• Sonuç bulunamadı

OSMAN NEVRES DÎVÂNI’NDA MADDÎ KÜLTÜR BÖLÜM: 1.EŞYA

1.5.6. Makamlar 1. Bûselik

1.5.6.11. Şevk-i Cedid

ġevk-i Cedid, Türk Musikisinde bir mürekkep makam, Araban Kürdi ile aynıdır. Dede efendinin terkibi olduğu sanılmaktadır (Öztuna, 2000: 14).

ġair, Abdülaziz Han methinde yazdığı kasidesinin aĢağıdaki beytinde Ģevk-i cedid makamının memdûhun sayesinde tekrar yeteneğine geldiğini ve Ģan, Ģerefi yüce olan memduhun vasfını söylediğini belirtmiĢtir:

Şimdi sāyeñde gelip ẅab‘a yine şevķ-i cedíd Söyledim vaŝfını bir sen gibi ‘ālí-şānıñ (K.4/47)

160 1.5.6.12. Uşşâk

UĢĢak, çok tabi bir dizi arz eder ve en eski makamlardandır. AĢk tebliği, derin aĢk tasavvuf duyguları için iyi kullanıldığı takdirde en yüksek ifade vasıtasıdır (Öztuna, 2000: 538). ÂĢıklar anlamına da gelen uĢĢâk kelimesi beyitlerde iki anlama da gelecek biçimde genellikle tevriyeli kullanılmıĢtır. Nevres de uĢĢâk makamını diğer makamlar ile birlikte anmıĢ ve uĢĢâk kelimesini hem makam hem de âĢıklar anlamına gelecek Ģekilde tevriyeli kullanmıĢtır:

Eylemiş ķānūn-ı ģasret bezmini beytü’l-ģazen Bir ŝabā ķalmış faķaẅ ‘uşşāķdan yāre giden Bir nevā-yı şūr ile bārí feraĥ-nāk eylesen

Git bu şeb eglendir ey āh-ı seģer cānānımı (Ş.2/IV)

1.6. Tıbbî Âlet ve Malzemelerle İlgili Maddî Unsurlar 1.6.1. Devâ, Dermân, Em,‘İlāc

“Hastalıkları iyi etmek, hastalık belirtilerini ortadan kaldırmak için kullanılan hastalar için alınabilir hale getirilmiĢ drog veya drog karıĢımlara ilaç denilir” (Baytop, 1984: 97). Klâsik Ģiirimizde ilaçlar için „ilâc, devâ, dermân, em gibi çeĢitli kelimeler kullanılmıĢtır. Nevres, Ģiirlerinde bu kelimeleri daha çok geleneğe uygun olarak dert, gam ve sıkıntıları ile birlikte anmıĢtır. Dîvân Ģairleri âĢk derdine çare, ilaç bulamayan doktorlara karĢın bu dertlerine devâ aramayı sürdürmüĢlerdir.

Nevres, aĢağıdaki beytinde zulüm ile incinmiĢ hastaya ilacın, bir çarenin olmadığını belirtmiĢtir:

Yoķ ‘ilāc ol ĥasteye kim ţulm ile rencūrdur

Ţulme mecbūr olsa ger bí-dād ger ma‘źūrdur (G.39/1)

ġair, aĢk hastasına yine aĢkın çare bulacağını, gönlünün kimseye dermân için yüz suyu dökmemesini yani onurunu sarsacak derecede yalvarmamasını istemiĢtir:

Ĥaste-i ‘aşķa yine ‘aşķ bulur çāre göñül

161

ġair, aĢağıdaki bir baĢka beytinde, ne ayrılığa dayanabileceğini ne de konuĢmaya talip olabileceğini ifade etmiĢ bu yüzden ağlayan gönlüne ne ilacı vereceğini kendisinin de ĢaĢırdığını belirtmiĢtir:

Ne firāķa müteģammil ne viŝāle ẅālib

Ben de şaşdım dil-i zāra ne ‘ilāc eyleyeyim (G.204/4)

AĢağıdaki beytinde de Ģair dert denizinde boğulanlar için bir ilaç olup olmadığını sormuĢtur:

‘İlāc yoķ mu ġaríķān-ı baģr-i derde ‘aceb

Bizi ĥalāŝ edecek yoķ mu bir şināver-i cūd (K. 5/28)

AĢağıdaki beyitte âĢk derdine dermân yani ilaç sevgiliden gelecek olan haber olarak tasavvur edilmiĢtir:

Beklerdi gele peyām-ı cānān

Ģāŝıl ola derd-i ‘aşķa dermān (Perî ile Civân, b.104)

ġair, vatan temalı bir gazelinden aldığımız aĢağıdaki beytinde vatan derdine bir ilaç bulunamamasından yakınmıĢtır:

Bir vaẅandaş ţuhūr etmedi ģayfā Nevres

Ki murād üzre ‘ilāc eyleye derd-i vaẅana (G.261/5)

Klâsik Ģiirimizde sevgilinin dudağı ilaç, devâ, em olarak da görülür. Çünkü “âĢığa can bağıĢlayan her türlü meziyet ve ilaç dudakta mevcuttur” (Pala, 2002: 297). Nevres de aĢağıdaki beytinde sevgilinin gül yüzünü koklamak bile kendisi için yeterliyken, sevgilinin ona lutf edip ilaç yerine dudaklarını emdirdiğini belirtmiĢ ve sevgilinin dudağını ilaca benzetmiĢtir:

Gül-i ruĥsārını bir ķoķlamaya ķāni‘ iken

162 1.6.2. Eczâ‟

Eczâ‟, Arapça bir kelime olup, ilaç yapımında kullanılan maddelerdir. Nevres, Destâr-ı Hayâl mesnevisinde topraktan altın elde edeceğini iddia eden hilekâr kimyagerin tabernak adlı maddenin içerisine birkaç ecza katarak, gözlere cevizi ikizler burcu olarak gösterdiğini belirtmiĢtir:

Ķatdı daha aña birķaç eczā’

Gösterdi naţarda cevzi Cevzā’ (Destâr-ı Hayâl, b.89)

ġair, aĢağıda yer alan bir baĢka beytinde hurmanın bozulsa bile eczasının toprak olduğunu belirtmiĢtir:

Zā’il etmez şeref-i źātı teķālíb-i zamān

Ki bozulsa daĥi eczāsı türābdır ruẅabıñ (G.35/2, cüz 2, s. 145-146)

1.6.3. Habb

Habb, Arapça bir kelime olup ilaç, hap anlamına gelir (Devellioğlu, 2003: 302). Hap, ince toz halinde bulunan drogun yardımcı maddelerle hamur haline getirilip, bu hamurun parçalar halinde bölünmesi, küçük yuvarlak parçalar haline getirilmesiyle elde edilir (Baytop, 1984: 103).

Klâsik Ģiirde hap, Ģekli itibariyle sevgilinin benine benzetilmiĢtir. Nevres, aĢağıdaki beytinde sevgilinin gözünün hastası olan kimsenin çaresiz, kederli kalmayacağını, sevgilinin müĢk gibi olan beninden âĢığa Ģifa hapı gideceğini belirtmiĢ ve sevgilinin, benini Ģekli itibariyle âĢığa Ģifa veren bir hapa benzetmiĢtir:

Çeşmiñiñ bímārı ķalmaz çāresiz ġam-ĥāresiz

Müşg ĥāliñden gider ģabb-ı şifā gitmez mi ya (G.9/3)

1.6.4. Kâfûr

Arapça bir kelime olan kâfûr, Uzakdoğu ülkelerinde yetiĢen, kâfur ağacından çıkarılan kokulu, kar gibi beyaz, yarı saydam çok güzel, kuvvetli kokan, yakıcı lezzetli bir maddedir. Tıpta da kullanılan kâfûr, iĢtah açıcı, ateĢli ĢiĢlikleri giderici, baĢ ağrısını giderici, uyku verici özelliklere sahiptir. Kâfur, pek çok kültür de ölüm kokusu olarak

163

bilinirdi çünkü geleneksel olarak vücudun bozulmaması için kullanılırmıĢ. Mısır mumyalamasında kullanıldığı bilinir. Önceden cenazelerin hazırlanması sırasında koku verici olarak da kullanılırmıĢ. Dîvân edebiyatında ise kar gibi beyaz olan bu madde sevgilinin boynu karĢılığı olarak kullanılmıĢtır (Ansiklopedik Ġslam Lugatı, “Kâfûr”, C.1/1982: 315; Baytop, 1984: 265; Dalby, 2004: 94; Pala,2002: 264). “Kâfûr, isim olarak da bazı Ģahıslara ve bilhassa siyahî harem ağalarına denilirdi” (Onay, 2000: 272). Nevres, kâfûra Ģiirlerinde tıbbi bir malzeme olması ve rengi sebebiyle yer vermiĢtir. ġair, aĢağıdaki beytinde gönül yarasına kafûr merhemin fayda etmeyeceğini, doktorun çalıĢmalarıyla bir Ģey yapamayacağını çünkü yaranın basur olduğunu belirtmiĢtir. O dönemde henüz basurun bir tedavisi, ilacı olmadığı için Ģair böyle bir tabirde bulunmuĢ olmalıdır. Bu beyitten kâfûrdan merhem yapıldığı da anlaĢılmaktadır:

Sūd vermez merhem-i kāfūr zaĥm-ı síneye

N’eylesin sa‘y-ı tabíb ol zaĥma kim nāsūrdur (G.39/4)

ġair bir baĢka beytinde ise zenciyle beyaz bir madde olan kâfûru birlikte anarak kâfûrun renk unsurundan yararlanmıĢ, tezat sanatına baĢvurmuĢtur:

Nevresā bundan ķıyās etdim sipihr-i kec-reviñ ‘Aksine devrin ki zengíniñ adı kāfūrdur (G.39/5)

1.6.5. Merhem

Merhem Arapça bir kelime olup “yaralara ve ağrıyan yerlere sürülmek üzere verilen yağlı ve yarı donmuĢ kıvamdaki ilaç” demektir (Sami, 2007: 1329). Merhem, içine konulacak maddelerin önce havanda toz haline getirilip, bir miktar sıvı yağ ile ezilmesi, sonra sıvağ maddesi olan genellikle lalonin ve vazelinin üzerine eklenmesi ve iyice karıĢtırılması ile elde edilir (Baytop, 1984: 104). ġairler ise bu kelimeyi bazen bütün ilaçları ifade edecek biçimde kullanmıĢlardır. Çoğunlukla ise cerâhat, zahm ve yara gibi kelimelerle tenasüp içerisinde beyitlerde yer vermiĢlerdir (Özkan, 2007: 548). Nevres Ģiirlerinde merhemi genellikle gönül yarası ile birlikte anmıĢ, gönül yarasına hiçbir merhemin fayda etmediğini ifade etmiĢtir. Genellikle hastalıkların tedavisi olduğunu belirten Dîvân Ģairleri, yalnızca bir hastalığın tedavisi olmadığını belirtmiĢlerdir ki o da

164

aĢktır. Fakat âĢıklar bu dertleri içinde sevgilinin geliĢini, dudağını vs. bir ilaç olarak görmüĢtür.

ġair, aĢağıdaki beytinde sevgiliye tabip yani doktor diye seslenmiĢtir, çünkü sevgilinin geliĢi onun yaralı sinesine merhem olmuĢtur:

Merhem-zen oldu síne-i mecrūģa maķdemiñ Ĥoş geldiñ ey ģabíb ŝafā geldiñ ey ẅabíb (G.15/4)

ġair, aĢağıdaki bir baĢka beyitte gönlünün yabancıların yerme ve sövmeleriyle yaralı olduğunu, doktorların tedavisiyle merhem alan olmayacağını belirtmiĢ, gönül yarasına merhemin fayda etmediğini vurgulamıĢtır. Aynı zamanda bu beyitte Ģairin zamanın doktorlarını da pek beğenmediği anlaĢılmaktadır:

Eẅibbānıñ tedāvísi ile merhem-peźír olmaz

Benim kim ẅa‘ne-i aġyār ile maẅ‘ūndur göñlüm (G.187/2)

Perî ile Civân mesnevisinden aldığımız aĢağıdaki beyitte ise Civân‟a duyduğu özlemin açtığı gönül yarasına bir merhem olmadığını anlayan Perî‟nin, bunun tedavisi için mutlaka mahrem bir tabip bulunması gerektiğini düĢündüğü ve aĢk sırrını dadısına söylemeye karar verdiği belirtilmiĢtir:

Derk etdi ki yoķ bu zaĥma merhem

İllā ola bir tabíb-i maģrem (Perî ile Civân, b.144)

1.6.6. Penbe

Pamuk, ebegümecigillerden, koza biçimindeki meyvesi üç, dört, beĢ dilimli olan, sıcak bölgelerde yetiĢen tarım bitkisi olup bitkinin tohumlarının çevresinde oluĢmuĢ ince, yumuĢak teller ve bu tellerin iĢlenmiĢ biçimidir (Türkçe Sözlük, 2005: 1566).

Nevres, baht üzerine kurulu gazelinden aldığımız aĢağıdaki beytinde baht aslanının pamuktan bile olsa yarım hamleyle erkek fili güçsüz bırakacağını belirtmiĢtir. “Eskiden dilencilerin izacından kurtulmak için yünden veya pamuktan aslan heykeli yaparlar ve onların gireceği yerlere korlarmıĢ” (Onay, 2000: 360) Ģair buna bir hatırlatmada bulunmuĢtur:

165

Ním ģamleyle yine píl-i neri eyler zebūn

Penbeden olsa daĥi bi’l-farż Nevres şír-i baĥt (G.10/6, cüz 1, s. 29)

Nevres, pamuğu genellikle hallaç, mansuc kelimeleri ile anmıĢ. Destâr-ı Hayâl mesnevisinde yer alan hilekâr dokumacının hükümdarı hallaç pamuğuna çevirdiğini yani darmadağın ettiğini belirtmiĢtir:

El-ķıŝŝa o kār-ı puĥte nessāc

Ol penbeye oldu saĥt ģallāc(Destâr-ı Hayâl, b.296)

Lalasının anlattığı hikâyeyi beğenen Ferruh, cihan destarının gayretle dokunduğunu, onunla pamuğunun da atıldığını belirtmiĢtir:

Destār-ı cihān ġarażla mensūc

Anıñ ile penbesi de maģlūc (Destâr-ı Hayâl, b.344)