• Sonuç bulunamadı

TÜRKLERİN İSLAMİYET’TEN ÖNCEKİ İNANÇ SİSTEMLERİNE KÜLT MERKEZLİ BİR YAKLAŞIM

1.4. Bolu ve Düzce Türbe ve Yatırlarında Tespit Edilen Kültler

1.4.7. Ağaç Kültü

Yeryüzünün en yaygın kültlerinden biri olan ağaç kültünün geçmişi insanlık tarihi kadar eskilere dayanmaktadır. Yerin dibine kadar olan kökleri, göğe doğru dik olarak yükselen gövdesi ve gökyüzüne dağılan dalları, her mevsimde kendini yenilemesi ve daha birçok özelliği bulunan ağaç arkaik inançlarda ebediliğin sembolü olmuştur.

Ağacın kült konusu olması maddi varlığıyla ilgili değil, özellikleri ve temsil ettiği gücü sayesindedir (Eliade, 2014: 231). Aynı ağaç bir bölgede kutsal iken başka bir bölgede kutsal olamayabilir. Bu duruma etkili olan en önemli faktörler coğrafya ve iklimdir. Kült konusu olan ağaçların birçoğu meyve vermeyen ağaçlardır. Çam, kayın, çınar, kavak vb. ağaçlar kutsal olan ve kült olmuş ağaçlardır.

Ağaç kültü dağ kültüne benzer bir külttür. Ağaç kültü genel olarak iki şeyi sembolize eder. Bunlarda birincisi kozmik denge, diğeri ise hayatın kaynağıdır. Güney Sibirya Türklerinin telakkisinde dağ ve ağaç birbirini tamamlayan iki unsurdur. Ağaç da dağ gibi soy üyelerinin hayatını devam ettirir. Sibirya Türklerinde ağaç, çocukları doyurur, yetiştirir, hayatın sembolü ve iyiliğin güvencesidir (Taş, 2011: 148).

Ağaç, kozmogonide önemli bir yer tutar. Yani yer altı, yeryüzü ve gökyüzünün birbirleriyle iletişim hâlinde olduğuna inanılır. Bunu da ağacın sağladığı inancı ilkel toplumlarda hâkimdir (Eliade, 1991: 17). Ağacın Türk kozmogonisinde de önemli bir yeri vardır. Eski Türk inanışına göre yer altı, yeryüzü ve gökyüzündeki hayatı simgeleyen bir dünya ağacı vardır. Bu üç kısımlı ağacın kökü yer altı dünyasını, burada Erlik Han yer alır, gövdesi ise yeryüzünü, insanlar yer alır, dal ve yaprakları ise yukarı dünyayı temsil eder. Hayat ağacının en tepesinde de Tanrı Ülgen yer alır (Bayat, 2012: 187-190).

Hayat ağacının en önemli özelliği dünyanın merkezinde yer almasıdır. Hayat ağacı üç kozmik alanı temsil eder (yer altı, yer üstü ve gökyüzü). Ritüeller sırasında bu kozmik ağaç Tanrı Ülgen’in bulunduğu yere kadar uzanır. Şaman buraya simgesel olarak ya merdivenle ya da bir direk yardımıyla tırmanır (Ergun, 2017: 27).

Hayatın kaynağı olarak görülen kozmik ağaç ya da hayat ağacı bütün dünya milletlerinin mitolojilerinde yer alır. Ağaçtan türeyen insan inanışına dair mitler bütün dünya mitlerinin ortak motifi durumundadır. Türk inanışındaki dokuz ayrı ağaçtan dokuz ayrı

72

insanın türemesi ve bu dokuz ayrı kişiden dokuz ayrı boyun meydana gelmesi ağaca duyulan saygının destana yansımasıdır (İnan, 2013: 15-16). Uygurların yaratılış destanında da buna benzer bir durum söz konusudur. Uygurların atasının doğduğu ağacın köklerinden kaynayan otuz su kaynağının bulunduğu yerde otuz oymak meydana gelir. Bunlar da Uygurları oluşturur (Ögel, 2010b: 88-96)

Türk kültüründe Kozmik ağaç insanların Tanrı’ya ulaşmasında bir aracıdır. Çeşitli felaketlerden, hastalıklardan kurtulmak isteyen insanoğlu ağaç vasıtasıyla sıkıntısını Tanrı Ülgen’e iletir. Zira Kozmik ağaçın en tepesinde Tanrı Ülgen oturmaktadır. Ağaç vasıtasıyla insanların sıkıntısını öğrenen Tanrı Ülgen yine ağaç vasıtasıyla onlara yardım eder. Buna benzer durumlar hemen hemen tüm dünya mitolojilerinde de görülmektedir (Ergun, 2017: 54-55; Bayat, 2012: 187-190). Türk kültüründe sadece sağaltma ritüellerinde değil, ölüm törenlerinde de ağacın önemine rastlamaktayız. Altay Türklerinde ölen bir kişinin bedeni ağaca asılır veya terk edilirdi. Çünkü ölen kişinin ağaç vasıtasıyla Tanrı’nın yanına ulaşacağı inancı hâkimdi (Roux, 1999: 222).

Yukarıda bahsettiğimiz durumlar ağacın hem mitolojide hem de destan geleneğinde farklı anlamlar canlandırdığını, farklı olayları sembolize ettiğinin bir göstergesidir. Ağaç hem kökleri, gövdesi ve dallarıyla bir evren modeli oluşturmakta hem de insanların türeyişi ile ilgili kaynak konumundadır. Altayların Maaday Kara destanında hayat, kavak ağacından verilen kuş sesiyle devam eder. “Yedi boğumlu kavağın tepesinde, bir çift guguk kuşu, gündüz

ve geceleri çınlayarak ötüyor. Onların ötmesinden beyaz ve mavi çiçekler açar.” (Taş, 2011:

150-151) Bu durum ağacın hem bir dünya modelini hem de hayatın devamlılığını sembolize ettiğini kanıtlar niteliktedir.

Türkler ağaca tanrısal bir kavram yüklerler. Altay Türkleri Tengri Han ismindeki kutsal ağaçlara derin bir saygı göstermişlerdir. Onların inancına göre Tengri Han hastalıkları iyileştirir ve yoksullara da yardım ederdi. Burada bahsedilen ağaç sık yapraklı kutsal meşe ağacıdır (Taş, 2011: 151). Kaşgarlı Mahmut Türkler hakkında “Ulu görünen her şeye Tanrı

derler.” (Divanü Lûgat-it Türk Tercümesi II, 2013: 377) ifadesi yüksek ve iri ağaçların

tanrısal olduğunu göstermektedir.

Atalar kültü ile ağaç kültü birbirini tamamlayıcı niteliktedir. Bu kültün temelinde yukarıda örneklerini de verdiğimiz; eski Türklerin yaratılış efsanelerindeki “ataların ağaçtan

türemiş oldukları” inancı yatmaktadır. Dolayısıyla ağaç kültü, ağacı atalar ruhunu temsil eden

kutsal bir varlık sayarak ona tapma ve saygı gösterme ifadesidir (Korkmaz, 2003: 100). Eski Türkler atalar ruhunu temsil eden bazı ağaçlara kutsallık tanımışlar, onlara ibadet dahi etmişlerdir (İnan, 2013: 38-40).

73

“Altın yapraklı mübarek kayın, Sekiz gölgeli mukaddes kayın,

Dokuz köklü, altın yapraklı bay kayın, Ey mübarek kayın ağacı, sana kara yanaklı Ak kuzu kurban ediyorum” (İnan, 2013: 39).

Duadan da anlaşıldığı üzere, eski Türk inançlarında karşımıza çıkan en kutsal ağaç kayın ağacıdır. Kutsal ağaçlar heybetli olmasıyla ünlüdür. Son yıllara kadar Altay, Yakut, Sagay, Şor, Kaç ve Teleüt kavimleri kayın ağacı bulunmadan ayin yapmazlar, davullarında mutlaka güneşin, ayın, yıldızın, şimşeğin yanında kayın ağacının resmi de bulunur. Bir Sagay kamı da davulundaki kayın ağacını şöyle tavsif eder: “Biz Ülgen atamızdan ilk türediğimiz

zaman, Umay anamızla beraber iki kayın ağacı yere indi.” (İnan, 2013: 64). Evliya Çelebi de

seyahatnamesinde Kuzey Kafkasya kavimleriyle ilgili şu bilgileri verir: “Her sene bu dırahtın

(ağaç) altına gelüp bey ü şira edüp gidenler elbette bu ağacın etrafına nice kerre yüz bin balmumu ve yılmumu yakup her gece çırağan edüp âyini batılları üzere ağaca taparlar… Zu’mu batılları üzere bu ağaca demir kakarlar ki her kimin bu ağaçta alameti olursa ağaç bu adamı unutmayıp cehennem azabına komaya yahut şefaat edüp kurtara…” (Evliya Çelebi,

2003: 741).

Ağaca verilen önem semavi dinlerde de açık bir şekilde görülmektedir. Kur’an-ı Kerim’de zeytin, incir ve nar ağaçlarının isimleri geçmektedir. Kur’an-ı Kerim’de bu ağaçlara verilen önem İslam’a da aynı şekilde yansımış, bu ağaçlara kutsal gözüyle bakılmıştır. Nur suresi 35. ayette ve Tin suresi 1-3. ayetlerde incir ve zeytin ağacı sembol olarak geçmektedir. İncir ağacı Museviliğin, zeytin ağacı ise İslamiyet’in sembolü olarak kullanılmıştır. Ayrıca Hz. Muhammed’in mucizelerinden olan kurumuş ağacı yeşertmesi gibi kerametler evliya menkıbelerinde de sık kullanılan motiflerden biri olmuştur (Ergun, 2017: 107-108).

Ağaç kültü ile ilgili inanışlar İslami dönem eserlerinde de görülmektedir. Türk edebiyatının en önemli eserlerinden olan Dede Korkut Hikâyeleri’nde ağaç kültünün yansımalarını görebiliriz. Basat’ın Tepegöz’ü öldürdüğü hikâyede Basat kendini tanıtırken;

“Kalarda koparda yerim gün ortaç Karangu dün içre yol azsam, umum Allah Kaba alem götüren Hanımız Bayındır Han Atam adını sorar olsan kaba ağaç

Anam adın der isen kağan arslan

74

der. Basat’ın kaba ağaç vasıtasıyla Tanrı’dan geldiğini ifade etmektedir (Ergun, 2017: 454). Aynı hikâyede karşımıza dua formelinde “gölgelice kaba ağacın kesilmesin, yirlü kara

tagların yıkılmasun” cümlesi tekrarlanmaktadır (Ergin, 2009: 94). Salur Kazan’ın Oğlu

Uruz’un Tutsaklıktan Çıkardığı destanda ise;

“Ağaç ağaç dir isem erilenme ağaç,

Mekke ile Medine’nin kapusu ağaç” (Ergin, 2009: 21)

Ağaca bu şekilde hitap etmektedir. Ayrıca kutsal ağaç diğer destanlarımızda da karşımıza çıkmaktadır. Oğuz Kağan destanında Oğuz Kağan’ın evlendiği ikinci kız göl ortasındaki bir ağacın kovuğunda ortaya çıkmıştır. Bu durum kızın Tanrı tarafından gönderildiğini göstermektedir (Ergun, 2017: 454).

Ağaç kültüyle ilgili dikkat çeken durumlardan bir tanesi ise evliya-ağaç münasebetidir. Radloff araştırmalarında Sibirya’daki çeşitli yerlerde bazı ağaçların yanında evliya mezarları tespit etmiş ve bunları ağaçlarda mevcut olduğuna inanılan ruhların, Müslümanlarda evliyaya dönüşmesiyle yorumlamıştır (Ocak, 2015: 138). Anadolu coğrafyasında kutlu sayılan ağaçların yanında böyle mezar veya türbeler bulunmaktadır (Tanyu, 1976: 69-71). Ayrıca etrafında mezar veya türbe olmamasına rağmen bazı ağaçlar Çınar Dede, Çitlenbik Dede,

Ağaç Baba gibi isimlerle anılmış sanki evliya ağaç gibi tahayyül edilmiştir (Boratav, 2003:

65-66). Ahmet Yaşar Ocak ağaç kültü ve evliya arasındaki ilişkiyi üç maddede açıklamıştır:

“1) Bazı ağaçlar sırf türbe yanında bulunmaları sebebiyle zamanla halk nazarında kudsiyet kazanmış böylece kült konusu olmuştur.

2) Ağacın yanındaki mezar eskiden beri takdis olunan ağaç sebebiyle kudsiyet kazanarak türbe hüviyetine girmiştir. Oysaki başlangıçta sıradan bir mezardır, ağacın kudsiyetinden faydalanmıştır.

3) Bazı ağaçların yanında hiç türbe olmadığı hâlde bir evliya gibi adlandırılmıştır. Bu durum orada ya eskiden bir türbe olduğuna ya da ağacın evliya olarak kişileştirildiğine işaret eder.” (Ocak, 2015: 139)

Anadolu’da kutsal kabul edilen ve çeşitli amaçlarla ziyaret edilip bez-çaput bağlanarak dilekler tutulan ve bunların gerçekleşmesi için dualar edilen çalılar ya da ağaçların önemli bir kısmı mezar motifi ile birleşmiş, bütünleşmiş pratiklerdir (Günay, Güngör vd.2001: 78).

Evliya mezarları yanında bulunan ağaçların kesilmesi, bu ağaçlara zarar verilmesinin günah kabul edilmesi Anadolu'da oldukça yaygın bir inanış olup bu ağaçların çeşitli ritüeller aracılığıyla insanlara fayda sağladığına inanılmaktadır (Aday, 2013: 91). Söz gelimi kutsal olarak kabul edilen ağaçlardan koparılan bir parça dal evlerde tütsü olarak kullanılmakta ve kötü ruhları kovduğuna inanılmaktadır. Hasta hayvan veya insanın da bu ağaçlardan kesilen

75

parçalar sayesinde iyileştiğine inanılmaktadır. Bu durum ağaçların ocak olarak kullanıldığını göstermektedir. Nitekim 10-11 yaşlarındayken parmağımda çıkan siğili bir ocağa gidip okutmuştum. Ocak olan yaşlı kadın benden evinin bahçesindeki ağaçtan bir dal parçası koparmamı istemişti ve bana “Bu dal parçası kurudukça elindeki siğil de kaybolacak.” dedi ve dediği gibi de oldu. Belki burada psikolojik bir etkiden söz edebiliriz lakin her şeyin başı inanmaktır. Anadolu insanı da bu inanç neticesinde türbelerden, ocaklardan, ağaçlardan şifa aramaktadır. Bu inançların büyük bir çoğunluğunu eski Türk dinine bağlayarak yorumlayabiliriz.

Bolu ve Düzce türbelerinde de eski Türk inançlarının izlerini görmekteyiz. Türbe etraflarındaki ağaçlar kutsal sayılmış, kesilmesi yasaklanmıştır. Tokad-î Hayrettin Türbesinin bahçesinde bulunan ağaçlar cami yapımı sırasında kesilmek istenmiş ancak bir türlü kesilememiştir. Bunun üzerine halk camiyi yaparken ağacı da caminin içine katmıştır. Çalışmamızda sırasında araştırdığımız türbelerin istisnasız hepsinin bahçesinde bir ağaç bulunmaktadır. Bu ağaçların bir kısmına çaputlar bağlanmakta ve dilekler dilenmektedir. Bağlanan bu çaputlar kansız kurban örnekleri olarak yorumlanabilir.

1.4.8. Su Kültü

Tabiat kültleri arasında değerlendirdiğimiz su, tüm dünya mitolojilerinde olduğu gibi Türk mitolojisinde de önemli bir yere sahiptir. Su olmadan yaşam mümkün değildir. Su dört temel unsurdan yani anasır-ı erbaadan biridir.

Suyun hem semavi dinlerde hem halk inançlarında hem de mitolojilerde çok özel bir yeri vardır. Hayatın kaynağıdır, başlangıçtır, canlılığın devamı ve pek çok kozmogonide Tanrı ile birdir ve ilk yaratılandır. Arkaik kültürlerde ilk kaos olan suyun, yaratıcılık, başlangıç, dirilik verme, ebedî yaşatma ve ölümsüzlük bağışlama fonksiyonu bulunmaktadır (Beydili, 2005: 501).

Su, bazı mitolojilerde ise kişileştirilmiştir. Söz gelimi Yunan mitolojisinde Fırat (Euphrate) ve Dicle (Tigre) nehirleri iki erkek kardeştir. Mezopotamya (Mezopotamia) ise onların kız kardeşleridir (Peker, 2015: 190). Sümer, Mısır ve Hint mitolojilerinde de su ana unsurdur, her şey sudan oluşmuştur (Beydilli, 2005: 335).

Eski Türk inançlarında su da yer gibi kutsaldır. Su, Türk kültüründe temizliğin, saflığın sembolü olarak karşımıza çıkmaktadır. Türklerdeki su kavramının içine ırmaklar, göller, kısaca bütün sular girmektedir (Kalafat, 1995: 52). Türkler suyu bereket kaynağı olarak kabul ettikleri gibi koruyucu ve cezalandırıcı olarak da kabul etmektedirler. “Tanrı,

76

Görevini iyi yapmayanı veya isyan edenleri yer ve sular cezalandırır. Bu bakımdan yerdeki sular, Türklerin sadece dinlerinde değil devlet anlayışlarında da büyük öneme sahiptir (Artun, 2017: 37).

Türklerde dünyanın yaratılışı ile ilgili efsanelerde de su, önemli bir kült olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim Altay Türklerinin efsanelerinde evrenin yaratılışıyla ilgili olarak “İlk önce hiçbir şey yokken, yalnızca Kara Han ile su vardı.” (Bayat, 2012: 248) ifadesi suyun Tanrı ile eş dönemde ortaya çıktığını gösterir. Eski Türk kültüründe suların birer

“iyesi” yani ruhu olduğuna inanılırdı. Bu su ruhuna Yakutlar “ü içite” veya “ukulan toyun”,

Buryatlar “uhun ecen”, Karagas Türkleri ise, “sug ezi” adını vermekteydi. (Kalafat, 1995, 43). Türklerin geleneklerinde ve inançlarında suya and içme, su ile konuşma, suya saçılar sunma, kurban kesme gibi adet ve inanmaların Türk inanç sistemi içinde izlerini görebilmekteyiz (Kartal, 2017: 61). Türkler su iyesini memnun etmek için henüz buzağılamış bir inek kurban eder, saçı olarak ise içki sunarlardı (Kalafat, 1995: 48).

Türk kültüründe “su kültü” ile ilgili en eski kayıtlar MÖ 1050 yıllarında Kuzey Çin’de yaşayan Choular dönemine aittir (Çobanoğlu, 1993: 32-35). Göktürk kitabelerinde yer-su kültü ile ilgili “Tengri Umay, yer-sub basa berti” ifadesi geçmektedir (İnan, 2013: 48). Altayların inanışlarına göre, yer-su ruhları insanların yaşadığı yerlerde yaşar; hayvanları yaratan ve onlara bereket veren yer-sudur (İnan, 2013: 91). Göktürkler, gök ayinini su kenarında yaparlardı. Çu, Hsiung-nu ve Tabgaçların “Gök göbeği” ve “dağ gölleri” gibi; tepesinde derin su kaynakları olan dağları kutsal saydıkları, Arapça kaynaklarda da belirtilir. Rivayette, Kimek ilinde (Ertiş Irmağı bölgesi) Mnkvar adlı dağda büyük bir tatlı su pınarı vardır. Bu pınarın suyundan ordular da içse azalmazmış. Oğuz Türkleri burayı görünce secde ederlerdi (Esin, 2001: 115). Dede Korkut Hikâyeleri’nde “Arı sudan abdest alma”, suyun kutsallığını ifade eden bir cümledir.

Karşı yatan kara tağın Yıkılmış idi yüceldi ahır Akındılu görklü suyun Sağılmış idi çağladı ahır Kaba ağaçla tal budağun

Kurumış idi yeşerüp göğerdi ahır

cümleleri de suyun kutsallığını anlatan bir başka ifadedir. Boğaç Han Hikâyesinde Dirse Han’ın hatunu, “Kuru çaylara sacu saldım dilek ile Tanrı’dan bir oğul zor ile buldum” ifadeleri çocuk sahibi olmak için suya adakta bulunulduğunu gösterir. (Ergin, 2009: 227).

77

Daha önce suyun iyeleri olduğundan bahsetmiştik. Dede Korkut Hikâyeleri’nin

Basat’ın Tepegözü Öldürdüğü Hikâye’de, Tepegöz Oğuzlara verilmiş bir ceza durumundadır.

Zira hikâyede (Ergin, 2009: 206-217), Sarı Çoban pınar başındaki perilerden birini yakalayıp onunla ilişkiye girer. Bu durum üzerine peri, çobana emanetini alması için bir yıl sonra geleceğini söyler. Bu emanet Oğuzların hayatını cehenneme çevirecek olan Tepegöz’dür. Hikâyedeki peri su iyesi olarak düşünülebilir. Suyu koruyan bu periye çobanın ilişmesi ve sonucunda ortaya çıkan Tepegöz denen varlık su iyesinin Oğuzlara vermiş olduğu bir cezadır.

Su, sadece arkaik inançlarda değil semavi dinlerde de kutsal kabul edilmiştir. Kur’an-ı Kerim’de suyla ilgili ayetler bulunmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de bütün canlıların sudan yaratıldığı ifade edilmektedir (Enbiyâ, 21/30; Nûr, 24/45). Su kültü İslami kılığa bürünerek kültürümüzde yer almaya devam etmiştir. Anadolu’da suya tükürme, suya işeme, suyu kirletme günah olarak sayılmıştır. Bu durum her ne kadar halk tarafından İslami inançlardan kaynaklandığı düşünülse de işin aslı su kültüdür.

Su kültü İslami dönem eserlerinde de kendine yer bulmuştur. Velilerin hayatları etrafında teşekkül eden menkıbelerde su kültünün izlerine rastlamaktadır. Su motifi başta

Menâkıb-ı Hacı Bektaş Veli olmak üzere diğer menkıbelerde de kullanılmıştır. Hacı Bektaş’ın

Lokman-ı Perende’nin yanındaki müritlik dönemini anlatan menkıbeye göre; “Bir gün

Lokman abdest almak için bir ibrik su ister. Hacı Bektaş suyu getirir ama şeyhinden yerden bir pınar çıkarmasını rica eder. Şeyhi buna kadir olmayacağını bildirince kendisi dua edip tekkenin ortasından su fışkırtır.” Ayrıca yine aynı menakıpnamede anlatılan menkıbelere göre

Hacı Bektaş Sulucakarahöyük’e yerleştikten sonra bir defa Arafat Dağı’nda bir defa köyün içinde bir defa da bir tepe üzerinde Ahi Evren’le buluşması esnasında yerden su çıkarır (Ocak, 2015: 273).

Anadolu’da türbe ve yatırların yakınlarında bulunan su kaynakları kutsal kabul edilir. Ziyaretçiler bu kaynaklardan su içerek hastalıklarının iyileşeceğine inanır. Bu durum su kültünün şifa fonksiyonuyla ilgilidir. Su kültünün şifa fonksiyonuyla ilgili uygulamalar; içmek, yıkanmak, kurban sunmak, para ve yiyecek-içecek saçmak vb. şekillerdedir. Saha araştırmamız sırasında Tokad-î Hayrettin Türbesinde bulunan pınardan cilt hastalıklarına iyi geleceğine inanan insanlar su içmektedir. Bolu’nun Ilıca beldesinde bulunan ve halk tarafından Mukaddes Su olarak adlandırılan su birikintisinden halk dilekte ve istekte bulunur. Suya o kadar kutsallık atfederler ki bırakın suya tükürmeyi ellerini dahi yıkamazlar.

78 1.4.9. Veli Kültü

Anadolu Müslümanları arasında Allah’ın sevgili kulları olarak görülen, dünya nimetlerine yüz çevirmiş kişilere veli denildiğini “veli” başlığı altında ele almıştık. Bu başlık altında ise külte konu olan veli tipini değerlendireceğiz.

Anadolu halkının Müslümanlığında önemli bir rol oynayan veli kültü; “Fevkalade

kuvvet ve kudretle mücehhez olup Tanrı’ya yakın kabul edilen bir şahsiyetin herhangi bir konuda sağ veya ölü iken yardımının dokunacağına inanılması ve bunu temin için ritüellere başvurulması” (Ocak, 2010: 6) olarak tanımlanabilir. Veli kelimesi köken itibarıyla İslam

kaynaklı bir kelimedir. Dolayısıyla ilk inceleyeceğimiz kaynaklar da İslami kaynaklardır. Kur’an-ı Kerim’de; “Haberiniz olsun ki Allah’ın velilerine (dostlarına) hiçbir korku

yoktur. Onlar üzülecek de değillerdir. Onlar (Allah’a) iman eden ve emirlerine uygun yaşayanlardır. Onlar için dünya hayatında da ahiret hayatında da müjdeler vardır. Allah’ın sözlerinde asla değişme yoktur. İşte bu müjdeye erişmek en büyük mutluluk ve kurtuluştur”

(Yunus, 10/62-64). Ayette velinin özellikleri verilmiş, bu sıfata kimlerin layık olduğu açıklanmıştır. Veliler hakkında çeşitli hadisler de mevcuttur. “‘Allah’ın kullarından birtakım

insanlar vardır ki enbiya değiller, şehit de değiller; amma kıyamet gününde Allah katındaki makamlarından dolayı onlara nebiler ve şehitler imrenerek bakacaklardır. Bunlar kimlerdir ve ne gibi hayırlı ameller yapmışlardır? Bize bildir de biz de onlara sevgi ve yakınlık gösterelim ya Resullullah!’ dediler. Allah Resulü şöyle dedi: ‘Bunlar kavimdir ki, aralarında ne akrabalık ne de ticaret ve iş ilişkisi olmaksızın, Allah ruhu ile Allah’la sevişirler. Vallahi yüzleri bir nur ve kendileri de nurdan birer minber üzerindedirler. İnsanlar korktukları zaman bunlar korkmazlar, insanlar mahzun oldukları zaman bunlar hüzünlenmezler.’”

(Yazır, 1992: C.4/495). Hadisteki veli tanımı, Anadolu coğrafyasındaki halkın inandığı veli tipiyle birebir örtüşmektedir.

İslamiyet öncesi Türk inanç sisteminde yer alan atalar kültü ile veli kültü arasında çok yakın bir ilişki bulunmaktadır. Atalar kültünde atanın mezarına tapınma yoktur, sadece saygı gösterme vardır. Ayrıca atanın olağanüstü güçlerle donatılarak geride kalan yakınlarına yardım edeceği inancı da vardır. İşte bu durum İslamiyet’ten sonra karşımıza çıkan veli kültüne aksetmiştir. Eski Türk inancında Şamanlara, ata ruhlarına ya da hami ruhlar olarak bilinen kutsal varlıklara ve onların gücüne dair güçlü bir inanış vardır. İslamiyet’le birlikte iye ya da hami ruh inancı babalara, oradan da pirlere evrilmiştir (Ergun, 2011: 2).

Eski Türk inancında Şamanlar olağanüstü özellikleriyle ön plana çıkmaktadır. Şaman, dinî ayinleri yönetir, hastalıkları iyileştirir, çocuğu olmayanları çocuk sahibi yapar, yağmur

79

yağdırır, fırtına çıkarır, ateşte yanmaz, az yiyecekle çok kişiyi doyurur, tahrip edici şeylerden etkilenmez, halka felaket musallat eder vb. daha birçok motif Müslüman Türklere hiç yabancı değildir. Yukarıda saydığımız özellikler İslam’ı kabul eden Türklerde evliyalara geçmiştir. Dolayısıyla veli kültünün birçok özelliği eski Türk inancındaki Şamanlara haiz bir özelliktir.