• Sonuç bulunamadı

4. YENİ KAMU YÖNETİMİ ÖTESİ: YÖNETİŞİM POLİTİĞİ

4.4. Yönetişimin Aktörleri

Çok boyutluluğu kabul edilen yönetişim yaklaşımı aynı zamanda yönetimi birden fazla aktörle paylaşmaktadır. Kavramsal olarak da birlikte yönetmek, ortak yönetmek anlamlarına gelen yönetişim, tek başına egemen olan devletin yönetimdeki işlevlerini ve görevlerini; piyasa, sivil toplum ve halk arasında dağıtmaktadır. Böylece halkın yönetime gerçek anlamda katılımı hedeflenmektedir. Yönetişim modelinde devlet, özel sektörün yürütebileceği hizmetleri yerine getirmekten vazgeçip, kural koyucu pozisyonuna geçmiştir.

4.4.1. Devlet

Yönetim tartışmalarının eksenindeki konulardan birisi de devletin rolünün yeniden tanımlanmasıdır. 1990’lı yıllarda yaşanan değişim süreci içinde, ulus-devletin uluslararası düzeyde alınan kararları uygulamasının zorunluluk hâline geldiği ve yeni varlık nedeninin uluslararası ağ sistemleri içinde, bu kararları güvence altına almak olduğu ifade edilmektedir. Yönetişim kuramcılarına göre, devleti diğer faktörlerden ayıran en önemli şey devletin “kanun yapma” işlevidir. Buna göre devlet otoritesini diğer kurumlarla paylaşabilir bir konuma gelmiş olsa da “hukuk”un ana kaynağı olarak, küreselleşme sürecinde de önemini koruyacaktır. Yeni modelde “devlet”e; sivil toplum ve sermaye kesimi için yeterli koşulları oluşturan ya da koşulların yaratılmasını kolaylaştıran bir “katalizör” rolü yüklenmektedir. Yani devlet “hizmet yüklenici” değil “düzenleyici” olarak konumlandırılmaktadır. Bu konumda devlet; devlet-piyasa-sivil toplum üçlüsünde “eşitler arasında birinci” durumdadır (Güzelsarı, 2003:21-23).

Yönetişim yaklaşımında serbest piyasa ekonomisi modelinde bir değişim öngörülmemekle birlikte, mevcut piyasaların gerçekten de rekabetçi olup olmadığı sorgulanmakta ve “eksik rekabet” durumunda rekabetin sağlanması için devlete etkin önlemler alma görevi yüklenmektedir (Kalfa ve Ataay, 2008:232). Buna göre bu yeni yönetim modelinde devletin görev ve yetkilerinin bir kısmını yerel, bölgesel, ulus üstü ve sınırlar arası aktör ve kurumlarla paylaşması öngörülmektedir (Jessop, 2005:321).

Yönetişim modeli, ideal yönetime ulaşabilmesi için devlete birçok özellik yüklemektedir. Bunlar şu şekilde sıralanabilir (www.canaktan.org/ İdeal Devlet ve İyi Yönetişim için İlkeler):

 Devlet sosyal uzlaşmaya dayalı bir kurum olmalıdır (Sözleşme devleti).

 Devlet sosyal sözleşmeye dayalı bir kurum olmalıdır (Anayasal devlet).

 Devletin sahip olduğu güç ve yetikler tek bir elde toplanmamalı; yasama, yürütme ve yargı organları arasında dağıtılmalıdır (Kuvvetler ayrılığı).

 Devletin sahip olduğu güç ve yetkiler merkezde toplanmamalı, bir kısım güç, yetki, görev ve fonksiyonlar yerel yönetimlere ve diğer devlet birimlerine aktarılmalıdır (Desantralize devlet).

 Devletin sahip olduğu siyasi güç ve yetkilerin çerçevesi ve sınırları mutlaka devlet anayasası içinde belirlenmelidir (Hukuk devleti).

 Devletin sahip olduğu “ekonomik” güç, yetki, görev ve fonksiyonlarının çerçevesi ve sınırları mutlaka devlet anayasası içerisinde belirlenmelidir (Sınırlı devlet).

 Devlet halk egemenliğine dayalı bir kurum olmalıdır (Demokratik devlet).

 Devletin piyasa ekonomisinin işleyişine ve fiyat mekanizmalarına gerekli durumlarda çok sınırlı düzeyde müdahalede bulunmalıdır (Katalizör devlet).

 Devlet özel teşebbüslerin daha iyi ve etkin sunabilecekleri rol ve hizmet üretimini bir kenara bırakmalı, bunun yerine piyasa ekonomisinde oyunun kurallarını koymalıdır (Hakem devlet).

 Devlet yönetiminde açıklık/şeffaflık sağlanmalıdır (Şeffaf devlet).

 Devletin varlık sebebi bireylerin hak ve özgürlüklerinin korunmasıdır (Bireyci ve özgürlükçü devlet).

 Devlet dinsel kurallara bağlı olarak değil, bireylerin özgür düşünceleri ile oluşturdukları hukuk kuralları ile yönetilmelidir (Tarafsız laik devlet).

 Devlet insanlar arasında cinsiyet, ırk, din, dil, etnik köken farkı gözetmeyen bir kurum olmalıdır (Çoğulcu (plüralist) devlet).

 Devlet gelir-giderleri prensip olarak birbirine denk olan bir kurum olmalıdır. (Denk bütçeli devlet).

 Devlet tüm vatandaşlarının her türlü sorunlarıyla ilgilenen bir kurum değil, korunmaya muhtaç kimselere yardım ve destek sağlayacak bir kurum olmalıdır (Sorumlu devlet).

 Devlet yerel/bölgesel /milli değerlerin yanında evrensel/küresel değerlere de sahip olmalıdır (Evrensel değerlere dayalı devlet).

 Devlet yönetiminde liyakat sistemi hâkim olmalıdır (Meritokratik devlet).

 Devlet vatandaşların, devlet yönetimine katılımını özendirecek tekniklerin uygulanmasına önem vermelidir (Katılımcı devlet).

 Devlet yönetiminde kalitenin arttırılması ve geliştirilmesi için Toplam Kalite felsefesinin benimsenmesi ve uygulanması gereklidir (Kaliteli devlet).

Yönetişim anlayışında, ideal devletin bu özellikleri taşıdığı sürece yönetimde başarılı olabileceği vurgulanmaktadır. Ancak bakıldığında yönetişim anlayışında tarihsel süreç içinde devletten beklenti farklılaşmıştır. Dünya Bankası raporları incelendiğinde, yönetişim kavramıyla devlete yapılan vurgunun zamanla farklılaştığı açık bir biçimde görülmektedir. 1990’ların başında “minimal devlet” söylemi hâkimken sonrasında “piyasa dostu devlet”e, 1990’ların ikinci yarısında ise “güçlü devlet”e vurgu yapılmıştır (Bayramoğlu, 2008:79).

4.4.2. Özel Sektör

Yönetişimin, yönetime kattığı aktörlerden birisi de özel sektördür. Bu yaklaşımda, merkezi yönetim, alternatif dağıtım sistemlerine izin vermektedir. Dolayısıyla kamu hizmetlerini yerine getiren kurumların ve aktörlerin geçmiş deneyimlerinden ve hatalarından ders almaları mümkün olabilmektedir. Böylece kamu hizmeti sağlayıcıları daha kaliteli, daha hızlı ve etkili hizmet sunabilme yeterliliğine erişecek, vatandaş (müşteri) memnuniyeti daha yüksek seviyede sağlanmış olacaktır (Bozkurt, 2017:29)

“Minimal devlet” yaklaşımında devletin faaliyet alanlarının sınırlı tutulması ve özel sektörün, devlet faaliyetlerini gerçekleştirebileceği ölçüde yüklenmesi öngörülmektedir. Bu ortaklıkta, hizmet yüklenici durumunda olan özel sektör, kamunun özelleşmesine yol açmaktadır. Kamusal hizmetleri üstlenen özel sektörün yanında bir de üçüncü sektör oluşumu söz konusudur. Refah devleti uygulamalarının rafa kalkması, kamunun küçültülmesiyle birlikte kamunun boşalttığı alan, özel sektör ve üçüncü sektör birleşimiyle doldurulmaktadır. Yönetişim yaklaşımı bu piyasa-özel sektör ve üçüncü sektörün oluşturduğu üçlü yapıya dikkat çekmektedir (Özer ve diğerleri,2016:223).

UNDP analizine göre devlet kalkınma için büyük bir güçtür ancak artık tek güç değildir. İnsanlığın gelişimini sürdürebilmesi için yeterli gelir getirecek ve yaşam kalitesini yükseltecek işler üretilmesi gerekmektedir. Pek çok devlet, özel sektörün üretici istihdam

yaratmanın temel kaynağı olduğunun bilincindedir. Ekonomik küreselleşme sanayinin ve işletmelerin işleyişinde köklü değişikliklere neden olmuştur. Birçok az gelişmiş ülkede özel girişimin uluslararası piyasada daha saydam ve rekabetçi olması için güçlendirilmesi desteklenmesi ve teşvik edilmesi gerekmektedir (Güler, 2003,13).

4.4.3. Sivil Toplum Kuruluşları

Yönetişim anlayışı, devletin yönetim fonksiyonlarını özel sektör haricinde üçüncü bir sektörle paylaşmasını öngörmektedir. Bu üçüncü sektörden kasıt, sivil toplum kuruluşlarıdır. STK’lar çok farklı alanlarda ve düzeylerde örgütlenebilmektedir. Sağlıktan eğitime; insan haklarından sürdürülebilir kalkınmaya, kriz yönetiminden diplomasiye kadar uzanan çok geniş bir yelpazeye sahip olan STK’lar yönetimde önemli fonksiyonlar üstlenebilmektedirler. Hem tüzel kişilik olarak, hem de hukuki bir sıfata sahip olmadan esnek bir yapılanma biçiminde olabilen bu organizmalar devletin rolünün yeniden tanımlanması minvalinde küresel anlamda önem kazanmıştır (Göymen, 2004:68).

Sivil toplum kavramı da yönetişim gibi çok boyutlu bir kavram olma özelliği taşımaktadır. Bu nedenle sivil toplumu tek bir boyuta indirgemek bir anlamda kavramın içini boşaltmak olmak demektir. Keyman, Micheal Edwards’ın sivil toplum için ileri sürdüğü üç boyutu şu şekilde aktarmaktadır (Keyman, 2008:11):

 Örgütsel yaşam olarak sivil toplum, sivil toplumun temel boyutudur. Farklı alanlarda hareket eden STK’ları kapsamaktadır. Siyasi partiler ve ekonomik aktörler dışında kalan üçüncü sektör olarak adlandırılmaktadır.

 Demokratik toplum olarak sivil toplum, sivil topluma yüklenilen ahlaki ve siyasi değerleri ifade etmektedir. Bu alan sivil toplumun iyi ve adaletli toplum yaratma noktasındaki normatif işlevine işaret etmektedir.

 Kamusal alan olarak sivil toplum, sivil toplum ile siyasal toplum arasındaki demokratik tartışma alanıdır. Keyman’a göre sivil toplumun bu üç boyutu birleştiğinde, STK’lar nitel anlamda demokratikleşmeye gerçek anlamda katkıda bulunacaktır.

Demokrasi açısından devlet ile sivil toplum arasında etkili bir ilişki bulunmaktadır.

Buna göre ancak demokratik bir devlet çoğulcu bir sivil toplum yaratabilir ve ancak demokratik bir sivil toplum karşıtlık temelinde değil, birbirini destekleyen demokratik değerlere göre biçimlendiği toplumlar da, sivil toplum da demokratik bir niteliğe sahip olmuştur. Devletin baskıcı bir niteliğe sahip olduğu toplumlarda ise sivil toplum gelişme

alanı bulamamış ya da çok zayıf kalmıştır. Ancak burada devletin demokratikleşmesi tek başına yeterli görülmemektedir, aynı zamanda sivil toplumun da demokratikleşme sürecine katkıda bulunması gerekmektedir (Uluç, 2013:403).

4.4.4. Halk

Yönetişimde, yönetime katılan aktörlerin de yönetimde söz sahibi olduğu belirtilmektedir. Bu bağlamda yönetişimin doğru uygulanabilmesi açısından halk unsuru da yönetişimin bir parçasını oluşturmaktadır. Evrensel uygulamada, “yurttaşların kamusal işleve katılma hakkının olduğu” ve bu hakkın “yerel düzeyde dolaysız biçimde yurttaşa en yakın bir yönetim aracılığıyla (subsidiarite ilkesi)” yerine getirilmesi gerektiği yönünde bir düzenleme mevcuttur. Bu uygulama, bir taraftan halkın yönetime etkin bir şekilde katılımını sağlarken, diğer yandan, hizmetlerin ülke düzeyinde etkin, adil, verimliliğe dayalı bir biçimde sunulmasını sağlamaktadır (A. Öztürk, 1996:114).

Yönetişim ilkeleri çerçevesinde halkın yönetime katılımı, katılımcılık ilkesi ile açıklanmaktadır. Ancak katılım yalnızca halkın istemi ile gerçekleşemeyeceğinden yöneticilerin de halkı yönetime katmak istemesi gerekmektedir (Üste, 2005:54). Vatandaşın yeni düzende “paydaş” olabilmesi için yönetime katılmasının en uygun yolu yerel yönetim düzeyinde katılımıdır. Pustu’ya (2005:131) göre yerel düzeyde gerçekleştirilebilecek halk katılımı bireyin devlete yabancılaşmasını depolitizasyonu ve devlet-vatandaş arasındaki mesafenin artmasını engelleyecektir.