca ile Tüccar" adlı fıkra aynı motif ve tip yapısına sahiptir.

Fıkra kahramanları genelde insanlardır; ancak kahramanı insan dışı varlıklar veya cin, peri gibi doğaüstü varlıklar olan fıkralar da vardır. "Horozun Hikâyesi", kahramanı hayvan olan bir fıkralara; "Cinle İkizdereli" fıkrası ise kahramanı doğaüstü bir varlık (Cin) olan fıkralara bir örnektir.

Türkçe başlığı "Adam ve At" olan Hemşin yöresinde konuşulan Lazca ile anlatılmış olan Martn u Tsin isimli fıkranın metin dokusuna bakıldığındda Türk fıkra geleneğiyle uyumlu olduğu görülecektir. Öncelikle Türk fıkralarında P. Naili'nin de belirttiği gibi nükte/veciz söz sondadır (1978: 86). Bu fıkranın da can alıcı sözü ve gülmeyi sağlayan nüktesi son cümlesidir (Güldürmek için ata benimki seninkinden büyük demesi, ağlatmak için de göstermesi). Burada hem söz komiği (benimki seninkinden büyük demesi) hem de hareket komiği (atın, bir insanın kendisinden daha büyük bir alete sahip olduğunu görmesi

85

karşısında uğradığı şok hali) vardır ve bu iki komik durum da son cümleye saklanmıştır. Bu durum bahsi geçen fıkranın Türk fıkra geleneği içerisinde oluştuğunu göstermektedir.

Türkçe ismi "Küpü mü Kıralım Öküzü mü Keselim?" olan Kupe ta Godrik Açare ta Mortik adlı fıkrada iki kişinin, kafası küpe sıkışan bir öküzü nasıl kurtarabilecekleri konusunda ortaya attıkları fikirleri ve yaptıkları işleri anlatan bir fıkradır. Bu fıkranın benzer versiyonu Türkiye'nin değişik bölgelerinde Temel fıkrası olarak anlatılmakta; hatta ulusal basında bile yer almaktadır. O fıkra şu şekildedir:

Köyde ineğin biri, su içmek için kafasını küpün içine sokmuş. Ama sonra kafasını çıkaramamış. Köylü ne yapsak ne etsek derken Temel oradan geçiyormuş. Demiş ki:

Belgede Rize ili Halkbilim monografisi (sayfa 106-122)