• Sonuç bulunamadı

Başını Kaybetmesine Rağmen Ölmeme

BOLU VE DÜZCE TÜRBELERİ/YATIRLARI ETRAFINDA OLUŞAN ANLATMALARDAKİ KERAMET MOTİFLERİ

2.1. Velinin Kendi Bedeninde Cereyan Eden Keramet Motifleri

2.1.6. Ölüm Sırasında ve Sonrasında Fevkalâde Hallerin Zuhuru

2.1.6.1. Başını Kaybetmesine Rağmen Ölmeme

Toprağın vatan hâline gelmesi çok önemli bir maceradır. Tarih ilmi bu macerayı elde edilen gerçek bilgi ve belgelerle ortaya koymaya çalışır. Fakat bunun bir de millet muhayyilesindeki akisleri vardır. Millet bu macerayı nesilden nesile aktarırken olayları çok mu değiştirir, abartır; yoksa bu olayların bizzat kendileri mi olağanüstüdür; bilinmez. Her ne hâl ile olursa olsun, kabul etmek gerekir ki toprağı vatanlaştıran insanlar sıradan insanlar değildir ve nihayet toprağın vatanlaşması gerçek olağanüstü bir olaydır (Sarıkaya, 2005: 47). Velilerin savaşlarda yardım etmeleri ile ilgili olarak anlatılan efsaneler, her ne kadar savaş efsaneleri gibi görünse de burada dikkat çekilmek istenen nokta velilerin kerametleri olduğu için, savaş efsaneleri olmaktan çok dinî efsanelerdir (Dülger, 2014: 78).

Hem yazılı hem de sözlü kaynaklarda bilinen motif, modern edebiyatımıza da konu oluşmuştur. Ömer Seyfeddin'in Başını Vermeyen Şehit adlı hikayesi bunun güzel bir

101

örneğidir. Genellikle kalelerin fethi sırasında oluşan motif İstanbul (Ulubatlı Hasan), Bağdat (Genç Osman), Kars (Celal Baba), Konya (bir asker), Magosa (Canbulat Paşa) kalelerine bağlı olarak anlatılmıştır. Ana motif, metinlerde de görüleceği gibi komutanın (askerin) başının kesilmesine karşılık savaşa devam etmesidir (Alptekin, 2012: 112).

Türklerin Anadolu’yu fetihleri sırasında başı gövdesinden ayrılan bir kahraman, kellesini koltuğunun altına alarak mücadelesine devam eder. Kesik başıyla birlikte mücadele eden velinin sırrı, görüldüğü zaman son bulur ve veli ölür. Bu motife Anadolu’nun hemen hemen her yerinde rastlamak mümkündür. Bunun yanı sıra kesikbaş motifinin en fazla işlendiği tür kahramanlık konulu dinî efsanelerdir. Bu efsanelerdeki kişiler halk tarafından alperen veya veli olarak nitelendirilir. Bu zatlar, genellikle bulunduğu toprakların fethi sırasında savaşırlar. Mücadele sırasında başları kopmasına karşın savaşmaya devam ederler. Bu başlık altında akla ilk gelen ve en eski anlatı Dâsıtan-ı Kesikbaş’tır.

Kesik bir baş ya da başsız bir gövde şeklinde oluşan anlatılar, başta Anadolu olmak üzere Ortadoğu, Balkanlar ve Orta Asya’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyanın türbeleri etrafında hayat bulmuşlardır. Kesikbaş motifli anlatılar sadece İslamiyet’te değil Hristiyanlık dini ve daha eski kültürlerde de olduğu tespit edilmiştir. Anadolu’da doğrudan adı Kesikbaş olan efsanelerin yanında adı farklı olmasına rağmen Kesikbaş motifli çok sayıda türbeye bağlı efsane oluşmuştur. Bu tür efsanelerle Türkiye’nin hemen hemen her şehrinde karşılaşmak mümkündür (Ocak, 2015: 54).

Aynı motifin Hristiyanlar arasında da yoğun olarak işlendiği bilinmekte ve bunun temelinde de Hz. Yahya’nın başının kesilmesi olayı bulunmaktadır. Bu efsanenin Hristiyanların yanında Müslümanlar arasında da kolay kabul görmesinin nedeni olarak ise Hz. Yahya’nın Peygamber olmasıdır (Demir, 2011: 79-81).

Orta Asya’dan Balkanlar’a kadar devamlı savaşarak ilerleyen alperenlerin oluşturduğu kahramanlık efsanelerinde yaygın görülen bir motif olan (Ocak, 1998: 8) kesikbaş kültünün yer aldığı edebi metinlere ve inanmalara Anadolu, Balkanlar ve Türkistan coğrafyasında rastlamak mümkündür. Kesikbaş motifi sadece Türk topluluklarının değil Avrupa coğrafyasındaki Hristiyan toplulukların edebî metinlerinde ve inanmalarında da yer alır (Peker, 2015: 228). Örneğin; Alphonse Mingana “Vaftizci Yahyanın Yeni Bir Hayat

Hikâyesi” adlı yazısında olayı şöyle anlatır: “Fakat aniden Kutsanmış Yahya’nın başı tepsiden

yükselen saçlarıyla kilitlerinden kurtuldu ve önceden kral ve üst düzey yöneticilerin bulunduğu eğlence odasının ortasına uçtu. Bu birkaç dakikada evin tavanı açılmıştı ve Yahya’nın başı havaya uçmuştu.” (Mingana: 2016, 252).

102

Anadolu coğrafyasında kesikbaşla ilgili efsanelerin kaynağı her ne kadar dinî kökenli olsa da gerek derleme yaptığımız bölgelerde gerekse diğer bölgelerdeki efsaneler çoğunlukla savaşları ve fetihleri anlatan kahramanlık konulu efsanelerdir. Örneğin; Muğla’da Boğazağzı’nda çıkan savaşta düşen kellesini koltuğunun altına alıp savaşan Himmet Baba (Demir, 2013: 70), Erzurum’un Oltu ilçesinde yalnız yaşayan ve bölgesini düşmana karşı savunurken kellesi koltuğunda savaşan Nusur-i Zennu (Demir, 2013: 196), Ermeni mezalimine karşı savaşırken kellesini kaybedip savaşmaya devam eden Celal Baba (Demirtaş, 2013: 87), Isparta’nın düşman işgaline uğradığı sırada kellesini koltuğuna alarak savaşan Âşık Dede ve Fethi Bey (Göde, 2010: 296), Diyarbakır’ın Müslümanlar tarafından fethi sırasında kellesi koltuğunda savaşan Sultan Sa’saa ve Caferi Tayyar (Helimoğlu Yavuz, 1993: 68), Akçakale’de kafirlere karşı kellesi koltuğunda savaşan Şemunel Gazi (Karadavut, 1992: 38), gibi birçok alp-erenin menkıbesi Kesikbaş motifli anlatmalardır.

Araştırma yaptığımız bölgelerde kesikbaş motifine iki türbede rastladık. Türbelerde bulunan velilerin yukarıda bahsettiğimiz gibi yaşadığı bölgeyi düşmana karşı savunurken bu kerameti ortaya çıkmıştır.

Karaaslan, Mudurnu’nun fethi sırasında, başı gövdesinden koparılarak şehit edilmiştir. Kahraman ve cesur Karaaslan, kopan başını koltuğunun altına alarak şimdiki mezarının bulunduğu yere kadar gidebilmiştir (Karaaslan Veli Hz./Mudurnu).

Yine aynı zat hakkında anlatılan başka bir anlatı ise şu şekildedir: Mudurnu Hisar Kalesi’nde çok eski dönemlerde Rumlar varmış. Karaaslan bu Rumlar ile savaşa tutuşmuş. Kalabalık Rum askerleri Karaaslan’ın etrafını çepeçevre kuşatıp şehit etmişler. Karaaslan düşmana yine teslim olmamış. Kellesini koltuğunun altına alıp savaşmaya devam etmiş. Rumlar kelle koltukta savaşa devam eden Karaaslan’ı görünce çil yavrusu gibi dağılıp kaçmışlar (Karaaslan Veli Hz./Mudurnu). Saha çalışmasında tespit ettiğimiz bu menkıbenin benzer bir varyantı Kars Kalesi’nin girişinde türbesi bulunan Celâl Baba hakkında anlatılmaktadır. İki menkıbe birbirine oldukça çok benzemektedir. Menkıbeye göre; Ermeni Harbî esnasında Celâl Baba, Kars Kalesi’nin kapı muhafızı olarak vazife alır. Ermeniler Karadağ istikâmetinden kalabalık bir ordu hâlinde kaleye taarruza geçerler. Celâl Baba da saatlerce çarpışır. Sonunda biri Ermeni, bunun arkasından gelerek başını gövdesinden ayırır. Başının yere düştüğünü anlayan Celâl Baba hemen onu koltuğunun altına alır ve düşmanla döğüşmeye devam eder. Bu durumu gören düşman kaçmaya devam eder. Bu durumu gören düşman kaçmaya başlar, şehre hâkim olamadan çekilip giderler (Sakaoğlu, 2011: 251-252).

Çalışma sahamızda derlediğimiz bir diğer menkıbe ise Muhab Dede hakkında anlatılmaktadır. Menkıbeye göre; Cenevizliler Müslümanları yenmek için ellerinden geleni

103

yapmaktaymış. Bir gün savaş esnasında Muhap Dede, tek başına yalın kılıç yürümüş düşmanın üstüne. Hepsini tek tek öldürürken kendi de bir kılıç darbesi yemiş, başı gövdesinden ayrılmış, kesik başını koltuğunun altına alarak savaşmaya devam etmiş. Cenevizliler korku içinde donakalmışlar. Düşmanı kovalarken diğer Müslümanlar Muhap Dede’yi görmüş, Muhap Dede o anda yere yıkılmış ve ruhunu teslim etmiş. Mezarı da düştüğü yere kazılmış (Muhap Dede Türbesi/Gölyaka).