• Sonuç bulunamadı

2.3. Tevbede Aranan Özellikler

2.3.3. Samimiyet

Anlamsal olarak içten, yürekten,646 candan,647 kalbî,648 ciddî, riyasız, hakikî,649 art niyetsiz ve menfaatsiz olma haline samimiyet adı verilmektedir.650

Buna göre o, kiĢinin içte, dıĢta ve görüntüde aynı olması ya da ferdin duygu, düĢünce ve fiillerinde birlik ve bütünlük içinde bulunması demektir. Duygulardan yön alan ve davranıĢlarla tezahür eden samimiyet, öncelikle kiĢinin kendi içinde tutarlı olmasını gerektirir. Bu durum aynı zamanda onun kendisiyle ve baĢkalarıyla iletiĢimini de kolaylaĢtırmaktadır. Çünkü o, ferdin kendisiyle, çevresiyle ve kutsal kabul ettiği varlıkla iletiĢiminin ön koĢulunu oluĢturmaktadır. Öyleyse fert samimimi davrandığı sürece hem kendisiyle hem de kendi dıĢındaki varlıklarla olumlu iliĢkiler kurabilmektedir. Bu bağlamda kiĢinin samimi olmasını, içten gelen gönül eğilimlerine bağlı olarak hareket etmesi Ģeklinde tanımlamak mümkündür.651

Buradan hareketle gerek günah iĢlememe hususundaki kararlılığın, gerekse tevbe halini ruhi ve fiilî açıdan sürekli olarak yaĢamanın, yani tevbede devamlılığın, samimiyet ilkesiyle bir mana taĢıdığını söylenebilir. Aslında bu, kiĢinin niçin ve ne sebeple tevbe etmek ihtiyacı hissetmesiyle de yakından ilgilidir, yani günahkâr neden

645 Yapıcı, a.g.e. , s. 182. 646

Özön, a.g.e. , s. 767; Kurul (Eren…), a.g.e. , c. II, s. 1253;

647

Püsküllüoğlu, a.g.e. , s. 1305.

648 Rado, a.g.e. , s. 1036. 649 Alâettin, a.g.e. , s. 941.

650 Doğan, a.g.e. , s. 1138. Samimiyetin dinî literatürdeki karĢılığı olan “ihlâs”; temizlemek, riyasız

ibadet etmek ve sevmektir. Saliklere (sûfîlere) göre amelleri; riya, ucb, kibir ve nefsanî zevkler gibi hakikatleri örten ve amelleri bozan bütün pisliklerden temizlemek ve saf hale getirmektir. Bkz. Seccadî, a.g.e. , s. 216.

tevbeye yönelmiĢtir? Acaba bir takım sosyal baskılar, korkular ve beklentiler mi onu tevbe etmeye götürmüĢtür? Bu sorulara verilecek cevaplar tevbede samimiyet ilkesinin önemini ve değerini ortaya koyabilmemize destek olacaktır.652

Ġnsanı toplum içinde bir birey, toplumu da bireylerin organize olmuĢ bir bütünü olarak ele aldığımızda, hiçbir ferdin içinde yaĢadığı toplumdan ve kültürden bağımsız olarak düĢünemediği ve hareket edemediği gerçeğiyle karĢılaĢıyoruz. Bu noktada insanın tevbeye yönelmesinde belirli bir derecede çevresinin (anne, baba, eĢ, komĢu, mahalle, okul ve arkadaĢlarının) etkili olduğunu görüyoruz. Hatta gerek Kur‟an‟da, gerekse hadislerde topluma kendisini oluĢturan bireyleri denetleme ve yönlendirmede etkin bir rol verildiğini müĢahede etmekteyiz.653

Yine aynı Ģekilde ferdin ahiret hayatıyla, cennet ve cehennem ya da mükâfat ve ceza ile ilgili bir takım kaygıları ve beklentileri, hatta ölümle ilgili kaygı ve korkuları vb. onun tevbe etmesinde mühim faktörler olarak karĢımıza çıkmaktadır. Ancak bütün bunlarla beraber tevbede asıl olan, kiĢinin sırf Allah‟ın rızasını kazanması ve O‟nun talepleri doğrultusunda yaĢantısını düzeltmesi ve böylece O‟nunla arasındaki kopuk ruhsal iliĢkileri yeniden tesis etmek istemesidir.654 Bununla ilgili olarak Kur‟an‟da, „Ey İman edenler! Allah‟a nasuh

tevbesiyle tevbe ediniz‟655

denilmektedir. Bu ayeti müfessirlerin büyük bir bölümü „samimi, ciddi ve yürekten (içten) bir tevbeyle tevbe ediniz‟ olarak anlamıĢlardır.656 Cevzi, “nasûh” kelimesinin kökü olan “nasaha” fiilinin, bir Ģeyin sahtelikten ve Ģaibelerden hâli‟ ve beri olması manasına geldiğini; tevbede, ibadette ve danıĢmada “nush” un söz konusu olduğunu; onun tüm bu fiillerin, sahtelikten, kusur ve fesattan kurtarılması için gerekliliğini belirtir.

Ona göre tevbedeki nush üç Ģeyi ihtiva eder:

1. O, bütün günahları kapsayacak geniĢlikte olup ele almadık bir günah bırakmaz.

652

Yapıcı, a.g.e. , s. 183.

653 Dinî terminolojide bu durum “el-emr bi‟l ma‟rûf ve‟n-nehy ani‟l-münker” diye tanımlanmaktadır,

yani iyiliğin emredilmesi ya da teĢvik edilmesi, kötülüğün ise yasaklanması veya engellenmesidir. Bkz. Âl-i Ġmran, 3/104, 110; Tevbe, 9/71, 112; Lokman, 31/17. Bu görev müminlere verilmiĢ, hatta Ġslam toplumu içinde iyiliği tavsiye ve emredip kötülüğü yasaklayıp engelleyen bir grubun bulunması farz-ı kifaye olarak değerlendirilmiĢtir. Bkz. Âl-i Ġmran, 3/104.

654 Yapıcı, a.g.e. , s. 184. 655 Tahrim, 66/8. 656

Bkz. Yazır, a.g.e. , c. VIII, s. 164; Kutub, Seyyid, Fî Zilâli‟l-Kur‟an, Çev. Salih Uçan, Vahdettin Ġnce, Dünya Yay. , Ġstanbul, 1991, c. X, s. 73; Mevdudî, a.g.e. , c. VI, s. 366; KuĢeyrî, KuĢeyrî, Abdulkerim, KuĢeyrî Tefsiri (Letâifu‟l-ĠĢârât), Trc. Mehmet Yalar, Ġlk Harf Yay. , Ġstanbul, 2013, 1. Baskı, c. VI, s. 119; Beydâvî, a.g.e. , c. IV, s. 458.

2. Azim ve doğruluğun bütünüyle günahlar üzerinde toplanmasıdır ki, bunun tereddüde yer vermeyecek Ģekilde kesin olması gerekir. Hatta onun üzerinde kiĢi bütün irade ve azmini toparlar.

3. Tevbe-i Nasûh‟un ihlâsını, sırf Allah korkusuyla vaki oluĢ halini zedeleyecek Ģaibe ve illetlerden beri tutulması. Böyle bir tevbe, malını, saygınlığını, makam ve mevkiini, mal ve rızkını korumak, insanların övgüsünü kazanmak veya baĢka bir dünyevî ve maddî sebepten dolayı tevbe eden birinin tevbesi gibi olmamalıdır.657

Gazalî de bu açıdan, samimi bir tevbenin özellikle dünyevî sebeplerin etkisiyle meydana gelmiĢ bir tevbe olmadığını, sadece Allah için, her türlü Ģaibeden uzak bir halde yapılan tevbe olduğunu ifade eder.658

Elmalılı Hamdi Yazır, “nasûh” kelimesini Ģu üç Ģekilde açıklamaktadır.

1-Hataları düzeltmek suretiyle samimi, iyi niyet ve temiz kalp ile yapılan tevbe, 2-KiĢinin dinini ve ahlakını ıslah edecek tesirli bir tevbe,

3-Çok iyi nasihatçinin tevbesi veya çok nasihat edici tevbedir.659

Aslında bu üç manayla aynı Ģey kastedilmektedir. Yani buna göre nasûh tevbesi, samimi ve içten gelen bir duyguyla kalbi, günahın manevî kirinden arındıran ve kiĢiyi kötülüklerden uzaklaĢtıran bir tevbedir.660

Bu samimi (nasûh) tevbe insanın günah ile mümkün olduğunca bağlarını koparmaya çalıĢmasıyla olur. Bu ise kiĢinin “günahlarını baĢka bir sebeple değil, sırf günah olduğu için, yani Allah‟ın rızasına ters düĢen bir kabahat olduğu bilinciyle, vicdanında piĢmanlık duyarak ve böyle bir günahı iĢlemekten dolayı Ģiddetli bir üzüntü hissederek vazgeçmesi ve bir daha hiçbir sebep ve engel karĢısında günaha dönmemeye karar vermesiyle olur.”661

Bu bilgilere temelinde Ģu sonuçlara ulaĢmamız mümkündür: Samimiyet, tevbede kararlılığın ve devamlılığın zorunlu bir neticesidir. Aynı zamanda bu, kendisine yönelinen varlıkla doğrudan bağlantılıdır.662

Nasuh tevbesi, bir daha bozmamak üzere yapılan tevbe663

olarak bilinmektedir. Ancak insanların genelini dikkate aldığımızda ideal olan bu anlamıyla beraber, gerçekte hiç bozulmayacak bir tevbeyi çok az insanın baĢarabileceğini söyleyebiliriz. Bunu

657 Cevzî, a.g.e. , s. 284-285.

658 Gazalî, Minhâcü‟l-Âbidîn (Âbidler Yolu), s. 56. 659 Yazır, a.g.e. , c. VIII, s. 164.

660

Kutub, a.g.e. , c. X, s. 73.

661 Yazır, a.g.e. , c. VIII, s. 165. 662 Yapıcı, a.g.e. , s. 185.

ancak imanı tam kemal noktasına, zirveye ulaĢmıĢ olanlar yapabilir. Bu hassas konuma herkes ulaĢamaz. O mükemmel kulluk halini Ģöyle belirtebiliriz: Çok sıcak bir zamanda Câlût ve ordusuyla savaĢmak için çölleri geçen Tâlut ve ordusu susuzluktan kırılmak üzeredir. Yüce Allah (c.c.), onları imtihan etmek için karĢılarına bir nehir çıkarır. Bu nehrin suyundan hiç içmemelerini emreder, Ģayet içeceklerse de sadece ve sadece bir avuç içmelerine müsaade eder. Lakin çoğu kana kana içer; bir kısmı bir avuç; bir kısmı ise hiç içmez…664

Hiç içmeyenler gerçek anlamda ve samimi bir Ģekilde Rabbine yönelen kullardır. KuĢeyrî‟nin de dediği gibi, “Havas her zaman böyledir. Sayıları az, fakat değerleri büyük olur.”665

Bunun için, bu çok özel kulluk resmini çizenleri ve kullarından çizecekleri, Cenab-ı Hak, Tâlut‟un diliyle ama kendi isteği olarak Ģu ifadelerle dillendirmektedir: “Kim ondan içerse benden değildir ve kim onu tatmazsa,

işte o bendendir.”666

Ahirete talip olan için de dünya böyledir.667 Nefsine mağlup olan

Allah‟ın yasakladıklarını durmadan yer ve içer. Ona gönülden sevgi, saygı ve korku duyup bağlı olanlar ise samimidir, nasuh tevbesi yaptıktan sonra artık asla günahları tatmazlar. Gerisin geri haramlara dönmezler çünkü onlar muhlis kullardır.