• Sonuç bulunamadı

3.2. Muhammed Davud Han’dan Sonraki Dönem; Sosyalist Rejimlerin Din İle

4.1.1. Dinin Farklı Yorumlanması Bağlamında Etnik Çatışmalar

4.1.1. Dinin Farklı Yorumlanması Bağlamında Etnik Çatışmalar

İkinci bölümde de belirtildiği gibi, Afganistan çeşitli etnik kökenlerden oluşan bir ülkedir. Dinin birleştirici gücü her zaman bu etnikleri bir çatı altında toplamayı başarmıştır. Ancak bu dönemde Mücahitler iktidara gelmeleriyle dinin birleştirici çatısı altından çıkarak etnik kimliklerine göre bölünmüşlerdir. Dolayısıyla dinin farklı yorumlanması sonucunda, din çatısı altından ayrılarak etniklere dayalı bir çatışma çıkmaktaydı. Ayrıca bu dönemde mezhep ayrılıkları ortaya çıkması sonucunda mezhep görüşlerine göre dış ülkelerin desteği de çatışmanın şiddetlenmesine neden olmuştur.

Afganistan kurulduğu günden beri, etnikler içinde çoğunluğu oluşturan Peştunlar tarafından yönetilmekteydi. “1992’de son Sosyalist rejimin devrilmesiyle, Mücahit liderlerinden Tacik olan Burhaneddin Rabbani’nin iktidara gelmesi Peştunlar tarafından pek kabul görmemiştir. Peştun asılı Gulbudin Hikmetyar’ın Rabbani hükümetini tanımama nedenlerinden biri de Rabbani’nin Tacik olmasıdır” (Kuloğlu, Doğan, 2011, s. 30). “Başkent Kabil’de Peştun olan Gulbudin Hikmetyar ile Tacik olan Ahmed Şah Mesut ve General Dostum arasında yoğun çatışma başlamıştır. 1992’ye kadar güvende olan Kabil 25 Nisan’dan sonra ağır silahlar kullanılarak, sıcak çatışma alanında dönüşmüş ve etnikler arası tam bir iç savaş başlamıştır” (Tenin, 2005, s. 358).

Gülbeddin Hikmetyar ilk günden beri Rabbani rejimini tanımamıştı ve uzlaşmak için şu şartları öne sürmüştü: “Başbakanlık kendisine verilmeli ve başkan tüm kabineyi atama etkisine sahip olmalı, General Dostum’un tüm kuvvetleri Kabil’den çekilmeli ve Dostum cezalandırılmalı, aynı zamanda Ahmed Şah Mesut Savunma Bakanlığı görevinden alınmalıdır” (Çınarlı, 2009, s. 192). Hikmetyar’ın istekleri gereği General Dostum ve ya Mesut’un Kabil’den çekilmesi gerekiyordu. Onlardan birinin Kabil’den çekilmesi büyük bir boşluğun ortaya çıkması demekti. Ayrıca Dostum etnik olarak Türk kökenli Özbekler ve Türkmenleri temsil ederken, Mesut Rabbani himayesi altındaki

Tacikleri temsil etmekteydi. Dolayısıyla bu etnik güçlerin çekilmesi Peştun olan Hikmetyar’ın boşluğu doldurmasına yardımcı olacaktı.

“Gülbeddin Hikmetyar hep dini referans göstererek kendisini haklı çıkarmaya çalışmıştır, Mesut’un önceki dönem Sosyalist rejimlerle görüştüğünü öne sürerek, onun hükümette olmasını şimdiye kadar yapılan cihada zarar vereceğini iddia etmiştir.

General Dostum’u da eski Sosyalist rejimle çalıştığı için cezalandırılması gerektiğini ortaya atmıştır” (Azimi, 1998, s. 626; Oğuz, 1999, s. 238).

“Burhaneddin Rabbani’nin devlet başkanlığının süresinin dolmasıyla, ülkedeki anarşik durum gerekçe gösterilerek bir kısım Mücahitler tarafından bir konsey sonucu Rabbani tekrar devlet başkanı olarak seçilmiş ve Hikmetyar da başbakan olarak seçilmişti” (Çınarlı, 2009, s. 192). Ancak Esedullah Oğuz’un da belirtiği gibi,

“Hikmetyar Rabbani’nin emrinde çalışmayacağını öne sürerek muhalefetini sürdürmüştür. Bu arada Şii Mücahitlerden olan Hizbi Vahdet Partisi’nin lideri Abdul Ali Mezarı, kurulan hükümette istediği gibi pay alamayınca Rabbani aleyhine dönmüştür” (Oğuz, 1998, s. 240). Bunlarla birlikte büyük askeri güce sahip olan General Dostumu Kabil’den uzaklaştırımaya çalışılması başka bir muhalefetin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Böylelikle kısa süre içinde dengeler değişmiş, eski düşmanlar yeni dostlar olarak ortaya çıkmıştır.

Mücahitler arsındaki koltuk kavgasından dolayı çıkan savaşlar devem ederken dinin farklı yorumlanması da gün geçtikçe yükselmekteydi ve meşruiyetin aracı din olarak kullanılmaktaydı. “Mücahit liderinden olan Gülbeddin Hikmetyar, Müceddedi tarafından yıkıcı olarak suçlanmıştır. Hikmetyar ise kendine göre dini yorumlayıp kurulan yeni İslam rejiminde eski komünist yanlılarının olmasını dine aykırı olarak nitelemiştir” (Azimi, 1998, s. 626). Dinin birleştirici gücü bu sefer tam tersine ayrılıklara yol açmaktaydı. Dolayısıyla bu dönemden sonra İslam dünyasındaki cihat kavramı eleştirilmeye başlamıştır.

“Rabbani’nin Devlet başkanı koltuğundan çekilmemesi Dostum’u da rahatsız etmiştir. Bunun üzerine General Dostum’un Rabbani rejiminden yüz çevirmesi, Gülbeddin Hikmetyar’ın yararına olmuştur” (Oğuz, 1999, s. 240). Bunun üzerine

“Mücahit liderlerinden olan Gülbeddin Hikmetyar, General Dostum ile İttifak kurarak, Rabbani rejimine karşı güçlenmiştir. Hikmetyar tarafında komünist yanlısı olarak suçlanan Dostum, güçlü bir askeri birime sahip olması, Dostum-Hikmetyar ittifakı kurulmasını sağlamış ve bu durum güçlü bir ittifaka dönüşmüştür” (Tenin, 2005, s.

403). Böylece Rabbani rejimin devrilmesine yol açabilmekteydi. “Ayrıca

Dostum-Hikmetyar- ittifakına, Şii olan partiler de katılmıştır. Böylece hem mezhep faktör hem etnik faktörü birleşerek yeni dengeler ortaya çıkmıştır” (Andışmand, 2004, s. 41).

Önceden görülmeyen böyle etnik gruba dayalı denge değişimleri, Afgan siyasetinde, o günden bu güne kilit rol oynamaktadır.

Rabbani devlet başkanı olarak göreve devam ederken çoğu Mücahit lider tarafından tanınmamaktaydı. Ayrıca her bir Mücahit kendini devlet başkanlık koltuğunda layık görmekteydi. Böylece çatışmalar gün geçtikçe şiddet kazanırken,

“1994 yılında Pakistan’da Afganistan’a barışı sağlamak amacıyla bir toplantı düzenlenmiştir. Ancak Rabbani’nin bu toplantıya katılmaması, toplantının başarısızlıkla sonuçlanmasına neden olmuştur. Rabbani, Mücahitler arasındaki herhangi bir görüşmeye General Dostumun katılmasına karşı olduğunu söylemiştir. Gerekçe olarak da Dostum’un eskiden komünistler (Dr. Necibullah) ile çalıştığını öne sürmüştür”

(Oğuz, 1998, s. 247). “Dr. Necibullah’ın devrilmesinde kilit rol oynayan Özbek General Dostum, 1992 yılında Hikmetyar tarafında komünist yanlısı olarak suçlandığında, Rabbani kendisi, general Dostum’u savunmuştu ve Mücahitlerin başarıya ulaşmasına büyük katkısı olduğunu söylemiştir. Ancak kısa süre içinde dengelerin değişmesiyle, Dostum’un oturduğu masaya oturmayacağını söylemiştir” (Andışmand, 2004, s. 50).

Mücahitlerin iktidarında, etnik çatışmalar sonucu dengelerin sık sık değişmesi, dinin farklı yorumlanmasına neden olmaktaydı. Mücahitler kendi çıkarları doğrultusunda dini yorumlamaktaydılar. Birisi bir gün Mücahit iken, dengelerin değişmesiyle komünist ya da komünist yanlısı olarak suçlanmaktaydı. Dolayısıyla bu suçlamaları meşrulaştırmak için dini referans göstermişlerdir. Böyle bir dönemde çatışmalar şiddetle devam ederken yeni dini bir grup da ortaya çıkmaya başlamıştır.

“1994 yılına gelindiğinde Taliban hareketi adıyla başka bir silahlı örgüt, Kabil rejimine karşı dolayısıyla Mücahitlere karşı ortaya çıkmıştır. Bu örgüt ülkedeki anarşik durumu gerekçe göstererek istikrarlı bir İslami rejim kuracaklarını öne sürerek çatışmaya katılmıştır” (Tenin, 2005, s. 410). Bu dönemde sonra Afgan siyasetinde Taliban adına yeni bir dini aktör olarak kabul edilmekteydi. Mücahitlere karşı cihat ya da cihat’a karşı cihat denilen savaş Afgan toplumunu ve dini zedelemiştir.

1992’den 1994’e kadar süren iç çatışma sonucunda binlerce insan canından olmuş ve binlerce insan ise tekrar başka ülkelere mülteci olmuştur. Bu savaşlardan dolayı bu döneme kadar Mücahitler, ülkenin gelişmesi açısından hiçbir program uygulamamıştır. Bu durum ülke ekonomisinin iflasına yol açmıştır. Bu anarşik durumdan faydalanarak ortaya çıkmakta olan Taliban hareketi Mücahitlere karşı savaş

ilan etmiş ve teokratik bir rejim kurma arzusuyla savaşmıştır. İlk kez Pakistan sınırları yakından çatışmaya başlayan bu örgüt, kısa süre içinde hızla Afganistan içlerine doğru ilerlemeye başlamıştır.