• Sonuç bulunamadı

4. YENİ KAMU YÖNETİMİ ÖTESİ: YÖNETİŞİM POLİTİĞİ

4.3. Yönetişimin Önerileri, Fonksiyonları ve Özellikleri

Yönetişim kavramı, bir nevi yönetim kavramının içeriğinin genişletilmiş halidir.

Öyle ki kavram yalnızca hükümeti/yönetimi ifade etmemekte aynı anda diğer sosyal kurumları, özel sektörü ve sivil toplum kuruluşlarını da ifade etmektedir (Drummond ve Monsoor, 2002:6-8). Bu yaklaşımda yönlendirici devlet anlayışı benimsenmekte, bir anlamda “kürek çeken” devlet modeli yerine “dümen tutan” devlet modeli önerilmektedir (Osborne ve Gaebler, 1992:1). Benzer biçimde yönetişim, bir anlamda orkestrayı anımsatmaktadır. Orkestra şefinin görevini etkin bir biçimde yerine getirebilmesi için orkestra içindeki her bir enstrümana ayrı ayrı kulak vermesi, değerlendirmesi ve tepki vermesi gerekmektedir (Fidan, 2010). Dolayısıyla devletin de süreci iyi yönetebilmesi için yönetişimin önerilerini, fonksiyonlarını ve özelliklerini doğru algılayıp, doğru zamanda doğru uygulamalar yapması yönetişimin başarılı olması açısından önemlidir.

Küresel ekonomik yönetişim ‘tek bir küresel ekonominin anayasasını yazma girişimi olarak’ nitelendirilmiştir. Bu yeni anayasacılık hareketinin amaçları IMF tarafından 1999’da Washington’da yapılan bir toplantıda; “Bir dünya ki pazarda yer alanlar ve hükümetler şeffaflık ve yönetişimin yüksek standartlarına göre çalışacaktır. Bir dünya ki yerli veya yabancı olsun öncelikle özel sektöre dayanacaktır… Bütün bunlar, içinde pazarın verimli bir biçimde işleyebildiği, riskin gerçekçi biçimde değerlendirildiği ve başarının ödülleri ile başarısızlığın maliyetlerinin adil bir biçimde dağıtıldığı bir dünya olacağı anlamına gelir.”

şeklinde dile getirilmiştir (Zabcı, 2002:157).

Yönetişim kavramı içinde bir dizi önerme barındırmaktadır, bununla ilgi olarak Stoker (1998:18) beş önermeden bahsetmektedir:

 Yönetişim hükümetten öteye geçen birtakım kurum ve aktörü içerir.

 Yönetişim toplumsal ve ekonomik meselelerdeki mücadelede, sınırların ve sorumlulukların belirsizliğine vurgu yapar.

 Yönetişim ortaklaşa çalışan aktörler ve kurumlar arasındaki güç bağımlılığı ilişkisini tanımlar.

 Yönetişim özerklikler ve kendi kendini organize edebilen aktörler ağıyla ilgilidir.

 Yönetişim, yönetime katılan aktörlerin sorun çözümünde yeterli kapasiteye sahip olduğunu kabul eder ve çözümleri yalnızca yönetimin komuta etme gücüne bağlamaz,

yeni yöntem ve tekniklerin kullanmasına ve rehberlik etmesine dayandırır. Buna göre sorunların çözümünde yönetimin yeni yöntem ve tekniklerin kullanımına sevk ve rehberlik etmesi yönetişimin bir parçasıdır.

Ancak bu önermelerin her birisi içinde bir ikilem ya da kritik bir mesele barındırmaktadır. Stoker (1998:19) bu önermelerle ilgili dört ikilem olduğu yönünde tespitte bulunmuştur:

 Yönetişime ilişkin karar vermenin karmaşık gerçeği ile hükümeti açıklamak ve haklı göstermek için kullanılan yönetmelikler arasında aykırılık vardır.

 Sorumlulukların bulanıklaştırılması/ belirsizleştirilmesi sorumluluktan kaçınma durumlarına neden olabilir.

 Güç bağımlılığı, hükümet açısından beklenmedik sorunlar doğurabilir. Kendi kendini yöneten ağların ortaya çıkışı, hesap verebilirlik noktasında çeşitli zorluklar yaratabilir.

 Hükümetler; aktörlerle, gönüllü kuruluşlarla, STK’larla ortak bir şekilde faaliyet gösterdikleri durumlarda dahi yönetişim başarısız olabilir.

Desantralizasyon her problemde çözüme ulaştırabilecek bir yaklaşım değildir.

İhtiyaç duyulan zamanda ihtiyaç ölçüsünde uygulanmalı aşırıya kaçmaktan kaçınılmalıdır.

Bu bağlamda boyut kavramı örgütsel uygulamalarda dikkat edilmesi gereken bir noktadır (Donaldson, 1985:22). Yerelleşme eğilimleri ile birlikte, demokrasinin kurumsallaşması ve sağlam bir zemine oturtulması, yönetsel katılımın sınır ve biçiminin genişletilmesi ve siyasal sistemin meşruluğunun pekiştirilmesi ve etkin, verimli kamu hizmeti sunumu bağlamında Leftwich (1994) yönetişim kavramının sistemsel, siyasal ve yönetimsel olarak üç boyutlu olduğunu belirtmektedir (Leftwich, 1994:370-373).

Yönetişim kavramsal içeriğinden yola çıkıldığında çok işlevli bir süreç olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu işlevler aşağıdaki gibi açıklanabilir (Fidan, 2011:7-9):

 İletişim ve etkin bilgi paylaşımı: İletişim gerçekçi yönetişimin belirlediği yönetimsel işlevler arasında diğer işlevlerle en çok bağlantılı olan bu sebeple de pek çok işlevin yerine getirilmesinde ön koşul niteliği taşıyan gerekli bir ilişki değişkenidir. Örgüt üyelerinin başarısını arttıracak ve amaçların gerçekleşmesine olumlu katkıda bulunacak her türlü bilgi oluşturularak ağlarla ilgililere zamanında iletilmelidir. Kanallar arasında dolaşımı sağlanan bilgi örgütsel süreci zenginleştirecektir (Fidan, 2011:7).

 Empati: Empati olaylara bütüncül yaklaşmayı sağlar. Örgüt içerisinde yönetime katılanlar ve yöneticiler birbirlerini daha iyi anlayarak sorunların çözüm sürecine katkı sağlarlar (Fidan, 2011:7).

 Duygusal zekâ: İnsanın; kendini harekete geçirebilme, aksiliklere rağmen yoluna devam edebilme ve ruh hâlini düzenleyebilme nitelikleridir. Bu sayılan nitelikler yönetsel ortamın sağlıklı işleyebilmesi için gereklidir (Fidan, 2011:8).

 Beyin fırtınasına dayalı müşterek karar verme: Yönetişimin bu işlevi örgütsel önceliklerin çok yönlü düşünülerek belirlenmesini ifade etmektedir. Örgütün bir bütün olarak elde edeceği ortak akıl yöneticilerin kendi başlarına belirlediği yöntemlerden daha etkili olacaktır (Fidan, 2011:8).

 Proaktif düşünce: Proaktif (yapıcı) düşünce yapısı çalışanların kendine güven duymasını sağlayarak başarı faktörünü olumlu etkileyecektir. Proaktif düşünceye göre davranışlar koşulların değil kararların sonucudur. Buna göre örgüt çalışanları, yöneticileri ve yönetime katılanlar koşullar ne olursa olsun başarma kararlılığındaysa örgütsel başarı artacaktır (Fidan, 2011:8).

 Sinerji ve işbirliği: Sinerji parçaların tek tek toplamından daha büyük bir değeri ifade etmektedir. Bu durumda örgütte yüksek düzeyde işbirliğini amaçlayan ve birlik olmanın önemini vurgulayan sinerji süreci güçlendirecektir (Fidan, 2011:8).

 Güçlendirme: Çalışanlara yetki vererek, görevlerini ilgi çekici ve daha zengin hale getirerek oluşturulacak güçlendirme süreci yönetişime geçen bireylerin etkinliğini arttıracaktır. Bir işi insanlara en ince ayrıntılarına kadar tarif etmenin motivasyonu yok ettiğine dair görüşler söz konusudur. Bu nedenle yönetişim ortamında taraflar bireyselliğe değer vermeli ana çizgilerde ortak bir görüşün oluşturulmasına özen gösterilmeli ancak ayrıntılarda bireyin öznel davranmasına izin verilmelidir (Fidan, 2011:9).

Yönetişim bireylerin toplumsal ve siyasal rollerine yeni anlamlar yüklemiştir. Bu anlamda yönetişim toplumsal ölçekte bireyi pasif ve himaye edilen bir konumdan kamusal alanda etkin ve eylemde bulunma erkine sahip bir konuma aktarmaktadır (Tekeli, 1999:

250).

Siyasal ve kurumsal düzlemde yönetişim ülkelerin içişlerine müdahalesi resmi düzeyde yasaklanmış olan dünya bankası ve IMF gibi uluslararası finansal kuruluşların “iyi yönetişim” adı altında “görünürde daha fazla teknik ve daha az siyasi standartlara başvurarak pek çok ülkede devlet program ve bürokrasilerini yeniden biçimlendirme çabalarını”

dolayısı ile “neoliberal bir devlet inşasını” içermektedir. Dolayısı ile bu kapsamlı yaklaşım bünyesinde işlevsel olarak birçok ayırıcı özelliği barındırmaktadır (F.Bayraktar, 2015:86).

Yönetişim yaklaşımı demokrasi, sivil toplum, etkin yönetim, küreselleşme, yerelleşme, ekonomik kalkınma ve sosyal devlet kavramlarını temel alarak ve bu kavramları bağdaştırarak ulusal yönetim ve uluslararası ilişkiler için daha kabul edilebilir işlevsel bir model oluşturma çabası içindedir. Değişen ve dönüşen toplumsal siyasal formlara uygun yeni ilkeler ortaya koyarak, değişen toplumun beklentilerine karşılık vermeyi hedeflemektedir. Bireyi, toplumu, siyaseti ve yönetimi yeniden tanımlamak suretiyle yönetimde ve siyasette yeni açılımlar yaratmaktadır (Çukurçayır, 2014:269).

Bu noktadan hareketle yönetişimin temel işlevsel özelliklerini aşağıdaki başlıklar altında toplamak mümkündür:

 Ekonomik sosyal ve politik öncelikler: Katılımcılık, saydamlık ve hesap verebilirlik ilkeleri üçgeni içerisine yerleştirilebilen yönetişim bu üç unsurun birleşimi sayesinde ekonomik kalkınmada ekonomik, politik ve sosyal öncelikler üzerinde bir konsensüs temelinde yükselmektedir. Yönetişim teorisyenlerine göre sorumluluk kanalları bahsi geçen öncelikler sebebi ile yeni süreçlerle yer değiştirmektedir. Tüketici tercihi ve sorumluluk teorisi bu süreçte en etkili öncelikler olarak nitelendirilmektedir.

Sorumluluğun yönetişim literatüründe boşluk yaratması sebebi ile yeni arayışlar başlamıştır. Kamu hizmetlerini kalite ve miktar açısından politik kararlara göre değil de piyasa taleplerine göre belirlemek, servis sağlayıcılarının kendi performansları ile ilgili anlık bilgiler almalarını sağlamış ve bu tüketiciler bu sayede, seçtikleri kişilere başvurmaya gerek kalmadan hizmeti etkileme fırsatı bulmuşlardır (Özer, 2006:66).

 Katılımcılık: Vatandaşların siyasi karar mekanizmasına ve yönetim sürecini temsil yolu ile ya da doğrudan dâhil olmaları anlamına gelen, katılımcılık günümüzde vatandaş hakları, demokratik yönetişim ve yolsuzlukla mücadele ve yoksulluğun azaltılması ile birlikte kullanılmaktadır. Küreselleşen dünyada değişen, yönetim anlayışının bir uzantısı olarak, katılımcılık olgusunun gelişmesi, hiç kuşkusuz, vatandaş=devlet

ilişkisinin güçlenmesi olarak değerlendirilmektedir. Katılımcılığın sağlanması yoluyla devlet politikalarını belirlerken ve uygularken, vatandaşların istek ve beklentilerini göz ardı etmemiş olacaktır (Ergen, 2012:320).

 Seçilmiş görevlilerin değişen rolleri: Yönetişim, seçilmiş görevlilerin işlevlerini gerçektekinden daha az önemli göstermektedir. Tartışmalarda bu bakış açısından hareket edildiğinde, ağ sistemleri arasındaki ilişkilerin gelişimi ve kamusal kaynaklar ile özel sektör kaynaklarını bir araya getirilmesi önem teşkil etmektedir (Özer, 2006:66).

 Bürokratik şartlar: Demokrasi düzleminde ortaya çıkan sorunların çözümü noktasında siyasal sorumluluk ve bürokratik denetim fonksiyonlarının oldukça önemli olduğu belirtilmektedir, örgüt yapılanmasının bu süreçte demokratik yönetişimin, kendilerinin üretmesi gerekmektedir. Ancak uygulamaya bakıldığında rasyonel denetimler ve süreçler sürekli olarak siyasal liderlerin çıkarına hizmet etmekte ve bu şekilde hiyerarşinin dışına çıkmaktadır (Özer, 2006:67).

 Saydamlık: Devletin hedeflerini ve bunları gerçekleştirebilmek için uyguladığı politikaları ve sonuçlarını kamuoyuna duyurması saydamlık olarak tanımlanmaktadır.

Devletin sadece yaptıklarını değil, yapmayı planladıklarını da belirli ölçülerde halka duyurması, bu noktada halkı bilgilendirmesi gerekmektedir (Karakaş, 2005:297).

 Yeni liderlik anlayışı: Yeni liderlik anlayışında bir liderin krizleri yönetebilecek olması, bilgi ve deneyimden daha önemli ve geçerli olmaktadır. Yeni lider, yeni durumlara uyum sağlayabilen, esnekliği sloganlaştıran, bireylerle hem uyum içinde olup hem de onların kişisel kaos ve krizlerine çözüm sunma güvenini sağlayabilen liderdir. İletişim becerisi, yeni liderlik anlayışında oldukça önemli bir niteliktir (Yıldız, 2012:128).

Siyasal konseptte yönetim çift taraflı iletişimi gerektirmektedir. Bu ise rejimin değerleri arasında diyalog ve işbirliği oluşturma yetisini ve aradaki dengeyi sağlamayı, kamu çıkarına karar verebilen halkın temsilcisi olabilmeyi, temel hakları korumayı, vatandaşı demokratik yönetişim sürecinde eğitici, yetiştirici ve halktan yana olmayı gerektirir (Özer, 2006:67).

 Demokratik sorumluluk: yönetişimde genel olarak asıl unsurun demokratik sorumluluğun tesis edilmesi olduğu belirtilmektedir. Ancak demokratik sorumluluk oldukça kaotik ve sorunlu bir kavram olarak değerlendirilmektedir. Çünkü sebep olma

ve yönetme erkini, dayanışmayı arttırmak ve kültürleri beslemek yoluyla; özgürlük, eşitlik ve sorumluluk temelleri oluşturulmaya çalışılmaktadır (Özer, 2006:68).

Bu sıralanan özelliklerden ayrı olarak, literatürde iyi yönetişimin birbirini tamamlayan sekiz unsuru olduğu belirtilmektedir. Bu ilkeler aşağıdaki gibi özetlenebilir (Özer, 2006:79):

 Yönetimde şeffaflık (açıklık): şeffaflık ve açıklık, yönetsel kararlarda ve politika uygulamalarında söz konusu sürece ait doğruların, rakamların ve mekanizmaların bilgisine erişilebilirlik olarak tanımlanabilir (Curtin ve Meijer, 2006:110; Gerring ve Thacker, 2004:316-317). Şeffaflık yönetişimde dikkate değer prensiplerden birisidir.

Geleneksel yönetim yapılarının dönüşüme uğramasıyla vatandaşlar yönetim süreçlerinin bir parçası olmuştur. AB ombudsmanlığı yapmış olan Söderman, yönetimin kararlarının anlaşılabilir ve açık olması, kararların gerekçeli olması ve kararlara esas teşkil eden bilgilerin mümkün olduğunca kamunun erişimine açık hale gelmesi olmak üzere, şeffaflığın üç boyutu olduğunu belirtmektedir (Şengül, 2013:208).

 Katılım: Vatandaş, mümkün olan her durumda politika geliştirme süreçlerine dâhil olmalıdır. Bu yönetim ile vatandaşlar arasında uçurum oluşmasını engellemenin bir yoludur. Vatandaşlar, politika geliştirme ve uygulama süreçlerine dâhil oldukları zaman, söz konusu politikaların içeriği de iyileşecektir. Katılım aynı zamanda yönetime olan güvenin artmasını ve demokrasinin güçlenmesini, yönetimin meşruiyetinin artmasını sağlamaktadır. (TESEV, 2014:15). Demokrasinin yaşaması, toplumsal sistemin bir parçası olan siyasal/yönetsel sistemin, meşruluk ve ussallık temellerine oturması ve yurttaşlarıyla siyasal/yönetsel sistemle özdeşleşme olanaklarına bağlıdır.

Bu da ancak her şeyin kamuoyu önünde gerçekleştiği ve halk denetiminin temsilciler yoluyla da olsa yürütüldüğü bir sistemde mümkündür. Bu sonucun elde edilebilmesi ve siyasal sosyalleşmenin sağlaması ve güçlendirilmesi yalnızca katılımcı yöntemlerin ve yurttaşların bu süreçlerde yer almasına bağlıdır (Çukurçayır ve diğerleri, 2012:5).

 Hesap verebilirlik: Bu ilke kurumdaki görevlilerin yetki ve sorumluluklarının kullanılmasına ilişkin olarak, ilgili kişilere cevap verebilir olma, bunlara yönelik eleştiri ve talepleri dikkate alan bir yönde hareket etme ve bir başarısızlık durumda sorumluluğu üzerine alma gerekliliğini vurgulamaktadır. Bu anlamda kamu örgütleri, özel sektör ve

sivil toplum kuruluşlarındaki karar alıcıları kamuoyuna ve kurumsal paydaşlarına karşı hesap verebilmelidir (Çukurçayır ve diğerleri, 2012:5).

 Etkinlik: Yönetişim içerisinde etkinlik “Küreselleşmenin ve sürdürülebilir kalkınmanın gerektirdiği ayak uydurmaya yönelik; devlet, özel sektör, sivil toplum kuruluşları ve vatandaşın yönetimde birlikte rol almasını öngören geniş bir perspektifi temsil etmektedir.” (Soylu, 2003:78). Ekonominin en önemli sorunu olan kıt kaynaklarla sınırsız ihtiyaçları karşılama çabası, kaynakların dağılımı ve kullanımı noktasında, daha nesnel ölçütlerin kullanımını öngören yeni anlayışların geliştirilmesine yol açmaktadır.

Ayrıca verimlilik ve etkinliğin standartları uluslararası düzeyde belirlenir hâle gelmekte, vatandaşlar devletten evrensel ölçütlere uygun hizmet beklentisine girmektedirler.

Etkinlik arayışları kurumların ve ülkelerin uluslararası platformdaki rekabet gücünü arttırmaktadır (Akyel ve Köse, 2010:19)

 Uyum: Politikaların ve bunların uygulanmasına yönelik eylemlerin uyumlu ve kolay anlaşılır olması gerekmektedir. AB içinde uyuma duyulan gereksinim birçok nedenden dolayı artmaktadır. Birliğin ve yükümlülük alanının genişlemesi ve bu sebeple farklılıkların artması, birliğin ilk başta temeline oturttuğu iklimsel ve demografik değişimler gibi yeni sorunlar, bölgesel ve yerel aktörlerin AB politikalarının oluşumuna müdahil olmaya başlamaları uyum gereğini ortaya çıkaran nedenlerden yalnızca bir kısmıdır (Özer, 2006:2).

 Cevap verebilirlik: Bireyin ön planda tutulduğu anlayışların hâkim olduğu toplumlarda devlet-vatandaş ilişkileri sağlıklı bir biçimde işlemektedir. Bunu tesis etmek içinse bireyin kendini güvende hissettiği bir yönetim ortamında, yönetimi istediğinde denetleyebilme ve bilgi edinebilme gücüne sahip olmasını gerektirmektedir. Aynı şekilde devlet de halkın denetimine ve bilgi talebine hazır ve açık olmalıdır (Tayfun, 2007:154).

 Eşitlik: Devletin vatandaşları arasında herhangi bir etkene dayalı olarak ayrım yapmaması ve bireylere aynı koşullarda aynı olanakların tanınması, eşitlik ilkesinin gerekleri arasında yer almaktadır (Ulucan, 2013:371).

 Stratejik vizyon: Örgütün gelecekte ulaşmak istediği en iyi nokta ve bunun için oluşturduğu yol güzergâhı vizyon olarak tanımlanabilir (Avamleh & Gardner, 1999:349; Lissack & Ross, 2001:34). Kamu yönetiminde yöneticilerin de stratejik

vizyona sahip olmaları beklenmektedir. Ayrıca yönetici/lider, örgütü daha başarılı kılmak için hedefleri belirleyip bunlara ulaşmak için yönetişim çerçevesinde stratejik planlama yöntemine başvurulmalıdır.