• Sonuç bulunamadı

A. Temsil Nedir?

3. Siyasi Temsilin Tarihsel Gelişimi

Temsilcinin pozisyonu temsil edilenden daha karmaşıktır. Temsilci, baskı, talep ve yükümlülükler ağı içinde hareket etmektedir. Her şeyden önce, siyasi temsilcinin yalnızca bir seçmeni yoktur. Çok sayıda insan tarafından seçilir. Binlerce seçmen için faaliyette bulunmak çok daha zordur. Üyeler aynı doğrultuda düşünen aktörler değildir.

Çıkar çatışması olasıdır. Tek bir çıkarı olmayan bir grup insan için hareket eder.

Temsilci nadiren temsil edilenlerin sahip olduğu görüş ve çıkarlar hakkında doğru bilgiye erişme imkânına sahiptir. Buna ilaveten, seçilmiş bir yasa koyucu olan temsilci, seçmenlerini yalnızca herhangi bir iş için ve kendi başına temsil etmemektedir. Bir ulusun ya da devletin yönetiminde, belirli bir görevde ve kurumsallaşmış bir bağlamda diğer temsilcilerle birlikte hareket eder. Öte yandan temsilci yeniden seçilmek ister. Bu çerçevede, siyasi partisine ve çeşitli kamu ve özel grupların çıkarlarına duyarlı olmalıdır. Ayrıca, belirli konularda fikir sahibi olmalıdır. (Pitkin, 1967: 219-220) Dolayısıyla, temsilci üzerinde çok sayıda belirleyici etkilidir. Manin’e göre temsilcinin detaylı sözler vermesi artık daha zordur çünkü faaliyet gösterdiği ortam daha karmaşık bir hale gelmiştir. Aktör sayısı artmış, sorunlar çeşitlenmiştir. (Manin, 1997: 220) Görüldüğü gibi geleneksel anlamda “temsili” olarak adlandırdığımız hükümetlerin gerçek anlamda temsili içerdiği her zaman soruna açık olmuştur. Tüm bunlar göz önünde bulundurulduğunda, belki de siyasi temsil bir efsanedir. Ya da temsil kavramı ideal olan ve gerçekleşen arasında sürekli bir gerilimi ifade eder. (Pitkin, 1967:240) Bu çerçevede idealize ettiğimiz şeyin gerçekten temsil olup olmadığı, temsilin yapısının ve işleyişinin pratikte nasıl çalıştığına bağlı olacaktır.

3. Siyasi Temsilin Tarihsel Gelişimi

Siyasi temsilin hikâyesi ortaçağda başlamaktadır. İngiltere’de daha fazla gelire ihtiyaç duyan kral, feodal bölgeleri ek vergiye bağlamak için buralara delegeler göndermiştir. Temsilin, kraliyet talimatı ve idari bir kontrol mekanizması olarak yukarıdan bir görevle empoze edildiği ve ilk zamanlarda demokrasi ile bir ilgisi

20

olmadığı görülmektedir. Ancak uygulama zamanla halkın şikâyetlerinin delegelerce krala iletildiği bir sisteme dönüşmüştür. Pitkin, bu çerçevede temsilin yavaş yavaş bir görev olmaktan çıkarak hak meselesine dönüştüğünün altını çizer. (Pitkin, 2004: 337) Aynı dönemde, tüm Hristiyan topluluğunu temsil etme çabasında olan Kilise temsil kavramını kurumsallaştırmıştır. Temsil, Hristiyanları bir araya getirmenin bir aracı olarak kullanılmıştır. (Landemore, 2015: 37) Görüldüğü gibi siyasal bir kesimin iktidarının bütün topluluğun temsiline dayanması gerektiği fikri zamanla orta çağda gelişmiştir. Ancak o dönemde temsilciler demokratik olmayan yöntemlerle belirlenmiş, çoğu zaman seçimler bile yapılmamıştır.

Bernard Manin, “Temsili Yönetimin İlkeleri” (The Principles of Representative Government) başlıklı çalışmasında temsili hükümetin tarihsel ve niteliksel gelişimini oy hakkının gelişimi çerçevesinde ele almaya çalışmıştır. (Manin, 1997) Temsili hükümetin kurulduğu sırada seçmeni oluşturan nüfusun oranı ülkeden ülkeye farklılık arz eder. Örneğin, İngiltere'de sadece toplumun üst tabakaları oy kullanabilirken, Birleşik Devletler'de ve Fransa'da oy hakkı daha genele yayılmıştır. Ancak, oy hakkının sınırları on dokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda kademeli olarak ortadan kalkacaktır.

17. ve 18. yüzyıllarda İngiltere’de avam kamarası üyeliği küçük bir sosyal çevreye tahsis edilmiş, seçimler genellikle oybirliği ile gerçekleştirilmiştir. Ülkede aristokratik ve oligarşik doğayı temsil eden temel faktörlerden ilki sosyal durum ve prestijdir. 1710 yılından itibaren etkili olacak bir başka faktör seçilmek isteyenlere mülkiyet şartının getirilmesidir. İç savaş ise dini ve siyasi bölünmeleri derinleştirmiştir.

(s. 97) 17. yüzyılda İngiltere’de gerçekleşen anayasal devrim önemli bir gelişmedir.

Yasama organı üyelerinin belirlenmesinde eleme yoluyla seçim yöntemine geçiş ve böylelikle adaylar arasında artan rekabet demokratik siyasi temsilin oluşumunda büyük rol oynamıştır. Bu devrim, temsili yönetimin inşasında atılan önemli bir adımdır.

(Landemore, 2015: 37)

Fransa’da kurucu meclis İngiltere’ye oranla oldukça geniş bir oy hakkı ile kurulmuştur. Burada aktif vatandaş olarak nitelendirilebilmek için vergi ödemek gerekmektedir. Öte yandan, kadınların, hizmetkârların, fakirlerin, sabit bir yeri bulunmayanların ve rahiplerin oy kullanma hakkı bulunmamaktadır. Fransa’da oy hakkının vergi ödeme şartına bağlanmış olması yoğun tartışmalara yol açmıştır. Vergi ve mülkiyet şartı 1792’de kaldırılacak, oy kullanma yaşının 25’ten 21’e düşürülmesi de

21

ülkedeki seçmen sayısını arttıracaktır. Bununla birlikte, temsili demokrasiye ilişkin en önemli yeniliklerden biri Fransa’da dolaylı seçim sisteminin kurulması oluştur. (Manin, 1997: 100) Seçmenler önce kanton seviyesinde belirlenmiş, belirlenen seçmenler, ikinci aşamada, milletvekillerini seçmiştir.

ABD’de, oy hakkına ilişkin prosedürün farklı olan yanı, oy hakkı yeterliliklerinin federe devletlerce belirlenmesidir. Philadelphia Komisyonu sürecinde tartışma daha çok temsilciler için gerekli olan mülkiyet şartına odaklanmıştır. Ancak anayasada temsilciler için herhangi bir mülkiyet şartının belirtilmemiş olması onu İngiliz ve Fransız modelinden çarpıcı şekilde ayırmaktadır. Philadelphia Sözleşmesi, üyelerin seçimiyle ilgili iki karar daha vermiştir. Temsilciler Meclisinin iki yılda bir seçilmesi bunlardan ilkidir. (s. 107) Tekrarlanan seçimler temsilin demokratik boyutunu oluşturur.

Temsilcilerin sık sık seçime tabi tutulmaları onları erdemli kılmak ve temsilin tiranlığa dönüşmesini önlemek için uygun bir yöntem olarak görülmüştür. Seçimlerin yenilenme beklentisi, görevde kalma arzusuyla birleştiğinde, temsilcilerin halkın çıkarlarına olan bağlılıkları garanti altına alınacaktır. Manin’e göre temsilî yönetimi karakterize eden şey, kamu görevlilerinin seçimlerle belirlenmelerinden ziyade bu seçimlerin tekrar ediyor oluşudur. Çünkü seçimler yalnızca temsilcileri belirlemez, temsil edilenlerin geriye dönük yargıları, gerçekleştirilecek politikaları da yönlendirir. (Landemore, 2015:

39) “Demokratik hesap verebilirlik” konusu ilerleyen bölümlerde ayrıntılı olarak tartışılacaktır. Üyelerin seçimiyle ilgili alınan ikinci karar ise temsilcilerin sayısına ilişkindir. Bu çerçevede her otuz bin kişilik bölgeyi bir kişinin temsil etmesi öngörülmüştür. Bu kararın amacı yönetimde etkinliği sağlamaktır. (Manin, 1997: 107)

Sözleşme taslağının onaylanması sürecinde, federalistler ile anti federalistler arasında yaşanan büyük tartışma önemlidir. Tartışma esnasında, anti federalistler, temsilcinin, kendisini seçenin görüşlerini yansıtması gerektiği konusunda ısrar ederken, federalistler, seçmenin çıkarlarını temsil etmek yönünde en iyi kararı temsilcinin verebileceğini iddia etmişlerdir. Seçmenler ve temsilciler arasında kimlik ya da benzerlik ihtiyacı üzerindeki ısrar anti federalistlerin en çarpıcı özellikleri arasında yer alır. Bu temsil anlayışı 1787’de açıkça yenilgiye uğrasa da politik düşünceye önemli bir katkı sağlamıştır. (s. 129) Temsilcinin tutumuna ilişkin benzer tartışmalara, Pitkin'in geliştirdiği kategoriler kapsamında ayrıntılı şekilde yer verilmiştir. (Pitkin 1967) Philadelphia’da kabul edilen şartlar tüm dünyada temsil edici kurumlara ışık tutmuştur.

Urbinati, Amerikan deneyiminin, temsili kuramlaştırmaktan ziyade cumhuriyetin

22

inşasında kullanılması nedeniyle çok ilginç bir deneyim olduğunu vurgular.

(Landemore, 2015: 39)

Temsilin işleyişinde ve anlamındaki demokratik dönüşüm ve bu yöndeki ilerlemeler, Avrupa ve Amerika’da benzer bir süreç sonucunda gerçekleşmiştir. Temsili hükümetin niteliği değişmiş, temsili kurumlar gelişmiş, evrensel oy hakkı ile oy kullanma hakkı genişlemiş ve temsilciler için zenginlik şartı ortadan kalkmıştır. Tüm yetişkin vatandaşların özgürce seçilmeleri neredeyse tamamen demokrasi ile özdeşleşmiştir. Ancak, temsili hükümet, zaman içinde bazı açılardan daha demokratik hale gelse de, seçenlerin seçilenlerden farklı olması nedeniyle aristokratik niteliğini korumuştur. (Manin, 1997: 132)

Manin’in çoğunlukla somut kurumsal düzenlemelere odaklanmakta ve temsili yönetimin gelişimini oy hakkının gelişimi çerçevesinde ele almakta olduğunu görmekteyiz. Urbinati, bu çerçevede Manin’den farklı bir duruş sergiler ve temsilin kurumsal düzenlemelerin ötesinde demokratik bir süreç olduğunu vurgular. Bu çerçevede, temsilin demokratik karakterinde yaşanan dönüşmü analiz edebilmek için Manin ve Urbinati’nin “temsilin doğası”na ilişkin yaklaşımlarını incelemekte fayda görülmektedir.