• Sonuç bulunamadı

Devlet ve Halk Arasındaki Güven Sorunu

Kamu örgütleri içinde tutum ve davranışları belirleyen kural ve düzenlemeler kadar, bireysel özelliklerinde önemi büyüktür Kamu yönetim

3.2. Türkiye’de Etik Dışı Davranışların Sebepler

3.2.7. Devlet ve Halk Arasındaki Güven Sorunu

Güven kavramı, insanların hayatlarını devam ettirmelerinde birbirlerine olan bağlıkları sağlamlaştırdığı kadar, tersi durumda toplumun genel bir güvensizlik ortamına sürüklenmesi devlete olan güvensizliği artırmaktadır. Halkın devlete olan güveninin azalmasının en önemli nedeni olarak, seçilmiş siyasetçilerin, atanmış kamu görevlilerinin ve vatandaşların kendi çıkarlarını düşündüğüne ve ülkedeki sisteminde buna imkân sağladığına olan inancın yayılmasıdır. Bu nedenle, bütün anayasal sistemlerde kurumlar arasındaki ve kurumlar ile halk arasındaki ilişkilerde güven yeterli görülmemekte ve kurallar ile bu boşluk doldurulmaya çalışılmaktadır (Ateş, 2004: 358-361). Bu noktada kamu çalışanları için etik kavramı, keyfi kamu gücü kullanımının engellenmesi, kamuoyuna çıkarlarının korunduğu hakkında güven vermesi, etkili mal ve hizmet üretimi sağlanması, bireylerin özerk ve etik bilinçle gerçekleştirdikleri eylemlerinin yönetimde olumlu sonuçlar doğuracağına olan inanca dayanmaktadır (Demirkasımoğlu, 2009: 748).

Uygulamada ise güven kavramını azaltan birçok durumla karşı karşıya gelinmektedir. İyi hükümet dürüst ve güvenilir insanlara ihtiyaç duymaktadır. İnsanlar dürüst ve güvenilir olması gerçekleşmedikçe, yönetim ve siyasi kurumlar birçok sorunla karşılaşmaktadır. Diğer yandan, kamu görevlileri halkın tümünün sahip olduğu haklara sahiptirler ve kamu görevlilerini halkın kölesi olarak görmek doğru bir yaklaşım değildir. Kamu görevlilerinin sahip olduğu haklar, yeterli bir gelir için çalışma hakkı, iş güvenliği ve işte ilerleme olarak sıralanmaktadır. Ancak birçok kamu kurumunun yetersiz ücret, yüksek iş değiştirme oranı ve iş geliştirme imkânlarının düşük olması bilinen bir gerçektir (Öztürk, 1998a: 87). Kamu yönetiminde, işgörenlerin tatmininin, sadakatinin ve işe bağlılığının sağlanmasında iyi bir ücret düzeyi önemli bir etkendir. Bununla birlikte, kişisel isteklere bağlı olarak, ücreti yetersiz olsa bile toplumsal anlamda saygı duyulan ve üst düzey statü tatmini getiren konumlar tercih edilebilmektedir (Uzun, 2003: 396). Bürokrasi içindeki mevcut personelin siyasi kaygılarla değiştirilmesi sonucunda, bu görüş işlerliliğini yitirmektedir. Aynı zamanda kamu içindeki nitelikli personel ücretlerin yetersizliğinden ve daha istikrarlı bir iş hayatı istemelerinden ötürü özel sektörü tercih etmektedirler. Bu durumun bir diğer sonucu olarak devletin özel sektör karşısında güç kaybetmesi gözlemlenmektedir. Bunun sonucunda gelişen bozulma ve rüşvetin ekonomik sonuçları önemsiz olarak değerlendirilse bile, bu bozulmalar siyasal meşruluğu temelden sarsmaktadır. Bozulmalar demokrasiyi olumsuz etkilemekte ve hükümetten şüphe duyulmasına sebep olmaktadır (Öztürk, 2001: 3).

Güven duygusunu azaltan yozlaşmalar ve yolsuzluklar kadar, siyasi partilere olan güvensizlikte son derece önemlidir. Türkiye Cumhuriyeti çok partili bir siyasal sisteme sahiptir. Siyasi partilerin en önemli işlevlerinden biri, toplumdaki dağınık düşünce, görüş ve eğilimlere açıklık kazandırmaktır. Ayrıca seçimlerde aday göstererek, seçmenin seçime katılmasına destek olurlar ve iktidarın kullanılmasında katılımı sağlarlar. Bu özellikleri sayesinde, toplumda bir taban oluşturabilmek için halkı temel sorunlar hakkında aydınlatırlar ve eğitirler. Bu sayede, siyasal sosyalleşme sonucu toplumdaki siyasal kültürü geliştirirler (Teziç, 2006: 332-334). Bununla birlikte, partilerin seçim öncesinde seçmenlere sundukları programların,

seçim sonrasında halkın gözünde pek fazla anlam taşımadığı da görülmektedir (Gül ve Arslan, 2005: 156-157).

Güvensizliğin bir diğer nedeni de, halkın devletine yabancılaşmasıdır. Özellikle demokratik kültürün yerleşmemesi ve devletin modernleşmenin etkisiyle toplum mühendisliğine soyunması sonucunda, halkın ve devletin gündemlerinin, öncelik ve değerlerinin farklılaşması gözlemlenmektedir. Sonuçta devlet ve halk arasında olması gereken doğal sevgi ve güven ilişkisi olumsuz yönde gelişmektedir. Bu durum, yöneten ve yönetilen arasında duyarlılığı yok etmekte, halkın yaşadığı sıkıntı ve acıların yöneticiler tarafından hissedilmemesini doğurmakta, halkın algılanmayan sorunlarının artmasına rağmen yönetici grubun bu sorunu çözme yönündeki irade ve duyarlılığını azaltmaktadır (Ateş, 2004: 377).

Güven sorununun doğmasındaki diğer bir neden ise, siyasal ahlâk sorunudur. Siyaset kavramı, kimin, neyi, ne zaman, nasıl alacağına veya almayacağına ilişkin kararlar bütünüdür. Dolayısıyla siyaset kavramı çıkar çatışmaları ile doludur. Bu sebeple, insanların hayatlarını etkileyecek karar alımları, siyasi otoritenin kaynağı (tanrısal, liderden gelen veya halktan gelen), iktidarın meşruluğu konularındaki anlayış farklılıklarına göre, siyaset ve ahlâk arasındaki ilişkide temel olacak ilkeler net olarak belirlenememektedir. Diğer yandan, bilim adamlarının ve aydınlarında bu konuda gerektiği gibi bir incelemede bulunmadıkları görülmektedir (Alkan, 1993: 24-29).

Diğer bir yandan, etik ilkelerle güven sorunu azaltılmak isteniyorsa, kamu etiği ve meslek etikleri ayrımına dikkat etmek gerekmektedir. Kamu yöneticiliği ve işletme yöneticiliği farklı ilkelere dayanmaktadır. Ayrıca devlet organları, güvenlik konusundan belediye hizmetlerine kadar geniş bir alanda faaliyettedir ve alandaki hizmetlere yönelik değerlendirme ve gereksinimler süreç içindeki şartlara göre azalıp artan bir yapıdadır. Bu durum aynı zamanda kamu yönetimi içindeki meslekleri çeşitlendirmektedir (Birinci, 2009: 153). Bu durumda, kamu ve özel sektör arasındaki ortaklıkların giderek artması etik konusunu da etkilemektedir. Özel

sektörün kendine has değerleri olan girişimcilik, yenilikçilik, müşteri odaklılık, karlılık, sürdürülebilirlik, kendini geliştirmek gibi değerlere dikkat edilmelidir. Kamu yönetiminde reform konusu da bu ilkelerin kamu içinde yayılmasını hedeflemektedir (Bicer, 2009: 696-697). Diğer yandan, kamu yönetiminin idare hukuku ve siyaset bilimi ile olan kimlik çatışması, küreselleşme ile birlikte işletme yönetimi ile yaşanan çatışmaya kaymaktadır. İşletme yönetiminin amaçları kamu yönetimi amaçlarıyla özdeşleşmektedir. Yeni kamu yönetimi anlayışlarıyla verimlilik ve etkenlik amaç olmakta ve kamu yararı bunun önünde bir engel olarak algılanmaktadır (Şahin, 2007: 49). Bu görüş özellikle son yıllarda kamu kesimini etkileyen özel sektör temelli değerlere dikkat edilmesi gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır. Özellikle ekonomik şartların bozulduğu durumlarda kamu yararının önemi daha da artmaktadır. Bir şirketin işten çıkartmalarla sağladığı tasarruf geniş bir bakış açısıyla, bireyin yoksullaşmasıyla beraber tüm toplumu etkilemektedir. İşsizlik gelir dağılımındaki eşitsizliği, şiddet ve fırsat eşitsizliği ve yönetsel ve kültürel gerilemelere sebep olmaktadır. Ekonomik kriz döneminde emeğin yani insanın bir masraf kalemi olarak algılanması yozlaşmayı ve niteliksiz bir kamusal yaşamı doğurmaktadır( Oktar ve Turan; 2009: 980). Sonuç olarak toplumun yararı konu olduğunda, kamu yararının sağlanması etik ilkelerle hareket eden bir kamu yönetimine bağlı olmaktadır. Devlet ve halk arasındaki güvenin geliştirilmesinin de bu durumun sağlanmasına bağlı olduğu unutulmamalıdır.