• Sonuç bulunamadı

3.2. Başa Çıkma ve Sabır Bağlamında Zorlanan İnsan Tipleri

3.2.5. Teslimiyetçiler

İslami kültürde bireyin maneviyattaki derecesinin teslimiyeti ölçüsünde yükselebileceği vurgulanır. İslâm’ı hakkıyla yaşayabilmenin ve samimi kulluğun ancak teslimiyetle mümkün olacağı söylenir. Kulluğun bir diğer manasının Allah’ın takdirine

teslimiyet olduğu ve kalplerin ancak Allah’ı anmak ve hatırlamakla, diğer bir deyişle O’na teslimiyetle huzura kavuşabileceği yine yaratıcı tarafından bildirilir. Teslimiyet;

kadere boyun eğmek ve başa gelen olayları arka planındaki sebebi sorgulamadan kabul etmek anlamına gelir. Buradan da anlaşılmaktadır ki teslimiyet aklın bazen devre dışı kaldığı bir iman ve sevgi işidir. Teslimiyet aklı iptal etmek değil, aklı aşan konuları herkesten daha iyi bilenin rehberliğine güvenerek kullanmak demektir. Kulluk söz konusu olduğunda ise pek çok sebeple teslimiyet olmazsa olmaz bir şart olarak karşımıza çıkar. Eğer teslim olunamamışsa, en ufak bir zorluk, musibet anında akıl hemen nefisten yana çıkarak itaatsizliğe gerekçeler üretir. Ancak Allah'tan gelen emirler konusunda koşulsuz itaate ulaşmış kararlı bireyler şaşırıp bocalamadan kulluklarını her durumda sürdürebilirler. Bu öyle bir makamdır ki peygamberler bile dualarında bu hale ulaşmayı dilemişlerdir (2/Bakara, 128).

Teslimiyete ulaşmak kolay iş değildir. İnsanın önüne hayat yolculuğunda çoğu zaman çeşitli engeller çıkar. Hazzın davranışlara özgürlük isteği, aklın nefsi haklı göstermeye çalışarak oluşturduğu savunma mekanizmaları, sadece kendi kurallarına uyulmasını isteyen sosyal çevre; sadece beş duyumla hissettiğime inanırım diyen bilim paradigmasının narsist verileri insanın teslimiyet yolunda önüne çıkan engellerden bazılarıdır. Bunlar el birliğiyle Allah'tan gelen ve görünen/görünmeyen, sezilebilen/sezilemeyen her ne varsa hepsine dair olan ilahi bilgiye teslim olmamamız için uğraşırlar.

Hayatın zorluklarına katlanmakla birey, manevi gelişimi için şart olan psikolojik sağlamlığı büyük ölçüde elde etmiş, beşeri tabiatına hâkim olmuş ve kriz anlarında doğru olanı içgüdüsel bir şekilde seçebilecek teslimiyet düzeyine ulaşmış olur.

Böylelikle gönüldeki keder ve sıkıntı ortadan kalkar. Gerçek teslimiyetin kaderi rıza ile karşılamaktan, başa geleni kabullenerek gönül hoşnutluğu içinde kadere boyun eğmekten geçtiği unutulmamalıdır.

"Ne olursa olsun olaylara takılmadan asıl sorumluluğunu yerine getirme konusunda sakın dalgınlığa düşme! Her gün bir şeyler olacak, ama sen her günün yeni yeni olaylarının sarsıntısı etkisiyle dahi yönünü, yolunu şaşırmayacaksın, esen rüzgâr seni önüne katamayacak.” (2/Bakara, 138) Peygamberimizin mü'mini tarif eden bir hadisinde buyurduğu gibi ‘rüzgâr ne yöne eğerse eğsin kökü üzerinde tekrar dimdik doğrulan (ve bire yedi yüz veren) ekin gibi olacaksın ve bu göze çarpmayan gücünün kaynağı sadece teslimiyetin olacak.’

Vaka I (Yanık hadisesi ve ölümle tanışma) Kazada ölen çocuğun annesi: “Ciğer acısının tarifi olmaz, mümkünatı yok. Ama bir kıyaslama yaparsan, bu kız evlenseydi, çocuğu olsaydı ve çocuk ortada kalsaydı, o zaman ne olacaktı, hiç dayanamazdım?

Bunlar da bana teselli veriyor. Böylesi daha iyi olmuş, böyle derim.”

Vaka II (Şizofren genç) Babası: “Benim ömrüm de böyle geçti işte. İmtihan dünyası diyorum, Allah mükafatını verecek inşallah çocuğuma da bize de. Kim ister evladının böyle olmasını? Sabretmek kolay bir iş değil, insan yaşayarak öğreniyor.

Dünyalık baksan bir mecnun işte, Allah o merhameti veriyor kalbine, yaşamaya, yaşatmaya çalışıyorsun. Yoksa her gün sana eziyetten başka bir şey değil ki! Deliye her gün, ölüye bir gün ağlarsın derler ya, ben ve eşim her gün ağladık işte. Haa! Çoluğu çocuğu olanlara söylüyorum, çocuğun sağlıklı mı, o yeter işte. Öldü gitti işte oğlum, Allah bizden sual sormasın, emanetine sahip çıkmaya çalıştık”.

Vaka XI (engelli gencin trafik kazası) Kaza yaptığı arkadaşı: “İnanç abi! Bilerek yapmadığın bir şey olduğu için, inanç yerindeyse teselli oluyorsun, avantaja da çeviriyorsun. Tam tersi olursa, hem suçlu olup hem de vurdumduymaz olursan insan için imtihan değil ceza olur, isyana kadar gider yani. Hiç yapmayacağımız bir şeyi benden istemesi, dedim ki bunu yapması için bir sebep var. Karşımdaki adamı biliyorum, sorsam söylemez, böyle bir yapısı var! Sorgu sual yok yani, sorgusuz tamam diyorsun.

Vaka XII (Felç süreci ve ölüm): Birlikte yaşadığı oğlu: “Ben biraz maneviyata düşkünüm. Bir insanın normal hayatındaki davranışları, komşusuna, eşine, dostuna vesaire, gelecekteki hayatını etkiler bence. Eğer sen, benim kimseye ihtiyacım yok, param var pulum var, elim tutuyor ayağım tutuyor diyorsan, sen ileriyi düşünmüyorsundur. Bu söylem seni ilerde bununla yüz yüze getirir. Ben buna inanırım, büyük konuşmayacaksın. Ama öyle değil de başka türlü düşünsen, mesela ilerde ne olacağı belli değil. Beraber olduğum eşim, komşum, oğlum, gelinim her neyse bunlarla iyi geçineyim, güzel davranayım belki ihtiyacım olacak onlara diye düşünürsen hayal kırıklığına uğramazsın. O hastalığı belki en güzel şekilde atlatırsın. Annem bu durumu en kötü şekilde atlattı ve öldü yani. Ne yaparsan karşılığını görürsün, bazıları bu dünyada bazıları öbür dünyada görür ama bunu biz bu ilahi takdiri bilemeyiz veya kavrayamayız. Neticede annem bu dünyada yaptıklarının karşılığını bu dünyada gördü diye düşünüyorum”.

Vaka XIII (Şehidin Hikayesi) Annesi: “Bizi üzmemek için söylemezmiş ama ablasına hep işinin çok zor olduğundan bahsedermiş. Ara sıra il dışına, doğuya göreve

gidermiş, fotoğraflardan öğrendik oralara gittiğini. Bazı laflar da geldi kulağımıza. Işte niye polis olmasına izin verdiniz, çocuk asıl mesleğini, mimarlığını yapsaymış gibi.

Bunlar insanı üzüyor tabi ama isteyerek polis oldu benim kuzum. Acısı zor, yüreğimi söktüler sanki. Dilerim Mevla’mdan, kızıma kıyanların, bize bu acıyı yaşatanların aynı şekilde ciğeri yansın. Öldü benim kınalı kuzum, şehit oldu gitti. Yaptığım hiçbir şeyden, hiçbir işten zevk almıyorum ama şehit annesiyim ben, yavrum şehit oldu diye gurur duyuyorum. Peygamber komşusu oldu benim kızım. Her gün giderim mezarına, kızımın doğduğu günkü kokusu gibi kokuyor mezarı.”

Vaka IV (Elektrik işçisinin ölümü) Annesi: “İlk sana söylüyorum bak! Ömer Şafak vardı ya rahmetli, oğlumun hocasıydı. Çok severlerdi birbirlerini. Hoca bir gün rüya görmüş, “Bizimkız! Necatiyi gördüm rüyamda, çok huzurluyum, sevinçliyim ama gel gelelim annem babamdan çok üzülüyor, çok ağlıyor. Ben muradıma erdim hocam diyor” dedi. İşte adamcağız öldü gerçeğine gitti, sabret demesi kolay da bizimkız ne mutlu sana, dedi. Bambaşka bir evladın vardı, dedi.”

Vaka IV (Elektrik işçisinin ölümü) Babası: “Eşini, kızını kaybetmiş bir arkadaşım var, öğretmen emeklisi. Ben çareyi namazda buldum dedi bana. Oğlumun öldüğü günün akşamı oturuyor yanımda, “Kalk! Camiye gidelim, teravihi camide kılalım. Nasibini alacaksan şimdi alacaksın sabırdan, yoksa bir daha alamazsın!” dedi.

Gittik, sonra bana teşekkür etti. “Ben nicesini gördüm, git başımdan, namaz da neymiş diyen!” dedi. Bunaldığım zaman açar Kuran okurum. Boğularak, yanarak ölen müslümanlar şehit olurlarmış, benim oğlum da şehit. Allah gördüğümüz günden geri koymasın. Hepimiz öleceğiz ama evlat acısı bambaşka. Şimdi Cenab-ı Allah ne diyor, sabreden muradına erer. Sabır ama sabretmek de çok zor. Ben Kuran okumayı bilmiyordum bak! Şöyle bilmiyordum, üç kere şeddeye geldim, bıraktım. Başımıza bu iş geldi, ben bu Kur’an-ı Kerim’i öğreneceğim, belleyeceğim dedim. Altmış yaşımdan sonra Kur’an’ı öğrendim. Şimdi ben kendimi Kuran’a verdim, sıkıştığım zaman Kur’an okuyorum, bir de namaz. Ben bu ikisinde buldum teselliyi, “Namaz ve Kur’an-ı Kerim”.

Çok düşünürsen, Allah muhafaza kafa gidiyor Süleyman! O an gözümün önüne geldiği zaman dünyayla bağlantım kesiliyor sanki. ‘La havle… diyorum. Bak şimdi söylüyorum bunu da! Şu halıda resmi görünür mü? Şu desenle var ya, oğlumun resmini görürdüm orada ilk zamanlar. Ama Cenab-ı Allah bir taraftan da serinletiyor beni, onu da söyleyeyim. Ilk günkü gibi kalsa yaşayamaz insan.

Vaka V (Ağaçtan düşüş ve kalıcı sakatlık) Mustafa Amca: “İnancın var, Müslümansın sonuçta. İmanın şartlarından biri ne? Kaza ve kadere inanmak. Hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine inanmak. Şimdi ne sen bana bir şey yapabilirsin ne ben sana bir şey yapabilirim. İnsan insana bir şey yapamaz ki, Allah tarafından her şey. Hani diyorlar üfürükçüye gidelim, başına bir kaza gelir, şöyle bir hoca varmış ona gidelim, okudu şöyle oldu, böyle oldu. Ben onlara hiç inanmam. Hoca da senin gibi benim gibi bir adam sonuçta. Dünyanın bütün doktorlarını toplasan da bana diyeceği yürüyüş yap, egzersiz yap. Zaten gücüm kuvvetim olsa ben gezer dolaşırım. Otuz yıl öğretmenlik yapmışım, sekiz on saat ayakta dururduk. Allah bir dayanma gücü veriyor, otuyorsun da kalkıyorsun da, vakit geçiyor. Eskiye baka iyiyim yani, doksan yüz kilo geliyorum ve iki tane hasta bakıcı hareket ettirirdi beni, sağa dönderirler, sola dönderirler… Şimdi kendim yatıyorum kendim kalkıyorum. Çok şükür, otomatik arabamı kullanabiliyorum, gezip geliyorum, olağanüstü bir şey bu, çok şükür. Şükretmeyi bileceksin, her şey Allah’ın takdiri.”

Vaka X (Genç kızın ölümü) Dayısı: “Ben böyle olayları yaşadıkça bir şey öğrendim. Başıma bir iş geldiği zaman, gerek kendi yaşadıklarım olsun veya gerek kardeşlerimde gerekse akrabalarımda bir sürü insan vefat etti. Hep olayın iyi yanını düşünürüm. Mesela bu yeğenimin ölümünde, anasına babasına da dedim, madem sömestr tatiline gelmiş yanınıza, Allah bunu böyle yapacakmış, onbeş tatilde değil de, okul zamanı olsaydı başlayacaktık şimdi sormaya. Acaba biriyle kavga mı etti, bir yerden mi düştü, zehirlendi mi, öldürüldü mü, biri bir şey mi yaptı? Hiç olmazsa yanında, gözünün önünde olmuş olay, neler yaşandığı belli. Mesela çocuğu kaybolan analar babalar var, bulunmuyor veya bulunamıyor. O anaya babaya her gün zehir olur, ölse daha iyi. O ana-baba demiyor mudur, keşke ölse de mezarını bilsek! İyi yönünü düşüneceksin, o zaman rahatlarsın, ferahlarsın. Pozitif enerji yayacaksın etrafına, negatif enerji yayıp da çevreni kendinden bıktırmayacaksın. Biz ne yapalım o halde, çocuğun öldüğüne mi yanalım, senin bu hale geldiğine mi yanalım, ne yapalım yani, bilemiyoruz ki. Ama olayların iyi tarafını görmeye çalışırsan zorlukların üstesinden geliyorsun, travmayı çabuk atlatıyorsun. Yoksa düşün, düşün, düşün… İnsan kafayı bozar. Bu pozitif düşüncen psikolojine, işine, gücüne, her şeyine yansıyor, iyi oluyorsun, kendinden soğutmuyorsun yani kimseyi.”

Vaka XI (Engelli gencin trafik kazası) Kaza yaptığı arkadaşı: “Birinin beni teselli etmesi de bir anlam ifade etmiyordu, karşıma çıkıp suçlaması da! Tamamen kendimle muhasebe ettim! Beni en çok rahatlatan şey, ben orada hayatta kaldıysam,

bunun bana bir getirisi olması gerektiği inancı teselli etti beni. Kazaya kadar çok vurdumduymaz hareket eden biriydim. Kazadan önce de birkaç rüya görmüştüm.

Kıyamet günüyle alakalı rüyalardı abi! Beklemiyordum da, öyle bir şey olacağı belliydi, artık dur demem gerekiyordu kendime. Biraz deli dolu, kopuk yaşıyordum yani o sıralar. Yirmi üç yaşındaydım kaza olduğunda, kendi paramı da kazanıyordum, karışanım edenim yoktu, aileme de faydam oluyordu başkasının işyerinde çalışırken bile, o yüzden rahattım yani. Bir iki yıl özgür hareket etmeye başlamıştım. Gezme tozma derken, ya ben kendime dur diyecektim ya da bu şekilde bir şey olacaktı!”

“Bir anlık bir mesele insanı çok olgunlaştırıyor. Aynı hataları devam ettiriyorum belki ama yine de onun vermiş olduğu bir olgunluk var. Aynı hatayı bir daha yapmamak değil yani amacım, hayata bakışın değişiyor. Olayda daha birçok güzellikler var abi, olayın kendisi güzel bence, Âdem için, benim için… Zorlandık ama güzel bir şey, güzel olmasa Allah verir mi? Verecekse cezamızı zaten ahirette verecek, Allah’ın dünyadayken insanın başına ceza kesmesi iyi bir şey!”

Vaka XII (Felç süreci ve ölüm) Birlikte yaşadığı oğlu: “Yirmi günlük kısmı hiç hatırlamıyorum. Kalp pili ile yaşamak nasıl bir duygu? İş yine maneviyata geliyor. Eğer biraz maneviyat güçlüyse, ben buna inanıyorum ki mesela on iki yıl oldu kalbime pil takılalı, yedi yıl sonra ikincisi takıldı, on iki yıl oldu yani ikisine, hayatımın bir parçası oldu! Ben zihinsel olarak bunu kabul ettiğim için vücudum da kabul etti. Vücudumun bir parçası artık, bir kalp gibi, bir mide gibi. Bu olmazsa ben yaşayamam, psikolojik olarak böyle. Allah’ı buyurduğu gibi, şer sandıklarınızda hayır, hayır sandıklarınızda şer var ya! Mesela ben çok zor şartlar altında çalışıyordum. Altı ay çalışıyor, altı ay işten çıkıyordum. Kalp pili takılınca malulen emekli oldum mesela. Bu sefer ayaklarım yer tutmaya başladı maddi açıdan. Yani maneviyat maddiyata döndü, her iki açıdan rahatladım. Hiç etkilemiyor beni, yani bende pil varmış yokmuş aklıma bile gelmiyor.

Tıbben benim kendime gelmem, hafızamın yerine gelmesi üç-beş sene sürermiş, beş dakika boyunca kan gitmemiş beynime, ama ben on altı günde kendime geldim. O yirmi günlük süreçte hafızam hiç kayıt yapmamış mesela, sen geliyorsun, hoş geldin Süleyman diyorum, konuşuyorum anlatıyorum sana bir şeyler, bir iki dakika geçiyor tekrardan sana hoş geldin diyormuşum. Hafıza kayıt yapmıyor ya, hatırlamıyorum bir iki dakika öncesini. Bir ay sonra her şeyi hatırlamaya başladım, hiçbir şey silinmedi hafızadan. Mucize demeyelim de onun gibi bir şey yani!”

Vaka XII (Felç süreci ve ölüm) Birlikte yaşadığı oğlu: “İnsanlara nasıl açıklayacaksın bunu, anlatsam ne anlayacak ki adam! Rabbime şükürler olsun! Hocanın

hesabı, damdan düşeni getirin bana demiş, ancak böyle başına bir şey gelen olursa o anlar beni. Evet, anlamış gibi yapacak ama anlamayacak ya da ben biraz abartılı konuşmuş gibi olacağım ona göre. Şükür duygusu işte, rabbime şükürler olsun.”

Vaka XIII (Şehidin hikayesi) Annesi: Başka bir rüyamda üç kızımla birlikte namaz hakkında konuşuyoruz. Namaz hakkında siz biraz gevşek davranıyorsunuz diyorum. Kübra’m saçını arkaya bağlamış yine, yüzü ay gibi parlıyor, anlatamam o parlaklığı, nur gibi. Şehit olduğunu bilmiyorum o an. Kızım diyorum, namazınızı dört dörtlük kılsanız diyorum, nasihatler veriyorum. Cenneti kazanmak kolay mı diyorum.

Kübra, “Anne, cennete ben sizi alacağım ya!” diyor. Öyle uyandım hemen. Kalktım Kübra’yı arıyorum, sonra kendime gelince hem ağlıyorum hem şükrediyorum rabbime.

Vallahi ben çok seviniyorum, gün geçtikçe de bu duygular daha çok sarıyor insanı.

Allah herkese böyle evlat nasip etsin diyorum. Her zorluğun ardında bir kolaylık varmış, zaten kaldıramayacağımız bir yükü vermezmiş Rabbim. Sanki kapıyı açıp güleryüzüyle içeri girecekmiş gibi geliyor akşamları. Rüyamda görüyorum işte bazen;

yüzü karlar gibi, bembeyaz elbiseler içinde gülümsüyor”.