• Sonuç bulunamadı

Terörle Mücadelede Güvenlik Tedbirleri ve İnsan

BÖLÜM 3: TÜRKİYE’DE TERÖRE KARŞI DEVLET POLİTİKALARINA

3.1. Türkiye’de, Terör ile Mücadeledeki Tedbirlerin Ulusal ve Uluslararası

3.1.1. Hukuki Alanda Alınan Tedbirlerin Analizi

3.1.1.6. Terörle Mücadelede Güvenlik Tedbirleri ve İnsan

Terör ile mücadelede önemli olan, demokrasi içinde güvenliği sağlayabilmek, terör ile demokrasi içinde mücadele edebilmektir. Terörist suistimal ediyor diye demokrasiden vazgeçilemez. Terör ile mücadelede demokrasi dışında tedbirler almak, demokrasilerin kendi kendilerini vurması anlamına gelmektedir. Belki demokrasiden vazgeçilip, alınacak sert tedbirler ile kısa sürede belli ölçüde başarı sağlanılabilir, ancak uzun

vadede daha ağır sorunlar ortaya çıkacaktır. Teröristin istediği de budur. Terörist, devleti demokrasi ve hukuk dışı bastırıcı tedbirler almaya tahrik edip, bundan mağdur olacak halkı devletin karşısına çıkarmayı hedeflemektedir. Açık bir ifade ile demokrasi dışı tedbirler almak, teröristin maksadına hizmet etmektir (Başeren, 2006, 12).

Terörle mücadelede devlet yetkilileri, devlet kurumunun korunmasının temel yolunun açıklık, sorgulanabilirlikle doğru orantılı olduğunu mutlaka fark etmelidirler. Bu çerçevede kamuoyuna verilecek bilgilerin doğru olması da öncelikli koşuldur. Terörle mücadelenin boyutları, halkın olayları algılama ve takip etme kapasitesi ile doğru orantılıdır. Devletin, terörle mücadelede en önemli koşullarından biri, ipucu ve delilleri sağlıklı bir şekilde elde etmesidir (Bal, 2005: 21).

Dünya üzerinde oluşan “terör paranoyası”nın bir yansıması olarak alınan tedbirler kapsamında, gelecek dönemde terörün; anayasal, siyasal, sosyal ve ekonomik her türlü düzeni bozmak şeklinde kapsamının geliştirilebileceği öngörülmektedir. İnsan hakları örgütleri ve hukuk uzmanları ise, terörle mücadelede adı altında yürütülen operasyonların, son yıllardaki demokratik gelişmeleri tahrip ettiği uyarısında bulunmaktadır. Bu bağlamda, terör ile mücadelede uluslar arası hukuk normları geliştirilerek bir standardın meydana getirilmesi gerekmektedir.

Uluslararası Af Örgütü (UAÖ)’nün, 2005 yılı raporuna göre; “Terör ile mücadelede devletlerin sadece güvenlik alanında yürüttüğü tedbirlerin yeterli olmadığı, insan haklarına saygının terörün en önemli ilacı olduğu” hususları yer almaktadır. Bahse konu rapor, terör ile mücadele adı altında yürütülen operasyonların şiddeti çok daha fazla körüklediğini ve insan haklarının hükümetler tarafından çiğnenmesinin terör eylemlerine neden olduğunu işaret etmektedir. Öte yandan, dünya üzerindeki sivil toplum örgütleri, kendi tabirleri ile “silahlı muhalefet grupları”nın yaptıkları terörist eylemleri, insan hakları forumlarını getirip eleştirmemiştir. Anılan sivil toplum örgütleri, devletin silahlı gruplarla, ya da daha doğru deyişle terörist gruplarla yaptıkları mücadelede işledikleri iddia edilen insan hakları ihlalleri ile iştigal etmiştir. Sivil toplum örgütleri, terör odakları ile ilgili olarak; “Silahlı muhalefet gruplarını devletlerle aynı düzeye koyamayız; yoksa onları savaşan taraf olarak tanımanız gerekmektedir. İnsan haklarını silahlı gruplar değil, sadece devletler ihlal ederler; bu nedenle sadece devletlerin eleştirilmesi doğaldır” şeklinde belirtmiştir. Terör ile mücadele eden ülkeler,

yoğun insan hakları ihlalleri eleştirileri ile susturulmuştur. Sivil toplum örgütleri; “Birçok ülkede etnik, dini v.b sebep nedeni ile azınlıklar ezilmekte, anılan ülkelerde demokratik güçler işlemediği için şiddete başvurmaktan başka da çare bulunmamaktadır. Devletler silahlı grupların meşru taleplerini karşıladıklarında terör ya da sivil toplum örgütlerinin tabiri ile “silahlı mücadele grupları” eylemlerine kendiliğinden sona verecektir. Devletlerin, silahlı muhalefet gruplarını suçlamaları, terörün gayrimeşru ve kabul edilemez bir eylem türü olmasından ziyade, silahlı grupların meşru mücadelesini karalamayı amaçlamaktadır. Bahse konu mücadelede, devletlerin başvurduğu ‘devlet terörü’ çok daha vahimdir.” şeklinde değerlendirmede bulunmuştur. Ancak, savaş hukukunun temel belgesi olan “Cenevre Sözleşmesi”nin üçüncü maddesinde; “Bir silahlı grubun ihlallerini, onu savaşan taraf olarak tanımadan eleştirmek mümkündür.” hususu yer almaktadır. Sivil toplum örgütleri söz konusu maddenin bilincinde olmakla birlikte, anılan maddeyi uygulamamıştır. Terör eylemlerinin Birleşmiş Milletler (BM) insan hakları forumlarına getirilmemesi nedeniyle, on binlerce terör kurbanının bir numaralı hakkı olan yaşama hakkı dünya kamuoyu tarafında savunulamamıştır. 1991 yılında yapılan “Yokohoma Toplantısı”nda silahlı grupların ihlallerini izleme kararı alınmış, ancak anılan karar hiçbir zaman tam anlamıyla uygulanamamıştır. Türkiye, terör eylemlerinin uluslararası forumlara getirilmesini ve eleştirilmesini sağlamak ve terör kurbanlarını savunmak için, İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin 30.maddesinde yer alan, bireylerin ve grupların da devletler gibi insan hak ve özgürlüklerini ihlal edebileceklerini içeren bir kararı insan hakları komisyonu’ndan çıkarmıştır. Söz konusu oylamada Avrupa Birliği (AB) ülkeleri çekimser oy kullanmış, ABD ilk etapta olumlu oy vermiş, akabinde oyunu çekimsere çevirmiştir (Aktan, 2001: 7).

Türkiye’nin Kuzey Irak’a düzenlemesi muhtemel “sınır ötesi operasyon” ise, hukuki ve politik açılardan yoğun tartışmalara neden olmaktadır. Türkiye, I.Körfez Savaşı’na kadar geçen süre içerisinde, Irak’ın eski devlet başkanı Saddam HÜSEYİN’in onayı ile 2003 yılına kadar ise, NATO’nun şemsiyesi altında, “Kuzey Keşif Hava Operasyonları” adı altında sınır ötesi operasyonlarını yürütmüştür. Birleşmiş Milletler (BM) antlaşmasının ikinci maddesine göre; “Tüm üyeler, uluslararası ilişkilerde, gerek herhangi bir başka devletin toprak bütünlüğüne, ya da siyasal bağımsızlığa karşı, gerek BM’nin amaçları ile bağdaşmayacak herhangi bir kuvvet kullanma tehdidine, ya da

kuvvet kullanılmasına başvurmaktan kaçınırlar5” şeklinde belirtilmektedir. Ancak silahlı kuvvet kullanımını yasaklayan BM antlaşmasının iki istisnası bulunmaktadır. Birinci istisnası, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK)’nin, silahlı kuvvet kullanılmasına izin vermesidir. Bu çerçevede, Türkiye’nin olası müdahalesi ile ilgili farklı yorumlar getirebilmektedir. Bir görüşe göre, BM Güvenlik Konseyi platformunda Türkiye’nin düzenleyeceği olası bir sınır ötesi harekat veto edilebilir. Çünkü konseye, Türkiye’nin bizzat kendisinin başvurması halinde, Türkiye’ye hak veren bir kararın çıkması söz konusu değildir. Başkaları, Türkiye aleyhine konseye giderse Türkiye’nin başlatacağı operasyonun durdurulması yolunda bir karar alınabilir. Bu nedenle de politik algılamaların devletlerin eylemlerine hukuki meşruluk kazandırdığı BMGK’da Türkiye’nin “haklı nedenlerle de olsa” düzenleyeceği bir sınır ötesi operasyonu hukuk dışı ilan edilebilir. Diğer görüş, BM Antlaşması’nın 51.maddesi ile açıklanmaktadır. BM Antlaşması’nın 51.maddesi’nde; “BM Antlaşması’nın hiçbir hükmü, BM üyelerinden birinin silahlı bir saldırıya hedef olması halinde, Güvenlik Konseyi uluslar arası barış ve güvenliğin korunması için gerekli önlemleri alıncaya kadar bu üyenin doğal olan bireysel ya da ortak meşru savunma hakkına halel getirmez.” denmektedir. Bahse konu yoruma paralel olarak, Kuzey Irak’a yönelik olası bir sınır ötesi harekatın, KONGRA-GEL/PKK terörü aracılığı ile karşı karşıya kalınan “silahlı saldırı” durumunda “meşru müdafaa” hakkı maksadı ile silahlı kuvvet kullanılması temeline dayandırıldığı görülmektedir (Boğaziçi Üniversitesi, Dış Politika Forumu (2006)).