• Sonuç bulunamadı

C. AB’de Temsilin Çıkar Grupları ve Sivil Toplum Katılımına İlişkin Boyutu

1. İyi Yönetişim”: Sivil Toplumun AB’de Temsili

Çıkar gruplarının AB sürecine katılımları yönünde yasal bir süreç hali hazırda yürütülmektedir. Bu süreç başlarda büyük ölçüde gayri resmi olarak gelişmiş, 90’lı yıllarda Komisyon girişimi ile açık ve yapılandırılmış bir diyalog mekanizması halini almıştır. Bu yöntemle daha resmi bir yaklaşım oluşturulmaya çalışılmıştır. Burada

43

vurgulanan husus temsilden ziyade şeffaflık ve katılım olmuştur. Komisyon, ‘açık diyalog’ karşılığında, çıkar gruplarının adil lobi uygulamalarının bazı asgari kurallarına saygı göstereceğini teyit etmiştir. (Smismans, 2012: 211) Dolayısıyla Komisyon’un yaklaşımı, saldırgan veya yasadışı lobi faaliyetlerinde bulunmadıkları sürece, çıkar gruplarının katılımlarının teşvik edilmesi yönündedir.

Maastricht Antlaşması ile vatandaşlar üzerinde doğrudan etkili olan çeşitli politika alanlarının Avrupa düzeyine aktarılmasıyla pek çok STK Avrupa ağı oluşturarak siyasi sürece katkıda bulunmuştur. Maastricht Antlaşması’nın sivil toplum boyutuyla ilgili olarak, Antlaşma’ya eklenen Sosyal Antlaşma, Komisyon’un, sosyal alanda tüm yasal girişimleri için Avrupalı sosyal ortaklarına danışması gerektiğini belirtmiştir. Çıkar gruplarının temsili, AB Antlaşması 11. maddesiyle anayasal bir statüye alınmıştır. (s.

214) Buna göre, Birlik’in tüm eylem alanlarında, vatandaşlara ve temsilci kuruluşlara kendi görüşlerini ortaya koyma ve kamuya açık biçimde görüş alışverişinde bulunma imkânı sağlanmıştır. Bu çerçevede, kurumlar, temsili kuruluşlarla ve sivil toplumla açık, şeffaf ve düzenli bir ilişki kurar. Avrupa Komisyonu, Birlik eylemlerinin daha şeffaf ve uyumlu olması amacıyla ilgili taraflarla kapsamlı istişarelerde bulunur. Söz konusu maddeden de anlaşılacağı üzere, temsili kuruluşlar, daha geniş bir kamu tartışmasının sağlanmasında özel bir rol oynamaktadır.

Avrupa Yönetişimi Üzerine Beyaz Kitap’ta (2001) sivil toplum katılımı “iyi yönetişim” ile ilişkilendirilmiştir.11 Çeşitli fikirlerin bir araya getirilmesiyle, yönetişime

11Yönetişim kapsamı muğlak bir terimdir. Son yıllarda sıklıkla duyduğumuz ancak ne anlama geldiğini tam olarak anlayamadığımız bu kavramın açık ve net bir tanımını yapmak oldukça zordur. Offe,” söz konusu zorluğu kelimenin olası anlamlarının çokluğuna bağlamaktadır. (Offe, 2009: 556) Kavramın çözümlenmemiş olması, kullananların onu her türlü pozitif sıfata bağlamasına olanak sağlamaktadır. Bu terim, sosyal bilimlerde, içeriğinin çeşitli şeyleri ifade etmek için kullanıldığı bir “slogan” haline gelmiştir. (Risse, 2004: 289)

Bu çerçevede hangi özellikler yönetişimi tanımlamaktadır? Bu özelliklerin varlığını nasıl anlarız? Kamu politikalarının kalitesi için ölçütler nasıl değerlendirilir? Offe, kavramın sözdizimsel yapısı, anlamsal ve pragmatik içeriğine ilişkin bazı çıkarımlarda bulunmaya çalışmıştır. Bu çerçevede yönetişim, bir yandan kurumlar yani kurallar yapısını tanımlarken diğer yandan bu kurumlar çerçevesinde gerçekleşen süreci ifade eder. (Offe, 2009: 550) Geleneksel anlamdaki devlet faaliyetlerinin kurumsal ve sınırlandırılmış bir uzantısı olarak görülmüştür. Ancak yönetimin yetersizliklerine çözüm getirmek amacıyla ortaya atılmıştır. Yönetimin klasik anlamının ötesinde, toplumun da dâhil olduğu ve devlet hiyerarşisinin bulunmadığı bir yapılanmayı ifade eder. Hatta çoğu zaman devlet hiyerarşisiyle yönetme yetkinliğine karşı bir yönetim anlayışına karşılık gelmektedir. Kavramın bu kullanımı daha gelişmiş, gönüllü, işbirliğine dayalı ve uzlaşmacı bir bakış açısı sunar. Bu çerçevede, gönüllülük, katılım, işbirliği, demokrasi ve şeffaflık kavramlarıyla sıkı bir ilişkisi bulunmaktadır. Yani, bir yandan, devletle ilgili olmayan konuların, devlet dışı aktörlerce düzenlenmesine izin verir, diğer yandan, zorunluluk arz

44

ilişkin sorunlara daha iyi bir çözüm sağlanması amaçlanmıştır. Bu çerçevede, katılım, iyi yönetişimin beş ilkesinden biri olarak kabul edilmiştir. Birlik düzeyinde toplumsal temsili teşvik etmek ve geliştirmek amacıyla girişimde bulunulacağının, meşruiyetin katılımla sağlanacağının altı çizilmektedir. (Kröger, 2012: 230) Çıkar gruplarının katılımının temsil niteliğine ilişkin kaygı Beyaz Kitap’ta çeşitli yönleriyle karakterize edilmektedir. Burada da, katılımın temsile ilişkin kriterlerinin yalnızca STK’lara uygulanması öngörülmüştür. Daha olumsuz bir anlam içeren “çıkar grubu” ya da “lobi”

kavramları yerine “sivil toplum” kavramına vurgu yapılmıştır. Öte yandan, yalnızca temsili STK’lar geniş çaplı ortaklık düzenlemelerinden yararlanır. Bu çerçevede, Avrupa yönetişiminin STK’lar ve diğer çıkar gruplarına yönelik ikili bir yaklaşım sergilediği görülmektedir. (Smismans, 2012: 219)

Beyaz Kitap’ta, Komisyon, daha çok STK’ların katılımı ve kamusal alan oluşturma işlevlerine odaklanmış, kurumsal yapıları ile demokratik olarak temsil edilip edilmedikleri hususunu göz ardı etmiştir. Kröger’e göre, asıl üzerinde durulması gereken husus budur. STK’ların, AB politikalarının oluşturulmasında etkilerini değerlendirebilmek için, demokratik temsil anlayışlarının geliştirilmesi gerekmektedir.

etmeyen bir işbirliği sürecini içerir. Devlete ya da topluma özel bir rol biçmektense, bireysel, örgütsel ve toplumsal amaçlar izleyen çok sayıda aktörü ve faaliyeti kapsayan oldukça karmaşık bir süreç olarak kavramsallaştırılır. Bu yöntem, kural ve normların ahlaki meşruiyetini arttırmaktadır. Fikir ve kuralların meşruiyetine ikna olduklarında, aktörler bu kurallara gönüllü olarak riayet edecektir. (Risse, 2004: 293) Siyasi ya da toplumsal birimlerin her türü yönetişimin aktörü olabilir. Hükümet, yönetişim sürecinde potansiyel katılmıcılardan yalnızca biridir. Süreçte, bireyler de diğer aktörler kadar önem taşır. Başarılı bir politika, sosyal düzenin ortak yapımcıları olarak rol oynaması gereken bireysel vatandaşların destek ve işbirliğine bağlıdır. Sürece özel aktörlerin de dâhil edilmesi hem sürecin demokratik niteliğini hem de uluslararası sistemdeki kurumsallaşmış işbirliğinin problem çözme kapasitesini arttıracaktır. (s. 288) Bu çerçevede yönetişim, aralarında bir devlet unsurunun da bulunduğu bir toplumun aktörlerinin işbirliği halinde karar alma ve kararları uygulama yeteneği ve koordinasyon biçimi olarak ifade edilebilir.

Yönetişimin amacı, bireysel kazanım maksimizasyonu değil kollektif kayıpların en aza indirilmesidir.

Risse bu çerçevede piyasaların kavramsal yönetişim alanına ait olmadıklarının çünkü piyasaların yönetişim amacı için değil kazancın maksimizasyonu için kurulmuş olduğunun altını çizer. (Aktaran Offe, 2009: 552) “Yönetişim, politik düzeni yaratmak ya da sürdürmenin yoludur ve bu yol, belli bir politik topluluğa hangi seviyede olursa olsun ortak fayda sağlar” diyerek yönetişimin geniş ve kapsamlı bir tanımını yapmaya çalışmıştır. (Risse, 2004: 289) Katılımcıların sadece kendi çıkarlarını gözetmeksizin aynı zamanda politik bir topluluğun üyesi olarak ortak kaygıları yerine getirirken ortak amaca yönelik ve bilinçli şekilde işbirliği yaptığı etkileşim biçimlerinin kurumsallaştırılmasıdır. (Offe, 2009: 556) Bu işbirliği faaliyet çeşitliliğini de içerir. Özetle, yönetişim, daha etkili bir kamu politikası için daha geniş bir çerçevede daha çok katılımlı ve daha meşru bir platform sunar. Kavramın temel mantığı, ortak problemleri belirlemek ve bu problemlere çözüm üretmek için uzlaşı halinde mekanizmalar üreten bir toplumdur. Bu mekanizma, yönetim biçimlerinin etkinliğini ve verimliliğini arttıracak ve genel olarak devlet kapasitesini yeniden tesis edecektir.

45

(Kröger, 2012: 230) Sivil toplum, hesap verebilirlik ve açıklık gibi iyi yönetişim ilkeleri takip edilmelidir. STK’ların içyapısı ve seçimi de demokrasinin teşvik edilmesi amacıyla Komisyon’un dikkate alması gereken önemli unsurlardır.

STK’ların, AB politika oluşturma sürecine katılımlarını teşvik etmenin Birlik’in demokratik niteliğini arttıracağını açık şekilde vurgulayan ‘Avrupa Şeffaflık Girişimi’

bu süreçte önemli bir başka gelişmedir. (Smismans, 2012: 211) Ancak, söz konusu girişim de temsiliyetten ziyade ‘şeffaflık’ kavramına odaklanmıştır. Bununla birlikte, Avrupa Ekonomik ve Sosyal Komitesi, entegrasyon sürecinin demokratik meşruiyetinin sağlanması amacıyla tüm vatandaşların, farklı kimlikleriyle temsil edilebildiği ve Avrupa kimliğinin heterojen doğasını yansıtan bir dizi katılımcı yapı sağlanması gerektiğini vurgulamıştır. Komite ayrıca halkın STK’lar ile özdeşleşmesinin temsili bir hareket olarak algılanabileceğini ve vatandaşların ulusal kimliğinin temsilcisi olarak bilinen AP’nin sunduğu meşruiyeti tamamlayabileceğini belirtmiştir.