• Sonuç bulunamadı

1.3. Araştırmanın Yöntemi ve Tekniği

2.1.1. Toplumsal Değişme

Canlı ve cansız tüm varlık ve değerlerde ortak bir özellik olan değişme kavramı, bir durumdan başka bir duruma geçiş şeklinde veya bir halden başka bir hale geçiş şeklinde tanımlanabilmektedir. Değişme bir tabiat yasası gibi tüm evren için genel bir özellik olduğu için toplumun da değişmez bir yasasıdır.

Tarih boyunca önce insan-doğa ve sonra da insan-insan ilişkisi göz önüne alındığında değişimin sürekli ve genel olduğu görülmektedir ( Kızılçelik, Erjem, 1996:132 )

Belirli bir zaman kesiti içerisinde, birey, toplum ve doğada meydana gelen farklılaşmalar, başkalaşımlar değişme kavramı ile ifade edilir. Doğada meydana gelen değişmeler, tabiat bilimciler tarafından gözlenmekte ve incelenmektedir. Doğal olaylar gibi, sosyal yapıdaki pek çok unsur; sosyal ilişkiler, değerler, aile-siyaset-ekonomi vb. kurumlar da sürekli yeni görünümler almakta, biçimsel ve özsel farklılaşmalar göstermektedir (Aytaç, 2002:215).

Değişme her toplum için kaçınılmaz bir süreçtir. Rocher, “toplumsal değişmenin kısa zaman aralıklarında gözlenebilir, denetlenebilir, dönüşümlerden meydana geldiğini” savunmaktadır. Bu bağlamda toplumsal değişme, toplumun yapısında izlenebilen, fiziksel ve toplumsal sınırlara sahip, sosyo-kültürel bir çerçevede izlenmektedir. Başka bir ifade ile toplumsal değişmenin belli bir mekânda ve o mekâna özgü topluma dayalı olan iki temel öğesi vurgulanmaktadır. Köy, kasaba, kent toplumsal değişmenin fiziksel yapı öğeleri olup; nüfus hareketleri, toplumsal gruplar, toplumsal ilişkiler ya da toplumsal tabakalardaki hareketli geçişler ise sosyo-kültürel boyutu yani hayatın kendisini meydana getirmektedir ( Doğan, 1996: 272).

Toplumsal değişme içerisinde sosyologlar hem toplum yapısında hem de kültürel yapıda meydana gelen hareketleri incelemek durumundadır. Çünkü sosyal ve

kültürel boyut biribirinden kesin sınırlarla ayrılmamakta ve meydana gelen değişim, aynı anda yapısal ve kültürel etkenler tarafından gerçekleştirilebilmektedir.

Değişme esas itibari ile herhangi bir yönü ifade etmeyen bir kavram olup, değer yargısı, iyi ya da kötüye doğru bir farklılaşmayı içermemektedir. Toplumsal değişme ileri doğru olabildiği gibi geriye doğruda da olabilir, Değişimin istenen yönde gerçekleşmesi “ilerleme” olarak nitelendirilebilir ve aslında bu bir değer yargısıdır ve aslında değişimin farklı sonuçlarından biridir. Oysa değişme salt olarak “nötr” bir kavramdır ve mevcut ”kültür” ve “yapının” dönüşümü ve başkalaşımını ifade etmektedir ( Cohen ve Orbuch, 1990: 143 )

Toplumsal değişmenin odağında insan yer almaktadır, toplumsal her olayda hem etkileyici hem de etkilenen konumundadır insan, fakat bu toplumsal değişmenin sadece insandan kaynaklandığı sonucunu doğurmamaktadır. Rocher’in toplumsal değişme tanımında “zaman, mekân ve insan” gibi üç temel öğe bulunmaktadır ( Doğan, 1996:275)

Değişme kavramı, değer yargısı, iyi ya da kötüye doğru bir farklılaşmayı içermediği için bilinçli bir çabayı işaret eden gelişme ve ilerlemeden ayrılmaktadır. Bu durumda toplumsal değişme ileri doğru olabildiği gibi geriye doğru da olabilir. Özellikle ülkelerin olumlu değişimleri sağlayabilmek adına planlı çabalara ihtiyaç duyulmaktadır.

Toplumsal değişim süreci normal koşullar altında uzun zaman almakta ve aynı ülkede farklı tabakalarda farklı şekillerde ve sürelerde etkisini gösterebildiğinden “ilgili otoritelerin müdahalesi ile toplumsal değişimin başarılması hususunu hedef almaları gerekmektedir” ( Kurtkan, 1987:133).

Toplumsal değişmenin, ilerleme şeklinde gerçekleşmesini rastlantısal olarak kendi haline bırakmak yerine, planlı müdahaleler ile istenen doğrultuya yönlendirmek riskleri ve hızını artırmak mümkün olabilmektedir. Toplumsal değişimin odağında yer alan insan, değişimin koşullarının hazırlanmasında da etkin pozisyondadır. Çünkü insanın talep etmesi, ihtiyaç duyması, mevcut durumu yetersiz ve eksik bulması toplumsal koşulları istenen yöne doğru yönelten faktördür.

Đnsanın kendi konumundan hareketle yenilikçi çabalar içine girmesi gerçekte yeni ihtiyaçlar, inançlar, değerler ve düşüncelere yol açacak önemli bir başlangıç olmaktadır. Đnsana özgü bu sürekli çaba ile bilgi ve kültür birikimi de artarak, insan merkezli dinamik etkileşim, değişime hazır olan toplumsal koşulları da

gerçekleştirmektedir. Durumlarının ihtiyaç ve problem düzeyinde farkında olan insanlar toplumsal değişmenin koşullarını da yaratabilmektedirler. Bilinçli ya da bilinçsiz olarak bazen değişme karşısında farklı koşulların ve sosyo-kültürel ortamın yaratılması da mümkün olabilmektedir. Bilim ve teknolojideki gelişmeleri bir “fırsat” olarak algılayan toplumlar sosyo-ekonomik ve kültürel ortamlarını bu yolda motive edebilmektedir. Ancak değişimi kendilerinin sosyo-kültürel yapılarında olası bir çözülme etkeni olarak algılayan toplumlar, değişime karşı direnç oluşturabilmektedir ( Doğan, 1996: 275).

Toplumsal değişme, toplumun her tarafında ya da öğesinde aynı zaman ve hızda gerçekleşmemektedir. Bazı toplumsal kurum ve öğeler değişimden fazla etkilenmezken bazı kurumlar, köklü bir dönüşüm geçirmekte, toplumsal değişme aşamalı bir şekilde, gerçekleşebileceği gibi, çok hızlı, dengesiz ve bunalım yaratıcı bir şekilde de gerçekleşebilmektedir (Aytaç, 2002: 215). Nelerin değiştiği konusunda bilim dalları arasında tam bir ayrışma söz konusu olamadığı gibi bir uzlaşmanın da olduğunu söylemek mümkün değildir. Tarihçiler medeniyetlerin değiştiğini, sosyologlar ise toplum ve toplumu oluşturan kurumların değiştiğini ileri sürmektedirler. Bilim dallarının savları arasında mantıklı bir sentez yapıldığında ise, değişmenin “sosyal ve kültürel sistemlerde” meydana geldiği gerçeği ortaya çıkmaktadır.

“Sosyal kültürel sistemde meydana gelen veya gelecek değişmelerin başlatıcı gücünün ne olduğu konusu, sosyolojide güncelliğini korumaktadır. Çünkü toplumda istenen yönde değişimlerin sağlanabilmesi ileride ortaya çıkacak sorunların çözümünde veya hiç oluşmaması bakımından önemlidir. Bu gerçekle ilgili olarak, teorisyenlerin farklı görüşleri mevcuttur. Büyük dönüşümlerin tutum ve değerlerde yaşandığına dikkat çeken teorisyenler tutumlardaki değişmelerin toplumda değişmelere yol açtığını ve başat olduğunu savunurken, önce mana unsurlarının değiştiğini savunan teorisyenler kalıcı değişmenin ancak bu şekilde gerçekleşeceğini ileri sürmektedirler” (Kurtkan, 1978:185). Diğer taraftaki teorisyenler ise yeni fikirlerin etkisinin ve kabulünün, sosyal yapı ile ilgili olduğunu sorunun, fikirlerin değil sosyal yapının nasıl değiştiği olduğunu algılamaktan geçtiğini savunmaktadırlar.

Benzer Belgeler