• Sonuç bulunamadı

A. Temsil Nedir?

5. Temsil Eden ve Temsil Edilen İlişkisi

Temsil mekanizmasının en önemli unsurlarından biri temsil eden ile temsil edilen arasındaki ilişkidir. Siyasi temsilde, temsilcinin seçmenle ilişkisi basit bir ilişki değildir, pek çok unsurun varlığıyla daha karmaşık bir hal alır. Hemen hemen tüm temsil

28

tartışmaları, seçmenlerin taleplerini bir şekilde yansıtan veya yeniden üreten siyasetçilerin seçilmesinin temsili olduğunu varsayar. Bu varsayım çerçevesinde temsilcinin, faaliyetlerini, seçmenin en azından potansiyel olarak isteklerine cevap verecek şekilde sürdürmesi gerekmektedir. Bu bağlamda, resmi hesap verebilirlik görüşü, temsili hükümetle alakalı hale gelmiştir. Temsili bir hükümet insanlara karşı duyarlı olmalıdır. Kamu yararı ve düşüncesine cevap veren bir hükümeti güvence altına alan kurumlara ihtiyaç duyulur. (Pitkin, 1967: 234) Bu anlayış doğrultusunda, temsil, temsil edilenlerin çıkarları ve görüşleri çerçevesinde, onlara hesap verecek şekilde hareket etmek anlamına gelir. Diktatör, halkı tarafından sevilebilir, ancak buna temsili hükümet diyemeyiz. Pitkin’e göre düzenli aralıklarla yeniden seçime tabi olsa bile, tüm hükümetin tek bir hükümdarın elinde olduğu bir sistemi temsili olarak kabul edilemez.

(s. 235)

Temsilcinin temsil edilenin görüşlerinden bağımsız hareket edebileceğini savunan görüşler de bulunmaktadır. Bu görüşü savunanlara göre, temsilcilerin kendi hedefleri, çıkarları ve değerleri olabilir. Temsilci, ilk etapta, seçilebilmek için özel çıkarları tatmin etmek zorunda kalabilir, ancak seçildikten sonra özel hedefler belirleyebilir. Bu bağlamda iki seçenek söz olur. Ya seçmenin fikrine özen gösterir ve onun öngördüğü politikayı uygular ya da etkili olacağına inandığı bir başka politikayı tercih eder.

Temsilci inandığı politikayı uygulayarak da etkili bir sonuç alabilir. Bu sonuç sonraki seçimde onun yeniden seçilmesini sağlayabilir. Bu görüşü savunanlara göre, seçilenlerin, politikalarında esnek hareket etmeleri anti demokratik olarak nitelendirilemez. Dahası, politikacıların esnek karar alabilme özellikleri yalnızca demokratik sistemlerde etkili sonuç doğurabilmektedir. Seçmen, temsilcinin bir kez seçildikten sonra istediğini yapmakta özgür olduğunu bilir. (Manin, Przeworski ve Stokes, 1999: 34) Manin’e göre, demokratik kurumların çarpıcı özelliği politikacıların belirlendikten sonra, seçmenlerin talepleri ile bağlı kalmak zorunda olmamalarıdır.

(Manin, 1997: 237-238) Bu, temsili demokrasinin doğrudan demokrasiden ayrıldığı noktayı vurgular.7 Öte yandan, vatandaşların, temsilcileri belirledikten sonra, taleplerini

7Manin, “Temsili Yönetimin İlkeleri” başlıklı çalışmasında, temsili hükümetin son iki yüzyıl boyunca önemli değişiklikler geçirdiğinden bahsederek temsil eden ve edilen ilişkisini tarihsel bir bağlamda ele almaya çalışmıştır. 19. yüzyılın ilk yarısından itibaren, seçimler, vatandaşların güven duyduğu hükümet görevlilerini belirlemek amacıyla tasarlanmıştır. Temsili hükümetin kökeninde bu güven ilişkisi yatar.

Manin, söz konusu tarihsel süreci üç farklı döneme ayırır. “Parlamentarizm” olarak adlandırılan ilk dönemde bu güven ilişkisi, adayın diğer temsilcilerle ya da örgütlerle olan bağlantılarından ziyade kişisel bir karaktere sahiptir. (Manin, 1997: 202) Genel hatlarıyla oy hakkı genişlemiş ve mülkiyet şartı ortadan kalkmıştır. Belirlenmiş her temsilci artık kişisel yargılarına göre hareket etmekte serbesttir. Yani seçmenlerin sözcüsü sıfatını üstlenmez. Temsilciler onları seçenlerin taleplerine bağlı olamadıklarından,

29

yerine getirmeye zorlamak için hiçbir kurumsal aygıtları bulunmamaktadır. Seçim platformu, hükümetin her durumda ne yapması gerektiğini belirten kurallar içeremez.

Temsil eden çıkarlar ve adaylar seçilir ancak aynı zamanda hükümetlerin yönetebilmesi de talep edilir. Dolayısıyla, demokratik kurumların, görevi zorlaştıran mekanizmalar içermemesinin iyi sebepleri bulunmaktadır.

Temsilcinin, öngörülenden farklı bir politika izlemesinin gerekçeleri değişebilmektedir. Koşullar değişmiş olabilir. Yetkinin öngörülen şekilde uygulanması artık seçmenin yararına değildir. Bazı koşullar altında, temsilci, seçmenin refahını farklı politikalar ile arttıracağını düşünebilir. Ya da, bir aday, seçilebilmek için seçmen tarafından tercih edilen platformu seçmene sunar ancak seçmenin politika çıktıları üzerinde yanlış inanca sahip olduğuna inanabilir. (Manin, Przeworski ve Stokes, 1999:

36)

Pitkin’e göre, temsil ilişkisinin boyutu temsilci ile temsil edilenin bilgi ve ilgi düzeyine bağlı olarak değişebilmektedir. Kendi bilgi ve inancından emin olan bir temsilcinin temsil edilenler üzerinde hareket etme olasılığı daha yüksektir. Ya da, kendi görüşleri hakkında kuşkucu olan ve ihtiyatlı hareket etmek isteyen bir temsilci parlamento tartışmalı bir kurum olarak işlev görmüş, parlamento oturumları müzakereci bir tartışma ortamı halini almıştır. Bu değişime, on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren kitle temelli partilerin yükselişi eşlik eder. (Manin, 1997: 206) Seçmenler artık temsilcileriyle kişisel ilişkiden uzaktır.

Temsilci kendi vicdanına ve kararına göre hareket edemez. Özgür bir birey değil yalnızca partisinin sözcüsüdür. Kitleleri harekete geçiren siyasi partilerdir. Seçmenler parti tarafından belirlenen adaylara güven duyarlar çünkü onları ait olduklarını hissettikleri topluluk üyeleri olarak görürler. Hatta parti tercihleri nesilden nesile aktarılmaktadır. Oylar, seçim meselesinden ziyade toplumsal kimliği sembolize eder. Manin, parti hükümetlerinin ortaya çıkışını, temsilcilerle seçmenleri birbirine bağlayan yeni yollar sunduğundan, demokrasiye doğru bir ilerleme olarak kabul eder ve kitle partilerinin halk iradesinin rolünü arttırdığını iddia eder. (s. 195) Urbinati ise, kitle demokrasisi olarak adlandırılan bu süreci demokrasinin ve hatta temsili yönetimin ihlali olarak görmektedir. Urbinati’ye göre, kitle demokrasisi kolektif çıkarlar için kendi partisini ve kendi medyasını yaratmakta, vatandaşların bağımsız karar almasını engellemekte ve onların kontrol ve katılımını azaltmaktadır. (Landemore, 2015: 46) Böyle bir durumda temsil, sosyal yapının ve toplumsal çeşitliliğin yansıması haline gelmiştir. Bu sistemde parlamento oturumları artık müzakereci bir tartışma ortamı değildir. Her kampta katı bir oy verme disiplini hüküm sürer. Parti kararı verildikten sonra temsilciler fikrini değiştiremez. “İzleyici demokrasi” bugün parti demokrasisinin yerini almıştır. Seçmen, politik sahnede, hareketlere cevap veren bir izleyici olarak görülür. Bu nedenle, bu temsili hükümet biçimi “izleyici demokrasi” olarak adlandırılmaktadır. Bu yeni demokrasi türü ile gözle görülür bir değişim meydana gelmiştir. Siyasal tercihler, artık, seçmenlerin sosyal, ekonomik ve kültürel özellikleri ile açıklanabilmektedir. Bu partilerin önemini yitirdiği anlamına gelmez. Ancak seçim tercihlerinin artık daha kişisel olduğu söylenebilir. Seçim sonuçları bir seçimden diğerine büyük ölçüde değişmekte, bir parti ile özdeşleşmeyi reddedenleri sayısı giderek artmaktadır.

(Manin, 1997: 219) Mevcut durumun iki nedeni söz konusudur. Bunlardan ilki siyasi iletişim kanallarının temsilci ile seçmen arasındaki ilişkiyi etkilemesidir. Adaylar, sosyal medya aracılığıyla, parti arabuluculuğu olmaksızın, seçmenlerle doğrudan iletişim kurabilmektedir. İkinci neden ise bireyselliğin ve kişiliklerin rollerinin artmasıdır. Siyasette, seçmenin ne istediğini bilmediği varsayılır. Bu, seçmenin eğitimsiz olduğu anlamına gelmez. Seçmen çoğunlukla politik değil tarafsızdır. Siyasi tercihleri hemen oluşmaz. Kamusal tartışmaları dinleyerek gelişir. Bu dönemde kamusal iletişim kanalları çok önemlidir.

Politikacının, seçmeni ikna etmesi gerekmektedir.

30

seçmenlerin düşüncelerine daha fazla önem verebilir. Halk, temsilciler kadar iyi olduğu ve onları yargılayabildiği dikkate alındığında, temsilcilere çok geniş bir takdir yetkisi vermekte daha az eğilimli olabilir. (Pitkin, 1967: 213)

Stokes seçmenin değişkenliğini vurgulamaya çalışarak konuya farklı bir açıdan yaklaşmıştır. Bu yaklaşıma göre, seçmenin daha önce öngörmediği bir politikanın yeterince iyi performans göstermesi onun inancını değiştirebilir. (Stokes, 1999: 113) Bu anlayış çerçevesinde değişken seçmen tercihleri performans tarafından yönlendirilmektedir. Bu seçmen türü, uygulanan politikadan ziyade sonuca önem verir.

Stokes, bu durumu Latin Amerika ülkelerinde uygulanan ekonomi politikaları çerçevesinde açıklamaya çalışmıştır. Stokes’un iddialarını Latin Amerika örneği bağlamında açıklamaya çalışmasının nedeni, demokratik koşulların, seçmenlerin hükümetleri kendi görevlerine bağlamak için yeterli olmadığını göstermek istemesidir.

Latin Amerika ülkeleri, örgütlenme, ifade özgürlüğü, oy hakkı, düzenli, adil ve rekabetçi seçimler gibi ileri demokrasi uygulamalarında gelişmiş ülkelerdir. Burada siyasi iktidar seçilmiş siyasi liderdir. Stokes’un vurgulamaya çalıştığı husus, demokrasilerde de yetkilerin geniş ve ciddi şekilde ihlal edilebileceğidir. Hükümetler temsil etmek için yetkileri ihlal etmek zorunda kalabilir. Stokes, aynı zamanda, yetkiye bağlı kalmanın politikacıların vatandaşların çıkarlarını temsil etmesinin tek yolu olmadığını göstermeye çalışmıştır. (Stokes, 1999)

Urbinati, bir adayın tercih edilmesinde iki değerlendirme kriterinin önemini vurgulamaktadır. Bunlardan ilki adayın benzersiz özellikleri, ikincisi ise adayın seçmenle benzer özellikleridir. (Urbinati, 2006: 50) Birinci kriter, yani adayı farklı kılan özelliği ve yetkinliği onu anlamlı kılmaktadır. Temsilciler ve temsil edilenler özdeş değildir fakat söylem ve fikir düzeyinde benzerlikler gösterebilirler. Bu anlamda temsil, hukuki paradigmanın açıklayamadığı bir düşünce ve politik yönelim yaratan aracı bir süreçtir. Siyasi faaliyetlerin bütünüdür ve temsilci ve temsil edilen ilişkisine indirgenemez. Temsilci ve temsil edilen arasında kamusal ve hukuki olarak anlaşılamayan bir ilişki yaratır. Aynı şekilde, temsil ilişkisi de yalnızca seçime indirgenemez. Bu doğrultuda, temsil, oy vermenin ötesinde algılandığı sürece politik katılımı teşvik eder.

31