• Sonuç bulunamadı

3.2. Muhammed Davud Han’dan Sonraki Dönem; Sosyalist Rejimlerin Din İle

4.1.2 Mücahitlere Karşı Kutsal Savaş

Taliban kendilerini kutsal savaşçılar olarak tanıtmıştır. Mücahitler ise kendilerini Allah’ın savaşçıları olarak göstermiştir. Bu iki grup dini referans göstererek bir birlerine karşı cihat ilan etmişlerdir. Önceki dönemlerde, genelde bir taraf din referansıyla çatışmaktaydı, ancak bu dönemde iki taraf da kendisini Allah’ın askerleri olarak göstermiştir. Ülkedeki anarşik duruma son verilmesi ve İslami bir hükümetin kurulması, görünüşte iki grubun da istekleriydi. Ancak etnik ve dini ideolojileri arasında farklılıklar bulunmaktaydı. Dinden referans alarak birbirlerini suçlamasıyla dinin farklı yorumlanması yanı sıra etnik ayrılıkları da çatışmanın bir parçası olmuştu.

Taliban uzmanı, Pakistanlı yazar Ahmed Raşid’e göre, Taliban kendini Allah’ın yenilmez askerleri olarak kendilerini tanıtmıştır (2007, s. 40). Bu savaşın kazanacaklarına emin olarak yola çıkmışlardır. Bunlara karşı Mücahitler ise her zaman Sosyalist rejimlere karşı yaptıkları 13 yıllık çatışmayı (cihat) öne sürerek kendilerini savunmuştur. “Dolayısıyla Taliban bir dini hareket olarak ortaya çıkmasıyla kısa süre de Pakistan ile sınırı olan Kandahar Şehrini kontrol altında almıştır. Böylece hızlı bir şekilde ilerlemeye başlamıştır” (Şeyhanlıoğlu, 2013, s. 8).

Taliban Kandahar’ın zapt edilmesinden sonra geçen ilk üç ayda, Afganistan’ın 31 vilayetinden 12’sini ele geçirerek Afgan iç savaşındaki kilitlenmeyi bozmuş ve kuzeyde Kabil eteklerine, batıda Herat’a kadar ilerlemiştir… bu dönemde yirmi bin kadar Afganlı ile yüzlerce Pakistanlı medrese öğrencisinin Pakistan’daki mülteci kamplarından akın akın Taliban lideri Molla Ömer’e katılmaya geldiklerini söylemiştir.

Kuzeye doğru yürüyüşe geçtiklerinde bunlara binlerce Afganlı Peştun daha eklenmiştir.

Bu insanları çoğunluğu inanılmaz derecede gençti 14 ile 24 yaş arasındaki delikanlılardan oluşmaktaydı ve içlerinden büyük bir kısmı ömürlerinde hiç savaşmamıştır (Raşid, 2007, s. 41).

Taliban açısından Mücahitlere karşı savaşmasında iki temel neden vardı.

Birincisi Kabil rejimi Peştun olmayanları tarafından yönetilmekteydi bu rejimde etkin olan Mesut Peştun değildi ayrıca Mesut bazı Mücahitler gibi radikal değildi. “İkinci neden ise Mücahitler ile Taliban Hareketi’nin düşünce kaynakları farklı referanslardan

beslenmekteydi. Mücahitler, Müslüman Kardeşlerin siyasal düşüncesinden beslenirken, Taliban’ın düşünce kaynağı ise Diobendi tarikatıydı26” (Muhık, 2010).

Bu iki nedene bağlı olarak dış faktörler de kilit rol oynamaktaydı. “Kabil’deki Mücahitler yayılmacı bir politika izlemeyecek ya da İran ve Orta Asya ülkeleri ile iyi ilişkiler kuracaklardı. Halbuki Suudi Arabistan gibi koyu Sünni ülkelerin İran gibi koyu Şii ülkelere baskı amacıyla bölgede Taliban Hareketi gibi bir radikal grubun desteklemesi yararlarına olacaktı. Pakistan da, ezeli düşmanı olan Hindistan’ın nüfuz alanını daraltmak için Afganistan’da her zaman Pakistan yanlısı bir rejimin kurulmasına özen göstermekteydi” (Andışmand, 2004, s. 58). “Küresel çapta da Orta Asya enerji kaynaklarında ulaşmak için, Orta Asya’daki Rus yanlısı liderlere baskı amacıyla ya da Çin’in büyümekte olan ekonomik gücünü azaltmak için, ABD başta olmak üzere Batı Bloku Taliban Hareketi’ni desteklemesi şaşırtıcı değildir” (Musevi, 2009, s. 231).

Taliban hareketi hızla ilerlerken, Ocak 1995’te Kabil’deki Rabbani yönetimine karşı saldırıya geçmek üzere bütün muhalif gruplar güçlerini birleştirmiştir. Gulbudin Hikmetyar, General Dostum ve Kabil’in bir kısmını elinde tutan Şii olan Hazaralar ittifak yapmıştı. Yeni ittifakı Pakistan da desteklediğinden Hikmetyar hala İslamabad’ın gözde grubuydu ve o yılın başında şehri bombalamak için Pakistan’dan büyük miktarda roket yardımı almıştı. Fakat Taliban’ın hızla ilerleyişi İslamabad açısından bile korkunç ve şaşırtıcıydı” (Raşid, 2007, s. 44).

“Taliban Kabil’de ilerlemekteyken, Kabil yakınlarında Şii olan Hazaralar ile karşı karşıya gelmiştir. Kısa bir çatışma sonucunda Şii Hazara lideri Abdul Ali Mezarı Taliban elinde esir düşmüş ve öldürülmüştür. Mezarı’nın öldürülmesi Taliban’ın Şii mezhebine ne kadar düşman olduğunu göstererek İran’a dolaylı bir mesaj göndermiştir”

(Oğuz, 1999, s. 255; Azimi, 1998, s. 626). Şii olan Hazaralar Mezarı’nın ölümünden dolayı Taliban ile karşı karşıya gelmiş ve böylece Peştunlar ile Hazarlar ya da Şiiler ile Sünniler arasında etnik ve mezhep çatışması iyice açığa çıkmış durumdaydı.

Sonuç itibariyle Taliban ile Mücahitler arasındaki yoğun çatışma sonucunda Taliban Kabil’e girmek üzereydi. “1996 yılında bir saldırı sonucunda Kabil’i kontrol altında almışlar ve kendi rejilerini kurmuşlardır. Kabil’i ele geçirdikten sonra ülkenin

26 Taliban’ın düşünce kaynağını beslediği Diobendi tarikatını incelemek gerekirse eskiye gittiğini görüyoruz. 1866 tarihinde Hindistan’da Diobend şehrinde İngilizlere karşı başlatılan bir İslami Sünni Hanefi hareketi kurulmuştu. Medreselerinin ismi Darul-Ulum-i Diobendi olarak ünlenmişti. Diobendilikte önem verilen konu, İslamiyet’in bütün yabancı unsurlardan arındırılması meselesidir. Ancak bu arındırma yenicilik bir tarzda olmamış yani zamana bağlı değişikliklere önem verilmeyip aksine asli kaynaklara dönüş çabası olarak vurgulanmak istenmiştir. Taliban’ın çoğunluğun Pakistan’daki Diobendi tarikatına bağlı medreselerde okumuştur (Karizadah, 2013).

kuzey bölgelerinde yaşayan Türk kökenli Özbek ve Türkmenlere hem de Taciklere karşı saldırıya başlamıştı” (Çınarlı, 2009, s. 202).

“Kabil’in Taliban’ın eline düşmesiyle, Molla Ömer’in halifeliği ilan etmek için din adamlarından oluşan büyük bir kalabalık Kandahar’da toplanmıştır. Sadece erkeklerden oluşan bu toplum Molla Ömer’e bağlılıklarını ilan etmiş ve Ömer’e Müslümanların halifesi olarak Emir-ül Mümini (Müminlerin Amiri) unvanını vermişlerdir. Böylece sadece Afganistan’da değil bütün İslam dünyasına önderlik etme hakkı bulunduğunu göstermekteydi” (Musevi, 2009, s. 244). Siyasal açıdan tam bir darbe olarak algılanırken, Molla Ömer bütün etkisini dinden kazanmaktaydı.

Dolayısıyla dini referans göstererek hükümranlığına meşruiyet sağlamıştır.

Taliban hareketi Kabil’i kontrol altında aldıktan sonra kuzeye doğru ilerlemiştir.

“Kuzeyde Dostum liderliğindeki Özbekler ve Türkmenler, Mesut liderliğindeki Tacikler ve Halili liderliğindeki Hazaralar Kuzey İttifakı adına bir ittifak kurarak Taliban’a karşılık vermişlerdir. ABD, Pakistan ve Suudi Arabistan Taliban’ı, Rusya, Türkiye ve İran Taliban karşı duran Kuzey İttifakı’nı desteklemiştir” (Gündüz, 2001, s. 37). “Fakat Taliban hızla ilerlerken sonuç itibarıyla 1998 yılında Afganistan’ın önemli şehirlerinden olan Mezarı Şerif Taliban’ın eline düşmüş ve 9 İranlı diplomat Taliban tarafından öldürülmüştür” (İlmi, 2011, s. 92).

“Kuzey bölgelerin Taliban’ın elinde düşmesi, Orta Asya devletlerini özellikle Rusya’yı tedirgin etmiştir. Ayrıca batı bölgelerinin de Taliban Hareketi’nin kontrolü altında düşmesi İran’ı da iyice tedirgin etmiştir. Bunlarla birlikte Çin Halk Cumhuriyeti toprakları içinde olan Uygur Müslümanlarının kışkırtılması ihtimalinden Çin de tedirgin olmuştur. Ayrıca Taliban rejimi başka etnik gruplara özellikle Şii mezhebine mensup olan Hazarlara baskıcı bir politika izlemiştir” (Andışmand, 2004, s. 199). Böylece din kılıfıyla ortaya çıkan bu radikal grup, din üzerinden siyaset yaparak dine aykırı hareket edenlerin önünde gidenlerinden olmuştur.

Hakim oldukları bölgelere şeriat getirmek amacıyla sıkı kurallar uygulamaktaydılar. Ayrıca kendilerince dini değerleri öne sürerek halka baskılar ve şiddet uygulamaktaydılar. Kendilerince İslam peygamberi Hazreti Muhammed’in yaşadığı döneme dönmek isteyeceklerini öne sürerek dış dünyaya kapalı karanlık bir siyaset izleyeceklerinin işaretini vermişlerdir. Bütün alanlarda dini referans olarak göstermekteydiler. Böylece Afgan halkı benzerini görülmeyen karanlık bir dönem yaşayacağı ön görülmekteydi.