• Sonuç bulunamadı

Avrupa entegrasyonun arkasındaki itici güç, Avrupa’daki kanlı savaş tarihini sona erdirmek ve Almanya’yı kontrol altına almaktı. Bunlara, Avrupa’nın ekonomik birlikteliğine ilişkin bir ilgi eklendi. Ortak pazarın oluşturulması ve parasal birliğin sağlanmasıyla sonuçlanan ekonomik birlikteliğe yönelik destek, öyle görünüyor ki, siyasi birlikteliğin sağlanması açısından yetersiz kaldı.

İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından, Avrupa’daki siyasi birlik hedeflerini daha ileri götürecek projenin taslağını hazırlayan “ilk Avrupalılar”ın beklentileri ile bugünkü Avrupalıların hedefleri arasındaki makas açılmıştır. Bu anlamda, anayasa, yalnızca süreci hızlandırmak ve yönlendirmek için katalizör görevi görmektedir. Ancak anayasal çözüm tek başına yeterli değildir. İki yüz yıllık uygulamalı anayasal deneyimden görüldüğü üzere, artık anayasal çözüm problemlerin üstesinden gelememektedir. Bugün, ekonomik refahın ötesine geçen daha geniş bir perspektife ihtiyaç vardır. Gelişmiş ekonomik entegrasyon ile siyasal entegrasyonun hızı arasındaki uyuşmazlık, ancak, daha yüksek seviyede siyasi özgürlükleri teşvik eden bir politika ile aşılabilir. (Habermas, 2002: 58)

Habermas, Avrupa siyasetinin daha derin bir demokratik entegrasyonla çözülmesini gerektiren dört politik zorluktan bahseder. Bunlardan ilki Birlik içerisinde iktidar ilişkilerindeki dengesizliktir. Almanya’yı kontrol altına almak amacıyla yola çıkan Birlik, bugün Almanya’nın demografik ve ekonomik hâkimiyetine sahne olmaktadır. Öte yandan bu dengesizlik finansal kriz sürecinde, krizden etkilenen ülkelere uygulanan anti demokratik yaptırımlar ile açık şekilde kendini göstermiştir.

Üye ülkeler arasında var olan dengesizlik güven problemine yol açmaktadır. Bu durum ancak daha güçlü bir entegrasyon ile çözülebilir. İkinci politik zorluk post-emperyalist Avrupa'nın birçok ülkesinde siyasi kültüre yönelik algılanan tehdittir. Üye ülkelerin siyasetinde sağ kanat popülizmin yükselişi, yabancı düşmanlığı ve milliyetçilik başta Avro bölgesi olmak üzere Avrupa’nın genelinde önemli bir güç kazanmıştır. Ortaya çıkan bu durum Avrupa’nın en temel değerlerinin de ihlali anlamına gelmektedir.

Avrupa’da milliyetçi bir bölünmeyi önlemenin tek yolu entegrasyon sürecini

74

demokratik bir yolda sürdürmektir. Genel kanıya göre, Avrupa artık dünya siyasetindeki rolüne ayak uyduramamaktadır. Birlik’in uluslararası meselelerde ve dünya siyasetinde bağımsız bir rol oynaması gerektiği fikri tüm üye devletlerde eşit etkiye sahip olmamasına rağmen şekillenmiş ancak kök salamamıştır. Bu üçüncü zorluktur.

Habermas, bu çerçevede, Birlik’in tüm üyelerinin, insancıl öz amacı feda etmeden eşgüdüm halinde hareket etmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Son olarak, Avrupa, elde edilen pek çok kazanımın mimarı olarak görülmektedir. Ancak bugün refah devletinin kazanımlarının parçalandığına şahit olmaktayız. Ortak ekonomi ve tek para birimi ideali, herkes için daha fazla refah vaadiyle yola çıkmıştı. Bugün, sosyal uçurum giderek derinleşmektedir. Bu kapsamda, krizin üstesinden gelebilmek için dayanışmaya dayalı politikalara ve kurumsal bir reforma ihtiyaç duyulmaktadır. (Habermas, 2015:

548)

Avrupa bir pazar olmaktan çok daha fazlasıdır ve tarihsel boyutları olan sosyal bir modeli sembolize eder. Avrupa kimliğinin merkezinde, sonuçların değil, acı veren öğrenme süreçlerinin doğası yatmaktadır. Avrupalılar, deneyimlerinden, düşmanlık ve rekabetle baş etmeyi ve zorluklara karşı üretken bir tutum sergilemeyi öğrenmişlerdir.

Bu anlamda, Avrupa ulus devletlerinin ortaya çıktığı tarihsel süreçten öğrenilmesi gereken çok şey vardır. Bu çerçevede, ulusal demokratik devletin en büyük başarısı, tamamen yeni ve gerçekten soyut bir hukuk dayanışması yaratan ulusal vatandaşlığın kazanılması olmuştur.

Bazılarına göre, vatandaşlığın ulus devletin ötesinde geliştirilmesi, ortak bir dil, tarih ve siyasi kültür gibi bazı ön koşulların eksikliği nedeniyle imkânsızdır. Başka bir deyişle, bu tezin temel fikri, yaşayabilir vatandaşlığın demos’un varlığına bağlı olduğudur. (Olsen, 2013: 3) Avrupa düzeyinde ortak bir dil, tarih ve siyasi kültür bulunmadığından ‘demos’ oluşamamıştır. Bu konudaki çıkarımlar söz konusu gerekçelerle ortak bir Avrupa kamusal alanının yaratılamayacağı yargısı ile sonuçlanmıştır. Curtin’e göre temel sorun, Avrupa üzerine görüş, irade ve kanı oluşturma çabalarındaki niyet ve örgütlenme eksikliğinde yatmaktadır.22 Bu çerçevede AB’nin gerçek bir siyasal birlik olabilmesi için ihtiyaç duyulan, ortak örgütlü bir irade ve bu iradenin oluşması için gerekli ortamın sağlanmasıdır.

22 Aktaran Çelebi, 2002: 110

75

Bu açıdan baktığımızda, “vatandaşlar ulusu” olarak adlandırdığımız şey, ortak kökenler, dil ve tarih ile karakterize edilen, ortak bir kaderle birbirine bağlı bir toplulukla karıştırılmamalıdır. Ortak bir dil ve yaşam biçimi, bilinçlendirme sürecini kolaylaştırmış olsa da yeterli değildir. Aksine, bu süreç, ulusal bilinç ve demokratik yurttaşlık anlayışının karşılıklı olarak istikrara dayalı bir temel oluşturduğu bütünün bir parçasıdır. Bu bilinç ve dayanışma biçimini oluşturan yurttaşlık kavramının ulus devletin sınırlarında durmasının hiçbir nedeni bulunmamaktadır. (Habermas, 2002: 60)

Böylesi bir kimlik oluşumunun, bir ülkenin kendi ulusal sınırlarının ötesine yayılabilmesi için gerçekleştirilmesi gereken gereklilikler bulunmaktadır. Bunlardan ilki Birlik düzeyinde temsili sistemin daha demokratik hale getirilmesidir. Temsil, çağdaş demokrasilerin olmazsa olmazı aynı zamanda en sorunlu alanıdır. Demokratik meşruiyet krizi esasında bir temsil sorunudur ve aşılması gerekmektedir. Yiğit, AB’nin supranasyonel bir oluşum olmakla birlikte, karar organlarının büyük oranda temsili demokrasiye dayanıyor olmasının, Birlik’in demokratik meşruiyeti konusunda kaygılara neden olduğundan bahseder. (Yiğit, 2009: 109) Entegrasyon zaman içinde üye ülkelerin belli konularda ulusal yetkilerini Birlik düzeyine devrettikleri bir oluşumu ifade etmektedir. Bu oluşum, demokrasi modelini de üye ülkelerden almıştır ancak söz konusu modelin Birlik’in siyasi temsil sistemi için yetersiz olduğu görülmektedir.

İkinci olarak bir Avrupa sivil toplumunun oluşturulması gerekmektedir. Karar verme sürecinde sivil toplum katılımını arttırmak, demokratik meşruiyeti sağlama ve Avrupa kimliğini oluşturma çabalarında önemli bir yol olarak değerlendirilmektedir.

Halkın iradesinin oluşmasına katkıda bulunmak için bir araç olarak kabul edilir ve karar alma sürecinin demokratik kalitesini zenginleştirir. Sivil toplum katılımı, özellikle 1990'ların sonlarından itibaren, Birlik’in geleceği ile ilgili kararların alınmasında bir araç olarak daha fazla dikkat çekmeye başlamıştır.

Son bir husus, Avrupa çapında siyasi yönelimli bir halkın kurulmasıdır. Avrupa meselelerine ilgili ve Birlik adına alınacak kararları etkileyebilme kabiliyetine sahip bir Avrupa halkının yaratılması hem demokratik meşruiyetin sağlanmasına katkıda bulunacak hem de Avrupa kimliğini güçlendirecektir. Böylelikle politik bir kültür yaratılmış olur. (Habermas, 2002: 60) Avrupa halkları AB düzleminde, AB’yi ilgilendiren konuların tarafı olmadığı, bu konularda akıl yürütmediği, bu konuları aktif bir müzakereye tabi tutmadığı sürece demokrasi eksikliği giderilemeyecektir. (Çelebi,

76

2002: 89) Avrupa sadece küreselleşmenin etkileri altında parçalanacak başka bir pazar haline gelecektir.

Habermas, Avrupa Birliği halkları ve Avrupa vatandaşları şeklinde çifte egemenliğe dayalı bir oluşum önermektedir. Kurucu otorite bir tarafta Avrupa'nın vatandaşlarından, diğer tarafta katılımcı ulus devletlerin farklı halklarından oluşacaktır.

Bir tarafın çıkarları diğer tarafa hitap edebilmelidir. Bu durumda, Avrupalı vatandaşlarla Avrupa halkları arasındaki ilişki sürecin kendisini şekillendirecek, denge kendiliğinden oluşacaktır. İki anayasal-kurucu kurum arasındaki rekabet politika seviyesine yansıyacaktır. Avrupa Parlamentosu, yasama girişimi önerme hakkını kazanmak zorunda kalacak ve her iki meclisin de onayını gerektiren "olağan yasama usulü" adı verilen sözleşme, tüm politika alanlarına genişletilecektir. Ortaya çıkacak ulusüstü yapının üye devletler ile ulusüstü federasyon arasındaki hiyerarşik ilişkinin bozulmayacağı şekilde inşa edilmesi gerekecektir. Birlik’in ulusüstü bir düzene dönüşmesi ile devletlerin eşitliği ve vatandaşların eşitliği ilkeleri eşit şekilde ele alınacaktır. (Habermas, 2015: 551) Habermas, böylesi bir oluşumu yalnızca daha entegre bir Avrupa çözümünde görmektedir. Söz konusu meşruiyet açığı, ancak çekirdek Avrupa oluşumu ile aşılabilir.

Habermas, bir 'Avrupa halkı' yaratmanın aşılmaz bir engel olmadığını düşünmektedir. Bunun için bir Avrupa kamusal alanına ihtiyaç duyulmaktadır, ancak, bu yeni bir anlam ifade etmemektedir. Aksine, ulusal kamusal alanların mevcut altyapısı, Avrupa çapında iletişim için yeterlidir. Habermas’a göre, ulusal arenaların sadece birbirlerine açılması gerekmektedir. Mevcut ulusal medya, karmaşık bir çeviri görevini yerine getirmek şartıyla Avrupa kamusal alanını üretebilir. Öte yandan, çok farklı dil topluluklarını bir araya getiren trans-dil vatandaşlığı bulunmaktadır. (s. 553)

Özetle, bölümün başında da değinildiği gibi, demokratik meşruiyet açığının belli başlı nedenleri bulunmaktadır. Grimm’e göre başlıca neden, ‘Avrupa vatandaşlığı’

kurumunun tam anlamıyla gelişmemiş olmasıdır. Çözüm ise ancak daha güçlü bir entegrasyonla mümkündür. AB siyasi birlikteliğinin sağlanması için Avrupa düzeyinde

“vatandaşlık” kavramının içi doldurulmalıdır. Bu çerçevede, gerçekleştirilmesi gereken, kitlelerin siyasal olarak harekete geçirilmesidir. Bu amaçla, farklı ulus vatandaşlarının, paylaşılan federal konularda politik kararlar alırken ortak bir bakış açısı kazanmaları sağlanmalıdır. Grim, ortak çözüm doğrultusunda seçimlerin Avrupalılaştırılması

77

gerektiğinden bahseder. Ayrıca karar alma mekanizmalarının şeffaf ve söylemlerin halka açık olması gerekmektedir. Bunların yanısıra, çok kanallı sosyal bir siyasi tartışma platformuna ihtiyaç duyulmaktadır.23