• Sonuç bulunamadı

3. KÜRESELLEŞME VE YENİ KAMU YÖNETİMİ ANLAYIŞI

3.4. Küreselleşmenin Boyutları

Küreselleşme üzerine söylenmiş pek çok söz, ona yüklenmiş pek çok anlam olması ve hatta bunlar üzerinde bir uzlaşıya varılamamış olması, küreselleşmenin dünyayı ne derece etkilediğinin ve değiştirdiğinin göstergeleri arasında sayılabilir. Küreselleşme, içerisinde birçok anlam taşırken ve bu süreç dünyaya dair pek çok söylem barındırırken etkilerinin tek yönlü olması beklenemez. Siyasetten ekonomiye, teknolojiden kültüre kadar birçok alanda küreselleşmenin etkilerini görmek ve gerçek anlamda bir dönüşüm sürecine tanıklık etmek mümkündür.

Castells’e göre küreselleşme yeni bir tarihsel gerçekliktir. Küreselleşme; insanları piyasaya yönlendirmek üzere oluşturulmuş neoliberal bir ideolojinin keşfi olmanın ötesinde;

yeniden inşa, inovasyon ve rekabet ile yeni enformasyon ve iletişim teknolojileri unsurlarını barındıran kapitalist bir süreçtir (Castells, 1999:5).

Küreselleşmenin etkileri birçok boyutta hissedildiği için kavramın ekonomik, siyasal ve kültürel boyutlarda incelenmesi yerinde olacaktır.

3.4.1. Küreselleşmenin Ekonomik Boyutu

Küreselleşme kavramının siyasi alanda dolaşıma girmesi, Thatcher ve Reagan iktidarları dönemine rastlamaktadır. Bu sebeple küreselleşme ve neoliberalizm ortaya çıktıkları dönem ve içerik-yöntem açılarından birbirlerine yakındır. Beck, neoliberalizmin yönetim ideolojisi olarak nitelediği “globalizm”i dünya piyasasının siyasal eylemin yerini aldığı bir yaklaşım olarak tanımlamaktadır. Bu yaklaşımda globalizm, küreselleşmenin diğer boyutları olan ekoloji, kültür, sivil toplum ve siyaseti dünya piyasa sisteminin altına yerleştirerek bu çok boyutluluğu ekonomik boyut şeklinde tek boyuta indirgemektedir (Kaçer ve Erat, 2014).

Ekonomik açıdan küreselleşmenin odak noktası, piyasa ekonomisi hegemonyası altındaki üretim, ticaret ve sermaye hareketlerinin önündeki engellerin ortadan kalkmasıdır.

Küreselleşmenin temelleri araştırılırken, 15. yüzyıla kadar gidilebilse de odaklanılması gereken dönem 1980’li yıllardır. Ekonomik küreselleşmeyi ortaya çıkaran ve hızlandıran etkenlerin başında; iletişim, bilgi ve ulaşım teknolojilerindeki hızlı gelişmeler ve ilerlemeler gösterilmektedir. Ayrıca GATT, WTO, WB, IMF gibi kuruluşların çabalarıyla, dünya ekonomisinde liberalleşme sağlanması, uluslararası şirketlerin sınır ötesi satışları, daha az maliyetli kaynak arayışı gibi etkenler de ekonomiyi küreselleştiren etkenler arasındadır (Sarıtaş, 2009:413-414).

Finansman ve uluslararası kaynakların uluslararasılaşma ve yoğun yabancı sermaye girişi, ulus devletlerin ekonomik anlamda geleceğe dair kontrol gücünü zayıflatmaktadır (Newman, 2001:81).

Soğuk savaş sonrasında finans piyasalarının küreselleşmesiyle büyük ölçekli piyasa akımları gerçekleşmiştir. İletişim teknolojilerinin avantajları sayesinde uluslararası sermaye için ulusal sınır kavramı neredeyse ortadan kalkmış, mekânın sonu denebilecek bir gelişme

ortaya çıkmıştır. 1970’lerin başında kur sistemi dalgalı hale getirilmiş, elektronik ticaretin büyümesi ile döviz piyasaları gerilemiştir. Bir dönem ( İkinci Dünya Savaşı-Petrol bunalımı arası) finansal sistemi yönlendiren Bretton Woods sisteminin 1973’te çökmesiyle finansal portföyler uluslararası nitelik kazanmış, bankalar diğer finansal mekanizmalar karşısında önem kaybetmiş, döviz kurları finans piyasalarında belirleyici kimlik kazanmış ve oluşan finansal krizler, iletişim teknolojilerindeki gelişmeler sebebiyle tüm dünyaya yayılır hale gelmiştir (Dikkaya ve Özyakışır, 2010:33-34).

Görüldüğü gibi ekonominin küreselleşmesi, dünya ekonomisinin küresel pazara dönüşmesi olumlu-olumsuz pek çok sonuç doğurmuştur. Ancak bu sürecin her daim refahı ve huzuru getirmediği aksine dünyadaki adaletsizliği ve eşitsizliği arttırdığı, fakiri daha fakir zengini daha zengin yapan bir durum oluşturduğu yönünde görüşler de mevcuttur.

3.4.2. Küreselleşmenin Siyasal Boyutu

Devletlerin, oluşumuna herhangi bir katkıda bulunmadıkları uluslararası bir sisteme bağlı kalma zorunluluğu ve kendilerinden güçlü devletlerin dayatmalarını kabul etmek zorunda kalmaları yeni bir durum değildir. Her ne kadar Westphalia1 modeli, devletler arası sistemin kurallarının rıza ve fikir işbirliğine dayalı olarak oluşacağını vurgulamış olsa da aslında devletlerin hep bir güç hiyerarşisi içinde oldukları ve sistemin kurallarının, hiyerarşide en üstte yer alan devletlerce dayatıldığını söylemek mümkündür (Wallerstein, 1996: 48). Öte yandan ulus devletler arasındaki ilişkinin özeti niteliğinde olan “diplomasi”

kavramı önemini ve işlevselliğini yitirmeye başlamıştır. Uluslararası ilişkiler devlet-devlet ilişkisi olmaktan çok devlet-ulus aşırı şirket veya devlet-uluslararası örgüt ilişkileri niteliğine bürünmüştür. Bu sebeple geleneksel diplomatik örgütlenme, tekelini yitirmiştir. Kısaca eskide tüm erki merkezileştiren ve özünde toplayan ulus devlet, küreselleşme ile birlikte etnik farklılıkları tanıyan ve türdeşleştirici politikalardan arınan bir yapıya bürünmektedir (Güler,1996: 55).

Devletler arasındaki bu karşılıklı bağımlılık hâli ve dünya çapında etkisi olan yeni toplumsal hareketler, sivil toplum kuruluşları, insan hakları ve barış adına örgütlenen insanlar artık ulus devletin hegemonyasının sınırlarının o kadar da geniş olmadığını

1 1648 yılında Westphalia Andlaşmasıyla ulus devlet sisteminin kurumsal temellerinin atıldığı yönünde literatürde bir konsensüs vardır. (Ayrıntılı bilgi için bakınız, Hülya Eşki Oğuz ve Rukiye Saysılı, Küresel Dünyada Ulus Devlet)

göstermektedir. Herhangi bir toplumsal olay sonrası, sivil toplum kuruluşlarının ve sosyal medya sayesinde anlık topluluk oluşturabilen bağımsız insanların, bir araya gelerek, sınır ötesinde yaşanan sorunlara ve olaylara, tepkilerini ya da övgülerini gösterdikleri toplumsal hareketlere günümüzde çok sık tanık olmaktayız. Bu bağlamda “kimlik politikası” ve “yeni toplumsal hareketler” günümüzün gerçeği konumundadır. İletişim teknolojilerinin katkısıyla, çeşitli yerel ve sınır ötesi kimlikler; ulusal kimlikleri geri planda bırakmaktadır.

Gerçek anlamda, küresel bir görünüm kazanan, yeni sınır ötesi sivil toplumun canlandırıcı etkisi, barış için yapılan toplumsal hareketler, çevresel ve toplumsal reformlar dikkat çekmektedir.

Bu söylemlerden hareketle siyasal anlamda küreselleşme “devlet-toplum-birey ilişki ve rollerinin değişmesini gerektirmekte, ulus devlet karşısında uluslar üstü mekanizmalar eşliğinde, sivil topluma yönelik inisiyatif kullanımında, demokratikleşmeye giden bir sürece işaret etmektedir. AB’nin bugün konvansiyonel ve kurumsal federatif bir birleşik Avrupa yaratma çabası, siyasal küreselleşmenin; ulus devletlerin tek başına yaratamayacakları bir süreç olduğunu ve bazı bölgeselleşme ve uluslar üstü entegrasyon çabalarını da içerdiğini gösteren en güzel örnektir. Siyasal küreselleşme, ulus devlet içinde homojenleşme ekseninde bir temsil mekanizması öngörmesi nedeniyle zaten kendini zor ifade eden demokrasi anlayışının, daha katılımcı bir renge bürünmesini sağlamaktadır” (Demirel, 2006:108).

Burada değinilmesi gereken konulardan biri de ulus devletin, sınır ötesi ekonomik ilişkiler dolayısıyla ulus üstü sermaye ve onu destekleyen aktörlerce dışarıdan kuşatılmış olduğu gerçeğidir. Bu durum sermayenin ulus devlete ihtiyacı kalmadığının, tersine kendisinin ulus devletin eylemlerini yönlendiren bir aşmaya geldiğinin bir göstergesi olarak kabul edilebilir. Ancak küreselleşmenin; ulus devletin erimesine, ortadan kaybolmasına ya da egemenlik olgusunun bütünüyle bitmesine sebebiyet vereceği şeklinde yorumlanmasının doğru olup olmadığı tartışmaya açıktır. Bu noktada yapılabilecek en iyi yorum devletin biçim ve doku değiştirdiği ve güçlerinin aşındığı olacaktır (Bulut, 2003:187-188).

3.4.3. Küreselleşmenin Kültürel Boyutu

Küreselleşmeyi ekonomiye indirgemek, sadece piyasaları etkileyen ve ekonomik gelişmelerden etkilenen bir olgu ya da süreç olarak görmek, bir anlamda dünyaya uzak gözlüğü ile bakmak gibidir. Oysa küreselleşmenin, yediğimiz yemekten içtiğimiz kahveye

kadar bizi sarmış durumda olduğunu görebilmek için çok çaba sarf etmeye gerek yoktur.

Kıyafetlerimizden konuşmamıza varıncaya kadar pek çok şeyin, içinde yaşadığımız topluma özgü olmadığı açıktır. Dünyaya mekân kavramından sıyrılarak bakıldığında, evet neredeyse tüm dünyanın bazı bakımlardan aynılaştığını, benzeştiğini, dönüştüğünü görmek mümkündür. Son zamanlarda, sosyal medya kullanımının da yaygınlaşmasıyla, insanlar, başkalarının hayatlarını mercek altına alarak; anbean nerede olduklarını, ne yediklerini-içtiklerini, ne giyindiklerini ve hatta saat kaçta uyuyup uyandıklarını bilebilecek duruma gelmişlerdir. Türk kahvesini öteleyip Starbucks’un “white chocolate mocha”sıyla bir yaşam felsefesine sahip olduğunu düşünen bir neslin var oluşu dahi, dünyanın ne kadar küreselleştiğini hatta belki de Amerikanlaştığını gözler önüne sermek için yeterli olabilecektir. Toplumlar kendi kültürlerinden uzaklaşarak belki ortak bir kültüre doğru yol alarak (ki çoğunlukla Amerikan kültürüne doğru bir yol alış söz konusudur) benzeşmeye, tek tipleşmeye doğru gitmektedir. Elbette bu benzeşmenin, dönüşümün kültürel anlamda küreselleşmenin, toplumların kültürlerini özgünlüğünü ve biricikliğini yok edecek derecede olduğunu söylemek pek doğru olmayacaktır. Ancak toplumları derinden etkilediği de inkâr edilemez bir gerçektir. Peter L. Burger de (2003:10) dünyada oluşan küresel bir kültürün gerçekten var olduğunu ve içerik-köken bağlamında bu kültürün Amerikan ağırlıklı olduğunu ifade etmektedir. Barnet ve Cavanagh’a (1995:3) göre filmler, televizyon, radyo, müzik, dergiler, tişörtler, oyunlar ve eğlence parkları küresel görüntülerle küresel düşleri yayan küresel ürünlerdir. Dünya genelinde insanlar aynı ticari amaca hizmet eden şarkıları dinlemek ve video kliplerini izlemek için aynı elektronik aletleri kullanmaktadırlar.

Bütün bu küreselleşme ve homojenleştirme karşısında, özel toplumsal ve kültürel değerlerini korumaya çalışan bir alt kültür direnci patlaması da söz konusudur. Meksika’daki köylü hareketleri, Peru’daki gerillalar, Fransa’daki sendikalar, İngiltere ve ABD’deki öğrenciler, dünya çapındaki çevreciler ile diğer çeşitli gruplar ve hareketler kapitalist küreselleşmeye ve eski hak ve çıkarlar üzerindeki saldırılara karşı çıkmışlardır (Kellner, 2010: 20).

Kültürel küreselleşme noktasında değinilmesi gereken bir diğer kavram da McDonaldlaşma (McDonaldization)’dır. Ritzer bu kavramı “fast food” zincirlerinin oluşturduğu kitlesel tüketimi ve sonuçta varılan Amerikan yaşam tarzının küreselleşmesini ifade etmek için kullanmaktadır. Ritzer McDonaldlaşmanın başarısını dört temel unsura bağlı olduğunu belirtmektedir. Bunlar: verimlilik (effectiveness), hesaplanabilirlik

(accountability), öngörülebilirlik (predictability) ve denetim (control)’dir. Verimlilik ilkesi ile vurgu yapılan, bir noktadan diğerine gitmenin optimum yöntemidir. McDonalds müşterileri (self service) gibi işçileri de verimli çalışmaktadır. Verimlilik yükselsin diye gerekli kurallar mevcuttur ve yöneticiler de gereken yönlendirmeyi sağlamaktadır. İkinci olarak McDonalds, hesaplanabilirlik ilkesi çerçevesinde hareket etmektedir, yani ürünlerin niceliksel özelliklerine (porsiyon büyüklüğü, maliyet ve ürünü almak için gereken zaman) önem vermektedir. Ayrıca insanlar evde yemek yapıp yeme zamanıyla, McDonalds restoranına gidip yemek için harcayacakları zamanı karşılaştırarak genellikle evde yapmanın daha fazla zaman alacağı kanısına varırlar ve bu da hesaplanabilirlik ilkesinin bir getirisidir.

Üçüncü olarak, McDonalds öngörülebilirlik sunar, yani dünyanın neresinde olursanız olun bir McDonalds restoranında yiyebileceğiniz şeyler belirlidir ve lezzeti değişmeyecektir. Bu açıdan öngörülebilirlik insanları belirsizlik kaygısından kurtarmaktadır. Bu belirliliğe yöneliş, insanların daha az sürprizle dolu bir dünyayı tercih ettiği izlenimi yaratmaktadır.

Dördüncü bileşen denetim, özellikle insansız teknolojilerle yapılan denetim, McDonald’s dünyasına giren insanlar üzerinde uygulanmaktadır. Restorandaki sınırlı menüler, rahatsız oturaklar, yazılar, sınırlı seçenekler insanlar üzerindeki baskıyı arttırarak insanlarda hemen yiyip gitme isteği uyandırmaktadır (Ritzer, 2014:17-20).

Sonuçta kültürel anlamda küreselleşmenin toplumsal değerleri, ananeleri, örfleri etkilediği şüphe götürmez bir gerçektir. Giddens’e a göre kültürel küreselleşme, kültürel açıdan tarafsız olarak gelişmemektedir ve sonuçlarına bakılacak olursa tamamen olumlu-hayırlı sürece de işaret etmez. Hatta küreselleşme pek çok insanın gözünde Batılaştırma çabasından öteye gitmemektedir. Küreselleşmenin kültürel simgelerinden olan Coca-cola, McDonalds, CNN, Levis’in de Amerika’ya ait markalar olduğu göz önüne alınınca küreselleşme, Batılaşmadan ziyade Amerikanlaştırma çabaları olarak değerlendirilebilir (Giddens, 2000:27).