• Sonuç bulunamadı

Mezopotamya ve Mısır Medeniyetleri’nde Etik Anlayışı

2. DÜNYADA ETİK ANLAYIŞIN GELİŞİMİ ve TÜRK KAMU YÖNETMİ İÇİNDE ETİK ANLAYIŞIN GELİŞİMİ

2.1. Dünya’da Etik Anlayışın Gelişim

2.1.2. Mezopotamya ve Mısır Medeniyetleri’nde Etik Anlayışı

Antik Yunan Medeniyeti’nin dışında farklı topraklarda varlığından söz edilebilecek etik uygulamalar da vardır. Fakat bu uygulamalarının tümünün temeli, insan aklından çok daha üstün olduğuna inanılan ve o dönemde bu şekilde kabul edilen ilahi bir güce dayanmaktadır.

Mezopamya’da yasal metinler ve kurallar toprak ve insanların kontrolü için devlet ve dinsel gücün birlikteliğine dayanan monarşik bir tapınak devlet yapısını yansıtmaktadır. Bölgesel sınırlar vatandaşların birliğini sağlamakta, şehirlerde birbirinden farklı tanrılara ait tapınaklar bulunmaktadır. Bununla birlikte, her şehir devletinin kendi baş tanrısı vardır ve topraklar ona aittir. Kral, baş tanrının ona gönderdiği varsayılan kurallara uygun olarak, ama her örnek olayda, mevcut sosyal etik ve uygulamaları açıkça yansıtan bir anlayışla yönetmektedir. Tapınakların işlevi adil bir yönetim sağlamaktır. İlahi olan kurallardaki bozulma tanrıya karşı işlenmiş suç olarak yorumlanmaktadır. Davalar tapınak kapısında yargılanır fakat karşıt görüşler ve tanıklar, tanrı adına yemin ettikten sonra, o dava tapınağın kapalı kapıları ardında devam ederdi (Larue, 2000: 30). Bu durum, Yunan şehir devletlerinde olduğu gibi, adaletin, toplumun huzurunun ve benzeri alanlardaki istikrarın tanrısal yasalara dayandığını göstermektedir.

Mezopotamya’da kanun kurallarının en ünlüsü, Hammurabi Kanunları’dır. O, şeytani ve kötü olanı tasfiye etmek ve adaleti sağlayarak toplumun refahını yükseltmek için ilahi bir görevli olarak görülmektedir. Adalet, temel olarak ekonomik adalete dayanıyordu ve birçok yasa mülkiyet sorunlarının çözümüne yönelik olup, davalar iş uygulamaları ve sözleşmeleri ile ilgiliydi. Adalet etkisiz değildi, toplum ile aile içinde ayrım yapılırdı. Aristokrasi üyesine yapılan kişisel zarar göze göz dişe diş çözülürdü. Özgür adamlar ve köleler arasındaki davalarda para cezası yeterli olmakla birlikte, kölelere verilen zararlar, efendisine bir mülkünün uğradığı zarar karşılığı olarak ödenirdi. Aile hukukunda öncelik babaya tanınırdı.

Eğer bir aristokrat ekonomik zorlukla karşılaşırsa, karısı ve çocuklarını dört yıl için köle olarak satabilirdi. Aristokrat olan nişanlı bir kıza tecavüz, tecavüzcünün ölümü ile sonuçlanırdı. Sadakatsizlikle suçlanan kadınlar, nehir tanrısının suçluluğunu veya masumiyetini kanıtlaması için nehre atılırdı. Bununla birlikte, yalan yere yapılan suçlamalarda, bunu yapanın cezası ölümdü. Diğer yandan, dikkatsizlik ve ihmal içeren davranışlarda ya para cezası uygulanır ya da kişinin gözleri oyulup, elleri kesilirdi (Laure, 1993: 32-33). Bu kurallar kendi çağlarında adaletin temelini oluşturduğu görülmektedir. Verilen cezaların ağırlığına göre seçkin olan sınıf daha ayrıcalıklıdır ve aynı zamanda bu sınıfa karşı işlenen suçların cezası genellikle ölümdür. Daha alt tabakalar için ise cezaların ağırlığına göre para cezaları uygulanmaktadır. Modern hukuk kurallarındaki adalet anlayışıyla örtüşmese de, bu kuralların belli bir sınıfı için ahlâki sayıldığı görülmektedir.

Benzer bir dönemde bir diğer etik kurallar Antik Mısır’da da görülmektedir. Mısır etiğinin kalbi Ma’at’tır. Ma’at kelime olarak, tanrıların kurduğu ve firavunun garanti ettiği adalet, denge, kural, düzen, gerçek, doğru davranışı ifade etmektedir. Beşinci hanedanlıktan (M.Ö. 2450-2300) itibaren devlet işleri ma’at rahibleri olarak bilinen ve firavunun atadığı devlet görevlilerince yerine getirilirdi. Ma’at hakkında açıklayıcı bir yasa bulunmazken, ortaya çıkan genel görüşe göre, ahlâki davranışların ve yargının sağlanmasında temel değer olarak alınırdı. Açıkça görüldüğü gibi, ma’at’a dayanan düzenlemeler olmalıydı ve bu zaman zaman firavunların fermanlarıyla artan düzenlemelere dayanmaktaydı. Gerçekler ve adalet belirsiz kavramlar değildi ve yaşıyor ve konuşuluyordu. Yani mahkemelerin işleyişi ve kararlarının temelini ma’at oluşturuyordu. Sosyal hayatın temeli babanın önderliğinde, eşler ve çocuklardan oluşan ailelere dayanıyordu ve anne ile babaya karşı gelmeye yönelik yapılan davranışlar desteklenmiyordu. Mülkler aile içinde soydan soya geçerdi. Anne öldüğü zaman, baba konumunu kaybeder ve mülkler üzerindeki hâkimiyet kız çocuğa geçerdi. Bunun için akraba evlilikleri, baba ve kız, kardeşler arası evlilikler normal karşılanırdı. Şüphesiz bu evlilikler tamamen mülklerin korunması için yapılıyorsa da, bu konuda cinselliğin konu olduğu tartışmalar bulunmaktadır. Yazıtlarda sıkça bahsedilen kardeş-eş kavramı, bazı

akraba evlilikleri için gerçek aşkı ve kardeşler arasındaki bağlılığı yansıtmaktadır. Mısır tanrıları arasındaki evliliklerde bu türdendir. Mısır etiğinin bazı bölümleri yaşamdan sonrası ile ilgilidir. Antik çağda yaşayan diğer hiçbir kültürde ölümü yenme ve sonsuz yaşamı kazanma ile ilgili bu kadar kararlı bir çaba yoktur. Etik bir yargılama sağlanması için bedenler büyü kullanılarak korunurdu. Bu konuda,“Ölüler Kitabı” yaşamdan sonraki yargılamaya ait bölümler içermektedir. Bu durum göstermektedir ki, kabul edilen sosyal değerlere olan bağlılığın temelinin, ölümden sonraki yaşamdaki yargılanma korkusu olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte Mısır Etiği’ni farklı kılan diğer bir yön ise, hayvanların kutsal sayılması ve tanrıların çeşitli hayvanlarla tasvir edilmesidir. Onlara göre, insan tanrılar ve hayvanlardan ayrı bir varlıktır (Laure, 1993: 33-35).

Birbirine paralel gelişen bu uygarlıkların, sosyal hayatın devamını sağlayan konularda uyguladıkları kurallarda modern etik anlayışından bahsetmek olanaklı gözükmese de, sonuç olarak dönemlerinin toplumsal değerlerini yansıtan ve buna uygun bir etik anlayışından bahsetmek yerinde olacaktır. Daha doğrusu, bu dönemlerde etik ve ahlâk kavramının eş anlamlı olduğu görülmektedir. Bu dönemlerde ahlâk kavramı akıl yerine, anaç temeline dayanmaktadır. Bu dönemlerde etik ve ahlâk aynı anlama sahiptir. Antik çağlardan sonraki dönemler ise, toplumsal, siyasi ve ekonomik hayattaki uygulanacak ilkelerin belirlenmesinde etkili olan temel gücün din olduğu görülmektedir.