• Sonuç bulunamadı

TÜRKLERİN İSLAMİYET’TEN ÖNCEKİ İNANÇ SİSTEMLERİNE KÜLT MERKEZLİ BİR YAKLAŞIM

1.4. Bolu ve Düzce Türbe ve Yatırlarında Tespit Edilen Kültler

1.4.5. Dağ-Tepe Kültü

Dağlar ve tepeler, tarihin bilinen en eski devirlerinden beri yükseklikleri, gökyüzüne yakınlıkları sebebiyle insanların nazarında ululuk, yücelik ve ilâhilik timsali olarak kabul edilmiş, bu nedenle insanüstü varlıkların, ilâhların mekânı olarak düşünülmüştür (Ocak, 2015: 114). Yunan mitolojisinde Olimpos Dağı’nda on iki Tanrı’nın yaşadığına inanılması (Can, 1970: 23), Uzak Doğu mitolojilerinde dağlara dua edilmesi (Bruhl, 2006: 157) dağların kutsallığını gösteren örneklerden bazılarıdır.

İnsanlar tarihleri boyunca pek çok dağı kutsal olarak görmüşlerdir. Yunan kültüründe

Olimpos, Filistin Yahudilerinde Tur-i Sina, Müslümanlarda Arafat, Hintlilerde Himalaya, eski

Moğollarda Burkhan-Haldun, Hristiyanlıkta Zeytin Dağı gibi örneklerini daha da çoğaltabileceğimiz mekânlarda dağ kültüne ulaşabiliriz.

Dağlar sadece içinde var olduğuna inanılan kuvvetli ruhtan dolayı kutsal sayılmamış, büyüklüğüyle yer altı ve yer üstü unsurlarını birleştiren mitolojik bir varlık olarak da algılanmıştır (Artun, 2017: 27). Dünyanın oluşumuna ilişkin anlatılarda evren, dünya yaratılırken gök, yer ve yer altı (Tanrılar, insanlar ve ölüler) birleşir. Bunları bir araya getiren dağ, ağaç, birer temel direk, merkez ve kökenin simgesi olarak yorumlanır (Eliade, 1991: 30-38).

66

Yeryüzünden göğe doğru bir yolculuğu ifade eden dağlar insanları Tanrı’ya yaklaştıran bir araç olarak kabul edilmiştir. Tanrı’nın göklerde ikamet ettiğine inanılan dinlerde, dağların zirveleri Tanrı’ya en yakın noktalardır. Ritüellerdeki dağa tırmanış kutsal bir yükselişle Tanrı’ya ulaşmayı ifade eder. İnsanların dikkatini çeken pek çok yüksek dağ, toplumlar tarafından kutsallaştırılmıştır. Bu hususiyetleri barındıran dağlar, benzerlerinden ayrılmıştır (Roux, 1999:124).

Eski Türk mitolojik inanç sisteminde dağ, tepe, orman, dere ve ağaç gibi yerler

Mitolojik Yer Ana kavramına dâhil edilmektedir. Doğada her bir nesnenin iyesinin bulunması

ve onların her birinin farklı özelliklerinin olması dağ kültünde de görülmektedir. Nitekim dağlar ve tepeler sadece kendi iyelerinin değil, aynı zamanda diğer ruhların da barındığı kutsal mekânlar olarak da kabul edilir (Bayat, 2012: 222). Dolayısıyla dağ kültü eski Türk inanç sisteminde çeşitli ritüellerin yapıldığı kutsal mekânlar olarak bilinir ve kabul edilir.

Tarihte hemen her milletin mukaddes bir dağı veya tepesi olmuştur (İnan, 2013: 48). Eski Oğuzlarda her boyun, her oymağın kendine özgü kutsal dağı vardı. Bu dağa, kut dağ denirdi. Söz gelimi Göktürklerin kutsal dağı ve ormanı Ötüken dağı ve ormanıdır (Birdoğan, 1998: 60). Orhun kitabelerinde geçen “Mukaddes Ötüken ormanının milleti gittin… beylik

erkek evladın kul oldu, hanımlık kız evladın cariye oldu. Amcam kağan uçtu gitti” sözleri,

yukarıda bahsettiğimiz durumu açıklar niteliktedir. Tonyukuk Abidesi’nde geçen Tinsi Oğlu denilen bir dağ isminden de bahsedilmektedir. “İnci nehrini geçerek Tinsi Oğlu denilen

mukaddes dağını aşırdım” (Tonyukuk Abidesi, II.taş, Batı cephesi ) (Ergin, 1995: 24-59) Bu

cümleler bu dağın ıduk sayıldığının bir kanıtıdır.

Orman kültüyle birleşen dağ, eski Türklerin kutsal merkez anlayışını oluşturmaktadır. Dağ kutsal bir görev üstlendiği için, dağlar ve orada bulunan her şey kutsanmış olarak kabul edilmiştir. Bu sebeple Türkler, yemin ederken kutsal bildikleri bütün varlıklar ve nesneler içinde dağın da adını zikretmişlerdir. Bizans tarihçisi Menandros’a göre Bizans ile Avarlar arasında VI. yüzyılda yapılan bir anlaşmada Avar hanı Bayan şu şekilde ant içmiştir: “Sava

üzerinde köprü kurmakla Romalılara karşı zarar vermek niyetinde isem ben Bayan mahvolayım; bütün Avarlar mahvolsun; gök üstümüze yıkılsın, Gök Tanrı’nın ateşli okları bizleri öldürsün, dağlar ve ormanlar başımıza yıkılsın; Sava suyu taşarak bizleri yutsun”

(Bayat, 2012: 223).

Yer-su ruhlarının en önemli mümessili dağdır. Şamanist Türklerde dağ kültü Gök Tanrı kültüyle ilişkilidir. Hunların eski vatanı olan Yen-si-şan sıra dağlarındaki Han-yoan dağı Hunların her yıl Gök Tanrı’ya kurban kestikleri dağdır. Hun kağanları Çin ile yaptıkları anlaşmaları Hundağı’nın tepesinde kurban keserek içtikleri antlarla teyit ederler. Orta

67

Asya’nın başka kavimlerinde de dağ kutsal sayılmış, Gök Tanrı’ya yüksek dağ tepelerinden kurbanlar sunulmuştur (İnan, 2013: 48-49). Modern Altay şamanlarında da bu eski Türk inancı devam etmekte, yüksek dağlar kutsal sayılmakta, Tanrı’ya adanan kurbanlar buralarda kesilmektedir. Altay Şamanizm’i üzerine çalışan Potapov dağlarla ilgili şunları söylemektedir: “Modern Altaylıların günlük yaşamlarından doğa ve doğa güçleri, tabiatın

ilâhileştirilmesi (dağ kültü, ateş kültü, kutsal ağaç ve pınar kültü vb.) ile ilgili bazı inançlarla tören gelenek ve yasaklar hâlâ varlığını sürdürmektedir. Şamanizm böyle kültleri veya onların unsurlarını içermekteydi; ancak bu inançlar, köken olarak Şamanizm öncesi dönemlere aitti ve aile düzeyinde varlığını sürdürmekteydi.” (Potapov, 2012: 363).

Altay kabileleri arasında dağ ruhu tıpkı bir insan gibi kadın, erkek, genç, yaşlı olarak tasavvur edilmiştir. Dağ ruhu Altaylıların mitlerinde iri göğüslü, sarı saçlı olarak tasavvur edilir. Bu durum Mitolojik Ana kompleksinin dağ kültünü oluşturmasına bir kanıt olarak kabul edilir (Bayat, 2012: 224).

Orta Asya dağlarının çoğu Türkçe veya Moğolca mübarek, kutsal, büyük ata, hakan anlamına gelen sıfatlarla anılır. Han Tanrı, Bayan-ula, Buztağ ata, Bogdu-ula, Burkhan-ula,

Othon-Tengere, Iduk Art, Kayrakan, Erdene-ula dağ isimlerinden bazılarıdır (İnan, 2013: 49).

Dağlara dua etme, kurban sunma, yalvarma-yakarma, adak adama, Sayan- Altay bölgesi Türk halklarının kültüründe var olan karakteristik özelliklerdendir. Kırgız Soyan, İrkit ve Çoodu (Güneydogu Tuvalar), kutsal kabul ettikleri dağlarını “Idık-Tag” diye adlandırmaktalar. Saygı gösterdikleri bu dağlar erkek soylu dağlardır. Yani soy bağlantısı erkek tarafı ile sağlanmaktadır. Kadınlar, kocalarının soy dağının ismini söyleyemezler. Onlara gösterdikleri saygıdan dolayı dağın yakınlarında başı açık bulunamazlar. Bu durumun kadının kocası tarafından büyüklerine olan saygının bir nişanesi gibi algılandığı düşünülmektedir (Bapaeva, 2013: 54).

Eski Türk inancında mukaddes sayılan dağlara kadınların ayak basması yasaklanmıştır. Kadınların ayak bastığı dağlar kutsallığını yitirmiştir. Ayrıca ritüelin yapılacağı dağa gelen erkeklerin kısrak ile gelmesi de yasaklanmıştır. Kısrağı ile gelenlerin hayvanlarını dağdan uzak bir yere bırakması gerekir (İnan, 2013: 53-57).

Dağlar eski Türk efsane metinlerinde de kutsallığıyla kendine yer bulmuştur. Cuveyni tarafından tespit edilen Uygur efsanesine göre; “Uygurların saadet ve bolluk sağlayan

mukaddes dağları vardı. Bu dağa ‘Kuttag’ denirdi. Bu dağ Çinliler tarafından götürüldükten sonra Uygurlar perişan olmuştur.” Bugün Moğolistan sınırları içerisinde yer alan Erdene-Ula

dağı hakkında da aynı rivayet söylenmektedir (İnan, 2013: 50). Göktürklerin yaradılış efsanesinde ise Göktürklerin çoğaldıktan sonra yeryüzüne çıkmak istemeleri ve bunun

68

sonucunda demir dağı eritmeleri Türkler arasında ata mağarasına, dağa, ağaca, duyulan saygının temelinde bu varlıkların kurtarıcı rolü üstlenmiş olmaları yatmaktadır (Kalafat, 1995: 38).

Türkler Orta Asya’dan Anadolu’ya gelirken geldikleri bölgedeki pek çok dağ adlarını da beraberinde getirmiş, dağlarla ilgili inançlarını yerleştikleri bölgelerde devam ettirmişlerdir. Anadolu’da özellikle Bektaşî ve Alevî toplumlarında dağlarla ilgili inançlara oldukça fazla rastlanmaktadır. Hacıbektaş’taki Arafat dağı, Kırıkkale’deki Denek dağı bunlardan biridir (Ocak, 2015: 119).

Anadolu’nun hemen her yöresinde bir kutsal dağ bulunmaktadır. Bu dağların yüksek noktalarında yatır makamları yer alır. Ziyaretler, sunulan kurbanlar, adaklar ve diğer ritüeller bu kült merkezler etrafında cereyan etmektedir (Ocak, 2015: 120). Ancak yapılan araştırmalar neticesinde bu yatırlardaki metfunların çoğunun kimlikleri belirsizdir. Çalışma sahamızda da bunun gibi pek çok yatır mevcuttur. Düzce’nin Çapayak köyünde bulunan Davut Baba türbesi mevki olarak köyün tam karşısında bulunan ve aynı adla anılan tepede bulunur. Türbedeki zatın kimliği hakkında herhangi bir bilgi mevcut değildir. Ancak halk o bölgenin kutsallığına inanmakta ve özel günlerde ziyaret etmektedir.

İslamiyet’te dağlar kutsal olarak görülmemiş ve ilâhlaştırılmamıştır. Allah’ın yaratma gücünün bir nevi göstergesi olmuştur. Kur’an-ı Kerim’de içerisinde dağ geçen çeşitli ayetler bulunmaktadır. “Yeryüzünde sarsılmayasınız diye sabit dağlar, meydana getirilmiş.” (Nahl Suresi, 16/15-16), “Yeryüzüne insanlar sarsılmasın diye sabit dağlar yerleştirdik.” (Enbiya Suresi,21/31). Dağların kıyamet günündeki durumuyla ilgili de şu ayetler mevcuttur: “Yer

sarsıldıkça, dağlar ufalandıkça...” (Vakıa Suresi, 56/4-7), “Dağlar da atılmış pamuğa döner.” (Meâric Suresi, 70/9), “Kıyamet koptuğu gün dağlar yumuşak kum yığını hâline gelir.” (Müzemmil Suresi, 73/14).

Dağ-tepe kültü, Türklerin İslamiyet’i kabul etmesiyle beraber edebiyatlarına da yansımıştır. Gerek ilk dönem yazılı edebiyatlarında gerekse Alevî-Bektaşî menkıbelerinde de bir hayli kullanılan motiflerden biri olmuştur. Dede Korkut’ta kahramanlar dara düştüklerinde dağlara dertlerini açmış, tıpkı bir insanla konuşur gibi dağlarla dertleşmişlerdir. Yine Âşık Kerem, Âşık Garip gibi halk hikâyelerinde de kahramanlar dağlara seslenmişlerdir. Araştırma sahamızda bulunan Köroğlu dağları dağ kültünün araştırma sahamıza bir yansımasıdır. Destanda Köroğlu sefere çıkacağı zaman dağ başına çıkar ya da sefer sırasında yol vermeyen dağlarla karşılaştığında dağdaki evliyaya yalvararak yol ister (Boratav, 2003: 88).

Dağlar İslami kültürde evliyanın inziva mekânı olmuştur. Bu Hz. Muhammed’in peygamberlik için çıkmış olduğu Hira Dağı kaynaklı bir motiftir. Dervişin ibadeti için önemli

69

bir yer olan dağlar Allah ile kulun arasında hiçbir varlığın olmadığı mekânlardandır. Dağlar, tepeler yücelikleri ile Tanrı’ya en yakın mekânlar olarak düşünülmüştür. Dağ ve atalar kültüne bağlı olarak bünyesinde barındırdığı evliyalarla bütünleşmiştir (Kartal, 2017: 86-87). Bu sebeple Anadolu’da birçok dağda kendiyle aynı ismi taşıyan bir veli mezarı vardır. Dağ ile yatırın ilişkilerini belirten adının nereden geldiğini açıklamak için çeşitli efsaneler anlatılır. Örnek verecek olursak; Hasan Dağı, Ali Dağı, gibi dağ adları isimlerini dağda mezarı bulunan evliyadan almıştır (Boratav, 2003: 69).

Bolu ve Düzce türbelerinde en çok görülen kültlerden birisi de dağ-tepe kültüdür. Türbelerin dağların tepelerine veya yamaçlarına yapıldığını ve buraların özenle korunduğunu, düzenlendiğini, yılın belli günlerinde (bayram, arife gibi) insanların buralara gelerek birtakım dinî pratikler yaptıklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu mekânların ziyaretgâhlara dönüşmesinde dağ kültünün özellikle de atalar kültünün etkili olduğunu ifade edebiliriz. Türbe ve yatırların bulunduğu alanın dağlarda veya tepelerde yer alması, duaların Allah’a daha yakın olma düşüncesiyle yüksek bir yerde yapılması, eski Türk inançlarındaki dağ kültü ve atalar ruhunun “koruyuculuk ve kurtarıcılık” özelliklerine sığınma anlamı taşır.