• Sonuç bulunamadı

Toplumsal ve Kültürel Alanda Yaşanan Değişim ve Dönüşümler

Osmanlı Devleti sınırları içinde batılılaşma ifadesi ile yer bulan değişimler gerek nüfus yoğunluğu, gerekse de nüfusun kozmopolit yapısı sebebi ile en çok başkent İstanbul’da etkisini göstermiştir. İstanbul 19. yüzyılda çeşitli kültürel, toplumsal ve teknolojik değişmelere sahne olmuş, eski ile yeniyi bir arada barındıran bir kent halini almıştır. Günlük hayatta yeni bir kültür ve uygarlığa göre gelişen değer yargıları ve giderek farklılaşan anlayış, halk ve dönemin aydınları tarafından gözlemleniyordu. Özellikle Batılı Levantenler, dilleri, giyimleri, beğenileri, yaşam biçimleri ve eğlenceleriyle farklı bir fiziksel çevre oluşturuyorlardı (Özer, 2005, s. 28).

İngiltere ile 1838 ve 1861 yıllarında imzalanan ticaret antlaşmaları, 1839 Tanzimat Fermanı ve 1856 Islahat Fermanı sadece birer uluslararası ilişki olmamış, toplum yapısını değiştiren iç değişim araçları haline gelmişlerdir (Karpat, 2017, s. 81). Bizans döneminden itibaren farklı etnik grupların yaşadığı İstanbul da, 19. yüzyılda toplumsal açıdan birçok dönüşüme sahne olmuştur. Avrupa ile ilerleyen ilişkiler, kente yeni modalar, siyasi fikirler, kentin nasıl yönetilmesi ve tasarlanması gerektiğine dair yeni kavramlar getirmiştir (Boyar ve Fleet, 2014, s. 297). 19. yüzyıl, Osmanlı Devleti topluluklarının günlük yaşantısından eğitimine ve iş hayatına kadar değişimler geçirdiği bir yüzyıl olmuştur. Bankaların, apartmanların, tiyatroların, restoranların, modern okulların ve imparatorluk saraylarının, tramvay ve tünelin yapılması, vapur seferlerinin düzene sokulması ile İstanbul’un geleneksel manzarası yüzyılın sonuna gelindiğinde oldukça değişmiştir (Kuban, 1996, s. 348).

Toplum yapısında meydana gelen değişimlerle beraber 19. yüzyılda İstanbul’daki nüfus artışı diğer Avrupa şehirleri ile paralellik göstermekte idi (Çizelge 2.1). 1830 yılında İstanbul’un erkek nüfusu 97.097’si Müslüman, 115.256’sı gayrimüslim olmak üzere toplam 212.333’tür (Toprak, 1994, s. 110).

Çizelge 2.1 : İstanbul’a ait nüfus verileri (Shaw, 1979, s. 266).

Yıl Nüfus

Erkek Kadın Toplam

1844 213.992 - 213.992 1856 236.096 - 236.096 1882 219.945 162.431 382.376 1885 508.814 364.761 873.575 1906 514.421 350.155 864.576 1914 - - 909.978

1885 nüfus sayımında İstanbul’da yaşayan nüfusun yaklaşık %44’ü Müslüman, %41’i ise gayrimüslimdir. Geri kalan %15’i ise birçoğu Osmanlı vatandaşı gayrimüslim iken, yabancı devlet tebaasına geçerek sefaretlerin koruması altına giren yabancı nüfustur9

(Karpat, 1985, s. 103). Özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısında yabancılar özellikle Galata ve yeni uzantılarında, Müslümanlar da İstanbul’da yaşıyorlardı (Z. Çelik, 2015, s. 48).

Müslüman, gayrimüslim Osmanlı tebaası ve yabancıların toplam İstanbul nüfusu içindeki oranı ve bu grupların şehrin farklı bölgelerine dağılımlarına bakıldığında özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Haliç’in kuzeyindeki semtlerin, güneyindekilere, yani Tarihî Yarımada’dakilere göre daha modern, daha Avrupai bir görünüme sahip olduğu görülmektedir. Avrupalılar şehre geldiklerinde Tarihî Yarımada’ya değil Galata ve civarına yerleşmişlerdir (Gülenaz, 2011, s. 103). Galata’dan Beyoğlu’na doğru genişleyen bu gayrimüslim yerleşmesinin sebepleri bölgedeki sefarethanelerin varlığının yanında Kırım Savaşı’nın neden olduğu batı ile etkileşimin10 artması olarak da görülmektedir (G. Çelik, 2016 s.30; Eldem, 1997 s.20). Gayrimüslim Osmanlı tebaasının ve yabancıların bu bölgeye yerleşmesi ile bölgede yeni kiliseler de yapılmaya başlanmıştır. Rum Ortodoks toplumunun da kendi ibadetleri için yeni kiliseler yaptığı bilinmektedir.

İstanbul’daki nüfus artışı ne Londra’da olduğu gibi Sanayi Devrimi’ne, ne de Paris ve Viyana’daki gibi merkezileşmiş hükümet politikalarına bağlıdır. İstanbul’daki nüfus artışının temel nedenlerinden biri güneydoğu Avrupa ve Rusya’nın güneyinden kaçan

9Veriler, Karpat K. (1985). Ottoman Population, 1830-1914: Demographic and Social Characteristics kaynağı s.103’teki tablodan derlenmiştir.

10 Kırım Savaşı sırasında İstanbul’a gelen yabancı kuvvetlerin yiyecek ihtiyacının karşılanmasıyla gayrimüslim tüccarlar büyük kazanç elde etmişler ve özellikle Tepebaşı’nda bulunan otelleri inşa ettirmişlerdir ( Dirimtekin, 1972, s.4).

Müslüman halk olmuştur. Bunun yanı sıra kente gelen gayrimüslim ve yabancı nüfusun etkisi de büyüktür. 1840-1900 yılları arasında kapitülasyonlardan, Avrupalı tüccar ve yatırımcılara tanınan haklardan yararlanmak için İstanbul’a yerleşen 100.000 yabancı olmuştur (Z. Çelik, 2015, s. 47). Batıya açılma ve Batı ile kurulan bu ticaret ilişkileri İstanbul’da giderek güçlenen bir ticaret burjuvazisi oluşmasına yol açmıştı. İstanbullu gayrimüslimler, Sanayi Devrimi ile desteklenen İngiltere, Fransa gibi ülkelerin ticaret politikası ile özellikle Galata ve Pera bölgesinde yeni bir ticaret ve finans burjuvazisi oluşturmuşlardır. Giderek zenginleşen bu kesim, yardımlarıyla desteklediği okul, vakıf gibi kuruluşlarla daha da güçlenmiş, Islahat Fermanı’nın getirdiği kolaylıklarla devletin bazı kararlarını kendi çıkarlarına uygun hale getirmişlerdir. Müslüman Osmanlıların genel olarak ticaret ile fazla ilgilenmeyişleri ve yabancı dil sorunu, dış ticaretin Rum, Yahudi ve Ermeni gruplar sayesinde gelişimine sebep olmuştur (Akın, 2011, s. 7). Öncesinde sosyal düzen içinde en tepede rahip, patrik, hahambaşı gibi din adamları yer alırken 19. yüzyıl ile dış ticaretle uğraşan tüccarlar bulunmaya başlamıştır (Karpat, 2017, s. 110) .

19. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı imalat sanayisi Avrupa kaynaklı ciddi bir rekabetle karşılaşmıştır. Özellikle 1838 Ticaret Antlaşması sonrası imparatorluk topraklarında dolaşan yerli mallar vergilendiriliyor, yabancı mallardan ise sadece giriş veya çıkış yaptıkları noktalarda vergi alınıyordu. Demiryolu ağının genişlemesi ile Avrupa malları Osmanlı topraklarının her yerine nüfuz ettikçe yerli sanayi daha güç durumda kalıyordu. Bu sebeple Osmanlı sanayisini kurmaya yönelik iddialı projeler gündeme gelmeye başladı. 19. yüzyılda İstanbul’da birçok sanayi tesisi kurulmuştur. Zeytinburnu bölgesinde demir boru, çelik ray, pulluk, top, kılıç, bıçak ve benzeri madeni eşyalar üreten bir dökümhanenin yanı sıra bu bölgede dokuma imalathaneleri de bulunuyordu. Yüzyılın son yirmi yılında İstanbul banliyölerine ve Boğaz köylerine yayılmış bir biçimde gıda (özellikle şeker), cam, porselen, çini, metal ürünler, kâğıt, kimyevi maddeler, kauçuk üretimi ile ilgili sanayi kuruluşları ortaya çıkmıştır (Z. Çelik, 2015, ss. 42-43). Sultan II. Mahmud döneminde (h.d. 1808-1839) kurulan Feshane, 1850’de özel bir girişimle Ohannes Dadyan’ın Bakırköy’de el tezgâhlarıyla kurduğu ve on yıl sonra Hazine’ye devrettiği Basmahane, Zeytinburnu’nda 1845’te Sultan Abdülmecid’in girişimleri ile kurulan Dökümhane, 1862’de Beykoz’da üretime başlayan Çini ve Porselen Fabrikası bu dönemde bireysel veya devlet eliyle kurulan sanayi tesislerine örnek olarak gösterilebilir (Yazıcı, 2007, s. 91). Özellikle

1880’lerden sonra özel teşebbüse ait fabrikaların sayısında ciddi bir artış görülmüştür. Bomonti Bira Fabrikası, Küçükçekmece Kibrit Fabrikası, Kasımpaşa Un Fabrikası bu girişimlerden bazılarıdır (Boyacıoğlu, 2016, s. 64).

Toplumsal yaşamın bir parçası olan ulaşım, sanayi ve teknolojinin gelişimi ile İstanbul kentinde de değişim başlamıştır. İstanbul sokakları o dönemde organik formda, yaya kaldırımı olmayan ve rastgele bir araya getirilmiş taşlar ile döşeliydi (Boyar ve Fleet, 2014, s. 299). Sokaklar form olarak değişmemesine rağmen hareket etme biçimleri değişmiş; at devreden çıkarak, faytona ve at arabasına dönüşmüştür. Toplu taşımada ise tramvay yaygın bir ulaşım aracı haline gelmiştir. Şehirlerarası yolculuğu sağlayan tren, şehre turist getiren en önemli ulaşım aracıdır. Doğu Ekspresi ile İstanbul’a gelen Avrupalılar, oryantalizm merakı ile Pera Palas’taki otellerde konaklamaktadır (Boyar ve Fleet, 2014, s. 315). Sultan II. Abdülhamid döneminde (h.d. 1876-1909) liman tesisleri ile demiryolu sistemine ilişkin alt yapı tamamlanmıştır. Bunlar ayrıca kentin fiziki yapısını ve görüntüsünü etkileyen önemli gelişmeler olmuştur. Oryantalist üsluptaki Sirkeci Garı 1889 yılında ve yeni-rönesans üslubundaki Haydarpaşa Garı 1909 yılında tamamlanarak ticaret faaliyeti ile ilgili ulaşım kolaylığı sağlanmıştır (Kuban, 1996, s. 361). Kentin batı ve doğusunda banliyö trenlerinin çalışmasıyla birlikte 1880’lerde bu güzergâhta ahşap köşklerin oluşturduğu sayfiye yerleşimleri görülmeye başlamıştır. Batıda Yeşilköy ve Bakırköy, doğuda Kızıltoprak, Göztepe, Erenköy, Bostancı gibi yerleşimler gelişim göstermiştir (Tekeli, 2012, s. 537). İstanbul’a ilk buharlı gemi Sultan II. Mahmud döneminde (h.d. 1808-1839) gelmiş, 1838’de Tersane’de buharlı gemi üretimine başlanmıştır (Kuban, 2010, s. 76). Ulaşımda diğer bir gelişme de 1851 yılında kurulan Şirket-i Hayriye ile seferlerine başlayan vapurlardır. Bu seferler ile Boğaz köylerine, Kadıköy’e ve Adalar’a erişim kolaylaşmıştır. Rum Ortodoks toplumunun da yoğunlukla yaşadığı bu bölgelerin kentsel anlamda gelişimleri hızlanmaya başlamıştır. Ardından 1858’de Kabataş-Üsküdar arasında ilk arabalı vapur seferleri başlamıştır (Kuban, 1996, s. 359). Böylece kentin iki yakası arasında ulaşım daha da rahatlamıştır.

Yeni ulaşım sistemleri İstanbul’un kent imajı üzerinde çağdaş bir etki yaratmıştır. Atlı tramvaylar, vapurlar, tünel kente canlılık getirmiştir. Bu etkiyi Edmondo De Amicis şöyle yorumlamıştır:

Sakin mi sakin başka bir Türk sokağında birden bir boru sesi ve atların nal seslerini işitirsiniz: Dönüp bakarsınız, o da ne? Gözlerinize inanamazsınız. Bu

dikkatinizi çekmemiş rayların üstünde giden, Türklerle ve Frenklerle dolu, üniformalı sürücüsü ve tarife ilanlarıyla Viyana ve Paris’tekilere benzeyen atlı tramvaydır. Bu sokaklarda beliren umulmadık şeyler, anlatılacak gibi değildir: Şaka ya da yanlışlık gibi gelir, gülmeye başlarsınız ve tramvayın arkasından sanki ilk kez gördüğünüz bir şeymiş gibi şaşkın şaşkın bakakalırsınız. Tramvay gidince, gözünüzün önünden Avrupa’nın canlı bir görüntüsünün geçip gittiğini sanırsınız ve dekoru değişmiş gibi kendinizi yine Asya’da bulursunuz. (Amicis, 2013, s. 37)

1838 Ticaret Antlaşması sonrası kentte gelip geçici olan Avrupalı sayısı artmıştır. Bu da konaklama yapılarının artışına sebep olmuştur. Özellikle Galata, Pera aksında yoğunluk gösteren oteller Avrupa’daki örneklerine benzer konfor koşullarını sağlayan yapılar olmuştur. Ünlü Pera Palas Oteli, Compagnie Internationale Des Wagons-lits et des Grands Expresses Européens tarafından yaptırılmıştır. Bu görkemli binanın özellikle yemek ve balo salonu yeni yaşantının kültürel faaliyetlerine ev sahipliği yapmıştır. 1893’te Tepebaşı’nda yapılan Hotel Bristol, Hotel Kroecker, Grand Hotel de Londres diğer önemli otellerdendir (Z. Çelik, 2015, ss. 175-177). Pera’dan sonra otellerin en sık görüldüğü bölgeler Tarabya, Büyükdere, Adalar olmuştur. Bazı oteller zincir şeklinde İstanbul’un farklı yerlerinde şubeler açmışlardır. Rum Ortodoks toplumunun daha yoğun yaşadığı bölgelerde görülen bu oteller, onların yabancılarla sürekli iletişim halinde olmalarına sebep olmuştur. Bu iletişim ile yeni yaşantı ve kültürlerden etkilenen Rum Ortodoks toplumunun yaşam biçimlerinde de değişimler görülmeye başlamıştır.

Toplumsal yapıda meydana gelen değişimler, eğitim alanına da etki etmeye başlamıştır. 19. yüzyıl başında tek odalı küçük mekânlar olan Hristiyan okullarında eğitim rahipler tarafından verilmekteydi. Hristiyanlar arasında seçkin tüccar gruplarının oluşmasıyla birlikte hızla modern yabancı okullar kurulmaya başlamıştır. Gayrimüslim okulları, kilise mallarından elde edilen gelir ve cemaatleri tarafından desteklenmekteydi (Karpat, 2017, s. 109). Eğitim alanında yalnızca gayrimüslimler için değil Müslüman kesim için de yenilikleri getiren 19. yüzyıl ile İstanbul’da eski Kuran okullarının yanında sivil ilkokullar da açılmaya başlamıştır. Sivil ilkokullardan mezun olanlar rüştiyelere ve idadilere gidiyorlardı. Askerî alanda açılan okullardan sonra birbiri ardına yöneticilik, tıp ve mühendislik okulları da açılmıştır (Kuban, 1996, s. 348). Eğitim alanında halka özel kurslar niteliğinde dersler verildiği de

görülmektedir. Gerek Müslüman gerek gayrimüslim gençler Avrupa’ya bilim ve sanat konularında bilgilenmeleri için gönderilmeye başlanmış, Batının anlaşılmasına çalışıldığı bu süreçte tercüme de önem arz etmeye başlamıştır (Akın, 2011, s. 17). 1833’te Tercüme Odası kurulmuş, Avrupa ile artan diplomatik ve ticari ilişkilere hizmet etme görevini üstlenen bu kurum genç Osmanlı bürokratlarını Batı medeniyeti ile tanıştıran bir okul işlevi görmüştür (Gül, 2009, s. 54). 1831 yılında resmî gazete Takvim-i Vekayi hem Türkçe hem de Fransızca olarak basılmaktaydı. Halkın okuma yazma oranının düşük olmasına rağmen kahvelerde dolaşan gazeteler onların güncel siyaset ile tanışmasını sağlıyordu. 1876 yılına gelindiğinde ise İstanbul’un kozmopolit yapısı basın yayın organlarından da anlaşılıyordu. Çıkarılan 50 gazetenin sadece 13’ü Türkçe, diğerleri Rumca, Ermenice, Fransızca, Bulgarca, İbranice, İngilizce, Almanca, Arapça ve Latincedir (Dikici, 2015, s. 240).

O dönemin İstanbul’una bakıldığında operası, okulları, borsası ve mason locaları ile tam bir kozmopolit şehir görünümündedir. İlk Borsa 1854 yılında Galata’daki Havyar Han’da açılmıştır. Rum, Ermeni ve Yahudilerden oluşan bir komite tarafından yönetilmekte, hisseleri Galata sokaklarında kahvelerde ve meyhanelerde satılmaktadır (Dikici, 2015, s. 238).

Padişahın Batılı kültür ve eğitime verdiği önem ile değişmeye başlayan yaşam biçimleri ve ilgi alanları toplumun daha çok gayrimüslim kesimini etkilemekteydi. Kent içinde yaşayan yabancılar alışageldikleri yaşam biçimlerini bulundukları yerlerde yaşatmak istiyorlardı. Halk bir yandan eğlencelere ve şenliklere katılır, kahvehane veya meyhanelerde içkilerini içerken, diğer yandan da dinî mekânları ziyaret ederek, okunmuş su ile nazar boncuğu takarak, düşmanlarına beddua ederek hayatlarını geleneksel yollarla korumaya çalışıyorlardı. Bu geleneklerin yanında özellikle Türk kadınları türbelere gider, adak adar ve çaput bağlardı. Türklerin bu geleneklerine benzer olarak Rumlar da hastalıklara çare olduğu, dilekleri yerine getirdiğine inandıkları ayazmalara giderlerdi. Kiliselerin zemin kotunun altında bulunan bu ayazmaların en ünlülerinden biri Balıklı Ayazması idi. Rum Ortodoks toplumu Aya Yorgi gününü baharın gelişi olarak kutlamaktaydı (Boyar ve Fleet, 2014, s. 304).