• Sonuç bulunamadı

OSMAN NEVRES DÎVÂNI’NDA MADDÎ KÜLTÜR BÖLÜM: 1.EŞYA

1.1.3.2. Güşvâr

GûĢ-vâr, farsça bir kelime olup küpe demektir (Sami, 2007: 1205). Küpe, kulak memesininin delindikten sonra ince bir tel çengelle kulak memesine geçirilen, çok çeĢitli olan, kadınların ve kimi erkeklerin taktıkları ziynet eĢyasıdır. Kulağı süsleyen küpe, çeĢitli maddelerden, çeĢitli renklerde, çeĢitli modellerde olur (KuĢoğlu, 1994: 96-97).

Nevres, sevgilinin kulak memesine takılı olan ve böylece sevgilinin yanağına yakın olan küpe ile kendi arasında iliĢki kurmuĢtur:

Henüz ĥāẅırdadır şevķ-i ‘iźār u gūş-vārıñla

Ezel bezminde mehtāb-ı bināgūş etdigim demler (G.93/3)

Halka-be-gûĢ kulağı halkalı, azad kabul etmez köle demektir ki Osmanlı döneminde kölelerin kulaklarına küpe takılması adetler arasında yer alırdı. Dîvân Ģairleri de bu âdetten yararlanarak, bazısı yüce yaratıcının kulu olarak, bazısı da sevdiğinin kulu olarak kulağına küpe takmıĢ veya kendini o Ģekilde tanıtmıĢtır (Öztoprak, 2000: 163; Sami, 2007: 557). Nevres‟in def temalı gazelinden aldığımız aĢağıdaki beyitte def, meclis ehlini kendisine Ģahit tutarak çalgıcıya baĢ eğmiĢ ve onun kölesi olduğunu bildirmiĢtir. Defin meclisin önemli bir parçası olması, çalgıcının bir kölesi olması Ģeklinde düĢünülmüĢtür:

30

Muẅribe baş egdi ehl-i meclisi şāhid ẅutup

Eyledi ģalķa-be-gūşuolduġun iķrār def (G.128/10)

1.1.3.3. Halhâl

Halhal, eskiden kadınların ziynet olarak ayak topuklarıyla baldırları arasında kalan bilek kısmına taktıkları altın veya gümüĢ halkadır (Pala, 2002: 196). Aslında Arap kadınlarının günlük süslerinden halhal, bizde ancak köçek oğlanlar ve çengi kızlar, karılar tarafından kullanılmıĢtır. Ayak bileklerinde gümüĢ yahut altın ikiĢer, üçer halhalın rakkas veya rakkasenin oyununa çok tatlı bir ses kattığı biliinir (Koçu, 1967: 126).

Nevres, bu süs unsuruna sadece Destâr-ı Hayâl mesnevisinde bir beyitte yer vermiĢtir. Hükümdar hilekâr kimyacıdan tabernak adlı maddeyi nerden bulduğunu sormuĢ, kimyager de onun Hata ülkesinde bulunduğunu söylemiĢ, onun suyunda halhalın yosun olduğunu, balık ve timsahtan saklandığını ekleyerek halhâlı yosuna benzetmiĢtir: Ĥalĥāl ŝuyunda bir yosūndur

Māhí vü nehengden maŝūndur (Destâr-ı Hayâl, b.103)

1.1.4. Kozmetik Süs Unsurları 1.1.4.1. Gül Yağı

Gül yağı, ġam gülü ya da Isparta gülü de denilen yağ gülü ile kırmızı Frenk gülü baĢta olmak üzere çeĢitli gül türlerinin taze taç yapraklarından su buharıyla damıtılarak elde edilen uçucu yağdır. YaklaĢık 3500-4000 kg çiçekten 1kg gül yağı elde edilmektedir. Gül yağının soluk sarı rengi, gül kokusu ve keskin bir lezzeti vardır. Gül yağı ticareti Osmanlıda önem kazanmıĢ bu yüzden gül yetiĢtiriciliğine teĢvik edilmiĢ, birçok yerde gül fidanları dağıtılmıĢ buna rağmen üretici elinde yeterli kalitede imbik olmadığı için baĢarılı olunamamıĢtır (Ana Britannica, “Gül Yağı”, C.10/150; Baytop, 1984: 238). Özellikle parfüm sanayisinde kullanılan gül yağı ayrıca içeçeklerde ve pastillerde tat verici, krem ve kozmetik malzemelerde de koku verici olarak kullanılır (Çağın, 2004: 97).

31

Nevres “gül yağını” edebiyatımızdaki en güzel örneklerinden biri olan Ģarkısının nakaratında kullanmıĢtır. ġair, güle benzettiği sevgilisine “Ey Gül! Senden bana bir fayda olmadığını bilirim, (çünkü) bülbül çatlasa da gül yağını eller (yabancılar) sürünür. Dikenin zulmüne tahammül etsem de boĢunadır, (çünkü) bülbül çatlasa da gül yağını eller (yabancılar) sürünür” diyerek kendisini bülbül gibi tasavvur etmiĢ, fakat kendisine gülden yani sevgilisinden bir fayda olmadığını belirtmiĢtir. Gül yağını ellerin sürünmesi ifadesi, hem kozmetik unsur olarak gül yağının ele sürülmesi anlamı hem de sevgilinin yabancılarla sefa sürmesi anlamıyla tevriyeli kullanılmıĢtır:

Senden bilirim yoķ baña bir fā’ide ey gül Gül yaġını eller sürünür çatlasa bülbül Etsem de ‘abeśdir sitem-i ĥāra taģammül Gül yaġını eller sürünür çatlasa bülbül (Ş.1/I)

Sevgilisi ellerle zevk ve sefa sürerken, ateĢlere yanan Ģair de artık onun çok çekdiği derdini, cefasını çekmekten usanmıĢtır. Ona “bülbül çatlasa da gül yağını eller sürünür” denildiğinde kabul etmezken artık bu söze inanmıĢtır:

Ellerle o źevķ etdi ben āteşlere yandım Çekdim o ķadar cevr ü cefāsın ki uŝandım Derlerdi ķabūl etmez idim şimdi inandım Gül yaġını eller sürünür çatlasa bülbül (Ş.1/II)

ġair, sevgiliye “Güzelim, benim için çare senden ümidi kesmektir. Artık ellerle kaynaĢsan da kusurdur demem, baĢkalarıyla gezsen de gücenmem çünkü “Bülbül çatlasa da gül yağını eller sürünür” tanınmıĢ bir atasözüdür:

Senden güzelim çāre baña ķaẅ‘-ı emeldir Etsen daĥi ülfet demem ellerle ĥaleldir Aġyār ile gezseñ de gücenmem ki meśeldir Gül yaġını eller sürünür çatlasa bülbül (Ş.1/III)

32

Seher vakti goncayı dikene açılırken gören Ģair, nedir ağlayan bülbüle bu kadar cefa diye sormuĢtur. Bülbül de bir ah çekerek özlemle çaresi olmadığını, bülbülün çatlasa da gül yağını ellerin sürüneceğini söylemiĢtir:

Gördüm açılırken bu seģer ġonçeyi ĥāra Ŝordum n’ola bu cevr ü cefā bülbül-i zāra Bir āh çekip ģasret ile dedi ne çāre

Gül yaġını eller sürünür çatlasa bülbül (Ş.1/IV)

ġair kendisine “Ey Nevres! O güzelin âĢıklara yabancı gibi davrandığını herkes bilir (bu nedenle) ondan kavuĢma bekleme, ümidini kes, boĢ yere ağlayıp inleme (çünkü) bülbül çatlasada gül yağını eller sürünür” demiĢtir:

Bí-gāne-edādır bilir ol āfeti herkes Ümmíd-i viŝāl eyleme andan emelin kes Bí-hūde yere āh u fiġān eyleme Nevres Gül yaġını eller sürünür çatlasa bülbül (Ş.1/V)

1.1.4.2. Hınâ

Kına, Arapça “hınâ” dan TürkçeleĢtirilmiĢ bir isim; bu adı taĢıyan bir ağacın yapraklarının tozundan yapılmıĢ karamtırak kırmızı bir boya ki eski Türk süslenmesinde çok önemli bir yer almıĢtır (Koçu, 1967: 157). Toz halindeyken yeĢil olan kına suyla karıĢtırılıp yakıldıktan sonra kırmızı olur. Süs için saçlara da sürülen kına, genellikle el içine yakılır, yakılırken bir bezle bağlanır ve bu Ģekilde bir süre beklenir.

Nevres de kınayı bu özelliğiyle bir yerde kullanmıĢ, sevgilinin avucunun içindeki kırmızılığa yeĢil yapraklı kınanın neden olduğunu belirtmiĢtir:

Ĥaẅ-ı nev-ĥízdir gül-gūn eden ruĥsāre-i şermi

Kef-i ‘iŝmetde ģumret sebzi-i berg-i ģınādandır (G.88/5)