• Sonuç bulunamadı

Tiryâk, Nûş-dârû

OSMAN NEVRES DÎVÂNI’NDA MADDÎ KÜLTÜR BÖLÜM: 1.EŞYA

1.6.7. Tiryâk, Nûş-dârû

Arapça bir kelime olan tiryâk, “zehirlenmeye ve bazı hastalıklara karĢı kullanılan mâcun, panzehir ve afyon anlamlarında kullanılmaktadır. Mâcun olarak ilk defa Yunanlı hekim Mitridat‟ın bulduğu sanılan tiryâk, sancı ve öksürüğü keser, yılan ve akrep sokmalarında panzehir olarak kullanılır” (Kemikli, 2007: 29). “En ünlü tiryaklar Ġran ve Bağdat‟ta yapılanlardır” (Pala, 2002: 472).

Derdine çare arayan Ģair, sevgilinin hasta olduğunu zannetmediği için dudağının panzehirinden kendisine vermemesinden yakınmıĢ, sevgilinin dudağını aĢk derdinin ilacı, panzehiri olarak görmüĢtür:

Ĥaste ŝanmaz mı beni ol gözleri bímār kim

Nūş-dārū-yı lebinden derdime ķılmaz devā (G.8/3)

Farsça bir kelime olan nûĢ-dârû da tiryak, panzehir anlamlarında kullanılmıĢtır. Nevres, sadrazam Mahmud Nedim PaĢa methinde yazdığı terkib-i bendinin aĢağıdaki beytinde hafif rüzgârın bir kere onun lutfunun kokusunu koklasa, nefesleriyle acı bir bitki olan hanzal ve zehrin bile panzehir olacağını belirterek memdûhun iyiliğine, hoĢluğuna vurgu yapmıĢ, bunun için zıt anlamlı kelimeleri birlikte anmıĢtır:

166

Nükhet-i luẅfuñu bir kerre nesím eylese şem

Nūş-dārū olur enfāsı ile ģanţal u sem ([Trk.b.6]/V-6)

1.7. Giyim-Kuşamla İlgili Maddî Unsurlar 1.7.1. Giyecek İmalinde Kullanılan Kumaşlar 1.7.1.1. Atlas

Değerli kumaĢlardan biri olan atlas, “ipekten dokunmuĢ esvablık bir kumaĢ olup al, mavi, yeĢil, sarı daima düz renklidir ve üzerinde hiçbir tezyinî motif bulunmaz; incesi ve kalını olur, fakat her iki çeĢidi de sertçedir, el ile dokunulduğu zaman kendine has tatlı bir hıĢırtı çıkarır” (Koçu, 1967: 17). Atlas, çeĢitli benzetmelerle Ģiirlerde yer almıĢtır.

Nevres aĢağıdaki beytinde sevgilinin yüzünü Kâbe‟ye, yüzündeki ayva tüylerini ise Kâbe‟yi örten yeĢil atlasa benzetmiĢtir:

Sebze-i ĥaẅ başlamış tezyíne rūy-ı ālini

Ka‘be’dir ammā yeşil aẅlas ile kisvetlenir (G.58/4)

AĢağıdaki beyitte ise felek siyah atlas giymiĢ olarak tasavvur edilmiĢtir: Giydi felek aẅlas-ı siyeh-reng

Nāhíd sürūda ķıldı āheng (Perî ile Civân, b.399)

1.7.1.2. Bez

Pamuk veya ketenden dokunmuĢ kumaĢ anlamına gelen bez, daima beyaz olur. Ġpliğin cinsine, dokunuĢ tarzına, kalınlığına, inceliğine, yumuĢaklığına, sertliğine göre çeĢitli türde olup Amerikan bezi, Trabzon bezi gibi isimler alır (Özen:304).

Nevres, bez kelimesini herhangi bir olayla ilgisi alakası olmamak anlamına gelen tarakta bezi olmamak deyimi içerisinde kullanmıĢtır:

‘İmāmesine kimi örüp píç

167 1.7.1.3. Dibâ

Arapça bir kelime olan dibâ, Fransızların “brocard” adını verdikleri çiçek nakıĢları dokunmuĢ lüks ipekli bir kumaĢtır ki bazen türlü renklerdeki çiçeklerin ipekleri arasına altın tellerde atılırdı (Koçu, 1967: 89). GeniĢ anlamıyla iyi cins atlas olarak tarif edilen dîba, kaynaklardan çıkarılan sonuca göre atlas ile kemha arasında, zemini atlas dokuma, telli ve desenli bir cins kumaĢtır (Tezcan, 2002: 406-407).

Nevres, vatan temalı gazelinin aĢağıya aldığımız beytinde vatanperest olan bir kimsenin gurbet malına rağbet etmeyeceğini, ehline vatanın yün elbisesinin bile Çin dibası, kumaĢı gibi görüneceğini belirtmiĢtir:

Etmez metā‘-ı ġurbete raġbet vaẅan-perest

Díbā-yı Çín’dir ehline peşmíne-i vaẅan (G.224/6)

ġair, aĢağıdaki bir baĢka beytinde de Hakk isterse toprağın altın, çer çöpün ise ipek ve diba gibi kumaĢlar olabileceğini belirtmiĢtir:

İsterse ķader źeheb olur ĥāk

Díbā vü ģarír ĥār u ĥāşāk (Destâr-ı Hayâl, b.424)

1.7.1.4. Dülbend

Pek ince, sarıklı beze dülbend denilir. Dülbend, günlük hayatta çok çeĢitli yerde kullanıla gelmiĢtir, yara bezleri sargı bezleri dülbentten yapılmıĢtır. Sık ve seyrek dokunuĢuna, keten ve pamuk ipliğinden oluĢuna göre çeĢitleri vardır. Eski türk giyim kuĢamında da sarıklık en makbul bez olan dülbend, değirmi parçalar üzerine yazma usulü ile nakıĢlar basılarak kadınlara baĢ yemenileri, namaz bezleri yapılmıĢtır (Koçu, 1967: 98).

Nevres, sadece bir yerde kullandığı dülbend kelimesini sarıklık bez anlamıyla kullanmıĢtır. Destâr-ı Hayâl hikâyesindeki çok güzel bir destar yapacağını iddia eden hilekâr yapacağı sarığın dülbendinin adeta hurilerin saç tellerinden olduğunu belirtmiĢtir:

Dülbend aña tār-ı gísu-yı ģūr

168 1.7.1.5. Fûta

Farsça bir kelime olan fûta, “bir iĢ iĢlerken veya hamamda vesaire ahvalde bile bağlanan ipek peĢtamal” demektir (Sami, 2007: 1008). “Toplum hayatımızda yüzyıllar boyunca iĢ iĢlerken bele bağlanan bir futa-peĢtamal, bütün esnafın ve zenaat erbâbının müĢterek ve kutsal bir masgotu, bir hüner, ehliyet, uğur, sıhhat alâmeti, tılsımı bilinmiĢtir” (Koçu, 1967: 119). Esnaf futaları dıĢında bir de hamam futaları vardır. Bu futaların kullanılıĢ Ģekilleri farklıdır. “Hamam futaları arkadan kuĢanılır ve önden bir üst ucu belde ten üzerinde kalarak diğer üst ucu üzerinde futanın kıvrımına sımsıkı sokulur; bağlanmaz; futanın ön kısmında üste gelen parçası eğri bir Ģekilde kıvrımlar yaparak belden aĢağı dökülür” (Koçu, 1967: 120).

Nevres‟in Dîvânı‟nda futa, hamam futası olarak kullanılmıĢtır. ġair Destâr-ı Hayâl mesnevisinin içerisinde yer alan “Hikâye-i Sühen-dân” adlı hikâyede söz ehli bir adamın baĢından geçen olayı konu eder. Bu adam hamama girmeyi çok isteyen fakat parası olmadığı için buna cesaret edemeyen biridir. Daha sonra dayanamayarak utana, sıkıla hamama girmiĢ, yıkanmıĢ, yaĢını futa ile kurutmuĢ bir yandan da buradan nasıl kurtulacağını endiĢe etmiĢtir. Futa görüldüğü gibi hamamda yaĢın kurutulması ile söz konusu edilmiĢtir:

Fūẅaķurudurdu gerçi yaşın

Endíşe ẅarardı lík başın (Destâr-ı Hayâl, b.441)

1.7.1.6. Harîr

Harîr, Arapça bir kelime olup ipek demektir. Ġpek, ipek böceği denilen ve dut yaprağı yedirilerek beslenen bir çeĢit kurt Ģeklindeki böceklerin kelebek istihaleleri için yapmıĢ oldukları kozaların üstünden çıkarılan parlak ve ince tellere denir. Kaynaklar 14.yüzyıldan itibaren Bursa ve çevresinde ipekçiliğin yapıldığını belirtir. Ġpekli dokuma da ikinci merkez ise Ġstanbul‟dur. Ġpekliler pamuklu ve yünlülere göre hammaddesi zor elde edilen, emekli ve pahalı ürünler olmasına rağmen rağbet edilen ürünler olmuĢlardır (Arseven, C.2/1947: 806; Tezcan, 1993: 27).

169

Nevres, aĢağıdaki beyitte sevgiliyi naz ipeğinden dokunmuĢ bir kumaĢa benzetmiĢtir. Öyle ki naz ipeğinden dokunduğu için sevgilinin gül endamının tarif ölçüsüne bile sığmayacağını belirtmiĢtir:

Seniñ endāze-i ta‘rífe gelmez ey gül endāmıñ

Ģarír-i nāzdan mensūc bir kālāya beñzersin (G.232/3)

ġair baĢka bir beytinde de söz eden merdin lütuf ile yumuĢak olabilmesi mümkünse gül demetinden de dikeninin ipek olmasını beklemek gerektiğini belirtmiĢ, ipeğin yumuĢak olma vasfından yararlanmıĢtır:

Olsaydı nerm luẅf ile ger merd-i saĥt-kār

Olmaķ gerekdi nükhet-i gülden ģarír ĥār (G.65/1)

1.7.1.7. İstebrak

Damasko, ġam Ģehrinde yapılıp XIX. yüzyılda Avrupa‟dan bize gelen, ikiyüzlü ve keten yahut yün karıĢık ipekli kumaĢtır. Damasko, ġam ipeklilerinin Fransa‟da ve Ġtalya‟da dokunan taklitlerinin adıdır. Bunların pamuklusuna ıstabrak denilir (Özen: 310).

Destâr-ı Hayâl mesnevisinde aynı adla yer alan Destâr-ı Hayâl adlı hikâyede hilekâr dokuduğu sarığın özelliklerini anlatırken onun kumaĢının bir çeĢit kumaĢ olan istabrakı aratmayacak güzellikte olduğunu belirtmiĢtir:

İstebraķa raġbet eylemez híç

Görse anı şeyĥ-i ẅaylasān híç (Destâr-ı Hayâl, b.140)

1.7.1.8. Kâle, Kumaş

Yün, keten veya ipekten dokunmuĢ, sade veya nakıĢlı her türlü dokumaya kumaĢ adı verilir (Özen: 323). Farsça kâle kelimesi de kumaĢ demektir.

Osmanlılar kumaĢa kıymetli mücevher kadar değer vermiĢ, kumaĢı sarayda hazine eĢyası olarak kabul etmiĢ, değerli para olarak kaydetmiĢ, hükümdarlara, devlet adamlarına, sanatkâr ve elçilere armağan etmiĢlerdir. YarıĢmalarda en değerli ödüller arasında kumaĢlar yer almıĢtır. Türk kumaĢlarında renk olarak ise en çok kırmızı ve

170

mavi kullanılmıĢtır (Özen: 292; Tezcan, 2000: 405). Osmanlı kumaĢlarında bu renk ve desen zenginliği dikkat çekici olup çeĢitli motifler ve çok canlı renkler içeren kumaĢlar bakımından da oldukça zengindir.

Osmanlıda halkın giysisinden ayrılan saray kadınının giysileri için özel kumaĢlar dokunurdu. Osmanlı kadın giysisinde genellikle kadife, kemha, çatma, atlas, diba gibi kumaĢlar tercih edilirdi. Osmanlıların siyasi ve iktisadi yönden çok güçlü konumda olduğu Klâsik Dönem‟de dokumacılık da en güzel ürünlerini vermiĢ, ipekli dokumalara katılan altın ve gümüĢ alaĢımlı tellerle dokunan kumaĢların değerleri daha da artmıĢtır. Ayrıca batının dokuma merkezleri Venedik, Cenova, Fransa, Hint, Çin, Uzakdoğu ve Yakındoğu ülkelerinden kumaĢ ve giysi almıĢlardır (Gürtuna, 2000: 107).

Nevres Ģiirlerinde kumaĢı gerek gerçek anlamı gerekse çeĢitli edebi sanat ve tasvvurlarla kullanmıĢtır. ġair, Ali Rıza PaĢa methinde yazdığı kasidesinin aĢağıdaki beytinde onun vücudunun, bilgi çarĢısında tellal olduğundan beri birlik kumaĢına rağbet edilip doğru yolun bulunduğunu belirtmiĢ, tevhidi kumaĢ olarak düĢünmüĢ ve somutlaĢtırmıĢtır:

Buldu irşādı ile kāle-i tevģíd revāc

Olalı sūķ-ı ma‘ārifde vücūdu dellāl (K.10/58)

ġair, aĢağıdaki beytinde zamanına uyarak kendisinin de yeni Ģiir arayıĢına girmesini, yeni dünya mallarının rağbet görmesi, kendisinin de mecburen yeni çeĢit kumaĢları dokuyanlardan olmak zorunda kalmasıyla açıklamıĢtır. Kendini bir dokumacı gibi gören Ģair, kumaĢı da Ģiir gibi düĢünmüĢtür:

Yeñi dünyā metā‘ıdır tedāvül eyleyen şimdi

Żarūrí biz de nessāc-ı ķumāş-ı nev-zemín olduķ (G.139/3)

ġair, aĢağıdaki baĢka bir beytinde eski Ģiirin malzemelerinin yakılmasını çünkü kumaĢ ve kâğıtlarıyla ünlü Hindistan‟ın Devletabad Ģehrinden yeni bir kumaĢ geldiğini belirtmiĢ, Ģiiri kumaĢa benzetmiĢtir:

Āteşe yansın metā‘-ı köhne-i eş‘ār kim

171

KumaĢ kelimesi Destâr-ı Hayâl mesnevisinde sıkça geçmiĢ, genellikle gerçek anlamıyla kullanılmıĢtır. AĢağıda yer alan beyitte, çok güzel bir destar dokuyacağını iddia eden hilekâr, dokuyacağı destarın kumaĢının değerinin çok, hilesinin ise hiç olmadığını belirtmiĢtir:

Ĥāŝŝiyyeti çoķ o nev ķumāşıñ

Híç oranı yoķ o nev ķumāşıñ (Destâr-ı Hayâl, b.141)

AĢağıdaki beyitte ise bu benzersiz kumaĢ, Satürn‟ün halkasına benzetilmiĢtir: Bir tāze ķumāş bí-bedeldir

Var ise bu ģalķa-i Züģal’dir (Destâr-ı Hayâl, b.199)

1.7.1.9. Kirbâs

Arapça kirbâs kelimesi bez demektir (Sami, 2007: 1154). Destâr-ı Hayâl mesnevisinde aynı adla yer alan Destâr-ı Hayâl hikâyesindeki hilekâr piç olan kimsenin göremeyeceğini, fakat çok güzel olduğunu iddia ettiği sarığı yapmayı bitirdiğini söylemiĢ ve insanlara bunu göstermiĢtir. Ayağa kalkan hilekâr elinde olduğunu iddia ettiği sarığı göstererek insanlara bunu kirpas zannetmemelerini söylemiĢtir:

Ķalķıp ayaġa dedi ki ey nās

Ţann etmeyesiz bunu ki kirbās (Destâr-ı Hayâl, b.236)

1.7.1.10. Perniyân

Perniyân, Farsça bir kelime olup gayet nazik, nefis dibayı çini ve mutlak bir kumaĢtır (Mütercim Âsım Efendi, 2000: 504).

Nevres, aĢağıdaki beytinde “Bundan böyle ümit bağının yasemini perniyan bile olsa gözüme deve dikeni görünür” diyerek ümitsizliğini dile getirmiĢtir. ġairin ümidi o denli kırılmıĢtır ki perniyan gibi hoĢ, yumuĢak olan bir kumaĢ bile artık gözünde deve dikeninden farksızdır. Perniyan bu beyitte yumuĢak, hoĢ bir kumaĢ olması vasfıyla ele alınmıĢtır:

Semeni yāsemeni bāġ-ı ümídiñ min-ba‘d