• Sonuç bulunamadı

4.2. Taliban Dönemi (1996-2001)

4.2.2 Taliban’ın Din Anlayışı ve Reformları

Taliban iktidara geldikleri andan itibaren halk üzerinde baskıcı politika izleyerek toplumun kontrol altına almayı başarmıştır. Afgan halkı için önceden görülmeyen yasalar çıkararak halkın günlük hayatını zorlaştırmıştır. Taliban uzmanı Ahmed Raşid’e göre, Taliban ilk başta İslami bir reform hareketi olarak yola çıkmıştı (2007, s. 120).

“İktidara geldiklerinde önceki rejimlerin bütün yasalarını iptal etmiş ve ilk işleri, eski Cumhurbaşkanı Dr. Necibullah’ı vahşice öldürüp, herkese göz dağı olsun diye cesedini Kabil’de asılı bırakmak olmuştur” (Mamun, 2007, s. 144 ). Din kılıfı giyen bu hareket bütün yaptıklarında dini referans olarak göstermekteydi. Dr. Necibullah’ı mahkemede sorgulanmadan öldürülmesi, çoğu kişi tarafından Taliban’ın ilk işinin dine aykırı olarak yorumlanmasına yol açmıştır. Dahası bu bir cinayet olarak kabul edilmiştir.

Mücahitler iktidara gelmeden önce Kabil, Afganistan’ın modern şehirlerinden biriydi. 1992 senesinde Mücahitlerin kendi aralarındaki anlaşmazlıklardan dolayı çıkan iç savaş Kabil’in yüzünü değiştirmişti, ancak Kabil halkı eski modern hayatı unutmamıştı. Fakat Taliban’ın Kabil’i ele geçirmesiyle sıkı kurallar getirilerek o modern hayatı herkes unutturulmuştur. “Taliban’ın reformları sosyal alandan başlayıp, medyaya kadar sıkı kurallar getirmiştir. Emri Bil Maruf ve Nahy Enil Munkar (Din Polisi) ZẨƾƺƵǚ ƼƝ Ắǂ ƽ ǃ ƥ ǃZƞƺƵǛ^ Zƹǚ olarak tanınan polis birimi toplumda reformları uygulamakla görevliydi. Sosyal reformlarından biri de kadınlarla ilgiliydi. Kabil’i ele geçirmelerinden sonra ilk kararnameyi yayınlayarak halkın giyim tarzını ve davranışlarını değiştiren yasaklar çıkarmıştır” (Musevi, 2009, s. 231).

Taliban’ın İlk kararnamesini 14 Kasım 1996’da yayınlamış ve özeti şöyledir:

Kadınlar, evlerinizden dışarı çıkmayınız. Evinizin dışına çıktığınızda, İslamiyet’in gelişinden önce erkeklerin karşısına çıkan, çok makyaj yapan ve şık elbiseler giyen o kadınlar gibi olmayınız… Kadınların aileler için öğretmen ya da düzenleyici olmak gibi sorumlulukları vardır. Koca, erkek kardeş ve babanın ailenin gerekli hayat şartlarını (yiyecek, elbise vs.) sağlama sorumluluğu vardır. Eğer kadınlar

eğitim, sosyal ihtiyaçlar ya da sosyal hizmetler nedeniyle evin dışına çıkacak olursa İslami şeriat düzenlemelerine uygun olarak dış görümümünü örteceklerdir. Eğer kadınlar kendilerini göstermek amacıyla şık giyerse, İslam şeriatına uygun olarak cezalandırılacaktır (Raşid, 2007, s. 309).

Taliban bu kuralların uygulanması için bütün aile büyüklerini ve her Müslüman’ı sorumlu tutmaktaydı. Bu reformlar ve kurallar uygulanmadığı takdirde hem kadınlar hem de aile büyükleri din polisi tarafında tutuklanarak ağır biçimde cezalandırılacaktır. “Taliban bütün uygulamalarında din unsurunu ön plana çıkararak yeni kararnameler yayınlıyordu. Taliban için kadınlar ve çocuklar yok sayılan gruplar olarak kabul edilmekteydi. Kadınların genel olarak sadece hastanelerde çalışma izinleri vardı; ancak bu çalışma alanıyla ilgili ikinci bir kararname yayınlayarak, kısıtlamalar getirilmiştir” (Musevi, 2009, s. 254).

Kadın hastalar, kadın hekimlere gitmelidir. Erkek hekime gerek olduğu bir durumda kadın hastaya yakın bir akrabası eşlik edecektir. Muayene sırasında hem kadın hasta hem de erkek hekim İslami usule göre giyineceklerdir. Kadın ve erkek hekimlerin bir arada oturmaları ve birbirleriyle konuşmaları yasaktır. Tartışma gerekecek bir durum varsa, tartışma İslami usule giyinilmiş biçimde yapılacaktır. Kadın hekimler basit elbiseler giyecekler, şık elbiseler giymeyecekler ve makyaj yapmayacaklardır. Kadın hekim ve hemşireler erkek hastaların odalarına girmeyecektir (Raşid, 2007, s. 304).

Taliban kadın cinsiyetini bir araç olarak görmekteydi. Bu radikal hareketlerin genel özellikleridir. Halbuki Taliban’ın inandığı din, kadınlara çok değer veren bir dindir. Taliban yukarıda bahsedildiği gibi çok dar görüşlü bir harekettir. “Çoğu ilk kez kadın görmüş ya da ilk kez medrese dışına çıkmış ve toplumun ne olduğunu hiç bilmeyen insanlardır. Ayrıca onlar için kadın bir suç işleme aracı olarak öğretilmiş ya da böyle bilinmiştir” (Raşid, 2007, s. 42). Bu yüzden en sıkı kurallar kadınlara yönelik getirilmiştir. Bu dönemde kadın haklarından söz etmek de mümkün değildi. Bu yüzden bu dönemde en çok zarar görenler kadınlar ve çocuklar olmuştur.

Taliban’ın eğitim politikası sadece erkekler içindir. “Kızlar için hiçbir eğitim programı yoktu. Ayrıca bütün öğretmenler erkeklerden oluşmaktaydı. Okullarda din derslerinin sayısı artmıştı. Üniversiteler hiçbir şekilde dünya standartlarıyla karşılaştırılamazdı. Sadece eski ders kitapları anlatılmaktaydı. Öncelik din eğitimine verilmişti ve ülkenin kuzey bölgelerinde medreseler açılmaktaydı. Bu dönemde çoğu din hocaları Pakistan medreselerinde eğitim görmüş ve Afganistan’da yeni açılan

medreselerde de aynı bilgileri paylaşmaktaydılar” (Musevi, 2009, s. 245). Dolayısıyla Pakistan’daki din adamları tarafında hazırlanan ders kitapları anlatılmaktaydı.

Bunlarla birlikte erkeklerin yaşam tarzı ile ilgili reformlar getirmiştir. “Sakal tıraşının ve kesiminin önlenmesi, hiçbir erkek hiçbir şekilde sakallarını tıraş ya da düzen vermek için kesemeyecekti. Namaz kılmanın zorunlu olması, esnaf namaz zamanında dükkanında bulunursa tutuklanarak cezalandırılacaktır. Terziler kadınların elbiselerini dikemeyecektir. Batı tarzı giyimler yasaktır, başta sarık ya da beyaz takke olacaktır.

Güvercin besleme, davul çalma gibi alışkanlıklar ortadan kaldırılmıştır” (Oğuz, 1999, ss. 263-264). Böylece Taliban’ın reformları halkı yaşam hayatını çok zor duruma sokmuştu ve korku dolu bir dönmem yaşanmıştır.

Bu reformlarla birlikte bizzat kendim şahit olduğum ve çok iyi hatırladığım başka reformlardan bir kaçını şöyle özetlemek mümkündür. Müziğin yasaklanması, ülkenin hiçbir yerinde hiçbir şekilde müzik sesi duyulması yasaklanmıştı. Düğünlerde bile müzik ve dans etme yasaklanmıştır. Eğer her hangi bir düğünde müzik sesi duyulursa o ailenin büyüğü tutuklanarak cezalandırılacaktır. En büyük cezalar hırsızlık ve evlilik dışı ilişkilerde uygulanacaktır. Hırsızlık yapan birinin eli kesilecek ve evlilik dışı ilişkide olanlar da idam edilecek ya da taşlanacaktır. Genel olarak oldukça sıkı kurallar getirilmiştir.

Medya toplumsal bir güç olmaktan çıkmış, bu dönemde basın özgürlüğü ya da demokrasi kavramlarının kullanılması bile cesaret isteyen bir durum olmuştur.

Televizyon kanalları kapatılmış, sadece Taliban’a bağlı birkaç radyo kanalının yayınına izin verilmiştir. Bu radyo kanallarında kendi haberleri ve müziksiz ilahiler yayınlanmaktaydı. Sonuç itibariyle benzeri görülmeyen bu reformlardan dolayı ülkenin gelişmesi için bir adım bile ileri atılmamıştır; aksine ülke giderek daha fazla geri kalmıştır.

Taliban kendi planlarını geçekleştirilmesi için dini araç olarak kullanmıştır ve dini zırh konumuna getirmiştir. Din, zırh olarak öyle bir konumda getirmişlerdi ki, bu kadar sıkı reformlara rağmen kimse bir tepki vermemiştir. Olası bir eleştiri dine ihanet olarak yorumlanmasıyla birlikte ağır biçimde cezalandırılmaktaydı. Bu yüzden kısa süreden ülke çapında bir sükûnet sağlamıştır. Ancak bu sükûnetin altındaki sessizlik, dinin zırh olarak kullanılmasından kaynaklanmaktaydı. Ayrıca din adamlarının da bu konuda büyük katkısı olmuştur. Çünkü Taliban’dan önceki dönemlerde genel de halk din adamlarının desteğiyle hükümete karşı direnmekteydi. Taliban döneminde ise çoğu bölgelerde din adamları da hemen hemen Taliban ile aynı görüşü paylaşıyordu.

Son dönemlerde Taliban ile savaşmakta olan Kuzey İttifakına destekleri çoğalmıştı. Taliban ile Kuzey İttifakı arasında savaş şiddet kazanmışken, 2001’de 11 Eylül saldırısı patlak vermiştir. ABD yetkililer bu saldırının arkasında Usame Bin Ladenin olduğunu söylemiştir. Ayrıca o dönemde Usame Bin Laden Afganistan’da olduğunu öne sürerek Taliban rejimine karşı müdahele etmiştir.

“ABD başkanı George Bush’un “ya bizdensin ya da teröristsin” dayatması sonucu batı dünyasında hemen hemen herkes olayların bir cevap niteliğe taşıyacak olan Sonsuz Özgürlük Operasyonu’nu (Operation Enduring Freedom) ve bunun nedenlerini anladığını sandı. Saldırının sorumlusu olan El-Kaide ve onlara yataklık yapan Taliban Hareketi’ni bitirmek, Afganistan’ı istikrasızlıktan kurtarmak ve böylece Afganistan’a demokrasiyi getirmek ana hedeflerindendi” (Doğan, 2001).

ABD önderliğinde Kuzey İttifaklar ve İSAF güçlerinin Taliban’a yönelik saldırıları sonucunda 13 Kasım 2001 tarihinde Taliban rejimi devrilmiş ve yerine Afganistan’ın geçici hükümeti kurulmuştur. 11 Eylül Saldırısı sadece ABD ve Afganistan için değil bütün dünya ve Uluslararası İlişkiler disiplini içinde bir dönüm noktası olarak kabul edilmektedir. Ayrıca din faktörünün küresel siyasette önemi ve etkisi daha da artmaktaydı. Gerek siyasetçiler gerek akademisyenler bu dönemden sonra din üzerinde durulmasına vurgu yapmaktadırlar. Günümüzde de din faktörü çok önemli bir unsur olarak karşımıza çıkmasıyla birlikte, bölgesel ve küresel dengeler din üzerinden kurulan örgütler tarafından değişmektedir.

BÖLÜM V

SONUÇ ve ÖNERİLER 5.1. Sonuç

Afganistan tarih boyunca stratejik konumundan dolayı çatışma alanı olmuştur;

kimi zaman bölgesel güçler arasında tampon bölge olmuş, kimi zaman da küresel alanda tampon bölge olarak çatışma alanına dönüşmüştür. Bu çatışmaların iç ve dış nedenleri vardır; ancak bu nedenler altında dinin etkisi ve rolü çok büyük olmuştur. Afgan toplumu Müslüman olmasına rağmen, din üzerinden yapılan siyaset çatışmalara neden olmuştur. Ayrıca 1947’de Pakistan’ın bir Müslüman ülke olarak doğması, İran’da İslami Devrimin patlak vermesi ve SSCB işgali, Afgan siyasetinde dinin etkisini daha artırmış ve bu dönemden sonra bir radikalleşme süreci yaşanmıştır.

Sosyolojik açıdan Afganistan, muhafazakar olmasıyla birlikte yoksul ve genel olarak eğitim seviyesi düşük insanlardan oluşan bir toplumdur. Doğu ve güneydoğu bölgelerinde kabile sisteminin hakim olması, halkın daha da muhafazakar olmasına zemin hazırlamıştır. Böyle muhafazakar bir toplumda din üzerinden siyaset yapmak kolaydır. Ayrıca nüfus çeşitli etnik gruplardan oluştuğu için geçmişten beri yabancı güçlere karşı birleştirici güç olarak din kullanılmıştır. Bütün etnikler din çatısı altında toplanmış ve yabancı güçlere karşı dinlerini ve vatanlarını korumak için savaşmıştır. Bu yüzden dinin Afgan siyasetinde etkisi oldukça çoktur.

Yirminci yüzyılın başlarından itibaren Afgan siyasetinde dinin etkisi artmış özellikle Afganistan’ın bağımsızlığını kazanmasıyla modernleşme sürecinde ilk tepkiler din adamları tarafından gelmişti ve bu süreç başarısızlığa uğratılmıştı. Yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren ise dini gruplar ortaya çıkarak, siyasi bir aktör olarak Afgan siyasetinde görülmeye başlamıştır. Ayrıca 19. yüzyılda Panislamizm kavramının ortaya çıkışı ve yirminci yüzyılın başlarında Müslüman Kardeşlerin’in bir siyasi aktör olarak Arap dünyasında çıkması, Afgan halkını etkilemiştir.

Bütün İslam dünyasında olduğu gibi Afganistan’da da dinin korunması üzerine oynanan siyaset, halkı bir araya toplamak için iktidar ve siyasetçiler tarafından kullanılan bir bütünleştirici unsurdur. Din Afgan halkı için önemli bir olgudur, dinin korunması herkesin görevi olarak bilinmektedir. Ayrıca genel olarak bütün çatışmalarda halkın görevinin vatanı korumak değil öncelikli olarak dini korumak olduğu söylenmiş

ya da durum böyle algılatılmıştır. Din üzerinde oynanan siyasetler devamı sonucunda din siyasallaşmış ve son dönemdeki işgallerden sonra radikalleşme sürecine geçmiştir.

Bu çalışmada genel olarak Afgan siyasetinde, din ve siyaset ilişkisi üç dönemde anlatılmıştır. Birincisi Afgan siyasetinde etkin olmaya başlayan dini hareketlerin çıkışı, ikincisi dini hareketlerin iktidara gelmek amacıyla siyasallaşma ve iktidar dönemi ve üçüncü olarak da siyasallaşma döneminden geçerek radikalleşme dönemi ele alınmıştır.

Bu üç dönem birbirine bağlı olmasıyla birlikte bu dönemlerde hiçbir rejim ayakta duramamış ve dinin etkisiyle arka arkaya darbeler sonucu devrilmiştir. Ayrıca dış müdahalelerin de Afgan siyasetinde dinin etkin olmasında rolü olduğu dikkat çekici bir unsurdur.

Dini hareketlerin çıkış dönemini ele alındığında bu dönemde dini hareketlerin çıkışına Arap dünyasındaki dini direnişler de etkili olmuştur. Özellikle Mısır’daki Müslüman Kardeşler, Afganistan’daki dini hareketlerin çıkışında çok etkili olmuş ve direkt Müslüman Kardeşler’in düşüncesinden etkilenen bir grup o zamanki iktidara muhalefet etmiştir. Böylece ilk kez Afgan siyasetinde iktidarı ele geçirmek amacıyla dini muhalif bir grup ortaya çıkmıştır. Daha önceki dönemlerde de dini hareketler iktidara muhalefet göstermişti, ancak bu dönemde bölgesel dengelerin değişmesi de, Afganistan’daki dini hareketlerin siyaset alanında çıkışına cesaret kazandırmıştır.

1973’te Muhammed Davud Han, bir darbe sonucu, Afganistan’ın siyasi sistemindeki Şahlığa son vermiş ve ilk kez Afgan siyasetinde liberal bir sistem kurmaya çalışarak cumhuriyeti ilan etmiştir. Aynı dönemde dini hareketler da siyasi bir aktör olarak ortaya çıkmaktaydı. Dolayısıyla Afganistan’ın siyasi tarihi açısından bu dönem bir dönüm nokta olarak kabul edilirken, aynı zamanda dinin siyaset üzerinde artmakta olan etkisi, bu dönemin önemini daha da arttırmıştır. Ayrıca Muhammed Davud Han’ın kendi kalkınma planlarını gerçekleştirme arzusu dini hareketlere karşı baskıcı bir politika izlenmesine yol açmış ve ilk kez iktidar ile dini hareketler ya da din ile siyaset çatışmaktaydı. Böylece Afganistan’da din ve siyaset ilişkisi açısından bir başlangıç dönem olarak da kabul edebilir.

Ayrıca Muhammed Davud Han’ın hükümetinde komünist ideoloji yanlı Afganlar yer almaktaydı ve bunlar dini hareketler tarafında dinsiz olarak algılanıyordu.

Dolayısıyla Afgan toplumunda Müslüman olmayan biri ya da Müslüman olmayanlar ile yakın ilişkide olan birinin üst mevkilerde görev yapması uygun görülmemekteydi. Bu yüzden Muhammed Davud Han’ın dini hareketler ile karşı karşıya kalacağı, henüz

hükümetin ilk günlerinde ön görülmüştü ve kısa süre içinde de hükümet ile dini hareketler dolayısıyla karşı karşıya gelmiş ve din ve siyaset gerginliği başlamıştır.

Bu dönemde Afganistan ekonomik açıdan zayıf ve tüketime dayalı bir ülkeydi.

Ekonominin kalkınması için Muhammed Davud Han kalkınma planı hazırlamıştı. Bu planın gerçekleştirilmesi gereği bir dış desteğe ihtiyaç duyulmaktaydı. Muhammed Davud Han dış destek arayışındayken ülkeyi yakın takibe alan SSCB için iyi bir fırsat doğmuştu. Bu dönemde Afgan-SSCB ilişkileri en üst düzeye yükselirken bu durum dini hareketler tarafından çok sert tepkiyle karşılanmıştır. Ayrıca Muhammed Davud Han’ın başbakanlık dönemde Peştunistan meselesinden dolayı Pakistan dolayısıyla Batı Bloku ile ilişkileri soğumuş durumdaydı. Bu durum kısa sürede Doğu Bloku ile ilişkilerin kısa sürede ilerlemesine yol açmıştır. Pakistan’ın Batı Bloku ile olan iyi ilişkilerinden ve Muhammed Davud Han’ın Peştun milliyetçiliğini savunmasından dolayı Pakistan ve Batı Bloku Muhammed Davud Han’a baskı uygulama arayışına çıkmışlardı.

Muhammed Davud Han’a yönelik büyük bir dini muhalefet oluşmaktaydı. Kısa sürede çok zor durumda kalmıştı, dolayısıyla dış destekli bir dini hareket ile yarı dış destekli bir hükümet karşı karşıya gelmişti. Muhalif taraf tam din üzerinden oynarken hükümet tarafı baskı uygulamaya başlamıştı. Sonuç itibariyle din ve siyaset bağlamında gerginlik doğmuştu. Ayrıca bu dönemde komünist ve İslam ideolojisini savunanların sayısı da artmaktaydı. Muhammed Davud Han’ın kalkınma planın gerçekleşmesine dini hareketler engel olmuştur. Dolayısıyla Muhammed Davud Han’ın izlediği siyaset dini hareketler tarafından dine aykırı olarak algılanması kendisini zor durumda bırakmıştır.

Ayrıca dini hareketler tarafından kendisine yönelik yapılan darbe girişiminden sonra Muhammed Davud Han da dinin etkisini anlamıştı ve bu unun üzerine son dönemlerinde dini hareketlere karşı ılımlı bir politika izlemiş; ancak bu sefer de kendi hükümeti içindeki komünist yanlıları tarafından baskı altında kalmıştır. Dolayısıyla Muhammed Davud Han, din ve siyaset gerginliği arasında kalmıştı. Sonuç itibariyle ilk dönemlerinde dinin Afgan siyasetindeki etkisini hafife alan Muhammed Davud Han, hükümetini ayakta tutmakta zorluk çeker hale gelmiştir. Dini hareketler ile kendi hükümeti içindeki komünist yanlılar arasında taraf değiştirmesi sonucunda, komünist yanlıları tarafından geçekleştirilen bir darbe sonucu 1979 yılında devrilmiş ve bütün ailesiyle öldürülmüştür. Muhammed Davud Han’ın devrilmesinde din kilit rol oynamıştır. Muhammed Davud Han’dan sonraki dönem ise din ile siyasetin çatışma dönemidir.

1979 yılı İslam dünyası açısından çok önemli bir dönemdir, bu yüzden bu dönem Afgan siyasetinde dinin etkisi giderek artmıştır. En büyük değişiklik bölge ülkelerinde ortaya çıkmıştır. Bu dönemde İran’da gerçekleşen İslami devrim, SSCB’nin Afganistan işgali ve Kabe baskını gibi olaylar, İslam dünyasını derinden etkilemiştir. Bu dönemde Afgan siyasetine dinin rolü ve etkisi çok büyük olmuştu. Yakarıdaki olaylardan etkilenen Afgan direnişi, SSCB’ye karşı küresel bir cihat çağrısı yapılmıştır.

Cihat kavramı üzerinde oynanan siyaset, bütün İslam dünyasında olduğu gibi Afganistan’da da büyük direnişe neden olmuştu.

SSCB’nin Afganistan işgaliyle dinin etkisi ve birleştirici gücü daha da artmaktaydı. Müslüman olmayan bir güce karşı direniş, din açısından her Müslüman’ın görevi olarak görülmekteyken, küresel bir cihat çağrısı yapılmıştır. Küresel cihat, Afganistan siyasetinde çok derin izler bırakmıştır. Bu dönemden sonra cihat kavramı Afgan siyasetinde ayrı bir yere sahip olmuştur.

Bu dönemde Soğuk Savaş’ın sıcak bölgelerinden birinin Afganistan olmasından dolayı ve süper güçlerin çıkarları gereği İslam dünyasında ve özellikle Afganistan’da kışkırtıcı bir politika izlenmiştir. Din üzerinden oynanan bu kışkırtıcı politika sonucunda dış destekli dini hareketler güçlenmişti. Müslüman olmayanların yanlısı olan Afganistan rejimine karşı Müslüman olmayanların desteğiyle kutsal savaşın içinde olduklarını iddia eden dini hareketeler kendi rejimlerini kurma arzusuna gelmişlerdir.

Böylece kısa sürede dini hareketler iktidarı ele geçirme gücüne sahip olmuşlardır.

Dolayısıyla bu dönemdeki çatışmalarda dinin etkisi inkar edilemez derecede ön plandadır.

Ayrıca İran’da dinin gücüyle teokratik bir rejim kuran Müslüman Şiiler, Afgan Müslümanlarını da cesaretlendirmiştir. Çünkü dini hareketler açısından dine dayalı bir rejimin kurulması, bütün istikrarsızlığın sonu olarak bilinmekteydi. Ayrıca İran’da mümkün olan bu devrimin Afganistan’da da mümkün olabileceğine ve bunu gerçekleştirileceklerine inanmaktaydılar. Bu yüzden bu dönemden itibaren Afgan siyasetinde dini hareketler güçlü bir siyasi aktör olarak ortaya çıkmıştı ve günümüze kadar hemen hemen aynı oranda Afgan siyasetinde etkili olmaktadırlar.

Bu dönemde Afganistan’daki SSCB yanlısı sosyalist rejimin getirdiği reformlar dini değerlerle çatışmış ve sonuç itibariyle halkın din çatısı altında toplanmasına katkı sağlamıştır. Din ile siyaset çatışması sonucunda dinin toplum üzerindeki etkisi daha da artmıştır. Böylece bu dönemden sonra toplumu rejime karşı kışkırtmak kolay olmuştur.

Ayrıca bu dönemden sonra dinin siyasallaşma sürecinden gecen gruplar radikalleşme sürecine adım atmaktaydı.

SSCB yanlısı sosyalist rejim reformlardan sonra din adamları ve dini hareketlre tarafından rejim din karşıtı olarak algılanmıştır. Küçük çaplarda dini hareketler ortaya çıkmaktayken o dönem Pakistan’a sığınan dini hareketlerin önderleri, küçük grupları da kendi hareketlerine eklemiştir. Ayrıca bu dönemden sonra Afgan toplumunda dinin birleştirici gücünün artmasıyla birlikte Batı Blokunun dini hareketlere desteği de Doğu Blokuna karşı artmaktaydı. Bu dönemdeki çatışma Doğu Bloku ile Batı Bloku arasındaki gerginlikti, fakat bu gerginlikte dinin rolü çok büyük olmuştu. Çünkü din üzerinden halkı bir araya toplayan dini hareketler ve onları destekleyenler vatanın korunmasına vurgu yapmaksızın dinin korunmasına vurgu yapmaktaydı.

SSCB işgal döneminde din ile siyaset arasındaki gerginlik devam etmekteydi.

Ayrıca dini hareketlerin güçlenmesiyle etkisi altında kalan SSCB yanlısı sosyalist rejim de tedirgin olmuştu. Dolayısıyla dinin gücünden yararlanan dini hareketler ve onları destekleyenler sosyalist rejimi zayıflatmıştı. Bunlarla birlikte SSCB yaklaşık on yıl süren işgalden sonra ekonomik iflasla birlikte Afganistan’dan çekilme kararı almıştır.

SSCB’nin çekilme nedenlerinden bir kısmı ekonomik durumla alakalıyken diğer nedenler arasında SSCB’nin iç siyasetinin değişmesi ve bunun dış siyasete yansıması ve ABD ile yapılan anlaşmalar vardır. Fakat çekilme nedenlerinin altında dinin etkisi ve

SSCB’nin çekilme nedenlerinden bir kısmı ekonomik durumla alakalıyken diğer nedenler arasında SSCB’nin iç siyasetinin değişmesi ve bunun dış siyasete yansıması ve ABD ile yapılan anlaşmalar vardır. Fakat çekilme nedenlerinin altında dinin etkisi ve