• Sonuç bulunamadı

Mukaddes, İnsanüstü ve Gizli Güçler Üzerinde Cereyan Eden Keramet Motifleri Motifleri

BOLU VE DÜZCE TÜRBELERİ/YATIRLARI ETRAFINDA OLUŞAN ANLATMALARDAKİ KERAMET MOTİFLERİ

2.5. Mukaddes, İnsanüstü ve Gizli Güçler Üzerinde Cereyan Eden Keramet Motifleri Motifleri

Velilerin bu dünyada gösterebildikleri gizemli güçleri dışında öbür âlemle olan iletişimleri de onları diğer canlılardan üstün kılmaktadır. Özellikle Allah ve peygamberlerin nurani suretleriyle karşılaşma, Hızır, melek ve diğer gayb erenleriyle görüşme gibi motifler velilerin menkıbelerinde yer alan keramet unsurlarıdır (Güzey, 2020: 437).

138

Ahmet Yaşar Ocak’ın beş ana başlık altında değerlendirdiği (Ocak, 1983: 89) bu motif araştırma sahamızda en az rastladığımız keramet motiflerindendir. Araştırma sahamızda iki başlık üzerinde durduk. Bu başlıklar; “Peygamberi görme, onun tarafından irşad edilme, Hızır ve diğer gayb erenleriyle görüşme” başlıklarıdır. Bu başlıklar altında birer menkıbeye rastladık.

2.5.1. Peygamberi Görme, Onun Tarafından İrşad Edilme

Peygamberler, insanlara dini ve dinin getirdiği güzel ahlakı öğretmeleri için gönderilmiş elçilerdir ve Allah’a en yakın mertebeye sahiplerdir. Allah tarafından gönderilen vahiyleri, emir ve yasakları iletmekle görevlidirler. İnsanları hem dinî hem de ahlaki açıdan doğru yola sevk etmeye ve nefisleriyle mücadele edebilmeye yöneltirler. Kendileri de bütün bu nefislerden sıyrılıp kendilerini ilahî aşkla Allah’ta kaybetmişlerdir. Bunun neticesinde elbette ki Allah tarafından olağanüstü vasıflarla donatılmışlardır. Bu üstünlük göstergesi değil, gerektiğinde gösterilen mucizelerdir (İnevi, 2019: 421).

Allah dostu kimselerin Allah (c.c), Hz. Peygamber başta olmak üzere diğer peygamberler, Hızır ve meleklerle görüşebildiğine ya da onların ruhani şekillerini görebildiklerine inanılmaktadır. Veli, peygamberlerden sonra Allah’a en yakın kimsedir, insan-ı kâmildir. Dolayısıyla peygamberler, kendilerine yakın olan bu zatlara bazen görünerek bazen seslerini duyurarak bazen de rüyalarına girerek iletişim kurabilmektedirler.

Bu motif Menâkıb-ı Sipehsalar, Türk destani mahsulleri olan Tezkire-i Satuk Buğra Han, Kitab-ı Dede Korkut, Ebu Müslimnâme, Battalnâme ve Saltıknâme’de bulunmaktadır (Ocak, 2015: 109-125).

Bu motif Ahmet Yaşar Ocak tarafından “Açıktan açığa görme, sesini duyma ve rüyada görme” olarak üç başlık altında incelenmiştir. Çalışma sahamızda incelediğimiz türbelerde “Rüyada Görme” başlığına altında bir menkıbeye yer verdik.

2.5.1.1. Rüyada Görme

Rüyaya İslami yaklaşımda dikkati çeken hususların başında Hz. Peygamber’in rüyada görülmesi gelmektedir. Onu rüyada görmek iki şekilde olabilmektedir; birincisi hayatındaki hâli, şekli ve şemaili üzerine görmek, ikincisi ise, hilye-i şeriflerine kısmen uyan, kısmen uymayan ya da tamamen uymayan şekillerde görmektir. Her iki surette de rüya gören Hz. Peygamberi görmüştür (Konuk, 1989: 98).

Bu motifte akla gelen Hz. Yusuf’tur. Yusuf peygamberin gördüğü on bir yıldızla güneş ve ay en çok bilinen rüyadır. Yusuf Peygamber aynı zamanda rüya yorumlayıcısıdır.

139

Firavunun iki rüyasını ve zindandaki iki kişinin rüyalarını yorumlamıştır. Bunlar Kur’an’da şu şekilde yer alır:

“Hani Yûsuf babasına şöyle demişti; Babacığım ben rüyada, gerçekten on bir yıldızla, güneş ve ayı gördüm; onları bana secde ederlerken gördüm.” (Yûsuf, 12/4).

(Bir gün) kral dedi ki: Rüyamda yedi semiz inek görüyorum ki onları yedi zayıf (inek) yiyor. Bir de yedi yeşil başak ve bir o kadarı da kuru. Ey ileri gelenler! Eğer rüya yorumluyorsanız benim rüyam hakkında bana bilgi verin.” (Yusuf, 12: 43).

Onunla beraber zindana iki delikanlı daha girdi. Biri “Ben rüyamda şaraplık üzüm sıktığımı gördüm” dedi. Diğeri “Ben de rüyamda başımın üzerinde, kuşların yediği bir ekmek taşıdığımı gördüm. Bize bunun yorumunu haber ver. Şüphesiz biz seni iyilik yapanlardan görüyoruz” dedi (Yusuf/36).

Kur’an’da rüya ile ilgi diğer ayetler şu şekildedir:

Hani sana “Muhakkak Rabbin, insanları çepeçevre kuşatmıştır” demiştik. Sana gösterdiğimiz o rüyayı da Kur’an’da lanetlenmiş bulunan o ağacı da sırf insanları sınamak için vesile yaptık. Biz onları korkutuyoruz. Fakat bu, sadece onların büyük azgınlıklarını (daha da) artırdı (İsra/60).

“Gördüğün rüyanın hükmünü yerine getirdin. Şüphesiz biz iyilik yapanları böyle mükafatlandırırız.” (Sâffât/105).

And olsun, Allah, Peygamberinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse, siz güven içinde başlarınızı kazıtmış veya saçlarınızı kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram’a gireceksiniz. Allah, sizin bilmediğinizi bildi ve size bundan başka yakın bir fetih daha verdi

(Fetih/27).

Çalışma sahamızda bu motifle ilgili rastladığımız menkıbelere geçmeden önce Saltıknâme’de yer alan bir menkıbede bu keramet motifi şu şekilde geçmektedir: Sarı Saltuk sık sık rüyasında Hz. Muhammed’i görür, ondan emir alır ve onun işareti ile fetih kararı verir. Sarı Saltuk, Edirne şehrini fethetme kararını Hz. Peygamberi rüyasında gördükten sonra vermiştir. Sarı Saltuk’un başka bir kerameti, rüyasında Hz. Muhammed’i gördükten sonra mezarına giderek onunla konuşmasıdır (Uçkun, 2014: 135).

Bolu’da yaptığımız saha araştırması sırasında rüyada peygamberi görme motifine iki velide rastladık. Derlediğimiz menkıbelere ilgili motif şu şekilde yansımıştır:

Şey-ül İmran karşısında bir misafir olmadan yemek yemezmiş. Eğer misafirsiz kalırsa da günlerini oruçlu geçirirmiş. Bir gün bu şekilde oruca niyet etmiş. Ancak akşama doğru bir misafir çıkagelmiş. Şeyh-ül İmran da iftar vaktine az kaldı diyerek orucunu bozmamak için misafiri lafa tutmuş. Şeyh İmran o gece rüyasında “Senin bize güzel bir ibadetin vardı, sen

140

âdetini değiştirdin, biz de kendi âdetimizi değiştirdik”. İmran üzüntü içinde uyanmış. Aradan zaman geçtikten sonra köyündeki malına mülküne hükümet memurları el koymuş. Bunun üzerine İmran köyünden çıkıp gitmiş. Bir süre sonra başka bir kişiye misafir olmuş. Kendisinin misafiri ne kadar çok sevdiği bilindiğinden ikramın her türlüsünü göstermişler. Ancak İmran durmamış bir gün sonra yola çıkmaya karar vermiş. Neden diye sorduklarında ise “Ben suçlanmış bir kimseyim, bırakın başımı alıp mihnetime doğru gideyim ki onun rızasını tekrar kazanayım.” diye cevap vermiş. İmran tekrar yola çıkmış ve bir süre sonra şehrin tepelik bir viranesinde ölü olarak bulunmuş (Şeyh-ül İmran Türbesi/Mudurnu).

Sultan İkinci Bâyezîd’in hanımı Şehzade Korkut’un annesi bir gün dergâha gelip Abdürrahim Tırsî’nin hanımından; “Beyin Abdürrahim Tırsi’den rica edip yardım talep eyleriz. Sultan Bâyezîd’den sonra oğlum Korkut padişah olsun.” diye ricada bulunur. O da bu dileği beyine sık sık hatırlatır. Tırsî’nin hanımı bir gece rüyasında Peygamber Efendimizin huzurunda bir meclisin kurulduğunu görür. Abdürrahim Tırsî de oradadır ve Peygamber Efendimize şehzadelerden hangisinin tahta geçmesinin uygun olacağını sorar. Peygamber Efendimiz ise “Rûm’un Kara Oğlanı’nın muradı Sultan Selim’dir.” (Karaoğlan, Abdürrahim Tırsî’dir.) Uyanınca hanımı hemen Abdürrahim Tırsî’nin yanına gidip rüyasını anlatır ve “Siz şehzade Selim’in padişah olmasını istediniz. Biz sizden Korkut’un padişah olmasını rica ederdik.” der. Bunun üzerine Tırsî; “Ey hocamın kızı! Şehzade Korkut’tan evlat gelmez. Âl-i Osman’ın nesli yok mu olsun? Bu Hak Teâla’nın rızasına muhaliftir.” der (Abdürrahim Tırsi/Mudurnu).

2.5.2. Hızır ve Diğer Gayb Erenleriyle Görüşme

Menkıbe ve inançlara göre Hızır’ın birtakım özellikleri vardır. Bunlar; Allah’a kulluk etmek, nefsin isteklerine boyun eğmemek ve ilâhî rahmete mazhar olmaktır. Hızır halk arasında genellikle aksakallı, nur yüzlü, uzun boylu, merhametli ve tatlı dilli bir kimse şeklinde tarif edilir. Bazen yoksul, üstü başı dağınık, elbisesi kirli, hasta, zayıf gibi görünür ve insanları dener. Böyle perişan bir kişiliğe bürünerek sadaka ve yardım isteyebilir. Halk arasında; “Her geceyi Kadir, her gördüğünü Hızır bil!” sözü Hızır inancının bir yansımasıdır.

Hızır darda kalanların imdadına yetişir. “Kul bunalmayınca Hızır yetişmez.” denir. “Hızır gibi yetişmek”ten söz edilir. “Hızır yoldaşın, Fatma Ana komşun olsun.” denir. Bu tür deyimler bu inançla ilgilidir. Tabii ki ayette belirtildiği gibi Hızır, bütün bunları kendi işi olarak değil, Rabb’inin dilemesiyle ve onun verdiği güçle yapmaktadır (Demirci, 2011: 231-232).

141

Hızır, insanımızın düşüncesinde boz atlı, yeşil elbiseli, ak sakallı bir ihtiyar veya çeşitli kılıklarda darda kalanlara yardım eden, uzun mesafelere çok kısa bir sürede ulaşabilen, bolluk ve bereket getiren, hastalara şifa dağıtan, tabiatın yeşermesini, hayvanların üremesini sağlayan ve insanların talihini açan bir varlıktır. Onun gelip geçtiği, elinin değdiği yerler, yeşilliktir, bolluktur; elini uzattığı insanlar bütün dertlerinden kurtulur, huzura erer. Hatta ulaşamadığı, yardım edemediği insanlar da psikolojik olarak ondan güç alırlar ve bir şekilde kendilerine ulaşacağına inanırlar (Şahin, 2010: 326).

Altay kültür çevresinde İslâm öncesi Ak sakallı koca, Hızır benzeri görevler yapar. İnanış, İslâm sonrası metinlerinde de yer alır. Dede Korkut hikâyelerinde Hızır gelecekten haber veren ve yardımcı kişi olarak karşımıza çıkar. Hızır, boz atlı Hızır olarak da geçer (Gökyay, 1976; 10-12). Birçok halk anlatısında sıklıkla karşımıza çıkan Hızır, Dede Korkut Hikâyelerinde Dirse Han’ın oğlu Boğaç Han yaralandığında gelip yarasını sıvazlamış ve bu yaradan ölmeyeceğini söylemiştir (Ergin, 2009: 90).

Tasavvuf düşüncesine göre Hızır bir evliyadır ve her devrin bir Hızır’ı vardır. O, Musa peygambere ilahî sırları kavratan kişidir. Kimin karşısına çıkarsa onun gözündeki sır perdesi aralanır. Doğaüstü yeteneklere sahip olduğundan, az zamanda çok mesafeler kat eder. Havada dolaşmaktan su üzerinde yürümeye, ölüleri diriltmeden varlıklara hükmetmeye pek çok olağanüstülüğün sahibidir. Ölümsüzdür. Hızır inancının bir benzeri Hristiyanlıkta karşımıza çıkar. Hristiyan kültüründeki Aziz Georges, adeta İslam kültüründeki Hızır’ın karşılığıdır (Peker, 2015: 233).

Kur’an-ı Kerim’de Hızır hakkında rastladığımız ayet Kehf suresinde geçmektedir. Ayet şu şekildedir:

Bir vakit Mûsâ genç adamına, “Ta iki denizin birleştiği yere varıncaya kadar yahut (bu yolda) senelerce yürümedikçe durup dinlenmeyeceğim” demişti. (Kehf/60)

Her ikisi, iki denizin birleştiği yere varınca balıklarını (yoklamayı) unuttular. Balık denizde yolunu tutup gitmişti. (Kehf/61)

Ayet hakkında farklı görüşler bulunmakla beraber kıssada geçen ve Hz. Musa’ya ledünnî ilim (gayb ilmi) hakkında bilgi veren üçüncü şahsın kimliğine dair Kur’an’da bilgi verilmemiş olup sadece 65. ayette “kullarımızdan biri” şeklinde geçmektedir. Ancak müfessirlerin çoğunluğu bu şahsın Hızır aleyhisselâm olduğu görüşündedir. Hızır’ın ledünnî ilme sahip olduğu şüphesiz olmakla birlikte, peygamber olup olmadığı kesin olarak bilinmemektedir (https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Kehf-suresi/2200/60-61-ayet-tefsiri).

Hızır motifi Anadolu sahası Türk evliyalarının menkıbelerine azımsanmayacak derecede etki etmiştir. Araştırmalarımız neticesinde; Menâkıb-ı Sipehsalar,

Menâkıbu’l-142

Arifîn, Keramât-ı Ahi Evran, Menâkıb-ı Mahmud Paşa, Menâkıb-ı Kemal-i Ümmî, Menâkıbu’l-Kudsiyye, Menâkıb-ı Hacı Bektaş-ı Veli, Vilâyetnâme-i Otman Baba, Tezkiretü’l-Evliya ve Türk destani mahsulleri olan Tezkire-i Satuk Buğra Han, Kitab-ı Dede Korkut, Ebu Müslimnâme, Battalnâme ve Saltıknâme’de bu motifi görmek mümkündür (Ocak, 2015:109-125).

Çalışma sahamızda incelediğimiz Abdürrahim Tırsî Hazretleri Türbesinde, Anadolu coğrafyasındaki Hızır kültünün bir yansıması karşımıza çıkmaktadır. Menkıbeye göre; Abdürrahim Tırsî talebeliğinde, Hızır Aleyhisselam ile görüşme ve sohbetiyle müşerref olmayı çok istiyormuş. Bir gün hocası onu pazara elma almaya göndermiş. Pazardan dönerken yolda bir zat ile karşılaşmış. O zat: “Sepetini aç, neyin olduğunu göreyim” demiş. Abdürrahim Tırsî , sepeti açınca o zat içinden bir elma alıp yoluna devam etmiş. Abdürrahim Tırsî de hocasının huzuruna gidip sepeti önüne koymuş. Eşrefoğlu Rûmi, sepete bakınca “Abdurrahim, bu elmalardan biri eksik” demiş. Abdürrahim durumu hocasına anlatmış. Hocası “O zatın eteğine niçin yapışmadın?” diye sormuş. O da “O zatın kim olduğunu bilmiyordum” deyince hocası: “Ya Abdurrahim, Hızır’ı görsem deyip dururdun, fakat bilsem demezdin. O zat Hızır idi. Gördün, fakat bilemedin” demiş. Bunun üzerine Abdürrahim Tırsî: “Ah görsem ve bilsem” diye Eşrefoğlu Rumi’den ricada bulunmuş. Hocası: “Ey Abdurrahim! Bu gece yaylak denen yere git.” diye buyurmuş. Abdürrahim Tırsî, gece olup yaylağa gittiğinde, gündüz sepetinden elma alan zatın orada olduğunu görmüş ve hemen eteğine yapışmış (Abdürrahim Tırsî Türbesi/Mudurnu).

2.5.3. Türbenin Etrafında Olağanüstü Varlıklar ile Karşılaşma

Olağanüstü varlıklar genellikle efsanelerin çatısı altında kendine yer bulmuştur. Efsanelerde kimi zaman bir pınar başında kimi zaman ağaç altında kahramanlar olağanüstü özellikte varlıklarla karşılaşabilmektedir. Bu varlıklar genel olarak peri kızı şeklinde tasavvur edilmiştir. Bu varlıklar kahramana iyilik yaptığı gibi bazen de kötülükleri dokunmaktadır.

Efsanelerde ortaya çıkan olağanüstü varlıklara efsane kahramanları sahip olmak ister bunun neticesinde başlarına türlü felaketler gelir. Benzer bir durum Türk destani mahsullerinden olan Dede Korkut Hikâyelerinde anlatılmaktadır. Tepegöz adlı hikâyede bir pınar başında peri kızı ile münasebet yaşayan çobanın peri kızından olan çocuğu ahaliyi canından bezdirir. Hikâyenin sonunda Basat tarafından öldürülür (Ergin, 2009: 15-17). Bu hikâyeye benzer bir durum Bolu velilerinden Samsa Çavuş türbesi hakkında anlatılmaktadır. Derlediğimiz anlatı Samsa Çavuş’un kendisinin göstermiş olduğu bir keramet olmayıp türbesinin yanında bulunan pınar hakkında anlatılmaktadır.

143

Bazı akşamlar Samsa Çavuş Türbesinin yanında uzun sarı saçlı bir kız görülmekte ve elindeki aynaya bakarak saçlarını taramaktaymış. Su kızı, peri kızı denilen bu olağanüstü varlığı köylülerden birisi yakalayarak saçından bir tutam kesmiş ve altı ay kadar kendisine eş yapmış. Çünkü peri kızı saçlarını geri almadan gidemezmiş. Ancak altı ay sonra saçlarını geri alabilmiş ve geri gitmiş, bir daha da geri görülmemiş (Samsa Çavuş Türbesi/Mudurnu).