• Sonuç bulunamadı

3. KÜRESELLEŞME VE YENİ KAMU YÖNETİMİ ANLAYIŞI

3.2. Küreselleşmenin Tarihsel Arka Planı

Tarih boyunca insan topluluklarının, yaşam alanlarını genişletme eğilimi içerisinde oldukları görülmektedir ve bu durum, toplumsal örgütlenme hareketlerinin sonucu olarak nitelendirilebilir. Uygarlık alanlarının yayılması M.Ö. 500 ile M.S. 200 yılları arasında Çin ve Hint ülkelerinde görülmektedir. McNeill’in “Avrasya ekümenliğinin kapanması” olarak nitelendirdiği bu zaman aralığında Helen kültürü Hindistan’a ulaşmış, Han İmparatorluğu Hindistan ile temas kurmuş ve misyonerlik çalışmaları, Roma İmparatorluğu’nu doğurmuştur. Küreselleşmenin başlangıç döneminin, M.S. 1000 dolaylarında olduğunu savunan görüşe göre; bu dönemde dünya ölçeğindeki siyasal düzene en yakın oluşum İslam dünyasıdır. Yüzlerce yıl uygarlığın beşiği olan İslam dünyası, Ortaçağ Avrupa’sıyla kıyaslandığında o dönemde oldukça üretken, varlıklı ve kültürel açıdan pek çok zenginliğe sahiptir ve bu oluşumun birleştirici unsuru İslam dinidir. 1500’den itibaren İslam dünyası Avrupa’lı donanma harekâtlarıyla kuşatılmış ve parlak günlerini ardında bırakmıştır.

Böylece 1500 yılı itibariyle, Avrupa’da modern dünya siyasetinin temelleri atılmış ve böylece küresel sistemin karakteristikleri oluşmaya başlamıştır (Modelski, 2014:75-76).

1970’li yılların ortalarından itibaren dünya, ekonomik bir bunalıma girmiş ve bunalımdan çıkabilmenin çeşitli yolları aranmıştır. 1980’lere gelindiğinde dünya ekonomisi, geliştirilen çeşitli stratejiler yoluyla tekrar toparlanmıştır. 1980’lerden sonra uygulanan ekonomik stratejiler neo-liberal stratejiler olarak adlandırılmış ve bu dönemin hâkim kuramı ise neo-modernizasyon olarak nitelendirilmiştir. Kimi yazarlara göre o dönemin vurgu

yapılan kavramı küreselleşmedir (Erbaş, 2009:19-20). Bu bağlamda, zaman ve mekân sınırlılıklarının ortadan kalktığı, dünyanın bir ekrana indirgenebildiği bir dönem başlamış ve küreselleşme bu dönemde ortaya çıkmıştır.

1989 sonrasında Sovyetler Birliği’ndeki sistemin parçalanmasının ardından soğuk savaş sona ermiştir. Farklı bir bakış açısına göre de dünyada rakipsiz kalan Amerika, çerçevesini kendisinin çizdiği, düzensizliklerle dolu, yeni bir dünya düzeni ortaya koymuştur. Bu yeni dünya düzeni, küreselleşme olarak karşımıza çıkmaktadır (Kızılçelik, 2009:29). Küreselleşme sonucunda yeniden şekillenen dünya düzenine genelde üç gelişim evresinde ulaşıldığı ifade edilmektedir.

Küreselleşmenin ortaya çıkışını sanayi devrimine kadar götüren bakış açıları da mevcuttur. Bu bakımdan küreselleşmenin ilk evresini, sanayi devrimiyle gelen arz fazlası ürünlere yönelik pazar arayışları ve yeni hammadde kaynakları bulma çabası oluşturmaktadır. 1870’den 1914’e kadar süren ilk evrede, yelkenliden buharlı gemiye geçilmesiyle taşımacılık maliyetlerinde büyük avantaj sağlanmış ve bu da Anglo-Fransa anlaşmalarının öncü olduğu gümrük tarifelerindeki engellerin kalkmasını sağlamıştır.

Ticaret çoğunlukla birincil tarımsal ürünlerle mamul maddelerinin değişimi üzerinde yapılmıştır (Kovancılar ve Miynat. 2008:7-8). Bu dönemde, Avrupa’dan 60 milyon kişi, verimli tarım topraklarının olduğu Kuzey Amerika ve Avustralya gibi elverişli topraklara göç etmişler ve temel malların üretiminde çalışmışlardır. Bu anlamda birinci küreselleşme evresinde Kuzey-Güney emek yoğun hareketler söz konusu olmuştur. Yaşanan kitlesel göçler küreselleşmenin ilk evresinde ticaret ve sermaye hareketlerinden daha fazla önem taşımıştır (World Bank, 2002:26-27). İkinci Dünya Savaşı sonrası başlayan küreselleşmenin ikinci evresi 1980’lerden itibaren hızlanmıştır. Bu evrenin öncüsü savaştan en az zararla çıkan ABD olmuştur. Savaş sonrasında Hayek, Friedman, Buchanan, Mckinnon-Shaw gibi ABD’li bilim adamları ikinci küreselleşme evresinin teorik altyapısını oluşturmuşlardır.

Bununla birlikte finansal liberalleşme, teknolojik gelişme, iletişim, üretimdeki büyük artışlar ve büyük altın stokları sayesinde ABD doları en geçerli para olmuş ve dolayısıyla ABD bu küreselleşme evresinin öncüsü olmuştur (Kovancılar ve Miynat, 2008:10).

Bu söylemlerden hareketle, küreselleşmenin tarihsel serüveni ve küreselleşme evrelerinin hâkim görüşleri aşağıdaki tablodaki gibi özetlenebilir:

Çizelge 3.1. Küreselleşmenin Tarihsel Serüveni

Yöntem Önce kâşifler daha sonra askeri işgal

Sonuç “Sömürgecilik” “Empreryalizm” “Globalleşme”

Baskın Oran (2000), Küreselleşme ve Azınlıklar. Ankara:İmaj Yayınevi, 9.

Robertson’a göre ise küreselleşme beş evreden oluşmaktadır bunlar; oluşum evresi, başlangıç evresi, yükseliş evresi, hegemonya için mücadele evresi ve belirsizlik evresidir.

“Oluşum evresi”; Avrupa’da 15. yüzyılın başından 18. yüzyılın ortasına kadar süren, ulus topluluklarının ortaya çıktığı ve ortaçağın “ulusötesi” sisteminin çöktüğü bir döneme işaret eder. Başlangıç evresinde türdeş, üniter devlet düşüncesi doğrultusundaki keskin yön değişikliği ve çok daha somut bir insanlık anlayışının yerleşmesi söz konusu olmuştur.

Bununla birlikte Avrupalı olmayan toplumların “uluslararası topluma kabulü” sorunu ortaya çıkmış ulusçuluk- uluslararasıcılık meselesi temalaştırılmıştır. 1870’lerden 1920’lerin ortasına kadar süren “yükseliş evresi”; küresel iletişimin biçimi ve hızı noktasında artışların gözlemlendiği, ilk “uluslararası romanlar”ın çıktığı Hıristiyan birliği hareketinin yükselişi, olimpiyatların ve Nobel ödüllerinin gelişimi, dünya saatinin çıkışı ve miladi takvimin neredeyse evrensel anlamda benimsenmesi gibi önemli olayları içinde barındırmaktadır.

Gerçekleşen Birinci Dünya Savaşı yine bu evre içerisinde yer alır.1960’ların sonuna kadar süren “hegemonya için mücadele evresi”nde Milletler Cemiyeti ve BM kurulmuş, ulusal bağımsızlık ilkesi kabul edilmiş ve Soğuk Savaş doruk noktasına ulaşmıştır. 1960’ların sonunda başlayan belirsizlik evresinde küresel bilinç artış göstermiştir. Bu dönemde materyalizm-sonrası değerler ve ilkeler ön plana çıkmış, soğuk savaşın sona ermesiyle hak

sorunu belirginleşmiştir. Küresel kurumların sayısı artmış, dünya toplumuna ve dünya vatandaşlığına ilgi artmıştır (Robertson, 1999:99-101).

Küreselleşme 90’larda tıpkı 70’lerdeki “karşılıklı bağımlılık” kavramı gibi sürekli karşımıza çıkan bir kelime olmuştur. O dönemde karşılıklı bağımlılığa yüklenen özellikler yüzyıl değişirken küreselleşmeye yüklenmiştir (Keohane ve Nye, 2014:97).