• Sonuç bulunamadı

3.2. Başa Çıkma ve Sabır Bağlamında Zorlanan İnsan Tipleri

3.2.1. Şaşkınlar

Engelli bir çocuğa sahip olmak veya sonradan engelli hale gelmek, ölümcül hastalık tanısının konması, trafik veya iş kazaları sonucu beklenmedik ölümler ya da genç ölümleri, tehlikeli bir olaya tanık olmak gibi zorlayıcı ve bireyin tahammül eşiğini aşan olaylar psikolojik açıdan travmatik deneyimlerdir. Ancak her yaşanılan zorlayıcı hadise ruhsal travma olarak görülemez. Vakanın niteliği kadar vaka karşısında verilen tepki de önemlidir. Yaşanılan bir olayın ''ruhsal travma'' olarak adlandırılabilmesi için bireyin gerçek bir ölüm ya da ölüm tehdidi ile karşı karşıya kalması, böyle bir olaya tanık olması ya da bir yaşadığı hadiseyi tehdit edici olarak algılması gerekir. Bu tür durumlar bireyde çaresizlik, korku hatta dehşete düşme gibi tepkiler oluşturabilir.

Hayat, durmak bilmeyen kayıp deneyimi ve tehdidi karşısında bir sabır ve tahammül imtihanıdır. Hayat bazen insana öngörülemez taraflarıyla yaklaşır. Travmatik

tehditlerle yüzleşmek bireyin kaçınılmaz kaderidir. Günlük hayatın normal akışı sırasında her an için olası fakat bilinçaltına itilmiş gerçeklerle insan bazen ansızın karşılaşır. Ansızın gelen ölüm, bilhassa genç ölümleri, bir kazadan sonra sakat kalınması veya bir çocuğun ölü veya engelli şekilde dünyaya gelmesi, çok yakın hissedilen insanlardan görülen vefasızlık, ihanet vb. istenmedik ve beklenmedik olaylar, hem bu insanlara hem yakınlarına adeta bir şok yaşatır. Bu şok, o insanlarda veya geride kalanlarda tarif edilemez bir şaşkınlığa sebebiyet verir.

Gerçek, er ya da geç bireyin şuuruna bir tokat indirir. Acı ve ıstırap çoğu zaman gerçeğin tokadını yediğimizde hissedilen bir hâldir. Birinin ölümü, hastalık, ihanet ya da başka talihsizlikler hiç beklenmedik bir anda gelip bireyi temelden sarsar. Gerçeğin tokadının yani ölümün, ayrılığın, terk edilmenin acısı derinlere işledikçe hayat bir nevi öncesi ve sonrası olmak üzere ikiye bölünür. Bu durumda bir soru hep ön plana çıkar:

“Bundan sonra ne yapacağım ben?!”.

Tokat kimi zaman da geçmişin bir parçası olarak kendini gösterir. Bu tokat gelip geçici, kısa ve çok keyifsiz bir uyanma hâli gibidir. Sonuçta yalın gerçeğin tokadı nereden, ne şekilde ve hangi şiddette gelirse gelsin, acı verici ve yürek yakıcıdır. Tokat suratımızda patlar patlamaz, bizi uykumuzdan uyandırır ve işte o zaman “beklenti açığı”

denen bir başka acı veren durumla karşı karşıya kalınır. Çünkü artık bir tarafta yaşadığımız gerçeklik vardır, diğer tarafta onca zamandır arzu duyup beklentiler oluşturduğumuz gerçeklik vardır. Şaşkın insanlar, bu iki gerçeklik arasındaki mesafesi oldukça fazla, ortaya çıkan hissiyatı da o derece acılı insanlardır. Tokadın verdiği acı genellikle kısa sürede aşılır ve yas süreci sağlıklı bir şekilde atlatılır ancak beklenti açığının kapanması yıllar alır. Gerek gözlemlerimiz, gerekse mülakatlarımız sırasında hem bu araştırmanın sahibi, hem de katılımcıların hepsi için, başa gelen istenmedik ve beklenmedik olayların tokadı sonrası beklenti açıklarımızın önümüze serildiğini gördük.

Her bir vakada bir diğeri ile asla kıyaslanamayacak nitelikte bir şok etkisi, sonucunda da kesinlikle bir diğeri ile karşılaştırılamayacak bir kişilik yapısıyla karşılaştık. Örneğin elektrik işçisinin ölümü vakasında görüleceği üzere, akıllara durgunluk veren bir kazayla ölen işçinin annesiyle olaydan tam on üç yıl sonra yaptığımız mülakatta dediği gibi: “Yattığı yer nur olsun da zormuş! Yalan değil atamadım, atamadım! On üç sene oldu ama bugün olmuş gibi.”

Vaka VII’de (Sekiz Saatlik Ömrüyle Bebek) Baba şöyle der: “Doktorlar bir sürü sıkıntı sıraladılar. Hiçbirini beynim almıyor ve anlamlandıramıyordum. Sadece şu sorunun cevabını bekliyordum, ‘Kızım ne olacak?!’. Yoğun bakıma gidip kızımı ilk

gördüğüm andaki hislerimi anlatamam. Uzun bir süre sadece kızıma baktım. Etraftaki hemşireler sanki benimle konuşmak istemiyorlar, benden bir şey saklıyorlar gibiydi. Bu his beni çok ürküttü. Sadece ihtiyaçları sıraladılar ve benden bunları bir an önce tedarik etmemi istediler. Bu, kızım için ilk harcamalarımdı. Bu çok garip bir duyguydu, markete girince istediği yiyecekler alınan çocuğun ve babanın mutluluğu gibi!”.

Vaka IX’da (Alkol ve cinayet) ölenin oğlu anlatıyor: “Gecenin bir vakti geliyor, ben yorgun argın sudan gelmişim, abi bir adam tedirgin uyurmu ya yorgunken! Ben bir hafta boyunca mahsul sulardım, çiftçi memleketinde büyüdün abi, su tutmanın ne demek olduğunu bilirsin. Bir hafta eve gelmeksizin, banyo yok su yok! ben orda kuru peynir kuru ekmek su tuttum, bu adam burada alkol aldı, sonra geldi o kadar işimin arasında bana zulm etti! Gecenin ikisinde üçünde gelir, uyandırırdı, niye? Kalkın, yatmayacaksınız derdi. Bir gün ne kadar sinirlendiysem, arabayı tam gaz ana asfalta sürdüm! Yola inerken tek ettiğim dua! Allah’ım dedim, bugün bizi kurtar, bir tır nasip et bize dedim, çarpsın! Tam gaz ana asfalttan karşıya geçtim, bir tane tır denk gelmez mi ya!! Böyle şeyler yaptım ama insan yine de babam diyor yani! Şimdi yanımızda olsaydı dediğin zamanlar oluyor ama ölüye sevinilmez de, kurtulduğumuza sevindik biz. Haa! Ölümü çok zor olduğu için ona çok üzüldük. Hala da üzülürüm, aklıma geldikçe kaldıramıyorum ölümünü. Bu üzüntüden bir hafta da hastanede yattım, babamı o halde gördüğüm için!”

“Abi, sabır gerçekten, sınandığımız zamanlar çok oldu ama tahammül edemediğim zamanlar da oldu. İlk defa belki sana diyeceğim de, Allah’ım her zaman affetsin, her zaman tövbe ediyorum, her akşam ben on bir ihlas bir Fatiha okuyup yatan adamım. Gücüm yetiyor ve vaktim varsa otuz üç, kırk beş, çıkarım yani tek sayılı olmak şartıyla! İnsan bazen sabır, sabır diyor da daraldığı yerde patlayası geliyor! kurban olduğum Allah affetsin, ben babama vurdum abi!!! Vurmak zorunda kaldım abi!

(gözleri doluyor). Çünkü dayanamadım abi, bitti! Artık diyorum ki, tek düşündüğüm şey, ben diyorum bu adamı öldüreyim, o mezara ben içeriye, bari diyorum annemle kardeşlerim rahat etsin! Bunu düşündüm! Bunu sadece sana diyorum, vurdum abi!

Vurdum ve yere düşürdüm! Bitirdi, artık diyorum ya, sabır mabır yok!”

“Gömdük babamı, yan tarafıma felç inmiş gibiydi. Gömdükten sonra hatim yemeği oldu abi, şöyle baktım dedem güleç davranıyor, herhalde dedem bize sahip çıkacak dedim. Eğer ben dedemin karşısında kötü bir laf konuştuysam, saygısızlık yaptıysam Allah bunun hesabını benden sorsun abi! Ben hiçbir şey yapmamama rağmen dedem bize bayramda elini vermeyen bir adamdı. Biz dede sevgisi de görmedik baba

sevgisi görmediğimiz gibi. Hele bir bayram günü hiç unutmam, küçük kardeşim dedemin evinin önünde tek başına boynunu bükmüş oturuyor, sordum niye buradasın, arkadaşların nerde? Dedem diğer torunlarını bakkala götürmüş, bunu yalnız bırakmış.

Elli kuruşluk bir malzemeyle çocuğun gönlünü almadı. Şimdi ben dedeme sövüyorum, çağırıyorlar beni, diyorlar ki dedenin canı çıkmıyor, gerçekten de öyle, çıkmıyor!

Yeğenleri falan geldi, biz hakkımızı helal edersek eğer, tamam dersek canını vereceğini söylüyorlar, aslı var yok bilmiyorum, şu an ölemediğini söylüyorlar. Bizim gitmemiz gerektiğini söylüyorlar, varmayacağım da! Ben hakkımı da haram etmiyorum, haram ettiğim zaman öbür tarafta onunla uğraşamam ben! O adam bana dedi ki, bizden çıktın çıkıştın, ne sen ne de annen, bu eve gelmeyeceksiniz, ne b..nuz varsa yiyin kelimesini kullandı! O şokla ben kapıyı bulamadım, ama ilk kez o zaman çok ağır küfür ettim ona!

Babamın borcu var, yüz bin lira, yaşım on dokuz! Bari tarlaları ekeyim dedim, onu da vermiyorum dedi. Tarlayı parasıyla bana icara vermediler!”.

Vaka XII (Felç süreci ve ölüm): Birlikte yaşadığı oğlu: “Annem felçli halini hiç kabullenemedi. Annem adına zanda bulunarak konuşuyorum, ben şundan şundan dolayı böyle yapıyorum demedi ama, her gün “Allah’ım al canımı da kurtulayım!” derdi. Bir insan bunu neden söyler. Sağlıklıyken, elin ayağın tutarken o iş hiç başına gelmeyecekmiş gibi çok rahat ettiğinden dolayı, birden bire de Cenab-ı Allah bunu verince, birilerine muhtaçsın artık. Daha önce böyle duyguların yoktu ya, birden bire de güçsüz kalınca bu durum insanı çökertiyor, ölmek istiyorsun. Ama ölmek senin elinde değil, annem için çok kötü bir süreçti. İkibuçuk yıl boyunca biz annemi ne kadar rahat hissettirmeye çalışsak da, hareketlerimizle söylemlerimizle kendine karşı rahat olmasını sağlasak da istesek de hiç rahat değildi. İç dünyasında hiç rahat değildi. Niye? Sağlığı yerindeyken çevresine hiç muhtaç duruma düşmeyecekmiş gibiydi, aşırı özgüven vardı.

Paran varken fakirliğe tedbir almazsan, paran bitince tedbir alsan ne olur? Tedbiri nasıl alacaksın? İnsanlarla iyi geçineceksin. Annem kızlarını çok severdi ama eşim çok çekti annemden. Kızları hiç ilgilenmeyince, eşim de anneme bakınca bunu kaldıramadı annem. Sağlık varken kimse tedbir almıyor, sağlık gidince de, kendi başına gelmeyecekmiş gibi düşününce de çöküş başlıyor. Sağlık gidince, muhtaç olunca da ölmek istedi. Ölmek en kolay yol”.

Vaka XI (engelli gencin trafik kazası) Ölen gencin kazadan sağ kurtulan arkadaşı anlatıyor: “Kazadan sonra içimden atmak istediğim tek şey suçluluk duygusuydu abi! Onu atamasaydım ben de bitmiştim, ölsem daha iyi olurdu. 2013 Kasım, on beşini on altıya bağlayan gece… O sene Adıyaman’ a en çok ziyaretimi

yaptığım seneydi. Her gittiğimde, içinde bulunduğum durumdan kurtulmak için dua istiyordum. Kendim beceremiyorum ama kurtulmak istiyorum gibisinden talepte bunuyordum. Son gittiğim de kazadan bir ay öncesiydi işte. Orada çok ağlamıştım.

Ondan bir ay sonra oldu zaten olay. Benim için iyi bir dönüm noktasıydı. Âdem’le çok samimiydik. Ailesiyle hiçbir görüşmemiz olmadı. Yapım gereği abi, şu an bile Âdem’in ailesinden biriyle konuşamam (gözleri doluyor). Ben konuşursam toparlayamam kendimi! Kazadan sonra hiçbirisiyle görüşemedim, başın sağ olsun bile diyemedim.

Ben yapamam, diyemem abi. Şimdi bile, tamam travmasını atlatmış olabilirim, kendime gelmiş olabilirim de, konuşamam!”