• Sonuç bulunamadı

YÜKSEK LİSANS TEZİ T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ KAMU YÖNETİMİ ANABİLİM DALI YÖNETİM BİLİMLERİ BİLİM DALI

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "YÜKSEK LİSANS TEZİ T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ KAMU YÖNETİMİ ANABİLİM DALI YÖNETİM BİLİMLERİ BİLİM DALI"

Copied!
118
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

YÜKSEK LİSANS TEZİ

KAMU YÖNETİMİ ANABİLİM DALI YÖNETİM BİLİMLERİ BİLİM DALI

EYLÜL 2017

GAZİ ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

ÖZGE DİDAR TEPELİ KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE KAMU YÖNETİMİ TARTIŞMALARI:

YÖNETİŞİM POLİTİĞİ

EYLÜL2017ÖZGE DİDAR TEPELİKAMU YÖNETİMİ ANABİLİM DALI YÖNETİM BİLİMLERİ BİLİM DALI

(2)
(3)

YÖNETİŞİM POLİTİĞİ

Özge Didar TEPELİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

KAMU YÖNETİMİ ANABİLİM DALI YÖNETİM BİLİMLERİ BİLİM DALI

GAZİ ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

EYLÜL 2017

(4)
(5)
(6)

KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE KAMU YÖNETİMİ TARTIŞMALARI: YÖNETİŞİM POLİTİĞİ

(Yüksek Lisans Tezi)

Özge Didar TEPELİ

GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

Eylül 2017

ÖZET

Küreselleşme, zaman ve mekân sınırlılıklarını ortadan kaldıran, dünyayı bir ucundan öteki ucuna iletişim ağlarıyla donatan, yakın uzak zıtlığını yok eden, dünyayı avuçlarımızın içine sığabilecek kadar küçülterek, etrafındaki her şeyi önüne katıp dönüşüme, değişime götüren bir olgu olarak karşımızda durmaktadır. Değişime ayak uydurmayan kurumlar ve olgular yok olmaya mahkûm olduklarından, kamu yönetimi ve yönetim anlayışı da bu değişimden nasibini almıştır. Kamu yönetimi çağın koşullarına, toplumun beklentilerine uyum sağlamak adına geleneksel kamu yönetimi anlayışından, yeni kamu yönetimi anlayışına evrilmiştir.

Weberyen bürokrasinin temelinde yükselen katı, kapalı, hiyerarşik kamu yönetiminin yerine esnek, piyasa temelli, müşteri odaklı, şeffaf bir kamu yönetimi anlayışı getirilmiştir. Değişen koşullar ile birlikte vatandaşın toplumsal mal ve hizmetlerden beklentisi yükselmiş ve talepleri farklılaşmıştır. Daha ucuza daha kaliteli mal ve hizmet sunumunu ön gören YKY bu noktada toplumun yükselen beklentilerini karşılamayı amaçlamıştır. Daha katılımcı ve etkileşimli yönetim anlayışı olan yönetişim ise yönetime toplumsal, siyasal, ekonomik aktörler katarak, birlikte yönetme yaklaşımını geliştirmiştir. Çalışmada, yönetimin teorik arka planı tarihsel süreç içinde incelenmekte ve bu süreçte geçirdiği değişim ortaya konmaktadır. Küreselleşmenin kamu yönetimi anlayışında ne gibi değişiklikler yarattığı çalışmada irdelenmekte ve YKY ile yönetişim yaklaşımları bu bağlamda tartışılmaktadır.

Sonuç olarak küreselleşme, kamu yönetimi disiplinini köklü bir değişime sürüklemiş ve yeni yönetim yaklaşımları ortaya çıkartmıştır. Bu bağlamda YKY ve yönetişim, kamu yönetimi disiplininde yükselen değerler olarak ön plana çıkmaktadır. Çağın koşulları; dinamik, değişime açık ve esnek yönetim anlayışlarını gerektirdiğinden, ihtiyaç ve beklentiler değiştikçe kamu yönetimi evrimine devam edecek, doğal olarak YKY ve yönetişim gibi yönetim trendlerinin ötesinde yaklaşımlar da gündeme gelecektir.

Bilim Kodu : 111610

Anahtar Kelimeler : Küreselleşme, yeni kamu yönetimi, yönetişim Sayfa Adedi : 103

Tez Danışmanı : Prof. Dr. Mehmet Akif ÖZER

(7)

NEW PUBLIC MANAGEMENT DEBATES IN THE GLOBALIZATION DURATION:

GOVERNANCE POLICY (M.S. Thesis)

Özge Didar TEPELİ

GAZİ UNIVERSITY

INSTITUTE OF SOCIAL SCIENCES September 2017

ABSTRACT

Globalization stands as a phenomenon that removes the limitations of time and space, equips the world with communication networks from one end to the other, destroys our immediate remote opposition, transforms the world into small enough to fit within our palms, transforms everything around us and leads to change. Because the institutions and phenomena that do not keep pace with change are destined to disappear, understanding of public administration and management have also taken its share from this change. Public administration has evolved from the traditional public management approach to the new public administration approach in order to adapt to the conditions of the times and to adapt to the expectations of the society. Instead of the rigid, closed, hierarchical public administration rising on the basis of the Weberian bureaucracy, a flexible, market-based, client-oriented, transparent, public management approach was introduced. Along with the changing conditions, citizens' expectations of social goods and services have increased and their demands have been differentiated. Foreseeing to offer better quality goods and services at a cheaper price, NPM aims to meet the rising expectations of society at this point.

Governance, a more participatory and interactive management approach, has improved management of co-management by adding social, political and economic actors. In this study, the theoretical background of the management is examined paying due regard to the historical process and its evolution in the period considered. In the study, it is examined what changes globalization has caused in the concept of public administration and NPM and governance approaches are discussed within this context. As a result, globalization has led to a drastic change in public administration discipline and new management approaches. In this context, NPM and governance are emerging as rising values in public administration discipline. As the changing circumstances require clear and flexible management approaches, as the needs and expectations change, the public administration will continue to evolve and approaches beyond management trends such as NPM and governance will also naturally come to the fore.

Science Code Key Words

Page Number Supervisor

: 111610

: New public management, globalization, governance, : 103

: Prof. Dr. Mehmet Akif ÖZER

(8)

TEŞEKKÜR

Tez çalışmamı hazırlarken, yol gösteren ve cesaretlendiren ve desteğini esirgemeyen değerli danışman hocam sayın Prof. Dr. Mehmet Akif Özer’e çok teşekkür ederim. Ve bugünlerimin mimarı sevgili aileme, her koşulda yanımda oldukları için minnettarım. Bu süreçte anlayışını ve desteğini esirgemeyen eşime ve varlığıyla güç veren sevgili oğlum Yusuf Göktuğ’a çok teşekkür ederim.

(9)

İÇİNDEKİLER

Sayfa

ÖZET ... iv

ABSTRACT ... v

TEŞEKKÜR ... vi

İÇİNDEKİLER ... vii

ÇİZELGELERİN LİSTESİ ... x

KISALTMALAR ... xv

1. GİRİŞ ... 1

2. YÖNETİM PARADİGMASINDAKİ DEĞİŞİM ... 5

2.1.Yönetim Kavramı ... 5

2.2. Yönetim Biliminin Gelişimi ... 6

2.3. Yönetim Teorileri ... 6

2.3.1. Klasik Yönetim Teorisi ... 6

2.3.1.1. Bilimsel yönetim teorisi ve F. Taylor ... 7

2.3.1.2. Yönetim süreci teorisi ve H. Fayol ... 9

2.3.1.3. Bürokrasi teorisi ve Max Weber ... 10

2.3.2. Neo Klasik Yönetim Teorisi ... 12

2.3.2.1. Hawthorne Araştırmaları ... 13

2.3.2.2. Douglas Mc Gregor X ve Y Teorisi ... 14

2.3.3. Modern Yönetim Teorisi ... 15

2.3.3.1. Sistem yaklaşımı ... 16

2.3.3.2. Durumsallık yaklaşımı ... 17

2.4. Kamu Yönetimi ... 18

2.5. Değişen Yönetim Paradigmasının Kamu Yönetimine Etkileri ... 19

3. KÜRESELLEŞME VE YENİ KAMU YÖNETİMİ ANLAYIŞI ... 23

3.1. Küreselleşme Kavramı ... 23

(10)

Sayfa

3.2. Küreselleşmenin Tarihsel Arka Planı ... 26

3.3. Küreselleşme Yaklaşımları ... 29

3.4. Küreselleşmenin Boyutları ... 31

3.4.1. Küreselleşmenin Ekonomik Boyutu ... 32

3.4.2. Küreselleşmenin Siyasal Boyutu ... 33

3.4.3. Küreselleşmenin Kültürel Boyutu ... 34

3.5. Yeni Kamu Yönetimi ... 36

3.5.1. Yeni Kamu Yönetimi: Kavramsal ve Teorik Çerçeve ... 40

3.5.2. Yeni Kamu Yönetiminin Özellikleri ... 41

3.5.3. Yeni Kamu Yönetimi ile Geleneksel Kamu Yönetimi Arasındaki Farklar . 44 3.5.4. Yeni Kamu Yönetimine Yönelik Eleştiriler ... 46

4. YENİ KAMU YÖNETİMİ ÖTESİ: YÖNETİŞİM POLİTİĞİ ... 49

4.1. Yönetişim: Kavramsal Çerçeve ... 49

4.2. Yönetişimin Teorik Arka Planı ... 51

4.3. Yönetişimin Önerileri, Fonksiyonları ve Özellikleri ... 53

4.4. Yönetişimin Aktörleri ... 60

4.4.1. Devlet ... 60

4.4.2. Özel Sektör ... 62

4.4.3. Sivil Toplum Kuruluşları ... 63

4.4.4. Halk ... 64

4.5. Yönetişim Türleri ... 64

4.5.1. Kamu Yönetişimi... 64

4.5.2. İyi Yönetişim ... 65

4.5.3. Küresel Yönetişim ... 71

4.5.3. Yönetim ile Yönetişim Arasındaki Farklar ... 72

4.6. Yönetişim Politiği ... 74

(11)

Sayfa

4.6.1. Yönetişim: Ulus Devletin Sonu mu? ... 74

4.6.2. Yönetişim ve Türkiye ... 75

4.6.2.1. Yerel Gündem 21 ... 75

4.6.2.2. Kent konseyleri ... 78

4.6.2.3. Kamu denetçiliği kurumu (ombudsmanlık) ... 79

4.6.3. Yönetişimin Eleştirilen Yönleri ... 81

5. SONUÇ VE ÖNERİLER ... 83

KAYNAKLAR ... 89

ÖZGEÇMİŞ ... 103

(12)

ÇİZELGELERİN LİSTESİ

Çizelge Sayfa

Çizelge 2.1. Modern Yönetim Teorisindeki Yaklaşımlar ... 16

Çizelge 3.1. Küreselleşmenin Tarihsel Serüveni ... 28

Çizelge 3.2. Küreselleşme Yaklaşımlarının İçeriği ... 31

Çizelge 3.3. GKY ile YKY Yaklaşımlarının Karşılaştırılması ... 45

Çizelge 4.4. Yönetim ile Yönetişimin Karşılaştırılması ... 73

(13)

KISALTMALAR

Bu çalışmada kullanılmış kısaltmalar, açıklamaları ile birlikte aşağıda sunulmuştur.

Kısaltmalar Açıklamalar

AB Avrupa Birliği

BM Birleşmiş Milletler

CNN Cable News Network

DB Dünya Bankası

GATT Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması

GKY Geleneksel Kamu Yönetimi

IMF Uluslararası Para Fonu

KTT Kamu Tercihi Teorisi

NPM New Public Management

OECD Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü

STK Sivil Toplum Kuruluşu

TKY Toplam Kalite Yönetimi

WB World Bank

WTO World Trade Organization

YİT Yönetim İdeolojisi Teorisi

YG-21 Yerel Gündem 21

YKY Yeni Kamu Yönetimi

YKİ Yeni Kamu Hizmeti

(14)

1. GİRİŞ

Yönetim insanın varlığından bu yana süregelen, her dönemde ihtiyaç duyulan ve insanın var olduğu her noktada söz konusu olan çok yönlü karmaşık ve çeşitli süreçlerden oluşan bir olgudur. En basit tanımı ile “sevk ve idare etmek” demek olan yönetim yalnızca örgütlerin değil tek başına bir insanın bile hayatını sürdürebilmesi için gerek duyulan bir süreçtir. Zaman geçtikçe bir şeylerin değiştiği bilinen bir gerçektir. Maksim Gorki'nin de

“Geçmişin arabalarıyla hiçbir yere gidemezsiniz” şeklinde ifade ettiği gibi ilerlemek için değişime ayak uydurmak gerekmektedir. Değişime direnç gösteren pek çok şey varlığını koruyamayıp yok olmaya mahkûmdur. Bu nedenle yönetim ve kamu yönetimi yaklaşımları da dönemin koşullarına ve gereksinimlerine göre şekillendirilmiş ve bu amaçla daha iyi yönetim arayışı geçmişten bugüne süregelmiştir. Zaman ve mekân sınırlarının önemsizleştiren, dünyayı “ağların etkileşimi” temeline oturtan küreselleşme olgusu da bu değişimi hızlandırmış ve dünya üzerinde yaşanan olaylara, olgulara ve süreçlere evrensel küresel nitelik kazandırmıştır. Yönetimdeki bu değişime yakından bakmak gerekirse; Klasik Yönetim Anlayışının temellerinin Fayol, Taylor ve Weber’in yönetim teorileri üzerine kurulduğu ve yönetimin amacının karı maksimize etmek olduğu görülmektedir. Bu açıdan Klasik Yönetim Anlayışının faydacı bir zihniyete sahip olduğu söylenebilir. Ardından gelen yaklaşım Neo Klasik Yönetim anlayışıdır. Kelime anlamı itibariyle yeni klasik olarak ifade edilmektedir. Neo Klasik Yaklaşım, Klasik Yönetim Anlayışındaki bazı eksiklikleri gidermektedir. Klasik yönetim anlayışının görmezden geldiği insan unsuru üzerinde durmakta ve bu açıdan davranışsal teori olarak da adlandırılmaktadır. Neo Klasik yönetim teorisinde özellikle Hawthorne Araştırmaları davranışsal yaklaşım açısından önem arz etmektedir. Elton Mayo tarafından yönetilen araştırmalarda örgütün sosyal yönüne vurgu yapılmaktadır. Klasik ve Neo Klasik Yönetim teorilerinin bir anlamda sentezi olarak görülen modern yönetim teorisindeyse, performans ve insan unsurlarının dışında, örgütün iç ve dış çevresine uyum sağlaması gerektiğini üzerinde durulmaktadır. Teoride örgüt ve çevresi arasında etkileşimsel bir ilişki biçimi olduğu savunulmaktadır. Yönetim teorileri böyle bir seyir halindeyken kamu yönetimi de değişim ve dönüşümün etkisiyle Geleneksel Kamu Yönetiminden Yeni Kamu Yönetimi anlayışına doğru bir paradigma değişimi yaşamıştır.

Değişime neden olan etkenler (Genç, 2010:147) “1970'lerdeki petrol krizleri İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra yükselen sosyal devlet refah devleti…, Keynezyen iktisat ve büyük kamu ekonomilerinin sorumlu tutulması, vatandaşın kamu yönetiminden beklentilerinin artması ve kamu bürokrasisinin bunları karşılayamaması, Yeni Sağ ideolojisinin yükselişe geçmesi,

(15)

minimalize devlet yaklaşımı…, kamu yönetiminde verimlilik, etkinlik, etkinlik ve ekonomiklik ilkelerinin yaygınlaşması, OECD, IMF, WB ve uluslararası örgütlerin Yeni Sağ ideolojisinin yaygınlaştırılması noktasında yürüttükleri aktif siyaset, bilgi ve iletişim teknolojilerinin yaygınlaşması, 1980 sonrası demokratikleşme söylemi, sivil toplumların önem kazanması”

şeklinde sıralanabilir. YKY kamu yönetiminin faaliyetlerinin, hizmetlerinin işletmecilik anlayışı çerçevesinde özel sektörün katkısıyla gerçekleştirilmesine yönelik bir yaklaşımdır.

YKY Weber'in bürokrasi modelinin zemininde yükselen GKY’nin aksine Âdem-i merkeziyetçi, çıktı odaklı, vatandaşı müşteri gibi gören bir yönetim modelidir. YKY başarılı bir yönetim için çağdaş yönetim tekniklerini ( TKY, değişim mühendisliği, stratejik yönetim, vb.) kullanmayı savunmaktadır. Yönetişim anlayışı ise YKY yaklaşımının ilkelerini benimsemekle birlikte, yönetimi çok boyutlu bir süreç olarak değerlendirmekte ve bu süreci farklı aktörlerle paylaşmayı savunmaktadır. “Birlikte yönetim” söyleminden hareketle yönetimi bazı göreve fonksiyonlarını özel sektör, STK’lar ve hakla paylaşmanın daha demokratik bir yönetim anlayışı getireceğini öngörmektedir.

Küreselleşmenin etkisi ile küresel ekonominin oluştuğu bir ortamda, ulus devletin bazı alanlarda, uluslararası kararları uygulamasının kaçınılmaz olduğu günümüzde, yönetişim de yönetimin yerini almaya başlamıştır. Pek çok alanda uygulanabilirliği olması sebebiyle kamu yönetişimi, küresel yönetişim ve iyi yönetişim şeklinde yönetişim türleri geliştirilmiştir. İyi yönetişimin bünyesinde “hesap verebilirlik, şeffaflık, cevap verebilirlik, hukukun üstünlüğü, katılımcılık, eşitlik, stratejik vizyon ve etkinlik” gibi özellikleri barındırarak ideal bir yönetim modeli olarak nitelendirilmektedir. Yönetişim paradigmasındaki sözü geçen değişim çalışmanın zeminini oluşturmaktadır. Bu açıdan çalışmada GKY ile YKY ve yönetişim yaklaşımları farklı açılardan karşılaştırılmaya çalışılmakta ve bu yeni yönetim anlayışlarının yönetime kattığı değerler küreselleşme ölçeğinde değerlendirilmektedir. Küreselleşme ekonomik siyasal ve kültürel yönleriyle ele alınmakta, ulus-devletin bu süreçten nasıl etkilendiği izlenmeye çalışılmaktadır.

Çalışmada literatür taraması yöntemi kullanılmış olup çalışma şu sorular zemininde şekillendirilmiştir:

- Yönetim anlayışı tarihsel süreç içinde nasıl bir değişim göstermiştir?

- Yönetimde yaşanan değişim kamu yönetimine nasıl yansımıştır?

- Küreselleşme kamu yönetimindeki paradigma değişimine ne yönde etki etmiştir?

(16)

- YKY hangi teorik öncüller üzerinde yükselmiştir?

- YKY ve yönetişim GKY’den farklı olarak yönetime hangi değerleri katmıştır?

- Yönetişim ulus-devletin ortadan kalkmasına neden olabilecek bir anlayış mıdır?

- Yönetişim anlayışları hangi çerçevede uygulanırsa ideal yönetime ulaşılmış olur?

Bu sorular ışığında çalışmanın birinci bölümünde yönetim ve kamu yönetiminin kavramsal çerçevesi çizilmekte klasik, neo-klasik ve modern yönetim teorileri incelenmekte değişen yönetim ve kamu yönetimi anlayışı ortaya koymaya çalışılmaktadır.

Çalışmanın ikinci bölümünde yönetim anlayışında yaşanan değişim küreselleşme kapsamında değerlendirilmektedir. Küreselleşme kavramı farklı boyutlarıyla incelenerek, küreselleşmeye dair bakış açıları irdelenmektedir. Küreselleşmenin kamu yönetimi anlayışı üzerine etkileri başlığı altında YKY’nin tarihsel serüveni, teorik temelleri ortaya koymaya çalışılmakta, YKY’nin GKY’den hangi yönleriyle ayrıldığı sorusu cevaplanmaya çalışılmaktadır.

Çalışmanın üçüncü ve son bölümünde ise küreselleşmenin etkisiyle gelişen yönetim anlayışlarından yönetişim yaklaşımı kavramsal ve tarihsel olarak incelenmekte ve yönetişimin temel özellikleri, ilkeleri ve türleri üzerinde durulmaktadır. Yönetişimin yönetimden ayrılan yönleri açıklanmakta, ulus devleti ne yönde etkilediği ve etkileyeceği tartışılmakta ve yönetişimin ideal yönetim biçimi olup olmadığı sorgulanmaktadır.

Bu çalışmada görüldüğü üzere kamu yönetimindeki paradigma değişimi küreselleşme kapsamında incelenmekte ve çalışmanın sorularına cevap aranmaktadır. Yeni yönetim anlayışları hakkında kapsamlı bilgi sahibi olmak yönetimi idealize etmek açısından önemlidir. Bu kapsamda kamu yönetimindeki değişimin devam edeceği, değişen yönetim anlayışlarının ülkelerin kendi yönetim sistemlerine uygun yönlerini alarak ve küreselleşen dünyaya denge unsurunu gözetecek şekilde uyum sağlayarak devletlerin/yönetimlerin bu yarışta ayakta kalabilecekleri öngörülmektedir.

(17)
(18)

2. YÖNETİM PARADİGMASINDAKİ DEĞİŞİM

2.1.Yönetim Kavramı

Yönetimin tarihi insanlık tarihi kadar eskidir. İnsanoğlu biyolojik ihtiyaçlarını karşılamanın yanı sıra yalnızca hayatta kalabilmek için dahi asgari düzeyde yönetim becerisine sahip olmalıdır. Modern hayatın karmaşık şartları içinde pek çok kimse mesleki açıdan yönetici olmasa da bir şekilde yöneticilik yapmak zorunda kalmaktadır (Şahin, 2015:5-6).

Yönetim birden çok anlamı olan kavramlar arasında yer almaktadır. Kimi zaman örgüt, kimi zaman yönetsel etkinlikler, kimi zaman da yönetme (sevk ve idare) anlamları yönetim kavramına yüklenmektedir (Gözübüyük, 1997:1). Yönetim geniş anlamda başkalarını yönlendirme ve yönetme olarak süreci olarak değerlendirilmektedir. Bir diğer tanımda yer alan ifadede ise yönetim, eşyanın ve insanların yönetimini birlikte içerecek bir biçimde maddi ve beşeri kaynakların belli bir amaca yönelik düzenlenmesi ve kullanılması süreci olarak ifade edilmektedir (Parlak ve Sobacı, 2005:22).

Amaç açısından yaklaşıldığında yönetim, toplumun farklı kesimlerinin işleyişini düzenleyen ve bu kesimlerdeki yönetsel kuruluşların belirleyici özellikleri üzerinde somutlaşan eylemler dizisi, aynı amaca hizmet eden kişilerden oluşan bir örgütün en kısa yoldan amaçlarını gerçekleştirmesine yönelten; planlama, örgütlenme, personel alma, yönlendirme, eşgüdüm, denetleme öğelerinden oluşan bir karmaşa olarak değerlendirilebilir (Fişek, 2011:1-3). Yönetim gerçek hayatta örgütlerde yöneticiler tarafından icra edilen bir faaliyettir, pratikte karşılığını bulur, özellikle modern hayatın her alanında karşımıza çıkan bir uygulamadır (Öztaş, 2013:15). Toplum ile siyaset önemli ölçüde iç içe geçmiş bir nitelik sergilemeye çok öncelerden başlamıştır. Aristo insanı siyasal bir varlık olarak tanımlamıştır ve bu yüzden insan, doğası gereği “iyi” ya da “erdemli” bir topluma erişmek için siyasal topluluk halinde bir örgütlenme içerisine girecektir (Aristotales, 1990:7-9). Yöneten yönetilen ayrımının da Mezopotamya, Mısır ve Eski Çin Uygarlıklarında bulunan ilk yerleşimlerden itibaren başladığı kanısına yapılan araştırmalar sonucu varılmıştır. İnsanların iktisadi, ticari, kentsel, dini ve askeri faaliyetleri örgütlü olarak yaptıkları ve bu örgütlerin de birileri tarafından yönetildiği görülmektedir (Öztaş, 2013:15). Yönetime işletme ve kamu

(19)

perspektifinden bakıldığında farklı anlamlar içerebilmektedir. Kavram kamu yönetiminde talimatlar zinciri, işletmede ise sonuca yönelik başarılara işaret eder (Hughes, 1998:53).

Yönetim literatürde, ilkece belli bir süreklilik, düzenlilik ve öngörüde bulunabilme önceden tahmin yürütebilme ihtiyacı olarak değerlendirilmektedir. Bu süreklilik ve düzenlilik nitelikleri yönetimin değişime ayak uydurmayacağı anlamına gelmemektedir.

Açık bir sistem olarak nitelendirilen yönetim, çevresi ile etkileşim içinde olduğu için, çevredeki her türlü değişimden etkilenmektedir. Bu değişim yönetimin düzenliliğini ve sürekliliğini bozmak yerine, yönetimi yeni taleplere uygun hale getirerek değişim kapasitesini artırmaktadır (Sezer, 1992:3).

2.2. Yönetim Biliminin Gelişimi

Yönetim biliminin bir disiplin olarak geçirdiği evrime bakıldığında; klasik yönetim, neo-klasik yönetim ve modern yönetim evrelerinden geçtiği görülür. 20. yüzyılın son yirmi otuz yılında ise bu evrim zincirine post-modern yönetim anlayışı eklenmiştir. Klasik dönem 19. yüzyılın son dönemlerinin getirisi olan bürokrasi kuramı ile başlar 20. yüzyılda farklı açılımları ihtiva eden bilimsel yönetim kuramı ile son bulur. Neo-klasik dönem ise insan unsurunu ön plana çıkaran insan ilişkileri yaklaşımı ile dikkat çeker (Leblebici,2008).

Modern yönetim düşüncesi klasik ve neo-klasik kuramlardan farklı olarak örgütü çevresindeki değişimlere uyum sağlaması gereken bir bütün olarak nitelendirirken iki kuramın güçlü bir sentezini yaratmayı amaçlamıştır. Modern kuramlar örgütün bölümleriyle ve çevresiyle etkileşim halinde olduğunu diğer bir deyişle birbirlerini etkiledikleri görüşünü benimser (Saruhan ve Yıldız, 2013:169).

2.3. Yönetim Teorileri

Yönetim teorileri, her dönemin koşullarına ve insan ihtiyaçlarına yönelik olarak geliştirilmiş teorileri kapsamaktadır. Teoriler; Klasik Yönetim Teorisi, Neo Klasik Yönetim Teorisi ve Modern Yönetim Teorisi olmak üzere 3 ana başlık altında incelenecektir.

2.3.1. Klasik Yönetim Teorisi

Yönetim teorilerinden ilki ve temeli Klasik Yönetim Teorisidir. Diğer yönetim yaklaşımlarının temel taşı niteliğinde olan klasik teori; belirlenmiş örgüt yapısı ve otorite

(20)

ilişkisi temelinde, etkinlik ve verimliliğin nasıl artırılabileceği konusuna yoğunlaşmıştır (Parlak,2013:63). Klasik yönetim teorisinin benimsendiği dönemde iş bölümü, hiyerarşi, rasyonel yaklaşım gibi özellikler ön planda tutulurken, verimliliği sağlamak adına; zaman ve uyum etütleri, iş basitleştirme, personel yönetimi, kayıt tutma ve mali yönetim gibi tekniklere başvurulmuştur (Heper ve Berkman, 1980:4).

Klasik dönemde kamu kurumlarının ve sanayi kuruluşlarının örgütsel yapıları ve işleyişleriyle ilgili kayda değer çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmalar kamu yönetimi disiplininin gelişimi ve ilerlemesi noktasında önem arz etmektedir. Taylor’un (1911)

“Bilimsel Yönetimin İlkeleri”, Fayol’un (1916) “Genel ve Sanayi Yönetimi”, Weber’in (1920) “Bürokrasi Teorisi”, Gulick ve Urwick’in 1937 yılında derledikleri “Yönetim Bilimi Üzerine Makaleler” adlı eserleri klasik yönetim teorisinin mihenk taşı niteliğindedir (Çevik, 2010:15).

Özetle klasik teori üç öncü yazar ve görüşleri etrafında toplanmıştır. Bunlar aşağıdaki gibidir (Parlak, 2013:63):

- Bilimsel Yönetim Teorisi ve F. Taylor - Yönetim Süreci Teorisi ve H. Fayol - Bürokrasi Teorisi ve M. Weber

Bu teorilere adı geçen yazarlar haricinde pek çok yazar ve düşünür de önemli eklemekler yapmış ve teorilerin gelişimine ve ilerlemesine katkıda bulunmuşlardır.

2.3.1.1. Bilimsel yönetim teorisi ve F. Taylor

Bilimsel yönetim kuramsal anlamda Frederick W. Taylor’un (1911) “Bilimsel Yönetimin İlkeleri” isimli eseriyle tartışılmaya başlanmıştır. Taylor ve ardından onun düşüncesini savunanlar; işçi performanslarının standardizasyonunun yapılmasına olanak verecek yöntemler sayesinde, en az girdi ile en fazla çıktının alınabileceğini öne sürmüşlerdir. Ayrıca Taylor çalışmada, bireysel tutkunun güdüleyici etkisiyle bireysel verimliliği artıracağını ifade ederken, ekip çalışmasının ise bireyin performansını olumsuz yönde etkileyeceğini belirtmiştir (Leblebici, 2008:105).

(21)

Taylor; bir fabrika ustabaşısının görev tanımında mevcut olan maliyet, üretim miktarı, denetim, bakım-onarım ve disiplin gibi sorumlulukların birbirinden ayrılıp, her bir sorumluluğu farklı bir ustabaşının üstlenmesinin, işçi verimliliğini arttıracağını iddia etmiş ve bu savını “fonksiyonel yönetim” olarak adlandırmıştır (Saruhan ve Yıldız, 2013).

Taylor’a göre bireysel refahın en üst düzeye ulaşabilmesinin ön koşulu maksimum bireysel verimlilikle elde edilen maksimum günlük üretim düzeyidir (Taylor, 2005:6).

Taylor’un yönetim anlayışında üzerinde durulması gereken üç temel nokta söz konusudur (Eren, 1988:14-15).

 Bir iş en verimli şekilde yapılmak isteniyorsa, bilindik yöntemleri bir kenara bırakıp, yeni yöntemler geliştirilmeye çalışılmalıdır. Zaman ve hareket etütleri bu noktada devreye girer. İşte yapılan gereksiz hareketler önlenmelidir bunun için de 3 ila 5 yıllık bir zaman dilimine ihtiyaç vardır.

 İşin etkin ve hızlı bir biçimde yapılabilmesini sağlamak çalışanı özendirmeye bağlıdır.

Üretimde standart hedefe ulaşmış çalışana, normal ücretler dışında prim ve ikramiye ödenerek, çalışan motive edilebilir.

 Deneyimli ustabaşılar, işyerindeki kurallar ve çalışma koşullarının düzenlenmesi açısından kilit unsurdur. Ayrıca bilimsel yöntemlere aykırı hareket edenlerin cezalandırılması gerektiğini savunan Taylor, yeni geliştirilen yöntem ve sistemlerin üst kademe yöneticilerinin ikna edilerek yürürlüğe konulması gerektiğini savunur.

Bilimsel yönetim “insan mühendisliği” olarak adlandırılan bir mühendislik dalının kamu kesiminde yer bulmasını sağlamıştır. Yetki-sorumluluk dengesinin kurulması, işbölümü, denetim alanının sınırlılığı, örgütün yatay ve dikey büyümesi gibi ilkeler bu sayede kamu yönetiminde de benimsenmiştir.

Bilimsel yönetimin ilkesel bağlamda özeti şu şekildedir (Parlak, 2013:64):

 Bilim ve sistem

 Koordinasyon ve uyum

 Yardımlaşma ve işbirliği

 Maksimum çıktı

 Verimlilik düzeyini maksimuma ulaştıracak eğitim.

(22)

Taylor’un bilimsel yönetim anlayışı; antidemokratik olması ve insanı makinenin bir parçasıymış gibi kabul etmesi, motivasyon aracı olarak yalnızca paraya değer vermesi ve bütün insanları tek tip varlık olarak görmesi gibi nedenlerden dolayı eleştirilmiştir (Yüksel ve Aykaç,1994:83-84).

2.3.1.2. Yönetim süreci teorisi ve H. Fayol

Klasik yönetim teorilerinden Yönetim Süreci Teorisi Henri Fayol tarafından ortaya atılmıştır. Fayol örgütü bir bütün olarak ele almış, iyi bir örgüt dizaynı ve yönetim ilkelerini araştırmıştır (Koçel, 1993:54). Fayol yönetim üzerine yaptığı araştırmalarında yol gösterici, sorunların çözümünde ilham verebilecek ve örgütlerin geleceğe hazırlanması noktasında rehberlik edebilecek, genel bir yönetsel doktrinin olmadığına işaret etmektedir. Fayol, yönetim eğitiminin; ilköğretim okullarından başlayan ve yüksekokullara kadar uygun bir şekilde devam etmesi gereken bir süreç olduğunu belirtmektedir (Fayol, 1917:24).

Fayol yönetim eylemini; planlama, örgütleme, yöneltme, koordinasyon, ve denetim olmak üzere beş fonksiyona ayırmıştır. Bu ayrıştırmadan sonra yönetim süreci;

fonksiyonlarına ayrılmış yönetim eylemini ifade etmek için kullanılmaya başlanmıştır.

Yönetim faaliyetleri içinde ağırlığı planlamaya veren Fayol’a göre, geleceğe ilişkin tahminde bulunma ve plan yapma örgütlerin vazgeçemeyeceği ve kesinlikle yerine getirilmesi gereken faaliyetlerdir. İkinci sırayı örgütleme fonksiyonu alır. Yönetim; emir- komuta zinciri içerisinde, tanımlanmış sorumluluklar içeren ve eğitilmiş yöneticilerin liderliğinde, örgüt faaliyetlerini en iyi biçimde gerçekleştirebilecek bir örgüt yapısı oluşturmakla yükümlüdür. Yine bu sıralamada personelin faaliyetlerini örgütsel amaçlara yönlendirmek büyük önem taşımaktadır. Dördüncü sırada yer alan, yönetsel faaliyetlerde eşgüdüm sağlanması; çalışma hızı ve faaliyetlerin gereksiz yere birden fazla birim tarafından gerçekleştirilmemesi açısından dikkate değerdir. Fayol için yönetsel faaliyetlerde son sırayı denetleme almaktadır. Denetleme gerçekleşen diğer faaliyetlerin uygunluğunu ölçerken aynı zamanda süreçleri geliştirmenin de bir yoludur (Leblebici, 2008:110-111). Fayol, ayrıca basit ya da karmaşık, küçük ya da büyük bütün işletmelerin faaliyetlerini altı grupta toplamıştır. Bunlar: teknik, mali, ticari, güvenlik, muhasebe ve yönetimsel faaliyetler olarak sıralanabilir (Saruhan ve Yıldız, 2013:141).

(23)

Fayol’un ortaya attığı yönetim fonksiyonları veya ilkeleri daha sonrasında Gulick ve Urwick tarafından geliştirilmiştir. Gulick örgütü açıklarken yönetim faaliyetinin kamu yönetiminde veya özel sektörde çok farklılık göstermeyeceğini belirterek Fayol’a ait beş yönetim fonksiyonunu yediye çıkarmış ve bu ilkelerin evrenselliğine dikkat çekmiştir.

POSDCORB şeklinde kısaltılan bu ilkeler; planing-planlama, organizing-örgütleme, staffing-personel yönetimi, directing-yöneltme, coordinating-eşgüdüm, reporting- haberleşme ve budgeting-mali planlamadan oluşmaktadır (Çevik, 2010:15).

Fayol’un kafasındaki insan modeli tembeldir, iş yapmaktan kaçmanın yollarını arar.

Bu sebeple Fayol’a göre onları disipline edecek katı bir kurallar sisteminin oluşturulması gereklidir. Yöneticiler astlarına güvenmemeli ve yapılan her işi kontrol etmelidirler. Ayrıca yönetici olabilecek kişilerin sorumluluk yüklenebilme cesaretini haiz olması gereklidir ve bu kişilerin sayısı da oldukça azdır (Eren, 1998:15).

Henry Fayol’un gözlem ve deneyimlerinden oluşan fikirleri, süreç yaklaşımını yönetime kazandırmıştır. Sonrasında kuramcı ve uygulamacılar da süreç yaklaşımını zamanla geliştirmiş ve bu yaklaşıma çeşitli eklemeler yapmışlardır. Yönetim sürecini gruplara ayıran Fayol için, örgütlerde yönetici yönetilenden daha ön plandadır. Örgütlerin veriminin maksimizasyonu amaçlandığı için örgütlerin formel yanı ağırlık kazanmıştır.

Sonuçta Fayol yönetim süreci yaklaşımında, insan öğesine ilişkin sorunlara ve örgütün enformel yanına önem vermediği için eleştiri almıştır (Parlak, 2008:70).

2.3.1.3. Bürokrasi teorisi ve Max Weber

Klasik dönemin bir diğer öncü ismi Max Weber’in örgütler ile ilgili çalışmalara katkısı bürokrasi yaklaşımı ile gerçekleşmiştir. Bürokrasi yaklaşımında örgütler; geleneksel, karizmatik, akılcı-yasal olmak üzere üçlü bir ayrıma tabi tutulmuştur. Bu sınıflandırma içerisinde yer alan akılcı-yasal örgüt bürokrasi olarak adlandırılmıştır (Saruhan ve Yıldız, 2013:148).

Bürokrasi kelimesi bugün kullandığımız anlamda ilk defa 18. yüzyılda Fransız Ticaret Bakanı Vincent de Gournay tarafından kullanılmış ve daha sonrasında pek çok dile çevrilmiştir (Özer ve diğerleri 2015:244). Weber için bürokrasi; geniş bir alana yayılmış toplumsal eylemlerin, akılcı ve nesnel esaslara uygun düzenlenmesidir (Aykaç, 1997:38).

(24)

Max Weber’in yazdıkları her ne kadar teori veya model olarak anılıyor olsa da Weber teori kelimesini tercih etmemiştir. Öyle ki bir örgüt teorisi önermemiş, hatta bürokrasinin tanımını bile yapmamıştır. Bunun yerine örgütlenmelerde verimliliği ve etkinliği sağlayacak özellikleri “ideal tip” bürokraside toplamayı tercih etmiştir (Öztaş,2013:133). “İdeal tip”le kastedilen bir ütopya değildir. İdeal tip, aslında gerçek tipin üstün hali anlamında değil, gerçekte örneği bulunmayan “saf” anlamında kullanılmıştır. (Eryılmaz, 2013:60).

Weber tarafından ideal bürokrasi olarak adlandırılan etkili örgüt yapısı ve yönetiminin ayırt edici özellikleri şu şekilde sıralanabilir (Parlak, 2013:71):

 Açık şekilde belirlenmiş hiyerarşik yapı

 İşlevsel uzmanlaşmaya bağlı iş bölümü

 Resmiyete ve biçime bağlılık

 İlke ve yöntemler dizisinin varlığı.

Bu özelliklerden hareketle bürokrasi modeli; yönetim açısından akılcı ve güçlü amaçlar üzerine kurulmuş bir örgüt yapısını, hiyerarşik piramidi net bir şekilde belli olan kendi alanında uzmanlaşmış personeli ve demokratik yöntemlerle seçilmiş yetenekli ve bilgili yöneticiyi içinde barındırmalıdır. (Eren, 1993:17).

Weber’e göre bürokrasi modelinin uygulamada önemli getirileri bulunmaktadır.

Bunları aşağıdaki gibi özetlemek mümkündür (Saruhan ve Yıldız, 2013:150):

 Bürokrasi, fazla kırtasiyecilik içeren işlerde verimli ve etkili bir yöntemdir.

 Bürokraside, hesaplanabilirlik yani kurumsal performansın önceden belirlenmesi, yöneticinin başarısını objektif değerlendirme olanağı tanır.

 Bürokraside, açıklayıcı kurallar ve yönetmelikler sayesinde uygulamalar ön görülebilir bir biçimde gerçekleştirilebilir.

 Bürokrasi; makineler, yönergeler ve prosedürler gibi insansız teknolojiler yardımıyla çalışanları denetlemektedir.

Weber’e göre bürokrasi ve otorite kavramları birbiriyle yakından ilgilidir. Weber, otoriteyi; geleneksel, karizmatik ve bürokratik-rasyonel olmak üzere üç başlık altında toplar.

“Geleneksel otorite” anlayışında; Weber’in düşünüş biçimine göre bir kral ya da genel

(25)

anlamıyla bir lider geleneklerin emri ile kral veya lider olmuştur ve bu sebeple toplum, otoritenin yetki kullanmasını meşru görmektedir (Mozelis, 1979:16-18). Geleneksel otorite kavramı açısından Weber, geleneksel örgütsel yapıyı feodal örgüt modeli ile açıklamaktadır.

Buna göre iki tane feodal örgüt modeli bulunmaktadır. İlk modelde feodal örgüt üyelerinin kendi gelir kaynakları ve ekonomik bağımsızlıkları yoktur. Örgüt üyeleri ile lider arasında pederşahi bir ilişki mevcuttur. İkinci modelde ise feodal örgüt üyelerinin kendi gelir kaynakları ve ekonomik bağımsızlıkları mevcuttur. Üyeler liderlerine gelenekleri sebebi ile bağlılık gösterir ve bir anlamda özerkliğe sahiptirler (Saruhan ve Yıldız, 2013:143). Bir diğer otorite anlayışı ise “karizmatik otorite”dir. Weber karizmayı; bir kişideki ayırt edici doğaüstü, insanüstü veya olağan dışı bireysel güç ve nitelikler olarak tanımlamaktadır (Weber,1968:329). Weber için karizmatik liderin veliahdı aynı aileden gelmekteyse örgüt biçimsel açıdan geleneksel olur. Karizmatik liderin veliahdı kurallar yoluyla belirleniyorsa örgüt bürokratik örgüt olma yönünde ilerleme kaydeder (Saruhan ve Yıldız, 2013:149).

Üçüncü ve son otorite anlayışı ise “bürokratik veya rasyonel otorite” olarak adlandırılır.

Geleneksel ve karizmatik otorite tipinden farklı olarak bürokratik yetki kişisel değildir. Bu otorite tipinde emirler herkesi bağlayıcı kurallar ve normlara dayanır ve rasyoneldir.

Weber’e göre bürokratik örgüt için en uygun otorite türü rasyonel otoritedir (Parlak, 2013:74).

2.3.2. Neo Klasik Yönetim Teorisi

Neo klasik yönetim, temelde klasik yönetim düşüncesinin kavram ve ilkelerine dayanır. Ancak klasik yönetim düşüncesinden farklı olarak, neo klasik düşüncede bu kavram ve ilkeler insan ilişkileri yaklaşımının etkisiyle inceltilmiş, yumuşatılmış ve geliştirilmiştir.

Yani neo klasik yönetim anlayışı; insan ilişkileri yaklaşımı ile klasik yönetim düşüncesinin sentezinden meydana gelen ve bu iki felsefeyi uzlaştıran bir düşünce sistemidir (Baransel, 1993:215-216).

Neo klasik yaklaşımın ana fikri; bir örgüt yapısı içinde çalışan “insan unsurunu”

anlamak, onun yeteneklerinden en yüksek düzeyde yararlanmaktır. Neo klasik teoride;

“enformel örgüt, formel örgüt, algı ve tutumlar, motivasyon, liderlik, örgütlerle değişim ve gelişme, birey ve örgüt bütünleşmesi” gibi insanı ön planda tutan noktalara odaklanılmıştır (Ertürk,1995:18). Amaçlara göre yönetim, katılımcı yönetim, etkinlik ve verimliliğin arttırılması gibi konular üzerinde de durulmuştur (Emre, 1998:37). Örgütlerde istihdam

(26)

edilmiş çalışan bireylerin ihtiyaçları, psikolojisi, değerler sistemi, anlamlandırma mekanizmaları, aidiyetleri, sosyal ilişkileri ve grup dinamikleri yeni faktörler olarak incelenerek klasiklerin gayri şahsi ve mekânik örgütüne göre daha farklı bir örgüt bakış açısı geliştirmişlerdir. Farklılıklara rağmen neo klasik teoride amaçlar da dâhil olmak üzere klasiklerin pek çok önerisinin ve özelliğinin korunduğu göze çarpmaktadır (Öztaş, 2013:160).

Neo klasik teorinin gelişimine Elton Mayo, Dauglas Mc Gregor, Kurt Lewin, Rensis Likert, Chester Barnard, Chris Agyris, Abraham Maslow, Fritz Roethlisburger olmak üzere pek çok yazar ve araştırmacının katkısı olmuştur (Parlak,2013:81). Neo klasik örgüt teorisi;

insan ilişkileri okulundan, insan ilişkileri okulu ise Hawthorne araştırmalarından doğmuştur (Öztaş,2013:160). Bu anlamda Hawthorne araştırmalarını incelemek yerinde olacaktır.

2.3.2.1. Hawthorne Araştırmaları

Western Electric şirketinin “Hawthorne” tesislerinde Kasım 1824’te başlayan ve literatürde “Hawthorne Araştırmaları” olarak bilinen bir dizi araştırmanın ortaya çıkardığı bulgular, insan ilişkileri yaklaşımının dayandığı temel fikirleri oluşturmuştur (Baransel,1993:236). Bu araştırmalar, Western Electric şirketinin tesislerinde ve personeli ile yapılmış sekiz yıl süren altı grup deneyden oluşmaktadır. Bu deneyler sırası ile şu isimlerle anılmaktadır (Öztaş, 2013:161):

1. Işıklandırma deneyleri, 2. Role montaj odası deneyi, 3. İkinci role montaj odası deneyi, 4. Mika yarma test odası deneyi, 5. Mülakat programı,

6. Seri bağlama odası gözlemleri.

Işıklandırma deneyleri –Milli Bilim Akademisi, Milli Araştırma Konseyi (Nantional Resarch Council of National Academy)’nin desteği ile yapılmıştır. Diğerleri ise Harward Üniversitesinden Elton Maya başkanlığındaki F. J. Roethlisburger, W. J. Diekson, A. T.

Northead gibi araştırmacılar tarafından yürütülmüştür (Baransel, 1993:237). Elton Mayo ve

(27)

arkadaşlarının yaptıkları bu araştırmaların sonuçlarını şu şekilde sıralamak mümkündür (Özkalp, 1988:92-94-Ertekin, 1985:83-92):

 Üretim düzeyini çalışanın fiziksel kapasitesi değil sosyal kapasitesi belirlemektedir.

 Çalışanların mutlu olabilmesi için ekonomik olmayan ödüller büyük önem arz eder.

 Çalışanlar genel olarak yönetime ve yönetimin kurallarına birey olarak değil grup üyesi olarak tepki göstermektedirler.

 Aşırı uzmanlaşma, iş bölümünün en verimli biçimi olarak değerlendirilmemelidir.

 Bireyleri teknik, fiziki ve ekonomik faktörlerden daha çok sosyal ve psikolojik faktörlerin motive ettiği ortaya çıkmıştır.

2.3.2.2. Douglas Mc Gregor X ve Y Teorisi

Neo klasik teori içerisinde öne çıkan temel teorilerden bir diğeri ise Mc Gregor’un X ve Y Teorisi’dir. Douglas Mc Gregor 1950 yılında yayınlanan “The Human Side of Enterprise –Organizasyonların Beşeri Yönü kitabında bir organizasyondaki yöneticilerin davranışlarının, bu yöneticilerin diğer insanları anlayış biçimlerine ve onları nasıl gördüklerine bağlı olduğunu iddia etmiştir. Mc Gregor’a göre yöneticilerin bir kısmı X kuramında yer alan özelliklere, bir kısmı da Y teorisinde yer alan özelliklere sahiptirler (Parlak, 2013:83).

X teorisinin içeriğinde; insan doğası ve davranışları ile ilgili İngiliz ekonomist Adam Smith’in ekonomik öğretisine dayanan şu temel varsayımlar yer alır (Canman, 1993:166):

 Ortalama insan doğası gereği işi sevmez, mümkün oldukça işten kaçmanın yollarını arar.

 Örgütsel amaçların elde edilebilmesi için insanın yeterli çaba göstermesi isteniliyorsa;

zorlanması, yönetilmesi ve hatta cezalandırılmakla tehdit edilmesi gereklidir.

 İnsan yönlendirilmeyi tercih eder, sorumluluk almaktan hoşlanmaz.

 İnsanın en büyük gereksinimi güvenliktir.

(28)

Y teorisinin varsayımları ise şu şekildedir (Parlak, 2013:83-84):

 Çalışmak insan doğasının bir parçasıdır, insan için oyun ve dinlenme kadar tabidir.

 Ortalama insan koşullar uygun olduğunda öğrenmek için daha fazla sorumluluk alma eğilimine girer.

 Ortalama bir insan tipik olarak tembel değildir. Ortam ve koşullar uygunsa çalışmak insan için zevke dönüşebilir.

 İnsan örgütün amaçlarına ulaşmasına katkı sağlamak için herhangi bir itici güce ihtiyaç duymaz, kendini kontrol ederek ve yöneterek yapabilir (Parlak, 2013: 84).

Bu yaklaşıma göre sorunlar; insan doğasından gelen sınırlılıklardan değil, yöneticilerin yeteneksizliklerinden kaynaklanmaktadır. Y kuramına göre yöneticilerin örgütsel ve bireysel amaçlarını bütünleştirmesi gerekmektedir (Öktem, 1991:48).

2.3.3. Modern Yönetim Teorisi

Modern yönetim düşüncesi, Klasik ve Neo klasik yaklaşımdan farklı olarak örgütü çevresindeki değişimlere ayak uydurması gereken bir “bütün” olarak değerlendirmektedir.

Örgütün alt birimleriyle ve dış çevresiyle birbirlerini etkilediklerini ve birbirlerinden etkilendikleri görüşü benimsenmektedir. Bu bağlamda modern yönetim düşüncesi, örgütü dinamik bir etkileşim süreci içinde kabul eder (Saruhan ve Yıldız:170). Modern yönetim teorisindeki yaklaşımlar ve önerileri aşağıdaki çizelgede özetlenmiştir:

(29)

Çizelge 2.1. Modern Yönetim Teorisindeki Yaklaşımlar

Sistem Yaklaşımı:

 Sistem bir amaca hizmet eden alt sistemlerden oluşan bir bütündür.

 Alt sistemler; birbirleriyle, bütünle ve çevreyle ilişki içindedir.

 Entropi ve negatif entropi

 Açık ve kapalı sistemik sinerji

Durumsallık Yaklaşımı:

 Her durumda geçerli en iyi tek bir örgüt yapısı yoktur. İçinde bulunulan duruma ve koşullara göre en iyi örgüt yapısı değişir.

 Örgüt ve teknoloji ilişkisi

 Örgüt ve çevre ilişkisi

Sistem Yaklaşımına Katkıda Bulunanlar:

 Ludwig von Bertalanffy

 Chester Bernard

 Nobert Wiener

 Kenneth Boulding

 Daniel Katz

 Robert l. Kahn

 Russel Ackoff

 Eric Prist

 Ken Bamforth(Tavistock Enstitüsü)

Durumsallık Yaklaşımına Katkıda Bulunanlar:

 Joan Woodward

 Aston Grubu

 James Thompson

 Charles Perrow

 Eric Prist

 Kan Bamforth

 Tom Burns

 George Mc Stalker

 Paul Lawrenec

 Jay Larcsh

 Fred Emery

 Eric Trist

 Robert Trist

 Robert Duncan

Saruhan, Ş. C., ve, M. L. Yıldız (2013). Çağdaş Yönetim Bilimi, İstanbul: Beta, (İkinci Baskı),170

2.3.3.1. Sistem yaklaşımı

Sistem yaklaşımının örgüt ve yönetim alanında önemli etkileri bulunmaktadır. Örgüt ve yönetim teorilerini, “modern örgüt ve yönetim teorileri” aşamasına geçiren bir dönüm noktası olarak kabul edilmektedir. Thompkins (1995)’e göre “sistem teorisi” kendi başına müstakil bir okul değildir. Sistem analizini kullanmanın dışında ortak noktası olmayan farklı çalışmalara birlikte verilen addır (Öztaş, 2013:191).

Avusturyalı bir biyolog olan Bertalanffy (1968), olayları anlamak için bütün sistemleri etkileyen disiplinleri formüle eden bir disiplin anlayışı bulmuş ve ona “ Genel Sistem Teorisi-GST” adını vermiştir. Bu teoriye göre sistem, birbirinden ayrılamaz parçalara sahip olan bir bütün olarak ele alınmaktadır ve Aristo’nun “Bütün; parçaların toplamından daha fazla şeydir.” tanımına denk düşmektedir. Buradan hareketle, karmaşık çoklukların tam olarak anlaşılabilmesi için, parçaların tek tek incelenmesinde kullanılan yöntemlerden farklı olarak, bütünün incelenmesinde kullanılabilecek yöntemler geliştirilmesi gerekmektedir (Tecim, 2002:79-80). Sistem yaklaşımı da bu anlamda, örgütü; çeşitli parçalar, süreçler ve amaçlardan meydana gelen bir bütün olarak ele almaktadır (Şimşek, 2011:90) Örgüt, sistem olarak birbirine bağımlı ve birbirini etkileyen alt sistemlerden oluşur. Sistemin temel parçaları ise; birey, bilimsel örgüt, doğal örgüt, rol ve statü kavramları ile sistemin yer aldığı

(30)

fiziksel çevreden oluşmaktadır. Bu çevreler sürekli birbirleri ile ilişkidedirler ve birbirlerine bağımlı durumdadırlar. Bu parçalar arasındaki ilişkiyi sağlayan süreçler ise; iletişim, karar verme, parçalar arası ve içi denge ile parçaların çevreyle olan dış dengesinin sürdürülmesidir (Can, 2005:56). Ayrıca sistemleri açık ve kapalı olarak sınıflandırmak mümkündür. Açık sistem, davranış ve iş başarısından habersiz yalnızca belli girişlere bağlı olarak çıkış veren sistemdir (Özer,2012:41). Kapalı sistem, sistem ile sistemin faaliyette bulunduğu çevre arasında enerji, bilgi, materyal alışverişinin bulunmadığı sistem türüdür (Tecim, 2004:83).

Sistem yaklaşımını modern yönetim teorisine kazandırdığı kavramlar açısından irdeleyecek olursak; holizm – sistemin kendisini oluşturan parçalar toplamından daha fazlasını ifade etmesi-, amaca ulaşmaya yönelik olma, düzenleme -kontrol, öğrenme ve ayarlama mekanizmaları-, girdi ve çıktılar, dönüşüm projesi, sistemler arası hiyerarşi, antropi – sistemin düzensizliğe yönelişi, kaynak değişimi, imkânın yokluğu ve sonuçta ölümü- gibi kavram ve ifadeler karşımıza çıkmaktadır (Özer, 2012:41)

2.3.3.2. Durumsallık yaklaşımı

Durumsallık yaklaşımının temel varsayımı, her durumda geçerli olan en iyi tek bir örgüt yapısı ya da liderlik tarzının olmadığı, örgüt yapısı ya da liderlik tarzının koşullara göre şekil alması gerektiği yönündedir (Dilts,1996:203) Örgüt yapısı, durumsallık teorisinde bağımlı değişken konumundadır. Yani alacağı değer diğer etkenlere bağlı olarak değişir.

Örgüt yapısını belirleyen faktörler ise, iç ve dış koşullardır. İç ve dış koşullar da durumsallık teorisinin bağımsız değişkenleridir. Durumsallık teorisinde yapılan deneysel araştırmalar sonucu; basit teknolojiyi kullanan, düşük nitelikli personele sahip, rutin işler yapan, örgütsel amaçları üzerinde anlaşmış olan ve değişime pek fazla açık olmayan, çevre belirsizliği düşük olan büyük örgütlerde mekânik örgüt yapılarının; karmaşık teknolojiyi kullanan, faaliyetleri rutin olmayan, nitelikli personel çalıştıran, amaçları değişebilen ve daha çok çevre belirsizliği yüksek olan küçük örgütlerde ise organik yapıların daha başarılı olduğu ortaya koyulmuştur (Öztaş, 2013: 216-238).

Davranışsal teorinin en büyük eksikliği; her zaman geçerli bir gerçekliğe ulaşmaya çalışarak, durumsal etkenlerin getireceği değişiklikleri göz ardı etmesidir. İşte bu noktada durumsallık yaklaşımı bu açığı kapatarak; liderin etkinliğinin, karşı karşıya kaldığı duruma

(31)

göre liderlik biçimini değiştirebilmesine bağlı olduğu tezini savunmaktadır (Bryman, 1992:76).

2.4. Kamu Yönetimi

Devlet; insanlar arasındaki ilişkileri düzenleyen, bu ilişkileri kurallara uygunluk noktasında denetleyen, anlaşmazlıkları çözüme bağlayan, kamusal mal ve hizmetleri üreten veya yöneten en üst egemen meşru gücü temsil etmektedir. Kamu yönetimi ise devletin hareket ve işlem aracı olarak nitelendirilmektedir (Eryılmaz, 2005:2). Kamu yönetimi

“devlette ya da ona bağlı kuruluşlarda eylemde bulunan kişilerin ve grupların davranışlarıyla ilgili alanı” ifade etmektedir. Kamu yönetimi kamu politikalarının oluşturulmasında, siyasal karar organlarına teknik açıdan destek sağlayan ve bu politikaları uygulayan örgütler bütünü olarak da tanımlanmaktadır (Bozkurt ve diğerleri, 1998,133).

Kamu yönetimini, liyakat ilkesi doğrultusunda tarafsız uzmanlardan oluşan bir yapı olarak değerlendiren Wilson’la birlikte, geleneksel kamu yönetimi olgusunun bir ayağının siyaset diğer ayağının ise örgüt kuramı üzerine oturtulduğu ifade edilmektedir (Şaylan, 2000), Bu anlamda kamu yönetiminin fonksiyonel ve işlevsel olarak iki yönü bulunmaktadır.

Fonksiyonel açıdan kamu yönetimi; kamu politikalarının belirlenmesi ve yürütülmesi sürecini kapsarken, yapısal anlamda kamu yönetimi, devletin örgütsel görünümünü ifade eder (Ökmen ve Parlak, 2008:4-5).

Kamu yönetimi de diğer sistemler gibi çeşitli elemanlardan oluşmaktadır. Bunlar;

insan, örgüt, kamu politikası, norm düzeni, mali kaynak ve kamu görevlileri olarak sıralanabilir (Eryılmaz, 2005:9-10). Bunlar içerisinde başrol beşeri unsur olan insanındır, sonuçta kamu yönetimi insan yani halkın huzuru, güvenliği, düzeni ve mutluluğu için vardır.

İkinci sırada yer alan örgüt unsuru, kamunun sunacağı hizmet türüne ve niteliğine göre yerel ve merkezi düzeyde yapılanmaktadır. Bir diğer unsur olan kamu politikası ise; siyasi yöneticilerin belirli sorunların çözümü için aldıkları karar ve uyguladıkları yöntemlerden oluşmaktadır. Dördüncü unsur olan norm düzeni, kamu yönetiminin örgüt yapısını ve işleyişini düzenleyen değerler sistemidir. Belirleyici unsur olarak karşımıza çıkan mali kaynak, kamu yönetiminde yapılacak işlerin, kim tarafından ne düzeyde yapılacağını belirler. Bir diğer eleman da bu işleyişte, çarkı bir nevi harekete geçiren kamu görevlileridir

(32)

(Parlak ve Sobacı, 2005:11-12). Kamu yönetimi bütün bu unsurların uyumundan oluşmaktadır.

Kamu yönetiminin iç içe geçmiş iki amacından söz etmek gereklidir. Bu amaçlar kamu yönetiminin, bilim mi yoksa sanat mı olduğu sorusuna da cevap verebilir niteliktedir.

Buna göre kamu yönetiminin ilk amacı; örgüt içerisindeki bireylerin davranışlarını ve performanslarını değerlendirmek, örgüt içi uyum için yapılabilecekleri saptamak ve kurumların nasıl örgütlenmeleri gerektiğini saptayarak, uygulamaya yönelik önerilerde bulunmaktır. İkinci amaç ise, kamu yönetiminin ve uygulanan tekniklerin, sağlam ilkelere dayandırılmasıdır. Bu durumda kamu yönetimi; örgüt sorunlarını incelediği ölçüde bilim, yöneticilere, etkili yönetim için önerilerde bulunduğu düzeyde de sanattır denilebilir (Ergun ve Polat, 1978:7). Kamu yönetiminin amacı temelde hükümetin ve onun yönettiği toplumla ilişkilerin daha iyi yürütülebilmesini sağlamak olduğu kadar, toplumun ihtiyaçlarına daha duyarlı kamusal politikaların oluşturulmasına da özendirmektir (Ergun, 1997).

2.5. Değişen Yönetim Paradigmasının Kamu Yönetimine Etkileri

Kamu yönetimindeki değişimden söz etmeden önce paradigmanın ne olduğuna açıklık getirmek gerekmektedir. Kuhn’a göre, bilim adamları tarafından kabul görmüş olan inançlar bütününe veya problemlerin nasıl anlaşılması gerektiğine dair, üzerinde hemfikir olunan gelenekler, paradigma olarak adlandırılır. Paradigma, bilimsel sorgulamanın temelidir ve bilim adamlarının, bu konuda birlikte ortaya koydukları modelin içinde

“paradigma” kavramı yer alır. Kuhn’a göre bir konuda zihinsel veya kavramsal bir modele sahip olmak demek; o konuda bir paradigmaya sahip olmak demektir (Güneş, 2003:4). Bu açıdan bakıldığında, kamu yönetimindeki paradigma değişiminin; yönetimdeki alışılagelmiş değerler, inançlar, yöntem veya tekniklerin değişime uğramasına işaret ettiğini söylemek mümkündür.

Dünyada yaşanan teknolojik gelişmeler ve özel sektörün canlandırıcı etkisi kamu yönetimi sistemlerinin çevreye uyum sağlamasını gerektirmiştir. Küreselleşme ile birlikte yaşanan teknolojik ilerlemeler, toplumun beklentilerini farklılaştırmıştır. Bu farklılaşmanın ardından gelen zorunlu değişim devleti de etkilemiş ve devletin klasik örgütlenmesi, modern ihtiyaçları git gide karşılayamaz hale gelmiştir. Bu sebeple klasik kamu yönetim (geleneksel

(33)

kamu yönetimi –GST) yapısına alternatif olarak yeni örgütlenme ilkeleri geliştirilmiştir (Talat, 2010).

Kurumsallaşmanın gereği olarak tüm örgütler gibi kamu örgütünün de yaşama şansı, değişim ve yenilenme konusundaki tutum ve etkinlikleriyle doğrudan bağlantılıdır. Kamu örgütlerinin yapısal ve niteliksel olarak geliştirilmesi noktasında, bilinçli ve sistemli ilerlemelerini ifade edebilmek için ancak “değişme” kavramı kullanılabilir (Aktan, 2011).

Değişim ihtiyacı başlı başına yönetimsel bir meydan okuma olarak değerlendirilebilir.

Yalnızca “durumu kurtarmak” adına sıradan bir değişim öngörülüyorsa; bu değişim hareketi rekabetin her alanda kendini hissettirdiği bir dönemde yeterlilikten uzak kalmaya mahkûmdur. Değişim için yalnızca değişime açık olmak yeterli değildir. Bu bağlamda örgütün/yönetimin; değişimin alt yapısını hazırlaması ve değişim programını titizlikle uygulaması gerekmektedir (N.K. Öztürk, 2002:1).

Dünyada hemen hemen her alanda varlığını hissettiren değişim rüzgârları ve çok yönlü dönüşüm süreci, beraberinde pek çok olguyu ve olayı da değişime sürüklemektedir.

Hussey’e göre, birinci sanayi devrimi öncesinden bugüne dek, değişimin yaşanmadığı hiçbir dönem olmadığı gibi, değişimden etkilenmemiş hiçbir örgüt de olmamıştır (Hussey,1997:12). Bu anlamda kamu yönetimi de dünyayı saran değişim rüzgârından nasibini alarak çağın gereklerine uyum sağlama sürecine girmiştir. Sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçişle birlikte, üretim tarzındaki değişiklikler, ulus devlet anlayışından küreselleşmiş dünyaya doğru bir çizelge oluşturmuştur. Bu çok yönlü değişim; yönetimin meşruiyet sınırlarını aşındırmış ve yönetimde yeni arayışların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Yeni arayışların sonucunda 1970’lerde “Kamu Yönetimi” ismi hâkimken, 1980’lerde “Kamu Politikası” anlayışı ağır basmış, 1990’larda ise “Yönetişim” anlayışı hâkimiyet kazanmıştır (Aykaç ve diğerleri, 2016).

Kamu yönetimindeki söz konusu değişim 3 temel eksende kendini göstermektedir.

İlki, devlete bakış açısındaki değişme, ikincisi, yönetimde yerelleşme ve sivilleşme, üçüncüsü ise özel sektördeki yönetim mantığının ve tekniklerinin kamu yönetimine uyarlanmasıdır (Parlak, 2005:2). 20. yüzyıl boyunca hâkim olan, hiyerarşik, katı, bürokratik kamu yönetimi yerini giderek daha esnek ve pazar ekonomisine dayalı kamu yönetimine bırakmaya başlamış, siyaset ve yönetim noktasında yeni bir bakış açısı geliştirilmiştir. Bunu basit bir reform olduğunu iddia etmek doğru olmayacaktır çünkü bu yeni bakış açısı; devletin

(34)

toplumdaki rolünde ve devlet-yurttaş ilişkisinde önemli bir anlayış değişikliğini ifade etmektedir. Weberyen kamu yönetimi anlayışı gözden düştükçe, yeni kamu yönetimi, kamu sektöründe yeni bir paradigma olarak yer edinmeye başlamıştır. Bu yeni paradigma, bürokrasinin temel ve vazgeçilmez özelliklerini derinden sarsmıştır. Artık mal ve hizmet üretiminin bürokrasi tarafından sağlanması, tek yol olarak görülmemektedir. Özel sektörün öncülük ettiği esnek işletme sistemleri artık kamu kesimince de benimsenmektedir (Bilgiç, 2013:29).

Devletin rolü azaltılmaya çalışılırken, özel sektör hem taklit edilmesi gereken bir model, hem de hizmet sunumunda etkin ve verimli bir araç olarak görülmektedir. Bu gelişmeler kamuya ait etik değerlerin aşınması ve yozlaşması tehlikesini de gündeme getirmektedir. Adalet, hakkaniyet, sorumluluk, şeffaflık, duyarlılık gibi etik değerlerin kaybedilmesi tehlikesi bulunmaktadır. Devlet kamusal nitelikli hizmetler üzerindeki kontrol yetkisini kaybederse toplumu etkili yönetme becerisini de kaybedebilir. Bu sebeple, devletin faaliyet alanları sınırlandırılmak istenirken tersine bir gelişme olarak, eğitim, çevre, tehlikeli atıkların kullanımı, uyuşturucu kullanımı gibi alanlarda devlet müdahalesinin şart olduğu belirtilmektedir (Tortop ve diğerleri, 2016:307). Kamu sektörünün ulusal ekonomi içindeki payının küçültülmesi önünde siyasal ve teknik pek çok engel bulunmaktadır. Bu sebeple en azından eldeki kıt kaynakların etkin kullanılmasına dair baskılar artmaya başlamıştır.

Böylece ilgi odağı kamu sektörünün “boyutu”ndan kamu sektörünün “nasıl yönetildiği” ne kaymıştır. Kamu hizmetlerinin etkin olarak sunulması arayışı zamanla yeni yönetim (işletmecilik) ilke ve tekniklerinin kullanılması yoluyla kamu sektörünün yeniden düzenlenmesine yönelik genel bir seferberlik halini almıştır. Bu seferberlik hali büyük bir dönüşümü beraberinde getirmiş ve YKİ (Yeni Kamu İşletmeciliği) büyük bir hızla geleneksel kamu yönetimi yaklaşımının önüne geçmiştir (Ömürgönülşen, 2003:20-21). YKİ felsefesinin özünde, her şeyi yapan, üstlenen devlet anlayışı yerine; her şeyi düzenleyen, denetleyen ve uyunun kurallarını belirleyen devlet anlayışını benimseyen, kamu sektöründe rekabetçi ve özel sektör tarzı yönetim anlayışlarına yer veren, kamusal hizmetlerin halka en yakın birimler tarafından sunulması düşüncesi bağlamında güç ve yetki devrini öngören, fırsat ve tehditleri öngörmeyi hedefleyen bir yönetim anlayışı yer almaktadır (Parlak, 2013:267).

Değişimin ikinci ekseninde, kamu yönetimi sistemlerinde merkeziyetçilikten dem-i merkeziyetçi yapılara doğru geçiş yer almaktadır. Yerelleşme olarak adlandırılan bu süreç

(35)

iki yapı taşından oluşmaktadır: “Yerelleşmiş” ve “sivilleşmiş” bir kamu yönetimi yapısı.

Hem ulus devletlerin kendi bünyelerinde hem de uluslararası ve uluslar üstü (supra-national) oluşumlarda yerelleşme; yönetim ve siyaset noktasındaki yeniden yapılanma hareketlerinin ortak yönelimi olmuştur. Yerelleşme ve sivilleşme birlikte ele alınmakta, biri diğerinin ön koşulu olarak kabul edilmektedir. Geçtiğimiz yüzyılın sonlarına doğru yeniden şekillenen yönetim teorisindeki yeni tekniklerin ve uygulamaların etkilerinin, işletme yönetiminden kamu yönetimine uzanan bir eksene yayılması değişimin üçüncü noktasını oluşturmaktadır (Parlak, 2005:3).

Bu noktada fordist işletme yönetiminin terk edildiği, yalın organizasyon mantığının hakim olduğu, yatay ve esnek dinamik örgüt modellerinin yaygınlaştığı bu dönemde kamusal politika ve uygulamalarda yeni tekniklerin (TKY, stratejik yönetim, değişim mühendisliği vb.) yerini sağlamlaştırdığı söylenebilir (Parlak, 2005:3). Yeni yönetim tekniklerinden Toplam Kalite Yönetimi (TKY) ve Stratejik Yönetim en çok karşımıza çıkan tekniklerden biri olduğu için kısaca değinmek gerekmektedir. TKY; toplumsal mal veya hizmet üreten tüm kuruluşları; gerek mal veya hizmet sundukları kişi ve kuruluşlara (müşteriler) ihtiyaçlarına uygun standartlarda (kalite, maliyetler, fiyat, teslim zamanı gibi bakımlardan) hizmet götürerek onları tatmin etme; gerekse bunun için gerekli ilişkileri en uygun düzeyde tutarak, örgüt içinde çalışanlar ve tedarikçiler ile işletme arasındaki ilişkileri müşteri anlayışı ilkesi ile en tatmin edici düzeyde tutacak bir yönetim becerisi olarak ifade edilmektedir. TKY felsefesinin temelinde ve bu yaklaşımın kültüründe, üst kademe yöneticileri ile orta kademe yöneticileri, çalışanları desteklemek görüş ve önerilerini almak, üretim sürecindeki sorunları öğrenmek için alt kademe çalışanlarını desteklemek ve güçlendirmek yer almaktadır. TKY’nin temel ilkeleri; herkesin katılımı, yönetimin kararlılığı, iç ve dış müşteri tatmini, sürekli iyileştirme, verilere dayanma, önleme dönük yaklaşım, ölçüm - istatistik ve takım çalışması olarak sıralanabilir (Yeşil, 2013:113-115).

Yeni yönetim tekniklerinden bir diğeri olan stratejik yönetim ise, örgütün iç ve dış çevresini değerlendirmeye yönelik bir uygulamadır. Stratejik yönetim, örgütün içyapısındaki güçlü ve zayıf yönlerin analiz edilmesine imkân sağlar. Ayrıca bu teknikle örgütün diğer örgütler karşısındaki durumu tespit edilebilir. Örgütün dışındaki tehditler/fırsatlar belirlenerek, örgütün başarısını arttırıcı stratejiler oluşturmaya çalışılır. Strateji yönetim örgütteki, problemlerin en etkin biçimde belirlenmesine ve çözüme kavuşturulmasına yardımcı olur.

Bu anlamda TKY tekniklerinden de büyük ölçüde yararlanılmaktadır (www.canaktan.com).

(36)

3. KÜRESELLEŞME VE YENİ KAMU YÖNETİMİ ANLAYIŞI 3.1. Küreselleşme Kavramı

Dünya üzerindeki her türlü varlık ve değerin, olduğu yerden başlayıp mahalli ve milli sınırları aşarak, dünya çapında daha geniş alanlara yayılmasına ve daha çok sayıda insanın bu varlık ve değerlere daha hızlı bir biçimde erişebilir olmasına küreselleşme denilebilir.

Küreselleşme ile birlikte dünya haritasının hücreleri halinde bulunan ulus devletin, peteklere benzeyen katı ve kalın duvarlarının geçirgenliği giderek artmakta ve ortaya hepsinin karışımı olan fakat hiçbirine benzemeyen bir yapı çıkmaktadır (Çiftçi, 2015: 16).

İşte küreselleşme kavramı kimi zaman dünya üzerindeki toplumların birbirine benzeme süreçlerini ve bu benzeşme sonucu ortaya çıkan küresel kültürü, kimi zaman da toplumların farklılıklarını ifade etme süreci olarak karşımıza çıkmaktadır (Keyman ve Sarıbay, 1998:9).

Küresel (global) terimi 1980’lerde Amerika’nın akademik camialarında kullanılmıştır ancak günümüzdeki anlamı ile kullanımı 1980’lerin ikinci yarısına denk gelmektedir. 1990’larda ise artık küreselleşme her türlü mutluluğumuzun ya da mutsuzluğumuzun büyülü şifresi olan bir terim halini almıştır (Çiftçi, 2015: 16).

Günümüzde artık küreselleşme kavramı Giddens’ın dediği gibi “üzerine çok söz söylenen ancak ne olduğu anlaşılmayan” bir kavram olmaktan çıkmıştır (Altuntaş, 2002:9).

Günümüz dünyasını açık bir biçimde yansıtan küreselleşme olgusu, son dönemde ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel alanlarda yaşanan hızlı bütünleşme benzeşme sürecini ifade etmektedir (Sungur, 2008:94).

Küreselleşme bir anlamda dünyanın tek bir mekâna sığdırılması, küresel bir köy halini almasıdır. Böylelikle dünyadaki farklı toplumlar, bölgeler ve ülkeler arasındaki bağlantı artacak ve toplumlar arası olağanüstü etkileşim ve entegrasyon gerçekleşecektir (Parlak, 2011:850).

Küreselleşmeyi tanımlamada karşılaşılan zorluklar onun disiplinler arası bir olgu, ya da süreç olmasından ileri gelmektedir. Net bir tanımın yapılmamış olması ve üzerindeki

(37)

çalışmalar noktasında uzlaşmaya varılmamış olmasına rağmen küreselleşme çalışmaları giderek artmakta ve çalışmaların kapsamı genişlemektedir (Doğan, 2012:89-90).

Küreselleşmeyi devrimci bir süreç olarak nitelendiren Shaw, küreselleşme noktasında savaşların önemli katkısı olduğunu savunur. Yazara göre, İkinci Dünya Savaşı’nda batı bloğunun oluşturduğu kendi arasında bağlantıyı sağlayan ağlar ve örgütler, ekonomik ve teknolojik geçirgenliği sağlamıştır. Bu süreci küreselleşme olarak adlandırmak mümkündür (Shaw, 1999: 166-167).

Küreselleşme bir anlamda sınırları aşarak esneyen toplumsal ilişkilerin ve faaliyetlerin çok daha fazlasını ifade eder. Toplumsal ilişkilerin ve örgütlenmelerin mekân kısıtlaması olmadan erişimini sağlar (Held ve Megrew, 2008:10).

Küreselleşme kavramını, bir ülkenin ya da toplumun bir nevi karşılık beklemeden gerçekleştirdiği iletişim olarak tanımlayan Tanzi’ye göre, bu iletişim sürecinde karşı tarafın isteğinin olup olmaması önemli değildir (Tanzi, 2004:1). Buna göre, dünyada oluşan bir zincirin parçası olma isteği söz konusu ise entegrasyon için karşı tarafın tutumunun önemi kalmamaktadır. Bu anlamda küreselleşme, bırakın ekonomi ve siyaseti, içecekten tutun da giyime kadar dünya üzerindeki sınırları kaldırma anlamı taşımaktadır. Bugün hemen herkesin bildiği ve kullandığı popüler kültürdeki mekânlar (Starbucks, Gloria Jeans, Mc Donalds, KFC) hemen herkesin kullandığı bildiği ya da özendiği (Nike, Adidas, Lacoste vb) markalar da küreselleşmenin gerçeklerini gözler önüne sermek için yeterlidir.

Bir bakış açısına göre de küreselleşme soğuk savaş döneminin ardından batının zaferini dünyaya ilan etmesi anlamını taşımaktadır. Yaşanan süreç dağılma, sömürgeleşme ve demokratikleşme noktasında daha geriye savrulma olarak nitelendirilmektedir (Güler, 1997: 75).

Üzerinde pek çok tanım yapılan farklı yönleri ile ele alınan küreselleşme Bauman için moda bir deyimdir, geçmiş ve geleceğin kapılarını açacak bir anahtar ya da büyülü bir sözcüktür (Bauman, 2006:7).

Referanslar

Benzer Belgeler

1912 yılında 766 numaralı âza olarak Türkoca- ğı'na intisap eden Hamdullah Suphi, bir taraftan O- cak idare heyeti reisi, bir taraftan da canlı ve ateşli

• Stratejik (İşi bilgi bazında tekrar değerlendirmek; Stratejik yönetime bilgi yönetimi kavramlarını dahil etmek; Bilgi yönetimi stratejisi yeniliği destekleyecek

Sadece Müslüman kadın olarak adlandırılmak isteyen İslamcı kadın yazarlar, kadın-erkek eşitliği, kadın hakları, kadının toplumdaki yeri gibi feminist kavrama

Fransız Devrimi’ne yönelik muhafazakâr tepkiler ilk olarak, devrimin kendisine ve sonuçlarına tamamen karşı çıkan, devrim öncesi düzene dönmek isteyen Kıta

Görüldüğü üzere devlet yönetiminde yeni bir yaklaşım olarak ortaya konulan yeni kamu yönetimi anlayışı ile ilk olarak özel sektör kuruluşlarında ortaya çıkan

Ayrıca çalışanların problem çözme yeteneklerini geliştirdiği ve sorunlara hemen anında çözüm üretmesi nedeniyle kaynak israfını önlediği için eğitim sisteminde

Toplum bilimi ya da kuram, felsefe ve epistemoloji gibi alanlarda ortaya çıkan, postmodern olarak tanımlanan yaklaşım ya da kritiklere bakıldığında Fransa'nın

Çalışmanın üçüncü bölümünde ise sanayi toplumu ve bilgi toplumu kısaca karşılaştırılmış ardından, sanayi toplumu ve bilgi toplumundaki eğitim olgusu,