• Sonuç bulunamadı

“Tevbeyle Allah Teâlâ‟ya sığınmak, dönmek müritlerin ilk adımı ve Allah yolunda ilerlemenin baĢlangıcıdır. Hiçbir insan tevbenin dıĢında kalamaz çünkü baĢtan sona kadar, yaratıldığı andan ölene dek günahtan uzak durmak meleklere mahsus olup günah ve isyana gömülmek ve bütün ömründe Allah Teâlâ‟nın emir ve yasaklarına aykırı olmak ise Ģeytana mahsustur.”668

“Tevbe etmek bütün müminler üzerine farzdır. Tevbenin farz oluĢu kitap, sünnet ve ümmetin icmasıyla sabittir.”669

Ġmam-ı Rabbânî (ö.1034/1624) derki: “Günahlardan tevbe etmek, (her zaman) her Ģahsa vaciptir ve farzdır.”670

Bunu Vehbe Zuhayli, Ģöyle açıklar: Tevbe, genelde bütün müminlere vacip, özelde ise günahkâr müminlere farzdır.671

664 Bakara, 2/249. 665 KuĢeyrî, a.g.e. , c. I, s. 225. 666 Bakara, 2/249. 667 Beydâvî, a.g.e. , c. I, s. 305. 668

Gazalî, Kimyâ-yı Saadet, Trc. Ahmet Fâruk Meyân, Bedir Yay. , Ġstanbul, 1974, c. II, s. 591.

669 Karaçam, a.g.e. , s. 19.

670 Serhendî, Ahmed Fârûkî (Ġmam-ı Rabbânî), Mektûbât-ı Rabbânî, 379. Mektup, Çev. Abdülkadir

Hz. Ali ise bir adım daha öteye giderek Ģöyle demiĢtir: “Vera tevbesi hepsine vaciptir.

Günahları terk ise daha da gereklidir.”

Ġbn Arabî (ö.638/1240) de Hz. Ali‟nin vera tevbesi ifadesini Ģu mısralarıyla daha da anlaĢılır hale getirmiĢtir:

Tevbeye eren kiĢi sadece

Tevbeye tevbe edendir; baĢkası uyumaktadır Tevbeye tevbe eden ermiĢtir.

Ġnsanların tevbe gayelerine; farkında olmadan.

Yani Ġbn Arabî: “Ġnsanlar günahtan tevbe etmiĢlerdir. Bunun anlamı, onların yaptıkları günahları bırakmalarıdır. Ben ise böyle tevbeye tevbeliyim. Benim tevbem bu anlamda tevbe eden insanların yaptıkları gibi iĢledikten sonra gücüm dâhilindeki günahı bırakmak değildir” der.

Böylece iki tevbe de anlaĢılmıĢtır, birisi vacip, diğeri ise daha zorunlu olan (farz) tevbedir.672

Mekkî (ö.386/996) de konuyla ilgili: “Ey müminler! Hep birden Allah‟a tevbe

ediniz ki kurtuluşa eresiniz”673

ayetine dayanarak tevbenin farz olduğunu belirtir. Ona göre ayetin anlamı Ģöyledir: “Nefsinizin kötü arzularından ve Ģehvetlerinize dalmaktan vazgeçip Allah‟a dönünüz. Böyle yaparsanız ahirette arzuladığınızı elde edersiniz, zevali ve sonu olmayan bir nimet içinde Allah Teâlâ ile devamlı beraberlik içinde kalırsınız, cennete girmek suretiyle mutlu olursunuz, ateĢten kurtulursunuz. ĠĢte asıl kurtuluĢ budur, demektir.”674

Gazalî (ö.505/1111) de aynı Ģekilde tevbe etmenin, her Müslüman erkek ve her Müslüman kadın üzerine farz olduğunu söyler.675

Zira buluğ çağına giren kimse, eğer kâfir ise küfürden tevbe etmesi farzdır. Eğer Müslüman ise ve Müslümanlığı, ana babasını taklide dayalı olup dili ile Ġslam‟ı ikrar ederken kalbi de ondan gafil ise gafletten tevbe etmesi ve kalben tevbenin hakikatinden haberdar olması farzdır. Bundan kasıt imanın onların kalbini istilâ edip ona hâkim olması ve iman hükmünün kalbe

671

Zuhaylî, Vehbe, Tefsirü‟l-Münir, Trc. , Hamdi Arslan, Ahmet Efe, BeĢir Eryarsoy, H.Ġbrahim Kutlay, Nurettin Yıldız, Risale Yay. , Ġstanbul, 2005, 2. Baskı, c. IX, s. 461. Zuhaylî, tevbeyle ilgili sözlerine devamla Ģunu söyler: “Günah her hatırlandığında tevbe etmek gerekir.”

672 KâĢânî, Abdürrezzak, Tasavvuf Sözlüğü (Letâifu„l-A‟lâm Fî ĠĢarâtı Ehli‟l-Ġlhâm), Çev. Ekrem

Demirli, Ġz Yay. , Ġstanbul, 2015, 4. Baskı, s. 159-160.

673 Nûr, 24/31.

674 Mekkî, a.g.e. , s. 183.

nüfuz etmesidir. Bunun da göstergesi, bedeninden dıĢa akseden söz ve davranıĢların hepsinin Ģeytanın emriyle değil de imanın emriyle gerçekleĢmesidir. Bedeniyle günah iĢlediği müddetçe kiĢinin imanı tamamlanmamıĢ olur.

Resulullah (s.a.s.)‟ın bir hadiste: „Kimse mümin olduğu halde zina etmez ve

kimse mümin olduğu halde hırsızlık yapmaz‟676

buyurmasından maksat, o kimse o anda kâfir olur demek değildir. Belki bundan kasıt, imanın birçok Ģubeleri ve dalları vardır. Onun dallarından biri de zinanın öldürücü zehir olduğunu bilmektir. Bir kimse yediği Ģeyin zehir olduğunu bilse, eğer akıllı ise onu yemez. O halde zina halinde hevası, onun imanını hezimete uğratmaktadır. O Ģehvetlerin verdiği gafletle onun imanı mağlup olur. Yahut iman nuru günah karanlığında görünmez olur. Öyleyse baĢta küfürden kurtulmak için tevbe farzdır. Eğer kâfir değil ise âdet ve taklidî olan imandan tevbe etmelidir. Bu derece hâsıl olduktan sonra galip olan günahtan arınmak için günahların hepsinden tevbe etmelidir. Eğer zahiren bütün günahlardan arınık ise bâtını ve kalbi; yemek hırsı, konuĢma hırsı, hased, kibir ve riyâ hırsı ve bunlara benzer helâke götüren Ģeylerden arınık olamaz. Bunların hepsi kalp pislikleri ve günahların kaynaklarıdır. Bunların her birini itidal derecesine getirip bu Ģehvetleri akla ve Ģeriate itaatli yapıncaya kadar bunlardan tevbe etmek farzdır. Bu mertebe, ciddi bir çalıĢma ve uzun bir mücahede ile elde edilir. Eğer bunların tamamından da arınık ise vesvese, nefis konuĢması ve imkânsız fikirlerden boĢ olmaz. Bunların tamamından tevbe etmek farz olur. Eğer bunlardan da boĢ ise bazı hallerde Allah‟ın zikrinden gafil kalmaktan boĢ olmaz. Bütün bu noksanların aslı bir an dahi olsa Allah‟ı unutmaktır. O halde bundan da tevbe etmek farzdır. Eğer daima zikir ve fikirden boĢ kalmıyorsa da zikir de de değiĢik dereceler vardır. O derecelerin her biri, bir üstüne göre noksandır. O halde daha yükseği mümkün iken eksik derece ile kanaat etmek aldanıĢ ve hüsrandır. Ondan tevbe etmek de farzdır. Resulullah (s.a.s.)‟ın: “Ben bir günde yüz kere istiğfar ederim”677

demesindeki maksat, Ģu mertebeyi haber vermektir ki Resulullah‟ın iĢi daima terakki ve yükselmeydi. Bir dereceye eriĢti mi, eski dereceler onun nazarında basit görünürdü ve o dereceden tevbe ve istiğfar ederdi.”678

Buradaki yorumumuzu taklidî iman ve tahkiki iman üzerine yapmaya ve konumuzla ilintisini daha berrak bir Ģekilde açıklamaya, özellikle günümüz insanı

676

Buharî, Mezalim, 30, EĢribe, 1, Hudud, 1, 20; Müslim, Ġman, 100; Ebu Davud, Sünnet, 16; Tirmizî, Ġman,11; Nesâî, Sarık 1.

677 Buhârî, Deavât, 3; Müslim, Zikir, 41; Tirmizî, Deavât, 38; Ebu Dâvûd, Vitir, 26.

açısından kritik bir nokta oluĢunu idrakimiz ölçüsünde belirtmeye çalıĢacağız. Gazalî‟nin de ifade ettiği gibi ebeveyninden görmeye dayalı taklidî ve dille sınırlı olan iman, kalbin maneviyattan kopuk olmasından kaynaklı bir dinî yaĢamı sonuç olarak doğurur. Kanaatimizce bu durumdaki insanlar hiçbir zaman Allah‟ı gerçek anlamda anlayamazlar. Allah‟ı gerçek anlamda anlamak, bilmek, O‟nu anmak, emirlerini yapmak ve de nehiylerinden kaçınmak için iĢin temeli olan imanın tahkiki olması gereklidir. Bunun için öncelikle kiĢinin Kur‟an‟daki vahyi bilgiye tam olarak vakıf olmasına (ki zaten imanın temeli budur) ve de bu edindiği bilgileri (ibadet konuları hariç) sorgulayarak, araĢtırarak, düĢünerek özümsemesine ihtiyaç vardır. Çünkü kul, ayetleri bilimsel boyutundan tarihsel gerçeklik boyutuna kadar araĢtırıp bunlar üzerine tefekkür etmedikçe deruni olarak içine, kalbine sindirmedikçe Allah‟ı anlaması ve O‟na tabi olması beklenemez. Yani daldan dala konan kuĢ misali günahtan günaha dalınmasının, tevbedeki istikrarsızlığın ve de ciddiyetsizliğin temel sebebi Allah‟ı ve dinini istenilen ölçüde bilmemek dolayısıyla da ayetlerde ve hadislerde ifade edildiği gibi kâmil manada imana sahip olmamakla alakalıdır. Söylediklerimizi ayetlerle desteklersek, “İnsanlar içinden kimisi de vardır ki; „Allah‟a ve ahiret gününe iman

ettik‟ derler. Hâlbuki iman etmiş değillerdir”679

ve “Bedeviler „inandık‟ derler. De ki: “Siz iman etmediniz ancak „Müslüman‟ olduk deyin. İman sizin kalplerinize

girmedi.”680

Yer verdiğimiz bu iki ayete baktığımızda Yüce Allah‟ın sadece dille iman edenlerden bahsederken bunların bu imanlarını gerçek anlamda bir iman olarak kabul etmediğini, kemale ermiĢ bir imanın ancak kalple olacağını vurguladığını açıkça görürüz. Ayrıca Resulullah (s.a.s.)‟in, Müminlerin bulunduğu bir ortamdaki Ģu sözüne dikkat edersek aynı Ģeyi fark ederiz. “Sizden biriniz, kendisi için arzu edip istediği şeyi,

din kardeşi için de arzu edip istemedikçe, iman etmiş olamaz.”681

Yani zaten muhataplar mümin ve onlara yapılan ikaz sırasında „iman etmiĢ olamaz‟ diyerek Resulullah, bir noktaya odaklıyor bizi. ĠĢte o hassas çizgi gerçek anlamdaki kalben imandır.

Buradan hareketle Ģunu söyleyebiliriz. Rabbinin sonsuz ilmini, kudretini, azametini, yaratıĢtaki muhteĢem sanatını belli bir ölçüde kavrayan ve bütün bunları

679

Bakara, 2/8.

680 Hucurat, 49/14.

681 Buhârî, Ġman, 7; Müslim, Ġman, 71-72; Tirmizî, Kıyamet, 59; Nesâî, Ġman, 19, 33; Ġbn Mâce,

idrak etmede aklının yetersiz kaldığını gören ve bilen kulları, ayetin ifadesiyle “Allah‟a karĢı ancak kulları içinden âlim olanlar derin saygı duyarlar.”682

Yani Allah‟ı tanıyarak, bilerek, ilmî derinliğe sahip olarak kalben iman eden kimseler683

olabildiğince günahlardan sakınır, durması gereken sınırı çok iyi kestirirler. ġayet bir anlık bir gafletle günah iĢlemiĢseler de Rablerini hatırlar ve derhal tevbe ederler.