• Sonuç bulunamadı

1.2. Yönetsel Etik ve Kamusal Etik Kavramı

1.2.2. Yönetsel Etiğin Felsefi Boyutları

Yönetsel etik konusunda yaşanan bütün belirsizliklerin ortadan kaldırılması ve yönetsel anlamda uygulanacak etik bir anlayışın oluşması, yönetsel anlamda içselleştirilecek bir takım değerlerin özünün anlaşılmasına bağlı olduğu görülmektedir. Bu değerlerin tüm kamu çalışanlarının kafalarında karışıklık yaratmayacak kadar açık belirlenmesi gerekmektedir. Bunun için yönetsel eylemlere yön veren anlayışların tam olarak incelenmesi gerekmektedir. Genel olarak yönetsel etiğin içinde çatışan değerler iki ana grupta toplanmaktadır. Bunlar teleolojik ve deontolojik yaklaşımdır.

1.2.2.1. Teleolojik Yaklaşım

Sonuçsalcılık olarak adlandırılan bu anlayışa göre, bir eylemi iyi ya da kötü yapan kendisi değil sonuçlarıdır. Ele alınan eylem tek başına iyi ve kötü olarak tanımlanamaz. Eğer eylemin sonucu yarar sağlıyor ise süreç içinde bazı kötü şeyler hoş görülebilir olmaktadır (Berkman ve Arslan, 2009: 34). Teleolojik yaklaşım, olayların sebep ve sonuçlarını inceleyerek ahlâki olarak doğru veya yanlış olup olmadığını değerlendirir. Esas hareket noktası, kararların sonuçlarının yani bireyler tarafından gerçekleştirilen kararların sonuçlarının iyiliği ve kötülüğü, yani meydana gelen veya gelmesi beklenen sonuçların kıyaslanmasıdır (Pops, 2001: 195). Diğer bir anlatımla, bir kimsenin son derece iyi niyetli olabilmekle ya da yüksek ahlâki ilkelere uyabilmek, ödevin sesini dinleyebilmekle birlikte, ahlâki eylemin sonucunun kişiye ve eylemden zarar veren kötü ve olumsuz bir sonuç olması durumunda, bir eylemin

ahlâki bakımdan kesinlikle yanlış olacağını ve bundan dolayı sonucun daha önce geldiğini savunan yaklaşımdır (Kılavuz, 2003: 61). Bu görüşü besleyen iki dayanak noktası vardır. Bunlar “egoizm” ve “faydacı” yaklaşımlarıdır.

Egoizm kavramından insanların ilk aklına gelen, egoist insanın bencil, düşüncesiz, acımasız, karaktersiz, zalim, ne pahasına olursa olsun kendi yararı peşinde koşan, sürekli kendine veya sadece kendi sonuçlarına bakan kişiler olduğudur (Baier, 2000: 197). Bu tanımlama kabul edilebilir ise de, kamusal açıdan düşünüldüğünde anlatılmak istenen farklıdır. Yönetsel açıdan egoizm daha mantıklı düşünmeye ve kişisel faydayı en iyi şekilde artıracak yolların ne olduğunu açıklamaya çalışır. Bu görüşün temeli olan Machevelli’ye göre neyin yapılması gerektiğini anlamak değil, neyin yapıldığını anlamak gereklidir. Ahlâki olarak doğru olan şey her zaman amaca uygundur ve amaca uygun olan şeyde ahlâki olarak doğrudur (Arnhart, 2004: 149). Egoizmi kamu yararını sağlamaya dayandıran Adem Smith’e göre, kişisel iyiyi artıracak her girişim, yasalarla ve kişisel ahlâki değerlerle engellenmediği sürece başkalarının da iyiliğinedir ve aynı zamanda kamusal yararı artırmanın en iyi yoludur. Buna “Görünmez el” kuramı denmektedir (Baier, 2000: 200). Bu kurama göre, piyasa mekanizmasının özgürce işlediği bir toplumda, bireyler kişisel çıkarlarını gerçekleştirmeye çalışarak, istese bile yapamayacağı bir şekilde toplumsal kalkınmaya yardımcı olacaktır. Genel olarak düşünüldüğü zaman bireylerin kişisel amaçlarını gerçekleştirmeleri sonucunda toplamda genel bir kalkınma olacaktır. Bu sebeple, devletin mümkün olduğunca ekonomik müdahalelerden uzak durması ve düzenleyici rolünü çıkar oyunlarına, dolayısıyla piyasaya bırakmalıdır (Corcuff; 2008: 38-39). Burada anlatılmak istenen, aklını kullanan bireyin yine kendi çıkarı için, bir takım düzenleyici kurallara ihtiyaç duyacağıdır. Böylece sonuç olarak ahlâki eylem, bireyin insancıl bir amaç için güç ve nüfuza ilgi duymasından, bireyin daha yüksek bir otoritenin kurallarına boyun eğmesine, çoğunluğun mutluluğunun ahlâkın ve yaşamanın temeli olduğu görüşüne doğru yönelme göstermektedir (Kılavuz, 2003: 61).

Bu görüşü destekleyen faydacılık yaklaşımına göre ise, ahlâklı olmanın anlamı en çok sayıda insan için en iyi olanı yapmayı gerektirmektedir. Herkesin anlaması gereken esas kural, ahlâki olmanın gerektirdiği en çok sayıdaki insana faydalı olanı yapmak olduğudur (Pops, 2001: 196). Bu anlayışa göre faydacılık “biz” kavramını gerektirmektedir. Buna göre, bizim hareketlerimizin sonuçları birçok insanı farklı yollardan etkilemektedir ve faydacılık yaklaşımına göre doğru hareket, bir hareketten etkilenenlerin tümü için en yüksek faydayı sağlayacak olandır (Goodin, 2000: 245). Bu durum özellikle çıkarlar arasındaki dengenin kim tarafından kurulacağını düşünmeyi gerektirmektedir. Teleolojik görüşün bir diğer temeli olan Bentham’ın görüşüne göre, her birey her zaman kendi mutluluğu olduğuna inandığı şeyin peşindedir. Bu nedenle, yasa koyucunun işi kamu ve özel çıkarlar arasında uyumu sağlamaktır. Örneğin, suç hukukunun varlığı, kişinin hırsızlık gibi bir suç işlemesini önleyerek, kamu yararını sağlamaktadır, ancak bireyin yararına değildir. Burada hukuk, iki farklı çıkar algılamasını çakıştırarak, yerindelik kazanmaktadır. (Russell, 2001:367).

Farenkena’ya göre faydacı görüşün üç türü vardır. İlk olarak, “Eylem Faydacılığı”, genel olarak veya en azından uygulanabilir olan şeyin, kişinin, neyin doğru ya da yükümlülük olduğuna, doğrudan, yarar ilkesine başvurarak söylemesi olduğunu ya da diğer bir deyişle, kişiye uygun olan eylemlerden hangisinin, evrende kötüye kıyasla en büyük oranda iyiyi üreteceğini ya da üretmesinin muhtemel olduğunu anlamaya çalışarak söylemesidir, İkinci olarak, “Genel Faydacılık”, bir şeyi yapmak, birisi için bir durumda doğruysa, o zaman o şeyi yapmak aynı durumda ki herkes için doğrudur. Son olarak “kural faydacılığı”, ahlâkta kuralların merkeziliğine önem verir ve her zaman olmasa bile genel olarak belli bir durumda ne yapacağımıza, söz konusu durumda hangi eylemin en iyi sonucu vereceğini düşünmekten çok, doğruyu söyleme gibi bir kurala başvurarak karar vermemiz gerektiğini savunur. Yani soru, en büyük yararı hangi eylem değil, hangi kural sağlar sorusudur (Frenkena, 2007: 73-80).

1.2.2.2. Deontolojik Yaklaşım

Teleolojik etiğin karşısında yer alan deontolojik etik ise, sonuçtan ziyade doğru eylem problemi üzerine yoğunlaşır ve ahlâki bir eylemin doğruluğu ya da yanlışlığının, eylemin sonuçlarından bağımsız olarak, onun bir takım ahlâki ödev ya da eylem kurallarını yerine getirip getirmemesi tarafından belirlendiğini öne sürmektedir. Ahlâk konusunda eylemin sonuçtan ziyade, eylemin temelindeki niyet, ilke ve gerçekleştirdiği ödevin önemli olduğunu öne süren deontolojik etik anlayışı, insanın akıllı ve sorumlu bir varlık olarak yerine getirmek durumunda olduğu birtakım ödevleri bulunduğu düşüncesinden hareketle, ahlâkın temeline ödevi yerleştirir (Cevizci, 2008: 16). Deontolojik etiği tam olarak anlayabilmek için Kant’ın görüşlerinin anlaşılması gerekmektedir. Kant ahlâksal olanı temel olarak “iyi niyet” kavramına yerleştirmiştir. Kant’ın görüşüne göre; dünyada, dünyanın dışında bile iyi bir istemden başka kayıtsız şartsız iyi sayılabilecek hiçbir şey düşünülemez. İyi isteme, etkilerinden ve başardıklarından değil, yalnızca isteme olarak, yani kendi başına iyidir (Kant, 2002: 8-9). Buradan çıkacak sonuç, sonuçları bakımından olumsuz veya amaçlanana ulaşmada başarısız bile olsa, iyi istemin kendi başına ahlâksal olarak doğru olduğudur. Bu görüşe göre, sonuçlar ahlâksal yükümlülüklerin belirleyicisi olamaz. Daha açık olarak, ahlâken doğru olan ödevden doğan eylemlerin yapılmasıdır. Kant ödev ve iyi niyet kavramlarını birbirinin tamamlayıcısı olarak kullanmaktadır. Onun görüşüne göre ne tesadüfen yapılan ve iyi sonuçlar getiren bir eylem, ne de belli amaçlara ulaşmak için yapılacak eylemler tek başlarına ahlâki sayılamaz. Kant’a göre, heyecan ve tutkularda bir ılımlılık, kendine hâkim olma ve soğukkanlı düşünüp taşınma yalnız iyi olmakla kalmaz, aynı zamanda kişinin iç değerinin bir kısmını da oluştururlar. Fakat iyi istem olmadan bu değerler başkaları için tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Örneğin bir katilin soğukkanlı ve mantıklı düşünebilmesi gibi kendi için iyi, diğerleri için kötü sonuçlar yaratabilmektedir (Kant, 2002: 9).

Bunun yanında, deontolojik etik Agapizm ve Ahlâki Kültürel Relativizm teorilerinden oluşmaktadır. Ahlâki ve kültürel relativizm teorisinin temeli, toplam

iyiyi artırmaya kullanışlı eylemi seçme özgürlüğüne dayanır. Relativizm doğrudan ahlâkı relativizm ve dolaylı ahlâki relativizmden oluşmaktadır. Doğrudan ahlâki relativizme göre, eğer C kültüründen bir kişi, C kültürüne ait insanların çoğunluğunca doğru ve zorunlu olduğuna inandığı bir eylemde bulunuyorsa, o eylem doğrudur. Dolaylı ahlâki relativizm göre ise, eğer R herhangi bir doğrudan ahlâk kuralı olarak öneriliyorsa ve insanların çoğunluğu R’nin doğrudan bir ahlâk kuralı olduğuna inanıyorsa, o zaman R doğrudan ahlâk kuralıdır (Chandler, 2001: 186). Bu yaklaşıma göre, çoğunluğun kabul ettiği değerlerin doğru olduğu anlaşılmaktadır ama bu teorinin eksikliği de bu noktadır. Kültür içindeki ahlâki çatışmalara önem verilmemiştir. Kültür içindeki alt kültürlerin, dış faktörlerden bağımsız olarak kendi içinde oluşturdukları ahlâki değerleri, tarihsel açıdan değerlendirilmemiştir (Chandler, 2001: 186). Üçüncü olarak Agapizm teorisine göre, doğrunun tek kaynağı vardır, o da sevgidir. Eğer herhangi biri sevgi üzerinden eylemde bulunuyorsa, sonuçları ne olursa olsun, o eylem doğrudur. Eğer herhangi biri sevgiden doğan ve dünyada olan sevgiyi arttıracak bir eylemde bulunursa, eylemi doğrudur. Buna doğrudan agapizm denir. Eğer herhangi biri, dünyadaki sevgi oranını artıracağı umulan, doğrudan ahlâk kural R’ye göre hareket etmişse, o zaman R doğrudan ahlâk kuralıdır. Buna Dolaylı Agapizm denir (Chandler, 2001: 188). Sonuç olarak Deontoloji yaklaşımı, doğrunun iyiye dayalı olmadığına inanır ve iyinin doğrudan önce geldiği görüşünü reddeder. Gerçekte iyi olanı yapmakla, doğru olanı yapmak arasındaki ilişki belirgin değildir (Davis, 2000: 208).