• Sonuç bulunamadı

4. YENİ KAMU YÖNETİMİ ÖTESİ: YÖNETİŞİM POLİTİĞİ

4.5. Yönetişim Türleri

4.5.2. İyi Yönetişim

İyi yönetişim, ilk olarak Dünya Bankasının raporlarında geçmektedir. Dünya Bankasının, 1994 yılında yayımladığı raporunda “iyi yönetişim politika oluşturmada öngörülebilirlik, açıklık ve açık fikirlilik; kamu yararına öncelik veren profesyonel bir anlayışı içselleştirmiş bürokrasi; hukukun üstünlüğü, saydam süreçler ve kamu yaşamına katılan güçlü bir sivil toplum olarak özetlenebilir. Buna karşılık kötü yönetişimin belirleyici özellikleri; politika oluşturmada keyfilik, sorumlu tutulmayan bir bürokrasi, işlemeyen ya da adil olmayan bir hukuk sistemi, yürütme erkinin kötüye kullanılması, kamu yaşamıyla bağları kopuk bir sivil toplum ve yaygın yolsuzluktur.” ifadelerine yer verilerek, iyi ve kötü yönetişimin özellikleri belirtilmiştir (TÜSİAD, 2002: 176).

İyi yönetişim, devleti kurumsal anlamda güçlendirmenin bir yoludur. Bu açıdan hukuk düzeni geliştirilmesi ve yargının bağımsızlığının sağlanması önemlidir. Ayrıca yolsuzluklarla ve rant kollama faaliyetleri ile mücadelede özellikle bilgi akışı ve şeffaflığın sağlanması ve kurumsal yapılandırmanın geliştirilmesinde önemli katkılar sağlar (N.K.

Öztürk, 2002:28-29).

İyi yönetişim aynı zamanda piyasayı çeşitli kurallarla düzenleyerek, dışsal ekonomiler yaratarak işlem maliyetlerini azaltan ve sivil toplumun gelişmesi için gereken koşulları oluşturan “piyasa dostu” devlete de gönderme yapmaktadır (Peker, 1996:42).

İdeal bir yönetim modeli olarak savunulan iyi yönetişimin başlıca özellikleri ve temel unsurlarını şu şekilde sıralanabilir (www.canaktan.org/idealdevlet):

 Hukukun üstünlüğü

 Yönetimde açıklık

 Hesap verme sorumluluğu

 Yönetim etiği ahlakı

 Cevap verebilirlik

 Katılımcılık ve etkin sivil toplum

 Denetim

 Toplam kalite

 Yerinden yönetim (desantralizasyon).

İyi yönetişimin söz konusu özelliklerini kısaca açıklamak gerekirse:

 Hukukun üstünlüğü: Kurumların, adil yasal sınırlar ve etik değerler çerçevesinde hareket etmeleri ve kişilerin kendi davranışlarına kanunun yaptırımlarının uygulanacağını kabul etmeleri anlamına gelen bir iyi yönetişim ilkesidir. Kanunlar, kapsam ve uygulama noktasında; genel, tutarlı, açık ve uygulanabilir olmalıdır (Bitel, 2000:63). Hukukun üstünlüğünün en temel gereklerinden biri anayasalcılıktır. “Anayasalcılık”, bir hukuk siteminde devletin, yürütme, yasama ve yargı yetkilerinin tanımlandığı temel kanunlar bulunması gerektiği şeklinde ifade edilmektedir. Bu temel kanunlarda devlet içerisinde hangi organların, söz konusu yetkileri kullanmakla sorumlu olduğu ve gerek devlet organları gerekse vatandaşlar ve diğer özel kişilikler karşısında bu yetkilerin nasıl kullanılacağı düzenlenmiş olmalıdır (TBB, 2015:18). Hukukun üstünlüğünün diğer ilkesi, “aleniyet, açıklık, geriye yürümezlik ilkesi ve istikrar” dır. Kanunların davranışları yönlendirebilmesi için muhataplarının kanunun varlığından haberdar olması gerekmektedir. Bu sebeple kanunlar “ilan” edilmelidir. Aynı zamanda bu kanunlar halkın anlayabileceği şekilde açık olmalıdır. Yine bu kanunların bazı istisnalar dışında, geriye

dönük değil, “ileriye dönük” olarak uygulanması gerekmektedir. Kanunlar ve özellikle anayasalar zaman içerisinde belli bir “istikrar”a da sahip olmalıdır (TBB, 2015:20).

Sürekli bir değişiklik yapılıp tadil edilirse bunun takibini yapmak zorlaşacaktır. Bu ilkelerin uygulanması noktasında “parlamentoya büyük sorumluluk” düşmektedir.

“Takdir yetkisi” ve özel emirler yoluyla yetki kullanımı yönetişimin ayrılmaz parçalarındandır. Bununla birlikte hukukun üstünlüğü ilkesini yerine getirmek için genel kurallar koyarak takdir yetkisini kullanma veya emir düzenleme yetkisi belli sınırlara tabi tutulmak zorundadır. Hukukun üstünlüğü ilkesinin uygulanabilmesi için gerekli diğer unsurlar; yargının tarafsızlığı, kuvvetler ayrılığı, mahkemelerin erişilebilir olması, alternatif uyuşmazlık çözümü, hukukun uygun icrası şeklindedir (TBB, 2015:13-33).

 Yönetimde açıklık: Yönetsel bilgilerin herkese açık olmasının yanı sıra yönetsel yerlerin, faaliyetlerin dosyaların da açık tutulmasını, isteyen herkesin bunları görmesi ve isteyenlerin herhangi bir faaliyete tanıklık etmesini ifade eden bir ilkedir. Açıklık uluslararası düzeyde ilk kez Birleşmiş Milletler Evrensel Bildirgesi’nde iletişim özgürlüğü kapsamında ifade edilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde de aynı kural daha geniş biçimde yer almıştır. Bu iki belgede de açıklık genel ilke olarak kabul edilmekle birlikte mutlak biçimde değil sınırlı olarak ifade edilmiştir. Bu sınır “kamu düzeni”nin korunması noktasında çizilmiştir. Yani ilke genel olsa da kamu düzeninin korunması amacıyla istisnai uygulamalar yapılabilir (Akıllıoğlu, 1991:2). Açıklık kavramı yönetim bilimlerinde “idari açıklık”, “yönetimde şeffaflık”, gün ışığında yönetim”,” açık yönetim”, “idari demokrasi” gibi terimlerle ifade edilmektedir.

Yönetimde açıklık; yönetimlerin başarısı, denetimler, meşruluğu açısından oldukça önemli bir konudur. Yönetimler faaliyetleriyle ilgili bilgileri halkla paylaştıkları, halkı bilgilendirdikleri sürece kamuoyundan daha fazla destek sağlarlar. Bir ülkede, yönetsel işlemlerin basitleştirilmesi, vatandaşlarla yönetim arasında iyi ilişkiler kurulması, devletin daha iyi işlemesini sağlamaktadır. Bu bağlamda açık yönetim, demokratik bir yönetimin ve sosyal siyasal istikrarın olmazsa olmazlarındandır. Yönetimde açıklık kavramı üç karakteristiğe işaret etmektedir. Bunlar; i)kamusal eylemlerin ve bu eylemleri gerçekleştirenlerin halkın denetimine açık olması anlamına gelen “saydamlık”, ii)vatandaşların hizmetlere ve kamusal bilgilere kolayca ulaşabilmesi demek olan

“ulaşılabilirlik”, iii) yeni görüş, ihtiyaç ve beklentilere cevap vermeye hazır olma durumunu belirten “cevap verebilirlik” olarak ifade edilmektedir (Koçak, 2010:118-119).

 Hesap verme sorumluluğu: Kavram tek taraflı bilgi vermek ya da açıklama yapmak anlamından ziyade, hesap verenle hesap soran arasındaki karşılıklı ilişki ve etkileşim olarak değerlendirilmektedir. Bu ilişkide yalnızca, kamusal aktörlerin yerine getirdikleri davranışlar üzerinde durulmamakta, kamusal aktörlerin yerine getirdikleri davranışlar sonrasında sonrasında sorgulanabilmelerini sağlayacak mekanizmaların bulunması gerektiğine vurgu yapılmaktadır (Eryılmaz ve Biricikoğlu; 2011:22). Halkın, ülke yönetimi için demokratik yolla seçtiği vekillerinden ve onların vekili durumundaki atanmış yöneticilerden, kendilerine tevdi edilen görevlerin yerine getirilmesi ve kamu kaynaklarının kullanımı noktasında bilgi isteme ve hesap sorma hakkı, demokratik rejimin özünde bulunan bir unsurdur (Kalkan ve Alparslan, 2009:30). Bu bağlamda hesap verebilirlik ilişkisinin temelindeki düşünce “asıl-vekil (principal-agent) teorisi” olduğu söylenebilir. Asıl-vekil ilişkisinde, vekiller asıllar adına eylemde bulunmaktadır. Bu sebeple yerine getirdikleri faaliyetler için hesap verme sorumluluğu ve zorunluluğu içerisindedirler (Eryılmaz ve Biricikoğlu, 2011: 23).

 Yönetim etiği ve ahlakı: Kamu yönetiminde görevlilerin davranışlarında iki temel etken rol oynamaktadır. Bunlardan biri yasalar, diğeri ise etik değerlerdir. Yasalar, kamu görevlilerinin davranışlarını dışsal olarak belirlemekte ve denetlemekteyken, etik değerler, davranışı içsel olarak yönetmekte ve denetlemektedir (Özdemir, 2012:182).

Lawton ve Doig (2005:11) kamu yönetimi etiğinin dört özelliğinden söz etmektedir.

Bunlar; i) kamu yararının egemen kılınması, ii) mesleklerin profesyonelleşmesi, iii) vatandaş ve devlet arasında karşılıklı güven tesisi, iv) tarafsızlıktır.

Yönetimin ve kamusal örgütün başarısı üzerinde meslek etiği ve yönetim ahlakının payı büyüktür. Yönetim ahlakına sahip olup olmamak, kişilik özelliği olduğu kadar, aynı zamanda kültürel bir olgudur. Toplumda yönetim ve çalışma ahlakının güçlendirilmesi, bu konuda sürekli bir eğitim çabasını gerektirir. Çalışma ahlakının yüksek olduğu toplumlarda etkililik ve verimlilik daha yüksektir (Aydın, 2011:47).

 Cevap verebilirlik: iyi yönetişimin temel unsurları arasında sayılan “cevap verebilirlik”

ilkesi; vatandaşların, hükümet ya da yönetimde yer alanlar tarafından dinlenerek sorularının cevaplandırılacağını bilmeleri anlamında kullanılmaktadır. Duyarlı politikacı ya da bürokrat, cevap vermeye hazır, sempatik, duyarlı ve aynı zamanda halkın ihtiyaç ve beklentilerini anlayabilen ve öngörebilen bir yapıda olmalıdır. Toplumdaki ihtiyaç ve

taleplerin çok çeşitli ve değişken olduğu göz önüne alınınca, cevap verebilirlik noktasında sistematik bir yaklaşım geliştirmenin gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Bu yaklaşımın temelini “bilgi unsuru” oluşmaktadır. “Cevap veren yönetim ya da hükümet”

yaklaşımının temelinde “önce vatandaş” görüşü yer almaktadır. Bu görüş, vatandaş olarak hareket edenlerin, topluma yönelik kaygılarını sergilemesi ve kısa vadedeki çıkarların ötesine geçerek bireylere ilişkin hususlarda sorumluluk üstlenmeyi, arzulamaları fikrinden doğmuştur (Acar, 2003:51-52).

 Katılımcılık ve etkin sivil toplum: küreselleşmenin ve yönetişimin harekete geçirdiği, yerelleşme olgusu yerelde kamu hizmeti üreticileri ile bu hizmetten yararlananlar arasındaki mesafeyi kısaltmayı ve toplumu da karar süreçlerine dolaylı/dolaysız dahil etmeyi yani katılımın nitelik ve nicelik olarak geliştirilmesini ön plana çıkarmaktadır.

Halkın katılımını belli aralıklarla yapılan seçimlerle sınırlı tutmanın yanlış olduğu ve katılımın sağlanamaması sebebiyle siyasetin ve yönetimin yozlaştığı, topluma yabancılaştığı bilinen bir gerçektir. Halkın siyaset ve yönetime yabancılaşmasının ardında pek çok etken bulunmaktadır. Bunlar: halkla karar organları arasında katılımı sağlayacak bağlantılarda kopukluğun bulunması, kamusal tercihlerde halkı ihtiyaç ve beklentilerinin göz ardı edilmesi, yerel hizmet sunan mekanizmaların halkın uzağında konumlandırılmış olması, iletişim sorunları, denetim ve bilgilendirme sorunları, hizmet geri bildirimlerinde yaşanan aksaklıklar şeklinde ifade edilmektedir (Önder, 2013:312).

Yönetişim, halkın siyasete ve yönetime yabancılaşmasını engellemek adına katılım ilkesine çok önem atfetmektedir. Demokrasinin dolayısıyla yönetişimin geliştirdiği sosyal ortam, esas itibariyle yönetimin /hükümetin müdahale alanı dışında ve iktidara karşı durabilecek ara grupların varlığıyla karakterize edilmektedir. Bu süreç önce iktidarın keyfiliğinin önlenmesi ve sonra da iktidarı halka ve yönetilenlerin rızasına dayanması yönünde bir anlayışla tamamlanmaktadır. “Aristo demokrasinin ve istikrarın var olabilmesi için orta sınıfların varlığına dikkat çekerken, Tochqueville ve Lipset gibi demokrasi teorisyenleri ise iktidarı sınırlayıcı kurumlar olan aile, din, topluluk gibi ara kurum ve oluşumları önemine vurgu yapmaktadırlar” ve bu noktada sivillik kavramı önem kazanmaktadır. Sivillik demokrasinin kemale ermesi için kesin bir şart olan toplumsal demokratik bilinçlenmenin sosyal örgütlenme tarzı olarak ifade edilebilir (Oktay ve Pekküçükşen, 2009:175).

 Denetim: Kamu yönetiminin genişlemesiyle birlikte yap ve işleyiş bakımından karmaşık süreçlerden oluşması yapılan faaliyetlerin sürekli denetime tabi tutulmasını gerektirmektedir. Kamu yönetiminin gerek yapısal açıdan kaynaklanan gerekse memurların tutum ve davranışlarından kaynaklanan denetim ihtiyacı söz konusudur (İnanç ve Ünal, 2007:23). Bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin devletin eylem ve işlemleri karşısında korunabilmesi için gerçekleştirilen hukuka uygunluk ve yerindelik denetimi bazında yapılan, yargı denetimi, idari denetim, siyasal denetim ile kamuoyu denetimi, basının denetimi ve uluslararası denetim gibi yöntemlerin yetersiz kalması sebebiyle etkin bir denetim yöntemi olarak “kamu denetçiliği (ombudsmanlık)” adı altında kurumlar oluşturulmuştur. Kamu gücünü kullanan idare karşısında, daha zayıf konumda olan vatandaşların haklarının korunması ve savunulması noktasında kamu denetçiliği kurumuna önemli görevler düşmektedir. Kamu denetçiliği kurumu, idari işlem ve eylemlerin yargısal denetimi sırasında yaşanan sorunlar nedeniyle daha işlevsel bir denetim mekanizması olarak değerlendirilmektedir (Aktel ve diğerleri, 2013:22). Kamu yönetiminin denetlenmesinde yönetimde açıklık ve katılım etkili birer araçtır.

Yönetilenlerin kamu yönetiminin karar ve eylemleri hakkında bilgi sahibi olması, onları etkilemesi ve denetleyebilmesi için kamu yönetiminin faaliyetlerini kamuoyuna yansıtması ve katılım kanallarını açık tutması gerekmektedir (İnanç ve Ünal, 2007:39).

 Toplam kalite yönetimi: TKY küreselleşme, rekabet ve kapitalizmin yeniden yapılanması ile birlikte gittikçe daha çok dikkat çekmektedir. TKY; kapsamlı, sistemli, müşteri odaklı yönetim taktik ve stratejiler bütünüdür. Bu anlamda salt bir örgütsel iç etkinlik değil;

planlama, üretim sürecini ve sonrasını birlikte ele alan müşteri odaklı, geniş kapsamlı bütüncül bir yaklaşımdır. Toplam sözcüğü ile bir üretim sürecinin öncesi ve sonrasında iş ile ilgili müşteri, tedarikçi ve çalışanların oluşturduğu tüm bireyler ile örgütsel tüm işlevleri içerdiği anlatılmaktadır (Erkılıç, 2007:52). Yeni kamu yönetimi anlayışlarının gelişmesiyle birlikte TKY hızla yaygınlaştığı ve özel sektörün yanında, devlet-toplum ilişkilerinde ve kamu hizmetlerinde uygulanmaya başladığı görülmektedir. TKY ile kamusal hizmetlerde dönüşüm sağlanması hedeflenmektedir. Sözü edilen bu dönüşüm, hiyerarşik örgüt yapısından ekiplere dayalı yapılanmaya, bölümler arası sınırlardan işbirliği ve iletişimin arttırılmasına, içe dönük hizmet anlayışından, yurttaşa dönük bir hizmet kültürünün oluşturulmasına, çalışanların verimliliğini belirlemede sayısal ölçümlerden performans değerlendirmeye, mevcut durumun korunması yaklaşımından değişimin hedeflemesine geçişi öngörmektedir (Tarhan ve Ezici, 2011:15).

 Yerinden yönetim: Kavram, siyasi ve idari yetkilerin bir kısmının merkezi idare dışındaki birimlere devredilmesi olarak ifade edilmektedir. Kaynakların etkin kullanımı ve hizmet üretimi noktasında etkinliğin ve verimliliğin sağlanması için yerel düzeydeki kamusal hizmetlerin yerinden yönetim birimleri tarafından sunulmasını öngören yerinden yönetim ilkesi, halkın yönetime daha etkin katılımını sağladığı için demokrasinin bir göstergesi niteliğine bürünmüştür (Köse,2004:5). Günümüzün uluslararası ortamında ve küreselleşme sürecinde yaşanan değişim ve dönüşümlerin etkisiyle yerelleşme eğilimleri ön plana çıkmaktadır. İlişkilerin, hizmetlerin, eğitimin, üretimin, iletişimin kısaca gündelik yaşamın niteliğini değiştiren teknolojik gelişmeler, diğer kurum ve kuruluşları olduğu gibi, yerel yönetimlerin de işini kolaylaştırıp hızlandırırken, yerel yöneticileri yeni taleplerle ve yeni tür yöneticiler arası ilişkilerle yüz yüze getirmektedir. Yerel yönetimlerin ve kentlerin niteliğinde ve işlevlerinde yaşanan değişiklikler, yerel yönetimlerin, demokratik, etkin ve verimli bir hizmet sunma birimi olması bağlamında;

kamu hizmeti sunmadan işletme niteliğine, örgüt ve yönetim anlayışından demokratikleşmeye, etkin ve verimli hizmet sunma ilkelerinden modern yönetim tekniklerine, teknolojik etkileşimden işbirliği çabalarına, alternatif hizmet sunma yöntemlerinden sosyal sorumluluk ve ahlak anlayışına kadar iki binli yıllarda yerel yönetimlerin görünümünü belirleyen birçok alanda kendini göstermekte ve ağırlığını hissettirmektedir (Ökmen ve diğerleri, 2004:46).

İyi yönetişimin temel özellikleri ve unsurları da dikkate alındığında, vatandaşı paydaş olarak gören, demokratikleşme noktasında yüksek hedefleri olan, yetkinin kaynağını halka dayandıran bir yönetim modeli ile karşılaşmaktayız. Ancak iyi yönetişim için ilkelerinin yaşama geçirilmesi noktasında sorumluluk sadece devlet değil birey için de söz konusudur. Bu sorumluluk çerçevesinde her birey, birer yurttaş olarak devletten, birer müşteri olarak şirketlerden ve bir birey olarak da STK’lardan iyi yönetişimi talep etmeli ve bu ilkelerle yaşayarak çevrelerine umut veren bir örnek olmaya çalışmalıdır (TESEV, 2008:9).