• Sonuç bulunamadı

Tayy-ı Mekân (Bir Anda Çok Uzak Mesafeleri Kat Edebilme)

BOLU VE DÜZCE TÜRBELERİ/YATIRLARI ETRAFINDA OLUŞAN ANLATMALARDAKİ KERAMET MOTİFLERİ

2.1. Velinin Kendi Bedeninde Cereyan Eden Keramet Motifleri

2.1.1. Tayy-ı Mekân (Bir Anda Çok Uzak Mesafeleri Kat Edebilme)

Zaman ve mekânı insanüstü bir kuvvetle geçmek, zamanda ve mekânda yol almak mânâsına gelen tayy-ı zaman ve tayy-ı mekân, menkıbelerde sık başvurulan bir keramet motifidir. Kısa mesafeden, uzak mesafelere gidip gelme, tasavvufta tayy-ı mekân ve tayy-ı zaman olarak ifade edilir. Bu durum, genellikle velinin Mekke’ye, Medine’ye, Şam’a gidip gelmesi olarak karşımıza çıkar (Aday, 2013: 263).

Tayy-ı mekân motifi, genel olarak velinin kutsal topraklara gitmesiyle ün salan bir motiftir. Ancak Anadolu Türk efsanelerinde savaş, kıtlık gibi zor dönemlerde veliler kerametlerinde bu motife yer vermiştir. Kimi zaman Çanakkale Savaşında savaşan askere kimi zaman da dağda aç kalan çobana yardım eden veliler bu motifi alışılagelmişin dışında kullanmışlardır.

Bu motif gerek Sünnî gerek Bektaşî menâkıbnamelerinde oldukça sık kullanılagelmiştir. Köken itibarıyla baktığımız zaman ise mitolojik kaynaklı olmakla beraber asıl olarak Kur’an-ı Kerim kaynaklı motifler arasında da gösterilmektedir. Eski Türk dininde şamanların uzak mesafeleri kısa sürede aştığı söylenmektedir. Şaman ve suyla insanın yerdeki muhafızıdır. Suyla, at gözlüdür (at karaktuu Kaa-Suyla) bu sebeple otuz günde ulaşılabilecek uzaklıktaki yerleri bile görebilmektedir (Anohin, 2006: 14). Kur’an-ı Kerim’de ise tayy-ı mekân olarak düşünebileceğimiz ayetler şunlardır:

“Ben onu, sen gözünü açıp kapamadan önce sana getiririm.” dedi. (Süleyman A.S) böylece onun yanında (önünde) durduğunu görünce: Bu Rabbimin bir fazlıdır (lütfudur), ben şükredecek miyim yoksa küfür (nankörlük) mü edeceğim diye beni imtihan etmek için. dedi. Ve kim şükrederse sadece kendi nefsi için şükreder. Ve kim küfrederse o taktirde muhakkak ki benim Rabbim Gani’dir, Kerim’dir.” (Nelm, 27/40)

“Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” (İsra 17/1)

Tayy-ı mekân, pîrlerin, evliyaların yüceliğine işaret edilen motifler arasında gösterebileceğimiz en kuvvetli unsurlardandır. Halk arasında yaygın olan “Şeyh uçmaz, mürit uçurur!” sözünde velilerin aslında uçamadığına işaret edilmektedir. Buna rağmen bilinenin

86

aksine şeyhlerin uçabildiğine, uzak mesafeleri kısa zamanda alabildiğine dair yaygın bir inanç vardır (Kartal, 2017: 115).

Tayy-ı mekân motifi Tezkiretü’l-Evliya, Menâkıb-ı Sipehsalar, Menâkıbu’l Arifîn, Keramât-ı Ahi Evran, Menâkıb-ı İbrahim Gülşenî, Menâkıb-ı Kemali Ümmî, Menâkıb-ı Hacı Bektaş-ı Veli, Vilâyetnâme-i Seyyid Ali Sultan, Menâkıb-ı Kaygusuz Baba, Vilâyetnâme-i Otman Baba ve Türk destani mahsulleri olan Tezkire-i Saltuk Buğra Han, Kitab-ı Dede Korkut, Ebu Müslimnâme, Battalnâme ve Saltıknâme gibi önemli eserlerde karşımıza çıkar (Ocak, 2015: 109-125).

Tayy-ı mekân motifi Anadolu’nun pek çok bölgesinde anlatılan dinî konulu efsanelerde kendine yer bulmuştur. Örneğin Tunceli’de Munzur Baba, Ağrı’da Mehmet Dede, Kahramanmaraş’ta Ökkeş Dede, Gaziantep’te Memik Dede, İzmir’de Lokman Dede, Malatya’da Hoca Yusuf, Sivas’ta Kara Fakı, Yozgat’ta Aliyar, Adana’da Hacı Efraim Devletlü ve Balıkesir’de Fariğ Emine gibi şahıslar etrafında anlatılan menkıbelerde bu motifi görmek mümkündür.

Bolu ve Düzce türbelerindeki tayy-ı mekânla ilgili tespitlerimiz şunlardır:

Ayakkabı tamirciliği yapan Eskici Baba cemaatle namaz kılmadığı için dönemin kadısına şikâyet edilmiş. Kadı zaptiyeleri göndermiş. Eskici Baba’ya giden iki zaptiye, durumu kendisine anlatmış. Eskici Baba neden namaz kılmadığını anlatmak için, zaptiyelerden gözlerini kapatmasını istemiş. Zaptiyeler gözlerini açtıklarında kendilerini Mekke-i Mükerreme’de Kâbe’nin yanında bulmuşlar (Eskici Baba/Bolu-Merkez).

Kemal Ümmî’nin oğlu Sinan Mekke’ye gitmek için bir gemiye biner. Hava değişir ve denizin dalgaları coşmaya başlar. Sonunda gemi batar. Sinan boğulmak üzereyken babası aniden gözüküp onu boğulmaktan kurtarır ve gözden kaybolur (Ümmî Kemal Türbesi/ Bolu- Tekke Işıklar Köyü).

Kemal Ümmî’nin oğlu Sinan zor durumdadır, işkence görür. Gözlerine mil çekeceklerdir. Çaresizlik içinde ağlar. Birden babası Kemal Ümmî Hazretleri karşısına çıkıverir “Gözünü yum beri gel.” der ve sonra onu anlamadığı bir şekilde tutup Kâbe’ye bırakır. Gözlerini açtığında kendini Kâbe’nin yanında bulur (Ümmî Kemal Türbesi/ Bolu- Tekke Işıklar Köyü).

Arabistan coğrafyasına ticaret (farklı kaynak şahsımıza göre ise hac) için giden Göynüklü zat işi bittikten sonra kervanını kaçırır veya kaybeder. Ne yapacağını, nasıl gideceğini düşünürken cami önünde bir ayakkabıcı; “Sabah namazında hocanın arkasında

87

yeşil sarıklı biri var, o seni memleketine götürür.” diye söyler. Sabah o kişiyi bulur. Ancak yeşil sarıklı kendisinin böyle bir şey yapamayacağını söyleyerek reddeder. Ertesi gün ısrarı üzerine yeşil sarıklı “Gözlerini yum.” der ve o şahsı Göynük’e getirir (Debbağ Dede/Göynük).

Osmanlı dönemindeki bir savaşta düşman birliklerince sarılan bir grup Türk askeri esir düşmek üzereyken aniden yetişen yağız atlı, mert bir yiğit, düşman çemberini yararak askerlerimizi kurtarmış. Askerlerin beyi, yiğide kim ve nereli olduğunu sormuş, o da adının Karaarslan olduğunu ve Mudurnu’dan geldiğini söylemiş (Karaslan Veli Hz./Mudurnu).

Şeyh-ül İmran, köy ahalisinden birinin odunlarını satın alırmış. Bir gün köy ahalisi “İmran odunları benden ucuza alıyor.” diyerek satmak istememiş ve başka bir yere götürmek üzere yola çıkmış. Yoldayken odunları devesinden aşağı uçmuş ve öküzleri de ölmüş. İmran aniden bu zatın karşısına çıkarak hem odunun parasını hem de öküzün parasını vermiş (Şeyh-ül İmran/Mudurnu).

Yabalı Dede bir gün harmanda yabasıyla buğday savururken Çanakkale’de Müslüman askerlerin zor durumda olduğunu hisseder ve Çanakkale’ye gidip savaşmayı arzu eder. Gözlerini kapattığında Allah’ın ilahi kuvvetiyle kendisini tam savaşın ortasında bulur. Yabasıyla düşmana saldırarak çoğunu telef eder ve Müslümanları bu zor durumdan kurtarır (Yabalı Dede/Çilimli). Benzer bir menkıbe Eğirdir’in Sorkuncak köyünde Tiryaki Koca hakkında anlatılır. Bu ihtiyar Çanakkale savaşı sırasında “Din kardeşlerim kırılıyor” diyerek elindeki yabasıyla bir anda Çanakkale’ye gider. Düşmanla savaşır, o esnada yabasının iki dişi kırılır. Savaşta onu tanıyan biri, kırılan parçaları alarak savaştan sonra köye getirir. Tiryaki Koca’nın Çanakkale’de savaştığını söylerse de kimse ona inanmaz. Asker yabanın kırılan parçalarını gösterince Tiryaki Koca’nın sırrı ortaya çıkar ve ölür (Göde 2010: 388).

Hasan Dede, Hacı Kadir adlı zengin bir şahsın manda çobanlığını yapmaktaymış. Hacı Kadir bir gün hac vazifesini yapmak için kutsal topraklara gitmiş. Hacı Kadir gittikten sonra hanımı bir gün yemek yapmış ve Hasan’a “Ağan bu yemeği çok severdi.” demiş. Bunun üzerine Hasan yemeği beze sarmış ve mandalarını da yanına alarak kıra gitmiş. Hacı Kadir hacda namaz kılarken bu yemek önüne gelmiş. Hacı Kadir tabağının ve bezin kendilerine ait olduğunu anlamış. Hacı Kadir hacdan döndükten sonra hanımına yemek tabağını ve bezi göstererek “Bu yemeği önüme koyulduğunda buharı tütüyordu, bunu bana kim getirdi.” demiş. Hanımı da yemeği Hasan’a yaptığını söylemiş (Hasan Dede Türbesi/Çilimli). Bu menkıbenin çok benzerine Gaziantep yöresinde Memik Dede etrafında anlatılan menkıbede rastlamaktayız (Sakaoğlu, 2013: 275-277). Bu örnekleri daha da çoğaltmak mümkündür.

88

Ancak burada şu durumu belirtmekte fayda var; gerek bizim tespit ettiğimiz Hasan Dede etrafında anlatılan menkıbede gerekse Gaziantep yöresinde Memik Dede etrafında anlatılan menkıbede ortak paydalar vefa duygusudur. Nitekim ağaları hacda olan her iki çoban da kendilerine yapılan iyiliklere karşılık olarak bu olağanüstü özelliği göstermişlerdir.