• Sonuç bulunamadı

Mizmâr, Nâl, Nây, Ney

OSMAN NEVRES DÎVÂNI’NDA MADDÎ KÜLTÜR BÖLÜM: 1.EŞYA

1.1.6. Diğer Süs Unsurları

1.5.1.1. Mizmâr, Nâl, Nây, Ney

Fars Nây, Avrupa dillerinde Nay, Nei adıyla tanınan, 12.yy‟dan beri Ġran ve Anadolu‟da kullanıldığı bilinen, kamıĢtan yapılmıĢ, üflenen kısmında kemik ya da fildiĢinden bir ağızlık bulunan, 7 ya da 8 delikli; Türkistan ve KeĢmir‟de 9 delikli ve çapraz flüt gibi çalınan, tasavvuf müziğinde çok önemli yeri olan üflemeli bir çalgı (Aktüze, 2003: 388). Araplar ney için “mizmar” kelimesini kullanırlar, fakat bu kelime üflenerek çalınan bir grup sazı içine alır. Ortaçağda daha çok önem kazanan ney, Mevlevi tarikatında bir çeĢit kutsal saz olmuĢ ve çok değer görmüĢtür. Öyle ki bir derviĢin ney çalıp çalmamasından onun mevlevi olup olmadığına karar verilirmiĢ. “On iki çeĢidi vardır ve çeĢitleri ahenklerinin adlarını taĢır (Öztuna, C.2/1990: 116-118). Çok hisli ve tesirli bir çalgı olan neyin delikleri kızgın demirlerle, dairevi açılır. Klâsik edebiyatımızda çıkardığı hisli sesle, bağrında açılan deliklerle sıkça konu edilir. Ney, kamıĢlar arasından koparılarak alınır, bunun içinde sürekli inler, bu inlemesi aĢığın inlemesine benzetilir.

Nevres, Ģiirlerinde müzik aleti olarak en fazla ney‟e yer vermiĢtir. Nevres, aĢağıdaki beytinde ney gibi her zaman inlediğini ama bu kargaĢalığın gönülde mi, sinede mi, canda mı yoksa tende mi olduğunu bilmediğini belirtmiĢtir:

İñlerim ney gibi her demde bu şūriş bilmem

140

Nevres, vatan redifli gazellerinden birinde vatanından ayrı kalan neyin, aslında kızgın demirle açılan deliklerini vatan uğrunda bağrını delmesi gibi düĢünmüĢ, iniltisini de vatan için ağlaması olarak tasavvur etmiĢtir:

Baġrın delik delik edip iñler vaẅan diyü

Āvāre ney görüñ neler eyler vaẅan diyü (G.256/1)

Nevres, aĢağıdaki bir baĢka beytinde ise yine ney‟in deliklerinden yararlanarak, neyi sinesini parçalamıĢ aĢkını Ģerh etmeye çalıĢır bir biçimde hayal etmiĢtir:

Ney sínesin etdi şerģa şerģa

Başladı nevā-yı ‘aşķı şerģe (Perî ile Civân, b.462)

ġair, aĢağıdaki beytinde defde bir deri ve bir ses; neyde ise bir nefes olduğunu belirterek neyin nefesle çalınan bir çalgı olduğuna iĢarette bulunmuĢtur:

Bār-ı ‘aşķa nice tāb-āver olur ģayretdeyim

Bir deriyle bir ŝadā var defde neyde bir nefes (G.116/2)

ġair, neyi genellikle içki meclisinde mey ile birlikte anmıĢtır. AĢağıdaki beytinde de “Ġnlememi ney, gözyaĢımı Ģarap, gözümü kadeh; sevgilinin hüzünlü gönlü için beni gam meclisine amade eyle” diyerek neyi meclisin bir unsuru olarak meclisin diğer unsurlarıyla birlikte anmıĢtır:

Nālemi ney eşkimi mey çeşmimi cām eyleyip

Eyle bir bezm-i ġam āmāde dil-i maģzūn içün (G.211/4)

1.5.1.2. Sûr

Arapça bir kelime olan sûr, kıyâmet gününde dört büyük melekten biri olan Ġsrâfil tarafından üflenecek olan bir borudur. Büyük çoğunluğu oluĢturan gruba göre sûr gerçek anlamda bir boynuz, boru veya borusan, üfürme ise ona üflenince korkunç, sarsıcı ve kulakları sağır edici ses çıkarmasıdır. Bazılarına göre ise sûret kelimesinin çoğulu olup üfürmede “can verme” demektir. Bu durumda “nefh-i sûr” ruhların bedenlere iade edilmesi anlamına gelir. Ancak bu yorum hem din adamları hem de müfessirler tarafından kabul edilmemiĢtir (DĠA, “Sûr”, C.37/2009: 533). Sûra üç kez

141

üfürüleceğine ilkinde dünyadaki tüm insanların öleceğine, ikincisinde Allah‟ın izni ile insanların eski bedenlerine bürüneceğine, üçüncüsünde de mahĢer yerinde toplanılacağına inanılır. Dîvân Ģiirinde de sıkça karĢımıza çıkan sûr çeĢitli teĢbih, istiare, mecaz gibi sanatlarla Ģiirlerde kullanılmıĢtır.

Nevres aĢağıdaki beytinde kıyamet gününde üflenileceğine inanılan sûra telmihte bulunmuĢ, nefesli bir çalgı olan ney ile birlikte anmıĢtır. ġair, neyin nefesi ile nefesinin sıcak olduğunu, kıyamet kopsa dahi sûr üflenmesine iltifat etmeyeceğini belirtmiĢ, kıyametin kopmasını burada hem deyim olarak yani asla anlamında hem de gerçekten sûrun üflenmesi, kıyametin kopması anlamında kullanmıĢtır. Nefh-i sûr ruhların bedene iadesi olarak düĢünüldüğünde Ģairin buna iltifat etmediği de düĢünülebilir:

Germdir Nevres dem-i nāy ile o deñlü demim

Kim ķıyāmet ķopsa nefĥ-i ŝūra etmem iltifāt (G.23/6)

ġair, Yusuf Kamil PaĢa için yazdığı kasidesinin aĢağıya aldığımız beytinde bağıĢlama sûrunun çalınmasıyla cömertlik mahĢerinde sığınağın arkasında duranın da, tanıdık bir söyleyenin de dik durmadığını belirtmiĢtir:

Ne mültecāna ŝaģābet ne āşinā-gūyā

Çalındı ŝūr-ı ‘aẅā ķā’im oldu maģşer-i cūd (K.5/66)

1.5.2. Telli Çalgılar 1.5.2.1. Barbet

Barbet, Sasaniler devri Ġran‟ın kopuza benzeyen ünlü çalgısıdır. Bu çalgının kâsesi büyük ve sapı küçük olur. ġimdi de Ġran‟da kullanılan mızraplı bir çalgı bu adı taĢımaktadır ki telleri gittikçe artarak on ikiye kadar ulaĢmıĢtır. Târ ile benzer bir müzik aletidir (Mütercim Âsım Efendi, 2000: 68; Öztuna, C.1/1990: 68).

Nevres bu müzik aletini sadece Peri ile Civân mesnevisinde kavuĢmalarının anlatıldığı bölümde kulanmıĢ, ney ve barbetin coĢkularıyla adeta kadehi yayıp Ģarabı büyük bir nehre dönüĢtürdüğünü belirtmiĢtir:

Cūş-ı ney ile ĥurūş-ı barbeẅ

142 1.5.2.2. Çeng

Çeng, kanuna benzeyen fakat dik tutularak parmakla çalınan ve bu nedenle harp‟ı andıran bir tür çalgı âletidir. Çanağı torba gibi olup boynu uzun ve eğridir (Pala, 2002: 109). MenĢei çok eski olan bu çalgı “Sümerlerde, Eski Mısırlılarda, Asurlularda, Ġbrânilerde, Eski Yunanlılarda, Romalılarda ve diğer antik kavimlerde çeĢitli Ģekil ve büyüklükte, çeĢitli tek veya çift telli olarak görülür. Sonra Ġslam âleminde biraz geliĢtirilerek büyük rağbetle kullanılmıĢtır” (Öztuna, C.1/1990: 198). Klâsik edebiyatımızda bu çalgıya sıkça yer verilmiĢ, çeĢitli benzetmelerde kullanılmıĢtır. “Beyitlerde âĢık, aĢk, boy (âĢık), bülbül, doğan, felek, gam, gönül, hilâl, kalem, livâyı Ģeytan, sanem, sîne (düĢman), papağan, pîr, yaya benzetilen çengin sesi ile de zincir sesi, çengin telleri ile güzelin topuklarına kadar uzanan uzun saçları ve tespih ipi arasında da ilgi kurulur” (Sefercioğlu, 1999: 658).

Nevres de bu müzik aletine Ģiirlerinde yer vermiĢ, Perî ile Civân mesnevisinde Perî ile Civân‟ın kavuĢmalarının anlatıldığı bölümde Ģarap, ney ve çengin huzura çıkarak onların mutluluk sebeplerine renk verdiğini belirtmiĢtir:

İģżār olunup mey ü ney ü çeng

Esbāb-ı neşāẅa verdiler reng (Perî ile Civân, b.395)

Perî ile Civân‟ın kavuĢmasıyla adeta çengin inlemesinin semanın çok yüksek yerine kadar ulaĢtığını belirten Ģair, çengi çıkardığı sesiyle söz konusu etmiĢtir:

Ayyūķa erişdi nāle-i çeng

Kesb etdi Süheyl bādeden reng (Perî ile Civân, b.482)

ġair, aĢağıdaki beytinde ise gökyüzünün yıldızlardan meclis kurduğunu, Nahid‟e yani Zühre yıldızına kadar çengin en ince ve kalın telinden çıkan sesin ulaĢtığını belirtmiĢ, çengi parçası olan telleriyle birlikte söz konusu etmiĢtir:

Tā ki ‘aķd-i encümen encümden eyler āsumān

143 1.5.2.3. Kânûn

Türk musikisinde telli mızrablı çalgılardan biri olan kânûn, dikdörtgen Ģeklinde olup yalnız sol ucu kıvrık ve uzanmıĢ Ģekilde tahta bir tabla üzerinde teller vardır. Bu tabla kucağa alınır. ĠĢaret parmaklarındaki dipsiz yüksüğe tutturulmuĢ mızrabla çalınır (Öztuna, C.1/1990: 424-425). Ülkemizde 19. yüzyılın sonlarında kullanılmaya baĢlanan kânûn, ortaçağ Avrupa‟sında benimsenmiĢ olan zither ya da psalterion gibi çalgılarla aynı kökten gelir. Ses geniĢliği 8,5 oktavdır. Barsaktan yapılan telleri, üçerliden yirmi dört perdede yetmiĢ iki adettir (Say, 2002: 285). “ÂĢık, aĢk, ay, belâgat, çerh, devlet, insan, lutuf, mıstar gibi benzetmelere konu olan ve perdesi örümcek evi olarak vasıflandırılan kânûnun çok telli olması, Ģekli, diz üzerine konularak çalınması, seslerinin sık sık mandalla ayarlanması dîvan Ģâirlerimiz için hayâl kaynağı olmuĢtur” (Sefercioğlu, 1999: 659).

Nevres, çılgınlığının Türk müziğinin makamlarından olan Ģeh-nâza çok aks ettiğini bu yüzden her salındığında zincirin kânûnla aynı sesi çıkardığını belirtmiĢ, zincirin çıkardığı sesi kanunun çıkardığı sese benzetilmiĢtir:

Cünūnum ol ķadar ‘aķs etmiş ol şeh-nāza kim Nevres Ŝalınsa her ne dem hem-nāle-i ķānūn olur zincir (G.52/6)

Nevres, bu müzik aletini Türk musikisinin makamlarıyla birlikte de anmıĢtır: Ķānūn durupdur diyerek rāst revāna

Başladı uŝūlü ile taķsíme nevāsın (G.241/2)

1.5.2.4. Kemân

13.yüzyılda Asya‟dan Rebec adıyla Avrupa‟ya ulaĢan ve Ortaçağda yayla çalınan bu tür her çalgıya keman-violin adı verilmiĢ (Aktüze, 2003: 279). Keman yalın bir çalgıdır. Genel dıĢ görünümüyle içi boĢ bir cilalı rezonans kutusu üzerinde boylu boyunca gerilmiĢ bulunan dört telden ve uzunca bir saptan oluĢur. Gövdesi otuz sekiz santim uzunluğunda olan bu çalgının yapımında yetmiĢ parça kullanılır (Say, 2002: 291). Nevres, Ģairliğini övdüğü, kalemine hitaben yazdığı gazelinin aĢağıdaki beytinde kaleminin feryadının, ney ve kemanın inlemesinden bile üstün geldiğini ifade etmiĢtir:

144

Dün fiġān eylerdi ney meclisde iñlerdi kemān Diñledim anlara ġālib geldi feryādıñ seniñ (G.143/2)

Şair, Perî ile Civân mesnevisinde Perî ve Civân‟ın tasvirlerle kavuĢma anının anlatıldığı, bir nevi sakiye hitap gibi olan bölümde, kemanı mızrap, kanun, santur gibi diğer müzik unsurları ile birlikte anmıĢtır:

Sanẅūra suẅūr çekdi mıżrāb

Ķānūna kemānı ķıldı miģrāb (Perî ile Civân, b.467)

1.5.2.5. Mugni

Bu çalgı, meĢhur nazariyatçı Safiyüddin tarafından Ġran‟da Ġsfahan‟a yapmıĢ olduğu seyahatten dönüĢünde icat edilmiĢ bir çeĢit ud‟dur. Bu icadın fikrini o devirde mevcut olan rebab, kanun ve nüzhe gibi üç çalgıdan almıĢtır (Rauf Yekta Bey, 1986: 85).

Nevres, bu müzik aletini sadece bir beyitte diğer musiki unsurlarıyla birlikte anmıĢ, çıkardığı hoĢ sesle söz konusu etmiĢtir:

Ķānūn-ı muġni-i ĥoş-āheng

Nāhíd-i felekle çeng-der-çeng (Perî ile Civân, b.457)

1.5.2.6. Rebâb

Telli ve yaylı çalgılardan biri de rebâbtır. Rebab kemençe gibi dize dayanarak çalınır, ancak mızrabla çalınan Ģekilleri de vardır. Kâsesi Hindistan cevizi olup bir sapı vardır. Bu kâse basık, yuvarlak ve küçüktür. Kemençe gibi üç tellidir, iki hatta tek telli ilkel Ģekilleride vardır. Hafif, tatlı, hıhımca, yerine göre Ģen veya hazin ses verir. Bu müzik aletinin “eski Ġran musikisinde Eski Arap musikisine geçip bütün Yakın Doğu ve Akdeniz âlemine yayıldığı sanılır (Öztuna, C.1/1990: 221).

Nevres, hüzünlü sesiyle âĢığın âhı ve aĢk için benzetilen olan rebâbı, Dîvânı‟nda sadece bir yerde kullanmıĢ ve çıkardığı sesten yararlanmıĢtır. “Gözüm, kanlı kadeh, kanlı gözyaĢım gül renkli Ģarap; feryadım ise âĢıklar meclisine rebâbın ahengi oldu” diyerek rebâbın çıkardığı hüzünlü sesi feryadına benzetmiĢtir:

145

Gözüm peymāne-i ĥūn eşk-i ĥūnín bāde-i gül-gūn Figānım meclis-i ‘uşşāķa āheng-i rebāb oldu (G.279/2)

1.5.2.7. Santûr

Türk musikisine 17.yüzyılda giren telli bir sazdır. Biçim yönünden kanuna benzemekle beraber, mızraplı sazlar kategorisinde göremeyiz çünkü mızrapla değil iki küçük tokmakla çalınır. Kanunda olduğu gibi yamuk Ģeklinde bir tekne üzerinde aynı sesi veren üçer telden oluĢan 24 perdesi olan santur sonraları geliĢtirilmeye çalıĢılmıĢ olsa da Türk musikisindeki tüm gerekleri yerine getirmekten uzak olduğu için hiçbir zaman yaygın olarak kullanılmamıĢtır (Körükçü, 1998: 119). Santur, Ġspanya‟dan getirilmiĢ, Museviler arasında rağbet görmüĢ ve onlar arasında usta santur çalanlar da olmuĢtur. Tek tip olan çalgıda kiriĢ yerine teller gerilmiĢtir. Parmağa sarı yüzük gibi bir Ģey takılır, ufak değnekler ucundaki küçük tokmaklarla vurularak çalınırmıĢ (Abdülaziz Bey, 2002: 384).

Nevres, santuru mızrapla birlikte anmıĢtır. ġair, aĢağıya aldığımız beyitte sevgilinin saç telinin mızrabının gönlünü parça parça ettiğini, onun bir bakıĢının bile santur Ģekli gösterdiğini ifade etmiĢtir. Sevgilinin bakıĢı santurun Ģekline; saçının telleri de mızraba benzetilmiĢtir:

Sínemi mıżrāb-ı tār-ı zülfüñ etmiş çāk çāk

Şöyle kim etseñ naţar sanẅūr şeklin gösterir (G.46/4)

ġair baĢka bir beytinde de aralarındaki tenasüp iliĢkisinden yararlanarak santuru diğer telli çalgılar ile birlikte anmıĢtır:

Sanẅūra suẅūr çekdi mıżrāb

Ķānūna kemānı ķıldı miģrāb (Perî ile Civân, b.467)

1.5.2.8. Se-târe

Farsça se yani üç ve iplik, tel anlamına gelen târ kelimelerinin birleĢmesiyle oluĢan se-târe üç telli bir çeĢit tanbura benzer bir çalgıdır (Arseven, C.4/1952: 1790).

146

Nevres, Peri ile Civân Mesnevisinden aldığımız aĢağıdaki beyitte feleğin çalgıcısı olarak bilinen Nahid yani Zühre yıldızının se-tareye düzen vererek segâh ve evc makamlarını düzenlendiğini belirtmiĢ ve müzik unsurlarını bir arada anmıĢtır:

Vermişdi düzen se-tāra Nāhíd

Eylerdi segāh u evci temhíd (Perî ile Civân, b.315)

1.5.2.9. Tanbûr

Dîvan Ģâirlerimizin çok fazla ilgi duydukları telli sazlardan biri de tanburdur. Sümer musikisinde zamanımızdan beĢ bin yıl kadar önce kullanılan ilkel mızrablı saz “pan-tur”un, tanbûrun atası olduğu Ģüphesizdir. Tanbûr Ġran ve Eski Arap musikilerinde revaç kazanmıĢtır. Fakat sazı Türkler geliĢtirerek bugünkü Ģekline getirmiĢlerdir. Tanbûr mızraplı sazların en güzel ve zarifidir. Son zamanlarda yalnız Türk musikisinde vardır ve Türk musikisinin sembolü gibidir. Tanbûrun mızrabı, asıl bağadan (kaplumbağa kabuğu) yapılır; bugünküler bağa taklitleridir. Mızrap muhtelif uzunlukta olabilir. Ortalaması 12-14 cm.olup eni 1,2 cm., kalınlığı da 0,14 cm. kadar olmalıdır. Uç tarafı biraz ince ve yan tarafa doğru yontulmuĢtur; bu bazen her iki tarafta da yapılır (Öztuna, C.2/1990: 373).

Nevres, yalnızca bir yerde kullandığı tanburu telleriyle birlikte anmıĢ, sevgilinin saçlarının meclisteki târ ve tanbura teller taktığını belirterek tanburun tellerini sevgilinin saçı olarak tasavvur etmiĢtir:

Çeşm-i mesti eyledi leb-ríz-i neş’e sāġarı

Zülfü teller ẅaķdı bezmiñ tārına ẅanbūruna (G.267/2)

1.5.2.10. Târ

Türk musikisinde mızraplı çalgılardan birisi de “târ”dır. Târ, gitara benzeyen bir çalgı olup kuzu derisi gerilen bir gövdeye sahiptir. Târ‟ın biri bam teli ve bir dörtlü aralığı ile ikiĢer ikiĢer düzenlenmiĢ dört tel olmak üzere beĢ teli vardır (Öztuna, 2000: 470).

Nevres “târ” kelimesini daha çok ya saç teli ya da müzik aletlerinin bir parçası olan tel anlamıyla kullanmıĢtır. ġair, aĢağıdaki beyitte ise musiki aleti olan “târ”a yer vermiĢ, târ ile tamburu birlikte anarak onlara meclisin müzik aletleri olarak yer vermiĢtir. Bu

147

çalgılara sevgilinin saçından teller taktığını belirtmiĢ, târ‟ın tellerini sevgilinin saç teli gibi hayal etmiĢtir:

Çeşm-i mesti eyledi leb-ríz-i neş’e sāġarı

Zülfü teller ẅaķdı bezmiñ tārına ẅanbūruna (G.267/2)

1.5.2.11. „Ûd

„Ûd, Orta Asya‟dan kaynaklanan, Ġran‟dan Araplara geçerek “tahta, odun” anlamına el ud, sözcüğüyle tanımlanan, Ġspanya‟dan El laud adıyla Avrupa‟ya tel düzeni değiĢmiĢ olarak Lavta tanımıyla yayılmıĢtır. Asya ve Afrika‟nın Müslüman ülkelerinde geleneksel bir müzik aleti sayılan, Türkiye‟de 19.yy sonunda yaygınlaĢan ud, yarım armut biçimli, büyük gövdeli, çalınmak üzere kucağa alındığında kucağı tamamen dolduran, sırtı 19-21 dilimli, kısa ve geniĢ saplı, altı çift telli tahtadan yapılmıĢ telli bir çalgıdır. Maun, ceviz ve gürgenden yapılan udun gövdesinin içi boĢtur (Aktüze, 2003: 618; Öztuna, C.2/ 1990: 116-118).

Nevres, aĢağıdaki beytinde „ûd‟a eğlence meclisinin bir unsuru olarak yer vermiĢ ve felek çalgıcısının adeta „ûd‟a tel olduğunu belirtmiĢtir:

‘Ūd-ı ẅarab-ı bezmine Nāhíd-i felek tār

Raĥş-ı sipeh-i rezmine gísū-yı ţafer yāl ([Tar.G.3/11])

ġair, Perî ile Civân mesnevisinden aldığımız aĢağıdaki beyitte udu gelin gibi düĢünmüĢtür:

Zülfün tar edip ‘arūs-ı ‘ūdun

Nāhíd’e yetirdiler sürūdun (Perî ile Civân, b.394)

1.5.3. Vurmalı Çalgılar 1.5.3.1. Çarpara, Çegâne

Çarpara, Farsça dört parça anlamına gelen çârpâre kelimesinden kaynaklanan, Türkiye‟de de halk müziğinde sert tahtadan yapılma dört parçanın parmaklara takılarak ritim tutulan; Türk geleneksel müziğinde ise usul vurmakta kullanılan bir ritm çalgısıdır

148

(Aktüze, 2003: 135). Çarparayı halk müziğinde ise kaĢık karĢılar. Eskiden oyun havalarında, köçeklerde çârpâre kullanılırmıĢ, daha sonraları zil onun yerini almıĢtır. Nevres, kızdığı bir kiĢi için yazdığı anlaĢılan gazelinin aĢağıya aldığımız beytinde, o kiĢinin def gibi çarpara takınıp kendini rezil etmesini, böylece her yerde adının anılıp, rezil olmasını istediğini belirtmiĢtir:

Çār-pāre ẅaķıñ def gibi ķıl kendiñi rüsvā Her dā’ireye girsin adıñ dā’irelerle([G.20]/3)

Nevres, bir çarpara çeĢidi olan çegâneye de Ģiirinde yer vermiĢtir. Çegânenin sesinin rindleri memnun etmesini istemiĢtir:

Rindānı ĥoş-dil etsin āvāze-i çeġāne ([Mütekerrir Müs.16]/I-5)

1.5.3.2. Def

Def, yakın ve Orta Doğuda çok eskiden beri usül vurmada kullanılan, yalnızca bir tarafı deri ile kaplı olan dar kasnağın kenarında açılmıĢ oyuklarda ince pirinçten yapılma sekiz kadar ince, küçük ve çift zil bulunan, parmak uçlarıyla çalınan, tef adı da verilen vurma çalgıdır (Aktüze, 2003: 144). Kasnağı balık derisi kaplıdır. Servi ağacından yapılmıĢ, ceviz kaplama, üzerinde sadef kakmalı ve gümüĢ tellerden zırhlı çok güzel defler de vardır. Defin zillerinin yapımında kullanılan pirincin içine biraz gümüĢ veya altın katılırsa, tını çok güzelleĢir. Son zamanlara kadar defe Türkler dâire demiĢlerdir. Zira tam bir dâire Ģeklindedir. Ancak son zamanlarda Arapçadan alınan “def” kelimesi kesin Ģekilde yerleĢmiĢtir (Öztuna, C.1/1990: 212).

Klâsik Ģiirde çeĢitli benzetmelerle Ģiirlerde sıkça anılan def, daha çok âĢığın gönlünü veya sevgilinin yüzünü temsil eder. Gönüle def denilmesinin nedeni, âĢığın çektiği acılara tempo tutması veya âhenk oluĢturmasıdır. Yüz oluĢu ise yuvarlağı nedeniyledir (Pala, 2002: 119). Nevres‟in de Ģiirlerinde vurmalı çalgılar içinde en çok kullanılan müzik aleti olmuĢtur. ġairin def üzerine kurulu bir de gazeli vardır.

Nevres “Defin böyle yanarak ah ve inlemesi yersiz değil o, devrin elinden neler çektiğini izhar eder” diyerek defin çıkardığı sesi inlemeye benzetmiĢtir. ġair, defin elle

149

vurularak çalınmasını devrin elinden çektiği cevr; çıkardığı sesi de çektiği acıyı anlatması olarak tasavvur etmiĢtir:

Böyle yana yana āh u nālesi bí-cā degil

Devr elinden çekdigi cevri eder iţhār def (G.128/2)

AĢağıdaki beytinde hüsn-i talil sanatını kullanan Ģair, defin saçma sapan Ģeyler söylediği için bu denli tokat yediğini belirtmiĢ, vurularak çalınmasını bununla iliĢkilendirmiĢtir:

Olmasaydı ẅabl-veş herze-derā her bār def

Devr elinden dem-be-dem olmazdı sílí-ĥār def (G.128/1)

Nevres, aĢağıdaki bir baĢka beytinde ise defin, bir deri bir ses kaldığını belirterek defin kasnağındaki deriye ve çıkardığı sese göndermede bulunmuĢtur. Ayrıca hüsn-i talil sanatını kullanarak defin bir deri bir ses kalmasını hasretten hasta olması olarak tasavvur etmiĢtir:

Bir deriyle bir ŝadā ķalmış faķaẅ bí-çārede

Ģasret-i çeşmiñle olmuş ol ķadar bímār def (G.128/9) ġair aĢağıdaki beytinde sineyi defe benzetmiĢtir: Ne geldi başına bezm-i şarābıñ bilmem ey sāķí

Döger def sínesin peymāneler ķan aġlar iñler ney (G.294/3) Nevres defin daire Ģeklinde oluĢuna da Ģiirlerinde yer vermiĢtir: Def dā’ire şeklin etdi taŝvír

Ervāģı anıñla ķıldı tesĥír (Perî ile Civân, b.461)

1.5.3.3. Kudûm

Kudûm, Türk musikisinde bir usul vurma aletidir. Ġçi boĢ, çoğu zaman Hindistan cevizinin büyüğünden, üstüne deri gerilerek yapılan birbirine ekli küçük dairedir. Küçük iki sopa ile çalınır. Her iki sopa vurularak velveleli veya velvelesiz Ģekilde usul vurulur. Bilhassa Mevlevihanelerde, bazen diğer tekkelerde, nadiren dindıĢı musikide

150

kullanılmıĢtır. Mevlevilerde adeta kutsal sayılmıĢ ve “kudûm-ı Ģerif” denmiĢtir. Kudûmün kendine has tatlı bir sesi vardır. Belirli bir sese, mesela dügâha veya rasta düzenlenirse daha yerinde rol oynar (Öztuna, C.2/1990: 469; Pala, 2002: 290).

Klâsik Ģiirimizde kudûm “ayak basma, gelme” anlamlarıyla uygun düĢecek bir Ģekilde kullanılmıĢtır. ġair Mustafa PaĢa‟nın Bağdat valiliği hakkında kaleme aldığı kıt‟a-i kebiresinin aĢağıya aldığımız beytinde küdumü hem memdûhun geliĢi hem de bir muziki aleti olarak, her iki anlama gelecek Ģekilde tevriyeli kullanmıĢtır. Kudümün (memdûhun geliĢinin) feyzinin yaratılıĢına sevinçlik, esenlik verdiğini yoksa kalemin Ģiir sayfasına yarım söz bile söylemeyeceğini belirtmiĢ, Ģiirini yazabilmesinini kudümün (ve memdûhun geliĢinin) feyzine bağlamıĢtır:

Anıñ feyż-i ķudūmüdür veren ẅab‘a ẅarab yoķsa

Yarım söz eylemezdi ŝafģa-i naţma ķalem inşā (Tev.19/16)

ġair, Abdülaziz Han‟ın Viyana dönüĢü sırasında ġumnu‟ya da geleceği haberi üzerine yazdığı kasidesinin aĢağıdaki beytinde de yine kudümü gelme ve müzik aleti anlamına gelecek Ģekilde tevriyeli kullanmıĢtır. “Gönüller bülbüller gibi övgüyle Ģarkıya baĢlasınlar (çünkü) onun geliĢiyle dünya herkesi kıskandıracak bir gül bahçesidir” ve “Gönüller bülbüller gibi övgüyle Ģarkıya baĢlasınlar (çünkü) kudümün teĢrifiyle dünya herkesi kıskandıracak bir gül bahçesidir”:

Sürūda başlasın midģatle bülbüller gibi diller

Ki teşríf-i ķudūmuyla cihān reşk-i gülistāndır (K.2/4)

1.5.3.4. Kûs

Farsça bir kelime olan kûs, Osmanlıların geleneksel askeri müziği olan mehter müziğinde kullanılan vurmalı çalgılardan biri olan kös anlamına gelir. Kös tunç ya da