• Sonuç bulunamadı

Tevbenin Ġlacı ve Tevbe Açısından Ġnsanların Kısımları

“Tevbenin Ģifası ancak ilacıyla elde edilir. Hastalığını bilmeyenin tedavisi olmaz, hastalık sebeplerine zıt olmadıkça deva tesir etmez. Her hastalığın bir sebebi vardır, tedavi bu sebebi ortadan kaldırmaktır.”940

Kulların tevbeye yaklaĢımlarına baktığımızda pozisyon itibariyle diğer bir ifadeyle dinî duruĢ olarak herkesin aynı olmadığını algılarız. Ruhlar âlemindeki misaklarına bağlılıkları temelinde Allah‟a inanan insanları Gazalî iki kısımda ele alır:

3.8.1. Günahlardan Kaçınanlar (Gençler)

“Gençlik çılgınlığına kapılmayan hayır üzere yetiĢmiĢ ve Ģerden kaçınmıĢ gençler ki, onlar hakkında Resulullah (a.s.m.) Ģöyle buyurmuĢtur: „Rabbin gençlik

çılgınlığı (nefsinin arzularına meyli) olmayan bir gencin durumuna hayret etmiştir.‟941

Böyle gençler çok azdır, nadir bulunur.”942

“Bunun için Allah Teâlâ, Hz. Yahya‟ya (a.s.) „Seyyid‟ ismini vermiĢtir. Çünkü o, hiçbir günaha niyetlenmemiĢtir. ġu halde seyyidliğin (gerçek efendiliğin) alameti, günaha niyetlenmemektir. Herkesin Ģerefi günahlara karĢı gönlünün durumuyla ölçülür. Demek ki günahlara niyetlenmeyen kimse gerçek efendidir.”943

“Hz. Musa (a.s.) ile ilgili kıssalardan birisinde, Musa (a.s.) Hızır‟a (a.s.): „Allah Teâlâ, hangi Ģey sebebiyle seni gayb ilmine muttali kıldı?‟ diye sorunca: Hızır (a.s.): „Allah için günahları terk etmem sebebiyle,‟ demiĢtir.”944

3.8.2. Günahlardan Uzak Kalmayanlar

Günahlardan uzak kalmayan insanları Gazalî (ö.505/1111), günahta ısrar edenler ve tevbe edenler olarak ikiye ayrır ve der ki: “Bizim maksadımız günahta ısrar düğümünün çözülmesi ve ilacının gösterilmesidir. Bir olgu ancak zıddıyla iptal edilir. Günah hastalığının sebebi gaflet ve Ģehvettir. Gafletin zıddı ilim, Ģehvetin zıddı sabır ve

940 Gazalî, a.e. , s. 153.

941 Ahmed b. Hanbel, Müsned, 17371;Tabarânî, Kebîr, 17/358; Ġbni Ebî Âsım, Sünne, 571;Ebû Ya‟lâ,

Müsned, 1749.

942 Gazalî, a.g.e. , s. 153. 943 Mekkî, a.g.e. , s. 203. 944 Mekkî, a.g.e. , s. 214.

Ģehveti harekete geçiren sebeplerden uzak durulmasıdır. Hataların baĢı gaflet (günahın akibetini görmemek)tir.”945

Bu noktada biz tevbeyle ilgili olarak sırasıyla günah hastalığının sebebi olan „gaflet ve Ģehvet‟ kavramlarına temas etmenin çok yerinde olacağını düĢünüyoruz, çünkü bunlar hakkında bilgi sahibi olmak meselenin kavranıp pratik yaĢama aksettirilmesinde hayati öneme sahiptirler.

3.8.2.1. Gaflet

Gaflet, kelimesi masdar olarak sözlükte, terk etmek, önemsememek; isim olarak da dikkatsizlik, dalgınlık ve ihmal gibi anlamlara gelir. Kavram manasıyla „gaflet‟; bir Ģeyin gerekliliği ortada iken bunun idrak edilmemesi ya da yeterince dikkatli ve uyanık hareket edilmediği için insana gelen yanılgı durumudur. Bir gerçek ortada iken ondan bile bile habersiz olmak, ona karĢı unutkan bir tavır takınmak ya da ona karĢı kulağı, gözü, anlayıĢı kapalı tutmaktır. 946

Gaflet, ezberde az tutmaktan ve az dikkatten dolayı insanda meydana gelen sehiv/yanılmadır.947 Nefsin arzularına uymak, zamanı boĢa geçirmek, önemli bir Ģeyin önemini kavrayamamak, değerli bir Ģeyin kıymetini takdir edememektir. Kalbin Hak‟tan gafil olması, O‟nun zikrinden mahrum kalması,948

kul ibadet ederken kalbinin bunları duymamasıdır.949

“Gaflet, ahiret hallerinin tehlikesinden habersiz olmaktır, Ģayet kullar haberdar olsalardı günahları iĢlemezlerdi. Zira insan, yaratılıĢı gereği tehlike gördüğü yerden birçok sıkıntılara katlanmasına rağmen uzaklaĢır. Fakat bu tehlikeyi görmek, ya insanları dine davet eden peygamberlerdeki nübüvvet nuru ile ya da peygamberlerin varisleri olan âlimlerin ilmiyle mümkün olur.

Bütün peygamberler, gaflet uykusunda olanları uyarmak için gönderilmiĢlerdir. Nitekim Hak Teâlâ buyurur ki: „Babaları uyarılmamış, gaflette olan bir kavmi uyarman

için seni gönderdik‟ 950

ve „Ancak Rabbinden bir rahmet olarak senden önce kendilerine

bir uyarıcı gelmemiş olan bir kavmi uyarman için seni gönderdik.‟951

Yani ya Muhammed, insanları gaflet uykusundan uyandırman ve „insan elbette zarardadır‟ demen için seni gönderdik.”952

945

Gazalî, a.g.e. , s. 153.

946 Ece, a.g.e. , s. 214. 947 Ġsfahani, a.g.e. , s. 758.

948 Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 141. 949

Cerrahî, a.g.e. , s. 115.

950 Yasin, 36/6. 951 Kasas, 28/46.

“Kula, içine düĢtüğü gafletten tevbe etmesi gerekir. Bunun gereğini iyice anlayınca asla tevbeyi terk etmez.”953

Allah Teâlâ, dünyada gaflet ehli olanların, ahirette helake düĢeceğini bildirerek Ģöyle buyurmuĢtur: “Onlar gafillerin ta kendileridir.

Şüphesiz onlar ahirette hüsrana (kayba) uğrayacaklardır”954

“Kulun gafletinin uzaması, kalbinin Allah tarafından mühürlenmesinden ve kalbinin bozuk karakterinden kaynaklanır. Zahirde gaflet, batında kalbin örtülmesi ve kilitlenmesidir.

Kalbin mühürlenmesi ve olumsuz bir yapı kazanması, devamlı günah iĢlemekten meydana gelir. Nihayet günahlar, kalbe hâkim olur ve ardından yapılan Ģeyler, onun için bir ceza sebebi olur.”955

Bu konuda Yüce Allah Ģöyle buyurmuĢtur: “Hayır, aksine onların işlemekte olduğu günahlar, kalplerine hâkim olmuş ve kalplerini

kirletmiştir.”956

“ġu unutulmamalıdır ki, gaflet farklı derecelerde olduğu gibi, hüsran/zarar da bir değildir. Öyleyse gaflet asla küçük görülmemelidir. Çünkü o, günahların baĢlangıcıdır. Yakîn ehline göre büyük günahların kaynağı gaflettir.

Hz. Ali bir konuĢmasında gafleti küfrün bir baĢlangıcı görmüĢ ve onu kalp körlüğü ve Ģüphe ile bir arada zikrederek sahibinin haktan kayıp hüsrana düĢtüğünü belirtmiĢtir.

Ehl-i beyt yoluyla gelen bir haberde Ģu anlatılmaktadır: Bir gün Ammar b. Yâsir, Hz. Ali‟ye: „Ey müminlerin emiri! Bana küfrün hangi temele dayandığını bildirir misin?‟ diye sorunca, Hz. Ali Ģöyle demiĢtir: „Küfür dört temel iĢe dayalıdır:

1-Cefa (zulüm),

2-(Kalp ve basiret) körlüğü, 3-Gaflet,

4-ġüphe.‟

Kim zulüm yaparsa, hakkı küçük görür, batılı yayar ve âlimlere kızar. Kalbi kör olan Allah‟ın zikrini unutur. Gafil olan kimse, haktan sapar, boĢ emellere aldanır, hasret ve piĢmanlığa düĢer, Allah‟ın huzurunda hiç hesap etmediği Ģeyler (hesap ve azap) karĢısına çıkar. ġüpheye düĢen de ĢaĢkın bir halde sapıklık içinde yuvarlanıp gider.”957

953 Mekkî, a.g.e. , c. II, s. 215. 954

Nahl, 16/108, 109.

955 Mekkî, a.g.e. , c. I, s. 355. 956 Mutaffifin, 83/14.

“Herevî‟ye (ö. 481/1089) göre „Hakk‟ın dıĢındakilerden tevbe etme derecesine gelmeden tevbe makamı tamam olmaz. Sonra tevbenin kusurunu görme, bundan sonra da bu kusuru görmekten tevbe etme derecesi gelir.‟

Allah dıĢındakilerden tevbe etmek, kulun kalbiyle mâsivânın iradesinden kurtulması demektir. Kul yalnız, iĢ ve yardımında ortağı bulunmayan Allah‟a kulluk eder, bütünüyle kendisini O‟na verir ve O‟nunla olur. Bu ise ancak sevginin otoritesine boyun eğmiĢ, kalbi Allah sevgisi, hürmet ve saygısıyla dolmuĢ, O‟nun huzurunda zillet, tevâzu ve hüzün içinde eğilmiĢ, O‟na olan muhtaçlığını itiraf etmiĢ kimseler için mümkündür.”958

Diğer bir yönden yani gaflet-teyakkuz açısından meseleye bakarsak, “gaflet her Ģerrin kaynağı olduğu gibi teyakkuz da her hayrın aslıdır. Kendine göre müteyakkız (uyanık ve dikkatli) olan çoğu kimse aslında gafildir. Ona en sevimli gelen Ģey teyakkuzdan gafil olmaktır. Onun ünsiyeti gafletledir. Teyakkuzun en açık alametleri düĢünce, kaygı ve hüzündür. Sonra ihtimam ve hüzünden dolayı güzel bir Ģekilde ölüme hazırlık gelir. Gafletin en açık alametleri ise kibir ve neĢeli olmadır. Zira her ikisi de teyakkuzu unutturur. Teyakkuzun terkinde ise ölümden sonraki hayata hazırlığın terki söz vardır.”959

Gafletin ne olduğunu hakkıyla kavrayan ve samimi olan bir insan, artık ona düĢmemek için gerekli çabayı gösterip tevbesini istikrarlı bir boyuta taĢıyacaktır. Böylece Rabbinin istediği istikametten ayrılmamıĢ ve O‟nun sevdiği kullar arasına girmiĢ olacaktır.

3.8.2.2. ġehvet

ġehvet, sözlükte bedeni arzular, canın isteği, nefsin hoĢlandığı Ģey, nefsin eğilimi960

ve nefsin istediği bir Ģeye meyletmesi961 anlamındadır. Bedenî ve süfli arzular; yeme, içme ve cinsî hayatla ilgili ölçüyü aĢan isteklerdir.962

“Bir baĢka deyiĢle Ģiddetli arzu ve arzulanan Ģey için ileri atılmak demektir.

958 Cevziyye, a.g.e. , c. I, s. 249-250. 959

Erginli, … (Tercüme Heyeti), Metinlerle Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 279.

960 Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 331. 961 Ġsfehanî, Müfredat, s. 569; Ece, a.g.e. , s. 635. 962 Uludağ, a.e. , s. 331.

ġehvet geniĢ anlamda, istek, arzu, aĢırı sevgi, nefsin değer verdiği istekler, cinsel arzular demektir. ġehvet, nefsin arzuladığı, elde etmek istediği Ģeyleri kapsar. Ancak konuĢma dilinde daha çok cinsel arzuları ifade etmek üzere kullanılır.

Kur‟an, Ģehveti olumlu ve olumsuz anlamlarda kullanmaktadır. Ġnsandaki „Ģehvet‟ kuvveti tümüyle kötü duygu değildir. KiĢinin kendi çıkarının peĢinde koĢması, arzu ve emeller peĢinde gitmesi, bazı isteklerini karĢılamak istemesi onun özelliğidir. Hayatın ve neslin devamı için bu Ģehvet (arzu ve istek) duygusuna ihtiyaç vardır.

Yalnız Ġslam, insanda bulunan bu duygunun ve bu arzunun yerinde ve helal olarak kullanılmasını, kontrol altına alınmasını istemektedir.

Kur‟an, kadınlara, oğullara, bol altınlara (paralara), dünya malına karĢı insanda bir „Ģehvet‟ meydana getirildiğini haber verdikten sonra bu „arzular‟ karĢısında Müslümanın takınacağı tavrı ortaya koymaktadır: „…Bütün bunlar dünya hayatının geçimliğidir. Ancak varılacak güzel yer Allah‟ın huzurudur. De ki: size bunlardan daha iyisini bildireyim mi? Takva sahipleri için Rableri yanında, içinde ırmaklar akan,

ebediyyen kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve Allah‟ın hoşnutluğu vardır…‟ 963

Demek ki dünya ve onun içindeki geçimliklere karĢı meyletmek, onları istemek tümüyle kötü değil, onlara aĢırı derecede bağlanıp yahut onları aĢırı Ģekilde sevip de Allah‟ı unutmak, O‟na kulluğu terk etmektir kötü olan.

Kur‟an, Ģehvetlerine (ölçüsüz isteklerine) uyanları kınamaktadır: “Allah, tevbelerinizi kabul etmek ister; şehvetlerinin (aşırı isteklerinin) peşinden gidenler ise

sizin büyük bir sapma ile sapmanızı isterler.”964

ġehvetlerinin, yani sınır tanımaz iĢtahlarının peĢinde gidenler, zevklerinden baĢka yol bilmeyenler, arzu ettikleri Ģeye kavuĢmayı dava ve hayat felsefesi haline getirenler; müminleri ve bütün insanları kendileri gibi yapmak isterler. Onları da helal haram demeden mal peĢinden koĢmaya, zevklerinin arkasında olmaya davet ederler. Böyleleri Ġslam‟ı Ģehvetlerinin (ölçüsüz isteklerinin) önünde bir engel görürler ve bundan dolayı ona karĢı çıkarlar.”965

ġehvet bağlamında Ebu Muhammed Sehl‟e (ö.283/896), bir günahtan tevbe edip onu terk eden, sonra kalbiyle onu hatırlayıp veya görüp veyahut iĢitip içinde ona karĢı bir tat bulan kimsenin durumu sorulunca Sehl Ģöyle demiĢtir:

963 Âl-i Ġmran, 3/14-15. 964 Nisa, 4/27.

“Tat almak insanın tabiatıdır. Bu tabiatın bulunması gerekir. Böyle bir durumda çare olarak kulun yapabileceği ancak Ģudur: Kalbiyle Ģikâyetini Mevlâ‟sına arz eder, gelen düĢünceyi kötü görür ve nefsini de devamlı onu kötü görmeye zorlar ve onu hep bu halde tutar. Ayrıca Allah Teâlâ‟ya, günahı kendisine unutturup, zikir ve itaatiyle meĢgul etmesi için dua eder. Eğer kalbe gelen günah arzusunu bir an inkârdan gafil olsa, ondan kurtulamamasından ve günah tadının kalbinde yer etmesinden korkulur. Fakat bu tadı bulmakla birlikte kalbiyle onu reddederek devamlı üzüntü içinde olsa bu ona zarar vermez.”966

Mekkî‟ye göre de durum (ve hüküm) böyledir çünkü kalpte Ģehevî arzular kaldığı müddetçe tevbe sahih (ve sağlam) olmaz ve kuldan onları temizlemek ve kalbinden gidermek için mücahede istenir. Bu müritlerin hâlidir. ġehvetlerin kalpten silinmesi ariflerin hâl ve ahlakına sarılmakla mümkün olur.967