• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: TÜRKİYE’DE TERÖR HAREKETLERİNİN TARİHÇESİ,

2.3. Aşırı Sol Terör Örgütleri

2.3.1. Kuruluş ve Amaçları

Aşırı solcu terör örgütlerinin amacı; mevcut rejimi yıkarak yerine Marksist-Leninist ideolojilere dayanan bir rejim kurmaktır. Ancak aşırı sol terör örgütlenmelerinde, bu amaç birbirinden farklı bir boyutta, iki şekilde açıklanmaktadır. Bunlardan birincisi; mevcut düzenin sağladığı bütün imkanlardan yararlanarak iktidara hakim olmak, daha sonra uygulanacak bir seri faaliyetler ile komünizmi tesis etmektir. (Siyasi parti kimliğine sahip, yasal görünümdeki kuruluşlar anılan nitelikteki gruplardır.). İkincisi ise; mevcut düzeni silahlı ayaklanma ile yıkarak devlete hakim olmak ve iktidar olmaktır. (Yasadışı terör örgütleri bu grupta yer almaktadır.) (İlhan, 2002: 121).

Karl MARX ve Friedrich ENGELS'in yazdığı “Komünist Manifesto”, 1848 yılında yayımlanmış ve insanlık tarihinin en yaygın okunan metinlerinden biri haline gelmiştir. Manifesto'nun Kapitalizm ile ilgili bölümünde MARX ve ENGELS; “Burjuvazi, sürekli genişleyen bir pazara duyduğu ihtiyaç nedeniyle yerkürenin en ücra köşesine kadar gider. Burjuvazi dünyanın her köşesinde yuvalanmak, yerleşmek, ilişki kurmak zorundadır. Burjuvazi dünya pazarını sömürmek amacıyla gittiği her ülkede üretime ve tüketime kozmopolit bir nitelik kazandırır. Buna karşı çıkan gericilerin tepkilerine aldırmadan ulusal sanayinin üzerinde durduğu zemini yıkar ve ulusal sanayi olduğu gibi

yok eder. Yok olanların yerini alan yeni sanayi kuruluşları artık yerli ham maddeleri değil, dünyanın en ücra köşelerinden ithal edilen hammaddeleri kullanarak üretim yapar. Ürünlerini yalnızca kendi iç pazarında değil dünyanın dört bir yanında pazarlar. Ülke içinde yapılan üretimle karşılanan talep ve isteklerin yerini, uzak diyarlardan ve iklimlerden ithal edilen ürünlere yönelik talep ve istekler alır. Yerel ve ulusal düzeyde kendine yeterlilikten vazgeçen uluslar karşılıklı bağımlılığı benimser. Bu kural entelektüel üretimde de geçerlidir. Üretim araçlarını hızla geliştiren, ulaşım ve iletişimde muazzam atılımları gerçekleştiren burjuvazi en barbar ulusları bile kendi uygarlık alanına çeker. Bütün ulusları, yok etme pahasına da olsa kapitalist üretim tarzını benimsemeye zorlar. Kısacası burjuvazi kendi imajına göre bir dünya yaratır.” hususlarını ileri sürmüştür (Ulugay, 2006: 9).

Türkiye, 1946 yılında çok partili döneme geçiş yapmış ve düşüncelerin çok daha özgürce telaffuz edildiği bir sürece girmiştir. Anılan süreçte, “Soğuk Savaş Dönemi” ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (S.S.C.B)’nin komünizmi ihraç politikalarına paralel olarak Türkiye’de, Marx, Lenin, Troçki, Stalin, Mao ve Tito’nun yazdığı eserler Türkçe’ye çevrilmiştir. Bahse konu eserlerin Türkçe’ye çevrilmesi, özellikle 1960’lı yıllardan sonra ivme kazanacak olan sol hareketlerin ideolojik alt yapısını sağlamıştır. Bunun yanı sıra sol hareketler, 1961 Anayasası'nın getirmiş olduğu özgürlükçü bakış tarzından olabildiğince yararlanmıştır (Alkan, 2003 :3).

Türkiye’de, 1960-1971 döneminde gündeme gelerek çeşitli kitap, dergi ve gazete sayfalarında tartışılan konu başlıkları makro düzeyde; “Çağdaşlaşma, Az Gelişmişlik, Feodalizm, Asya Tipi Üretim Tarzı, Osmanlı Toprak Sistemi, Köy Sorunu, Bağımsızlık, Toprak Reformu, Yabancı Sermaye, Sosyal Adalet, Kalkınma, Sanayileşme, Doğu Sorunu, Planlama, Kalkınma Modelleri ve bunlara bağlı olarak Devletçilik, Liberalizm, Sosyalizm, Milliyetçilik ve Milliyetçiliğin çeşitli yorumları” şeklinde oluşmuştur (Kaçmazoğlu, 1995: 35).

Dünya üzerinde 1968 dönemi olarak adlandırılan süreç, Batı’da sistem karşıtı bir hareket olarak gelişirken, Türkiye’de terörü su yüzüne çıkarmaya başlamıştır. 1960 Anayasası’nın getirdiği özgürlükçü ortam, soğuk savaşın ağırlıklı sol propagandası, 1968’in sistem karşıtı sol girişimleri, Doğu Bloğu’nun komşusu ve ilk hedefi olan Türkiye üzerinde çok sarsıcı etkiler yapmıştır. 1960 yılına kadar sokak hareketi olarak

görülen eylemler, örgütlenmiş silahlı eylemler ile desteklenen sol gösterilere dönüşmeye başlamıştır (Şehirli, 2000: 94).

Türkiye’de, öğrenci örgütü olarak 1963 yılında “Fikir Kulüpleri (FK)”, Fikir Kulüpleri’nin birleşmesi ile birlikte 1965 yılında “Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF)” kurulmuştur. 9-10 Ekim 1969 günü yapılan FKF'nin olağanüstü kurultayında da FKF ad ve tüzük değiştirerek “Devrimci Gençlik Federasyonu (Genç)” adını almıştır. Dev-Genç, üniversitelerde yapılanmalar kurmuş, yayınladığı bildiriler ve demeçler ile gençlik kesiminin ilgisini çekerek taban kazanmayı amaçlamıştır. 1965-66 yıllarından itibaren üniversite ve yüksek okullarda öğrenci istekleri şeklinde başlatılan eylemler, 1968-69 yıllarında dersleri boykot etme, sınavlara girmeme şeklinde devam etmiştir. Ancak, boykot ve işgallerden sonra kamuoyundan bekledikleri ilgiyi ve desteği göremeyen örgütler, dönemin dış ve iç konjonktürel etkisi ile “silahlı propaganda” tekniğine yönelmiş, kamuoyunun ilgisini çekebilmek amacıyla terör ve şiddet eylemlerine yönelmişlerdir (Alkan, 2003: 4).

Dev-Genç’in amacı, 01 Ocak 1971 tarihli “Kurtuluş” adlı yayın organında; “Türkiye’nin tek militan örgütü Dev-Genç’tir. Gençlik hareketleri ve Dev-Genç’in mücadelesi faaliyetleri çerçevesi ile sınırlı değildir. Bugün, işçiler, köylüler, devrimci bağlar kurarak gözlerini kırpmadan ölüme gitmektedir. Teşkilatlanmalı ve Dev-Genç ile ilişki kurmalıyız. Her türlü mücadeleye ise hazırlıklı olmalıyız.” şeklinde belirtilmiştir. Dev-Genç’in görevleri ise;

a) Anti-Emperyalist gençlik hareketlerine öncülük etmek, b) Devrimci mücadele için, işçi, köylü ve gençlik birliği kurmak,

c) Emperyalizm ve burjuvaya karşı bütün devrimci güç ve talebelerin devrimci birliğini sağlamak,

d) Milli Demokratik Devrim (MDD) mücadelesi esnasında, sosyalist gençliğin düşünce ve eylemlerini geliştirmek, biçiminde sıralanmıştır (Demirel, 2002: 92).

Dev-Genç'in içerisinde baş gösteren fikir ayrılıkları sonucunda örgütte üst üsete bölünmeler başlamış, ilk etapta Mihri BELLİ, son ana kadar sürdürdüğü dengeci tutumunu bırakarak Yusuf KÜPELİ ve Mahir ÇAYAN’ın grubu ile birleşmiştir. Doğu

PERİNÇEK ve arkadaşları ise ayrı bir grup kurmuştur. Daha sonraları Mahir ÇAYAN ve arkadaşları Mihri BELLİ'den de koparak Türkiye Halkın Kurtuluş Partisi Cephesi (THKP/C) örgütünü, Doğu PERİNÇEK ve arkadaşları ise, Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi (TİİKP) örgütünü kurmuşlardır. İstanbul'dan Ankara'ya gelen Deniz GEZMİŞ de yerleştiği ODTÜ'de Yusuf ASLAN ve Hüseyin İNAN ile birlikte Türkiye Halkın Kurtuluş Ordusu (THKO) örgütünü kurmuştur. Söz konusu örgütler, 1970'den itibaren sokaklarda adam öldürme, gasp, soygun ve adam kaçırma gibi yasadışı eylemlere girişmiş, gittikçe eylemlerini artıran anılan örgütler, özellikle Türkiye’nin metropol şehirlerinde can ve mal güvenliğinin yanı sıra, rejimi tehdit eder boyutlara ulaşmıştır. Söz konusu eylemlerin önlenmesi için, 12 Mart 1971'de bir muhtıra verilmiştir. Mezkur muhtıra ile birlikte, o güne kadar büyük bir hızla devam eden terör hareketlerine karşı çok sert tedbirler alınmıştır. THKO militanları Deniz GEZMİŞ, Yusuf ASLAN ve Hüseyin İNAN yakalanarak yargılanmış, akabinde idam edilmiştir. Sinan CEMGİL ve grubu da Nurhak dağlarında güvenlik güçleri ile girdikleri çatışmalarda ölü olarak ele geçirilmiştir. İsrail Başkonsolosu Efraim ELROM'un kaçırılarak öldürülmesi (8 Mayıs 1971), işadamları Talip AKSOY ve Mete HAS'ın fidye için kaçırılması gibi ses getirici eylemler gerçekleştiren Mahir ÇAYAN grubunun bir kısmı ölü, bir kısmı da sağ olarak yakalanmıştır. Ancak ordudaki alt rütbeli yandaşlarının yardımıyla cezaevinden kaçan ÇAYAN ve grubu 30 Mayıs 1972 tarihinde Kızıldere'de güvenlik güçleri ile yaptıkları çatışmada ölü olarak ele geçirilmiştir (Alkan, 2003: 6).

1973 seçimlerinden sonra oluşturulan koalisyon hükümetinin 1974 yılında çıkardığı genel af ile binlerce suçlunun serbest bırakılması neticesinde, 1975-1980 dönemini kapsayan terörist saldırılar, 1968-1972 döneminde gerçekleştirilen saldırılara göre çok daha geniş kapsamlı ve derin olmuştur. Teröristler anılan dönemde, vatandaşlar arasında mezhep kavgaları yaratarak 23-24 Aralık 1978 Kahramanmaraş olaylarının çıkışına neden olmuş, olaylar esnasında 109 kişi hayatını kaybetmiştir. Resmi rakamlara göre, 1977-1980 yılında terörün Türk ekonomisine maliyeti 1 milyar dolar civarında olmuştur (Koni, 1984: 182-184).

Türkiye’de, 1974 yılında çıkarılan af neticesinde, THKO ve THKP/C terör örgütlerinin mensupları, cezaevlerinde daha fazla militanlaşmış olarak toplum içerisine dönmüş ve terörü takviye etmiştir (Şehirli, 2000: 99).

THKP/C’nin dağılması üzerine anılan örgütten ayrılan bir grup, 1975 yılında Ankara’da kurulan Dev-Yol (Devrimci Yol) isimli örgüt olmuştur. “Milli Demokratik Devrim” tezini savunmaktadır. Dev-Yol, 12 Eylül 1980 sürecine kadar Türkiye’nin en geniş tabanına sahip bulunan sol örgütü şeklinde karşımıza çıkmıştır. Bahse konu süreç ile büyük bir darbe yiyen Dev-Sol bir daha toparlanamamış, özellikle örgütün İstanbul’da faaliyet yürüten militan kadrosunun büyük bir bölümü Dev-Sol (Devrimci Sol) örgütünün safına geçmiştir (Demirel, 2002: 278).

Dev-Sol, 1978 yılında “askı bildirisi” ile kurularak, Dev-Yol’u revizyonistlikle suçlamıştır. Bildirinin sahipleri Dursun KARATAŞ, Paşa GÜVEN ve Bülent ULUER, Dev-Yol'u pasiflikle suçlayarak ilişkilerini askıya aldıklarını açıklamıştır. Mahir ÇAYAN’ın “Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi (PASS)”ni benimseyen bildiri sahipleri THKP/C’nin gerçek mirasçısı olduklarını ileri sürmüştür. 12 Eylül 1980 döneminde lider kadrosu tutuklanarak cezaevine giren Dev-Sol, 1984-1985 yılları arasında, üniversitelerde patlak veren öğrenci eylemleriyle yeniden sesini duyurmaya başlamış, ancak lider kadrosundan yoksun olan örgüt sansasyona sebep olacak silahlı eylemlere girişememiştir. 1987-1988 yılları Türkiye’de sol örgütler, özellikle Dev-Sol için yeni bir dönemeç oluşturmuştur. Anılan dönemde; Bayrampaşa, Metris, Kırşehir, Buca ve Malatya Cezaevleri’nden ardarda gerçekleştirilen firarlarla lider kadrolarına yeniden kavuşan örgüt, ses getirebilecek eylemlere girişebilecek bir hale gelmiştir. Hemen hemen bütün lider kadrolarına ve tetikçilerine yeniden kavuşan Dev-Sol’un yanı sıra, Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu (TİKKO) gibi örgütlerin kent sorumluları da kaçırılmıştır. Örgüt en büyük darbeyi, 13 Eylül 1992'de, kendi içinden çıkan muhalif gruptan yemiştir. Darbenin lideri Bedri YAĞAN, örgüt lideri Dursun KARATAŞ'ın mafyatik ilişkiler içinde olduğu, devletin bazı kesimleriyle son derece karanlık münasebetlerde bulunduğu, örgüt içerisinde merkez karar komitesinin işlemediği, örgüte yeni bir Abdullah ÖCALAN’ın dayatıldığı gibi son derece önemli iddia ve gerekçeler ile darbe girişiminde bulunarak liderliği ele geçirmiştir. Yaklaşık yirmi yıl örgütün en ön saflarında çarpışan Bedri YAĞAN ve Sinan KUKUL gibi beyin takımları bahse konu iddialar ile ön plana çıkmış, ancak 1992 yılında güvenlik güçleri’nce gerçekleştirilen operasyonlarda hayatlarını kaybetmiştir. Dursun KARATAŞ, darbe olayı ile ilgili olarak yapılan kongre belgelerinde; ”Gelinen noktada Bedri YAĞAN ve Gürcan ÖZGÜR, bugün her yanından pislik akan, ırz düşmanı, ahlak düşkünü ve karşı

devrimci, darbeci, kontra çetesinin sembolleri olmuşlardır. Bu nedenle partimizin şehitleri olamazlar. Hiçbir yerde ve hiçbir şekilde partimizin şehitleri olarak anılamazlar.” hususlarını ifade etmiştir. Bu olay örgütü son derece sarsmış, örgüt içerisinde yaşanan silahlı çatışmalarda altı kişi ölmüş, birçok kişi de yaralanmıştır. Kendilerini “devrimci sol güçler” olarak adlandıran örgüt içerisindeki muhalif grup, yaptıkları basın açıklamalarında; “Fransız polisinin Dursun KARATAŞ'ın Hollanda'ya kaçmasına göz yumduğunu, Fransa tarafından Hollanda istihbaratına satıldığını, bunun yanısıra oligarşiyle ve emperyalistler ile işbirliği içerisinde olduğunu” belirtmiştir (Kılıç, 1996: 17).