OSMAN NEVRES DÎVÂNI’NDA MADDÎ KÜLTÜR BÖLÜM: 1.EŞYA
1.1.6. Diğer Süs Unsurları
1.2.3.11. Şîşe, Billûr, Mînâ
Farsça ĢîĢe, mînâ kelimeleri ve Arapça billûr kelimesi ĢiĢe anlamına gelmektedir. ġiĢe, içerisine sıvı konulan cam ya da plastik gibi maddelerden yapılan dar ağızlı, uzun kaptır. Klâsik edebiyatımızda ĢiĢe genellikle içine Ģarap konması ile söz konusu edilir. Nevres de aĢağıdaki beytinde ĢiĢeyi “mînâ-yı Ģarab” terkibi içerisinde Ģarapla birlikte anmıĢtır:
Gözyaşını ķıldılar şafaķ-reng
Mínā-yı şarāba urdular seng (Perî ile Civân, b.508)
Klâsik Ģiirde, ĢiĢe Ģeffaf oluĢu ve kırılma vasfıyla da sıkça anılmıĢ ve bu özelliklerine dayanılarak ĢîĢe-i baht, ĢîĢe-i namus gibi çeĢitli terkipler oluĢturulmuĢtur. Nevres aĢağıdaki beytinde namusu ĢiĢeye benzetmiĢ ve onun itibarsızlık taĢında kırıldığını belirtmiĢtir:
Nice şikeste-derūn olmayım ki ġurbetde
56
ġair, aĢağıdaki bir baĢka beytinde “felek hiç kimseyi daima zevk içinde bırakmaz, mutlaka bir gün ikbal ĢiĢesini taĢa çalar” diyerek yine ĢiĢenin kırılma özelliğinden yararlanmıĢ, ikbali ĢiĢeye benzetmiĢtir:
Çalar elbette bir gün şíşe-i iķbāli ẅaşa
Ķomaz çarĥ-ı felek híç kimseyi źevķ-i dem-ā-demde (G.273/3) ġairin ĢiĢeye benzettiği baĢka bir unsursa bahttır:
Çalar kendi eliyle ẅaşa elbet şíşe-i baĥtın
‘İbādullāh ķalbin ķırmaġa mecbūr olan ādem (G.185/2)
ġiirlerde genellikle kırılmasıyla söz konusu edilen ĢiĢe buna sebep olan taĢla birlikte de sıkça kullanılmıĢtır:
Havf etdi ki dāye ola dil-teng
Nāgāh doķuna şíşeye seng (Perí ile Civān, b.167)
Nevres, Ģiirlerinde birçok kez “ĢîĢe-i teshir” terkibini kullanmıĢ, aĢağıdaki beytinde âĢığın sevgili tarafından kırılan kalbini büyü ĢiĢesine benzetmiĢtir:
Meyl edersiñ inkisār-ı ķalbe gūyā ey perí
Ķalb-i ‘āşıķ şíşe-i tesĥíriñ olmuşdur seniñ (G.150/4)
1.2.3.12. Tâs
Tâs, genellikle içine sulu Ģeyler koymaya yarayan, çeĢitli maddelerden yapılan, içine sulu yiyecek maddeleri konulan yuvarlak ve derin gövdeli kaplardır. Ġçine konulan içeceklere göre su tası, hoĢaf tası, çorba tası, ayran tası gibi değiĢik isimler alırlar. Taslar düz dipli, silindirik gövdeli yüksekliği az olması gibi değiĢik Ģekillerde de olurlar (Karpuz, 2002: 430).
Günlük hayatın önemli eĢyalarından biri olan tas, klâsik Ģiirimizde çeĢitli benzetmelerle yer almıĢtır. ÇeĢitli maddelerden yapılan tâs aĢağıdaki beyitte altından yapılmıĢ olarak karĢımıza çıkmıĢtır. Nevres, “türlü türlü incinmelerle Ģeref sahibi olmak, altın tastan su içmek gibidir” diyerek onurlu olmanın önemini vurgulamıĢtır:
57
Nā’il-i ģayśiyyet olmaķ renc-i gūnā-gūn ile Zehr içmek gibidir insāna altın tāsdan (G.238/3)
Tas, aĢağıya aldığımız beyitte Ģekil bakımından feleğe benzetilmiĢtir: Ŝarŝıldı tamām o saĥt bünyād
Šās-ı felege erişdi feryād (Destâr-ı Hayâl, b.448)
AĢağıdaki bir baĢka beyitte ise göz tasa benzetilmiĢtir. ġair mecliste Ģarap kadehine gerek olmadığını zaten göz tasının içinde ciğer kanını bulunduran bir kadeh olduğunu belirtmiĢ, gözü içi ciğer kanı dolu olan bir tas gibi tasavvur etmiĢtir:
Bezmiñde seniñ sāġar-ı ŝahbāya ne minnet
Göz ẅası ciger ķanına peymāne degil mi (G.20/3, cüz 1, s. 52)
1.2.3.13. Tepsi
Tepsi, taktim etmek için hazırlanan yiyecek, içeceklerin sunulduğu bardak, tabak gibi eĢyaların taĢınmasına yarayan çeĢitli büyüklüklerde, çeĢitli malzemelerden yapılmıĢ derinliği olmayan, siniden daha küçük, kenarları kalkık kaptır (Karpuz, 2002: 430). Nevres, Dîvânı‟nda Destâr-ı Hayâl mesnevisinin içinde aynı adı taĢıyan Destâr-ı Hayâl hikâyesinde tepsiye iki kez yer vermiĢtir. Bu hikâye Hata Ģehrindeki Kamuran adlı hükümdarın baĢındaki sarıktan sıkılması ve destara merak sarmasıyla baĢlar. Bu Ģehre gelen yaĢlı bir adam hükümdarın destar hayali ile yanıp tutuĢtuğunu duyar ve çok güzel bir destar dokuduğunu, fakat bunu piç olan kimselerin göremeyeceği iddiasında bulunur. Hükümdar ondan destar dokumasını ister ve bunun için sabırsızlanır. Hilekâr sonunda sarığın bittiğini haber verir, aslında sadece bir tepsi ile bir örtü vardır:
Gönderdi ĥaber ki bitdi destār
Bir tepsi ile bir örtü der-kār (Destâr-ı Hayâl, b.232)
Hilekâr elinde sarık varmıĢ gibi piç olanların göremeyeceğini söylediği sarığı kendi eliyle külaha sarar ve saygıyla aslında sarıksız olan bu külahı tepsiye koyar:
Ta‘ţím ile ķoydu ol mübāhí
58 1.2.4. İbadetle İlgili Olarak Kullanılan Eşyalar 1.2.4.1. Büt, Sanem
Farsça büt ve Arapça sanem put demektir. Put, Ġnsanların kutsal kabül ederek taptıkları maddi cansız varlık ve eĢyaya denilir. Ġnsanlık, Allah‟ı kendilerine gönderdikleri hak din ve peygamberlerden sapmaya baĢladıklarından beri Tanrı‟nın somut Ģekli kabul ettikleri çeĢitli varlıklara tapmaya baĢlamıĢlardır. Kur‟an-ı Kerim‟de çeĢitli kavim ve onların taptıkları putlar belirtilir (Harman, “Put”, C.3/2006: 1649).
Klâsik edebiyatta sevgiliye istiare yoluyla büt ve sanem denir çünkü sevgili de güzel oyulmuĢ ya da duvarlara tasvir edilmiĢ, müĢriklerin taptıkları putlar kadar güzeldir (Pala, 2002: 88). Nevres de beyitlerinde sıkça bu benzetmeden yararlanmıĢtır. Puta benzettiği sevgilinin ağzının darlığını ifade etmek için Ģair mübalağa yapmıĢ, sevgilinin ağzının çok dar olduğunu sözün bile sığmayacağını belirtmiĢtir:
Eger etmezse tekellüm o ŝanem etme ‘aceb
Deheni tengdir ol mertebe kim yoķ söze yer (K.15/51)
AĢağıdaki bir baĢka beyitte ise Nevres sevgiliye övgüde bulunmayıp sevgiliye beddua etmiĢtir. Yine puta benzettiği sevgiliye “Ey put (sevgili)! Ağzın yok olsun, benin gibi senin benin de ateĢe yansın, belin kıla dönsün, ay yüzün gün görmesin” Ģeklinde seslenmiĢ, beddua etmiĢtir:
Yoķ olsun aġzıñ ey büt nāra yansın ben gibi ĥāliñ
Miyānıñ mūya dönsün görmesin gün māh-ı ruĥsārıñ (G.149/4)
ġair âĢk anlayıĢını da ortaya koyan aĢağıdaki beytinde adı sanı kalmamıĢ her putun yani güzelin delisi olmayacağını âĢık olsa da ancak bir Leyla‟ya Mecnun olacağını belirtmiĢtir:
‘Āşıķ olsaķ daĥi bir Leyli’ye Mecnūn oluruz Olmayız her büt-i bí-nām u nişānıñ delisi (G.319/4)
Putlar çeĢitli maddelerden yapılmaktadır. Nevres‟in Ģiirlerinde altından ve gümüĢten yapılmıĢ putlara da yer verilmiĢtir:
59
Geldi biri beyne biñ ģaşemle
Zerrín büt [ü] micmer ü ‘alemle (Destâr-ı Hayâl, b.397)
ġair, putun bile sevgilinin mihraba benzeyen kaĢlarını görse, Ģevkle toprağa düĢeceğini ve onun kaĢlarına bin secde edeceğini belirtmiĢ, sevgilinin kaĢlarının mihraba benzediğini, güzel olduğunu vurgulamıĢtır:
Bir naţar görseydi ger ebrūlarıñ miģrābını
Şevķ ile ĥāke düşüp biñ secde eylerdi ŝanem (K.17/5)
Put, Hıristiyanlık ile ilgili diğer unsurlar ile birlikte sıkça anılmıĢtır: Baĥş eder bir demde biñ ān ol büt-i ‘Ìsā-nefes
Baġla dil Nevres salíb-i zülfüne zünnārın aç (G.28/5)
Perî ile Cîvân mesnevisinde, Perî için “büt-i peri-zâd” terkibi kullanılmıĢtır: Aytdı aña k’ey büt-i perí-zād
Ey ŝūret-i ģüsn-i ‘aşķa Behzād (Perî ile Civân, b.271)
“Büt kelimesi Çin ile birlikte kullanıldığında ortak yön resim olur. Çünkü resmin Çin‟den çıktığı ve en güzel resimlerin orada yapıldığı görüĢü yaygındır” (Pala, 2002: 88). Nevres de aĢağıdaki beytinde büt kelimesini, Çin, Resim ve ünlü minyatür ressamı olan Behzâd ile bir arada anmıĢtır:
Kim ol büt-i Çíni-i perí-zād
Çün oldu nigār-ı ‘aşķa Behzād (Perî ile Civân, b.142)
1.2.4.2. Salîb
Salîb, haç anlamına gelmektedir. Haç, Hıristiyanlığın alameti olan, birbirini dik kesen iki doğrunun meydana getirdiği Ģekil demektir. Hıristiyanlarda haç, Ġsa‟ya yapılan iĢkencenin, dolayısıyla da kurtarmanın bir sembolüdür (Büyük Lügat ve Ansiklopedi, “Haç”, C.5/1981:501).
AĢağıdaki beyitte sevgilinin saçı her kıvrımında zincirden bin haç bulunan kâfire benzetilmiĢtir:
60
Kāfirligini kim eder inkār zülfüñüñ
Kim her ĥamında silsileden biñ ŝalíbi var (G.64/7)
Nevres, aĢağıdaki beytinde hacı, diğer dini unsur olan, put ve zünnar ile birlikte kullanmıĢtır:
Baĥş eder bir demde biñ ān ol büt-i ‘Ìsā-nefes
Baġla dil Nevres salíb-i zülfüne zünnārın aç (G.28/5)