• Sonuç bulunamadı

3.2. Muhammed Davud Han’dan Sonraki Dönem; Sosyalist Rejimlerin Din İle

3.2.4. Soğuk Savaş Dönemi ve Afganistan Çatışmasında Din Faktörü

3.2.4. Soğuk Savaş Dönemi ve Afganistan Çatışmasında Din Faktörü

Afganistan’da ADHP önderliğinden kurulan sosyalist rejimler, SSCB çizgisine yakın bir dış politika izlediği açıktı. Aynı dönem İran’da patlak veren İslam Devrimi, bölgedeki dini hareketlerin direnişine hız vermiştir. Sosyalist rejim Afganistan’da kurulduğu günden beri dolaylı olarak ülke içindeki dini hareketlerle karşı karşıya dolaysız olaraksa Batı Bloku ile karşı karşıya kalmıştır. Batı Bloku herkes din çatısı altına toplayarak Doğu Blokuna karşı kullanmıştır. Bu dönemde din faktörü büyük rol oynamaktaydı. SSCB’nin Afganistan işgalinden sonra ABD açısından Pakistan’ın stratejik önemi daha da artmaktaydı.

“Bu dönemde din, hem Pakistan’ın dış politikası açısından hem de Afganistan’daki Sosyalist rejime karşı olanlar için çok etkili bir araç olmuştur. Soğuk Savaş’ın kırmızı çizgisi olan Pakistan, Müslüman bir kimliğe sahip olduğu için Ortadoğu’nun bütün zengin ülkelerinin maddi yardımını toplamaktaydı. Bunlarla birlikte başta ABD olmak üzere batı ülkeleri, Pakistan aracılığıyla Afganistan’daki dini hareketler desteklemekteydi” (Muhık, 2011). “Çünkü ABD’ye göre SSCB tanrı tanımaz

‘ateist’ ve şer imparatorluğu idi. Bu imparatorluğun Müslüman bir ülke olan Afganistan’ı, işgal etmesi Müslümanlar tarafından kabul edilebilecek bir durum değildir. Ancak ABD kendi çıkarlarını tehdit eden SSCB’nin bu girişimini Müslümanlara iyi satmasını bilmiştir” (Şahin, 2008, s. 45).

“ABD istihbarat çevrelerinin belirttiğine göre, her hafta dini hareketlere, Pakistan’ın Karaçi limanına bir gemi dolusu silah gönderilmekteydi. Yine aynı birimlerin söylediğine göre bu silahlar 250 bin kişiyi silahlandırmak için yeterliydi”

(Oğuz, 1999, s. 153). Maddi yardımlar dışında Allahsızları olarak nitelendirilen bu gruplara karşı savaşmak için Müslüman ülkelerden binlerce kişi bu ülkelerin direktifiyle Afganistan’a gönderilmekteydi.

Cihat kavramının en çok önem kazandığı dönemlerden biri Soğuk Savaş döneminde Afganistan çatışmasında olmuştur. Batı Bloku kendi amacına ulaşmak için İslam’ın cihat kavramına önem vermiş ve bölgedeki dini hareketlere destek çıkmıştır.

Dini hareketlerin gözünden Afganistan’daki Sosyalist rejim Allahsız bir rejim idi. Bu rejime karşı savaşmak dini bir görev olarak bilinmekteydi. “Sosyalist rejime karşı savaşanlar ideolojik olarak kutsal savaş aleviyle doldurulup, gerilla taktikleri eğitimi aldılar. Bu savaşçılar sadece İslam dünyasının değil, Batı dünyasının da kutsal savaşçıları olarak görülmekteydi” (Şahin, 2008, ss. 46-47).

SSCB’ye karşı yürütülen savaş her ne kadar İslam dünyasında, özellikle Afganistan’daki dini hareketler tarafından cihat olarak sunulsa da, kurgulanışı, süreci ve sonuç itibariyle, iki süper güç arasındaki temsili savaştı. Ancak bu dönemde dinin etkisi büyük olmuştur, dolayısıyla ABD tarafından, dini hareketler aracılığıyla karşı cepheye iyi kullanılmıştır. Bu dönemde “dinin toplumsal işlevlerinden biri olan meşrulaştırma kaynağı, düşünce ve davranışların meşrulaştırılmasında sıklıkla kullanıldığı görülmüştür” (Aydınalp, 2010, s. 194). Dolayısıyla bu çatışmalarda dini hareketler kendi davranışlarını meşrulaştırmak için din referans olarak göstermiştir.

Afganistan, Soğuk Savaşın sıcak bölgelerinden birine dönüşmüştü. Savaşın şiddetlenmesinden kaçan halk iki komşu ülke olan Pakistan ile İran’da sığınmaya devam etmiştir. “1980’li yılların ortalarında dünyadaki toplam mülteci sayısı 10 milyon kişi olarak tahmin ediliyordu. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin rakamlarına göre bunların yarısını Afganlılar oluşturuyordu. Bu beş milyon mültecinin 3,5 milyon mülteci Pakistan’da bulunuyordu. Kalan 1,5 milyon mülteci ise İran’a sığınmıştı”

(Oğuz, 1999, s. 171). Ayrıca ikisi de Müslüman olan bu ülkelerde iç ve dış siyasette din faktörü önemli bir rol oynamaktaydı. İran’da din çatısı altında toplananlar, bir devrimi gerçekleştirerek iktidarı ele geçirmiş durumdaydı. Pakistan ise Müslüman kimlik altına kurulmuş bir ülkeydi. Soğuk Savaş döneminde iki ülke de önemli cephelerden sayılmaktaydı.

Bu dönemde dini hareketlere maddi yardımlar artmıştır. “Sudi Arabistan başta olmak üzere Mısır, Kuveyt, İsrail ve batı ülkelerden ABD başta olmak üzer İngiltere Afganistan’daki dini hareketleri SSCB’nin bölgeden uzaklaştırmak için desteklemiştir.

Ayrıca İran ve Çin de dini hareketleri desteklemiştir” (Azimi, 1998, s. 243). Dolayısıyla dini hareketler dış desteklerin artmasıyla güçlenmekteydi. Bu dönemden sonra dini hareketlerin Sosyalist rejime karşı tepkisi artmıştır. Eskiden var olan komünist ve İslamcı çatışması hız kazanmıştır. Gün geçtikçe dini hareketlerin güçlenmesiyle birlikte sosyalist rejimi devirmek için sıklıkla hükümet kurumlarına baskın yapmaktaydılar.

Böylece din çatısı altında toplanan grup ile hükümet arasında çatışmalar devam etmekteydi. Dolayısıyla Soğuk Savaş döneminde Afganistan çatışması, sıcak dönemlerini yaşamaktaydı. “Dahası bu çatışmada en aktif rol oynayan unsur din olmuştur. Dinin toplumsal işlevlerinden, birleştirici ve meşrulaştırıcı gücü bu dönemde ABD tarafında en iyi şekilde kullanılmış ve İslam’daki cihat kavramı İslam dünyasına kutsal bir görev olarak sunulmuştur” (Şahin, 2008, s. 48). Bu şekilde yaklaşık 10 yıl devam eden çatışma, SSCB’nin ekonomik iflası neticesinde Gorbaçov’un iktidara gelmesiyle işgale son vermeye karar alınmıştır.

1985 yılında Mihail Gorbaçev’in iktidara geldiğinde, SSCB ordusu Afganistan’da çok yıkıcı bir savaş içindeydi. Gorbaçev’in önündeki en zor durum Afganistan konusuydu. “1986 yıllında tahminlere göre Afganistan’da 25 bin Rus askeri hayatını kaybetmiş, bunun iki veya üç katı kadar asker de yaralanmıştır. Ayrıca işgal için milyarlarca dolarlık bütçe harcanmıştır” (Oğuz, 1999, s. 163). Gorbaçov iktidar geldiğinde ülke ekonomisi iflasın eşiğine gelmişti ve Afganistan’a harcayacak morali kalmamıştı. SSCB ekonomisi bundan sonra böyle bir yükü kaldıracak durumda değildi.

“Bu dönemde dini hareketler ülkenin yarısından fazlasını kontrol altında almıştı, eğer savaş devam edecekse SSCB’nin daha da kayıp verme ihtimali çok yüksekti.

Çünkü dağlık bölgeleri en iyi bilen bölge halkı, Stinger gibi ağır silahlarla Rus ordusuna saldırmaktaydı. Ülke içinde de sosyalist rejim gün geçtikçe desteğini kaybetmekteydi.

Böyle bir durum SSCB’yi bundan daha zor duruma sokabilirdi” (Muhık, 2011).

Dolayısıyla Afganistan çatışmasında dinin birleştirici gücüyle birlikte, ABD’nin İslam dünyasına cihat kavramını iyi sunması, süper güç olan SSCB’yi çökertmiş durumdaydı.

Dolayısıyla dinin etkisi bu çatışmda büyük olmuştur.

Böyle bir durumda Gorbaçov’ın önünde üç seçenek vardı. “Birincisi savaşa devam edebilmesi ki bu ekonomik durumdan dolayı pek mümkün gibi değildi. İkincisi işgale son verecekti ki bu da şimdiye kadar gösterdikleri çabayı boşa çıkaracaktı. Dahası

SSCB’nin dış itibarına büyük bir darbe vuracaktı. Üçüncüsü ise Afganistan’daki rejimi başına SSCB yanlısı olan başka birini getirerek, barışçıl bir şekilde Afganistan’dan ayrılması durumuydu” (Oğuz, 1999, s. 208).

Üçüncü seçenek Gorbaçov için olası bir durumdu. Ancak böyle bir durumu sağlamak, bu kadar yıl savaştıktan sonra çok zordu. Çünkü ülkede SSCB karşıtı büyük bir toplum oluşmuştu. Zor olsa da Gorbaçov için Afganistan konusundan kurtulmanın en uygun yolu Afganistan’dan itibarla geri çekilmek ve kendisine yakın bir rejimin kurulmasını sağlamak olmuştur. “Bu yüzden iktidara gelir gelmez, Afganistan konusunda son vermesini anlamış ve SSCB için en uygun yolu seçmeye karar vermiştir.

Ancak çekilme meselesi 1988 yılına kadar resmi şekilde söylenmemişti” (Musevi, 2009, s. 158). 1988 başlarında itibaren BM’nin gözetiminde İsviçre’nin Cenevre şehrinde taraflar arasında görüşmeler başlamıştı. Bir süre devam eden görüşmelerden sonra taraflar anlaşmaya karar vermiştir.

“Cenevre’de varılan anlaşmaların ilki, Afganistan ile Pakistan arasında imzalanmıştı ve tarafların birbirlerinin içişlerine karışmamasını öngörüyordu.

Cenevre’de imzalanan başka biri ise SSCB ile Afganistan arasında imzalanmıştır. Bu anlaşma SSCB’nin Afganistan’dan geri çekilmesi ile ilgiliydi. Buna göre 15 Ağustos 1988 tarihine kadar Rus birliklerinin yarısı, 15 Şubat 1989’da ise tamamı Afganistan’ı terk etmiş olacaktı. Ayrıca Garantör ülkeler olarak ABD ve SSCB bu anlaşmaya imza koymuştur. Garantör ülkelerin Pakistan ile Afganistan’ın içişlerine hiçbir müdahalede bulunmayacaklarını belirtiyordu” (Oğuz, 1999, ss. 215-216).

Bu anlaşmanın hiçbir yerinde dini hareketler ya da Mücahitlerden söz edilmemişti. Halbuki çatışmanın bir tarafında kutsal savaşçılar, yani dini hareketler vardı. Ancak bu grupları temsil edecek kimse bu görüşmelere çağrılmamış ve SSCB’nin çekilmesinden sonra dini hareketlerin tutumu nasıl olacak gibi konularda da anlaşmada söz edilmemiştir. Ayrıca SSCB ile Afganistan arasında imzalanan anlaşmada Afganistan’ı Bebrek Karmal’ın hükümeti temsil etmiştir. Anlaşmanın taraflarına bakıldığında dini hareketlerin 1989 yılındaki SSCB’nin çekilmesi konusunda büyük rolü yoktur. Fakat bu dönemde dini hareketler ve din bir araç olarak kullanılmıştır.

Dini hareketler Cenevre Anlaşmasında taraf olmadıklarına göre onlar için çok değişen bir şey yoktu. “Dolayısıyla SSCB’nin Afganistan’dan çekilmesinden sonra da tek başlarına iktidara gelene kadar mücadeleye devam edeceklerdi. Amaçları tek başına iktidara gelmekti. SSCB’nin çekilmesinden hemen sonra, Pakistan’da toplanarak, Afganistan’da geçici bir hükümet kurma kararını almışlardır. Ayrıca SSCB

çekilmesinden sonra Bebrek Karmal’ın istifası üzerine ADHP’nin son önderi Dr.

Necibullah23 iktidara gelmişti” (Tenin, 2005, s. 340).

ADHP önderliğinde Sosyalist rejimin kuruduğu günden beri uygulamaya çalıştığı reformları ve SSCB çizgisine yakın bir politika izlediği ayrıca SSCB’nin Afganistan’ın işgal etmesi dini hareketler ve reformlardan hoşnut olmayan halk tarafından kabul edilmemiş ve devirmeye çalışılmıştır. Sonuç itibariyle, Nur Muhammed Tereki, Hafizullah Emin ve Bebrek Karmal gibi Sosyalist rejimin başkanları din çatısı altında toplanan gruplar karşında başarısızlığa uğramış ve birer birer devrilmiştir. Komünist çizgisine yakın olan ADHP son umudu olarak Dr.

Necibullah’ı iktidara gelmişti.

“Dr. Necibullah halkın gönlünü almak amacıyla yasayı değiştirmek için Kabil’de Loya-Cırga altında, ülkenin her yerinden, kabile reisleri ve din adamları gibi etkili kişileri çağırmıştı. Geleneksel değerlere ya da dini değerlere saygılı bir yasa çıkaracağına söz vermişti. Bütün rejim muhalefetlerini milli birlik hükümet kurmak için bir koalisyon altında toplanmalarını istemiş ancak dini hareketler bu konuda olumsuz yanıt vermiştir” (Musevi, 2009, s. 161).

Dini hareketlerin önderlerinden biri olan Gulbudin Hikmetyar’e göre, “Dini hareketlerin tutumu sabitti ve hiçbir şekilde değişmeyecekti. Hikmetyar, Dr. Necibullah ve onun suç arkadaşlarının oturduğu masada oturmamanın bütün dini hareketlerin ortak kararı olduğunu ve Dr. Necibullah ile koalisyon hükümeti kurmanın mümkün olmadığını ifade etmiştir” (Tenin, 2005, s. 344). Çünkü tek amaçları kendi rejimlerini yani teokratik bir rejim kurmaktı. İran’da Humeyni nasıl bu işi başardıysa, onlarda bu işi başaracaklarını düşünmüştü.

Dini hareketlerin bu kadar savaştıktan sonra böyle bir rejimle uzlaşması, onların prestijini düşürmekteydi. Çünkü yaklaşık 10 senedir aynı rejimle sıcak çatışma içindeydiler. “Dini hareketler daha öncekiler gibi bu koalisyon çağrısını de reddetmiştir.

Dini hareketler haklı olarak Dr. Necibullah’ın koalisyon çağrısını, SSCB’nin savaşta

23 Necibullah Ahmadzai, Afganistan’da Dr. Necibullah olarak tanınmaktadır. 1947 yılında Peştun Kabilelerinden olan Ahmadzai Kabilesinde Kabil’de dünyaya geldi. İlkokuldan başlayıp bütün eğitimini Kabil’de bitiren Dr. Necibullah, Kabil Üniversitesi’nde Tıp Bölümü’nde öğrenciyken, ADHP’nin üyeleriyle tanışmıştır. 1975 yılında Kabil üniversitesi Tıp bölümünden mezun olmuş ve siyasi alanda aktif olarak işe başlamıştır. Kısa sürede Bebrek Karmal’ın yakın ve güvenilir adamlarından biri olmuştur. 1979 yılında ülkenin en önemli kurumlarında biri olan Afganistan Gizli Polis servisi, (Khad)’ın başkanlığına getirilmiştir. Khad başkanlık döneminde Karmal rejimine istihbarat açısından önemli başarılara imza atmıştır. Verilen görevleri başarıyla yerine getirmiştir. Bu yüzden 1986 yılında Partinin genel sekreterliğine seçilmiştir (Azimi, 1998, s. 331).

kazanamadıklarını koalisyon çağrısıyla elde etmeye yönelik bir taktik olarak değerlendirmiştir” (Oğuz, 1999, s. 212).

Ayrıca Dr. Necibullah iyi niyetini göstermek amacıyla ADHP kapatarak yerine başka bir parti kurmuştur. “Bu dönemden sonra Dr. Necibullah konuşmalarında dini terimleri kullanmaya başlamıştır. Ancak dini hareketler tarafından aldatmalı olarak değerlendirilmiştir” (Tenin, 2005, s. 335). Eski Sosyalist rejimin devamı olarak iktidara gelen Dr. Necibullah, bir türlü halkın desteğini alamamış ve devrilme yolunda hızla ilerlemiştir. Din adına savaşan dini hareketler gün geçtikçe merkeze doğru ilerlemekteydi. 1992 yıllarında ülkenin büyük şehirlerini dini hareketlerin kontrolü altına girmiştir. Sonuç itibariyle Dr. Necibullah istifa etmek zorunda kalmış ve ülkenin kaderini dini hareketlerin elinde bırakmıştır.

BÖLÜM IV

MÜCAHİTLER ve TALİBAN DÖNEMİNDE DİN ve SİYASET BAĞLAMINDA İÇ SAVAŞLAR: BİTMEYEN İSTİKRARSIZLIK

Çalışmanın bu bölümünde daha önce dini hareketler diye adlandırılan grupların Sosyalist rejimin devrilmesinden sonra Mücahitler24 olarak iktidara gelmesi incelenecektir. Afganistan’da Sosyalist rejimin devrilmesiyle yönetime gelen Mücahitler ve Taliban Hareketi25 rejimleri ele alınırken bu rejimlerde dinin nasıl bir yeri olmuştur değerlendirilmeye çalışılacaktır. Ortaya konulan bilgilerin ışığında bu dönemde dinin farklı yorumlanması bağlamında iç çatışmalar ele alınacaktır. Daha sonraki kısımlarda ise Taliban Hareketi’nin yönetime gelişi dolayısıyla bu iki dine dayalı rejimde dinin nasıl yorumlandığı ve ne amaçla kullanıldığı değerlendirilecektir.

İktidara gelmelerinden sonra ayakta durmakta zorlanmaları ya da halk tarafından toplumun Müslüman olmasına rağmen bu yönetimlerin benimsenmemesi gibi konular üzerinde durulacaktır. Kısaca bu iki dönemde Afgan siyasetinde dinin etkisi üzerine bir analiz sunulacaktır.

Ayrıca bu rejimleri bölgesel ve küresel güçler tarafından hangi amaçla desteklendiği ve din faktörünü nasıl yorumladığı bilgiler ışığında ele alınırken, bu rejimlerin izledikleri politikalar sonucunda, günümüzde din faktörü hangi konumdadır konusuna da değinilecektir. Dolayısıyla din ve siyaset ilişkisi bağlamında bu iki dine dayalı rejimin değişmesi ve bölgesel değişmelerde dinin etkisi üzerinde durulacaktır.

Sosyalist rejimin devrilmesinden sonra Mücahitler de İslami bir rejim kurmaya çalışırken, başka bir dini örgüt olarak ortaya çıkan Taliban Hareketi hangi amaçla ortaya çıkmıştır konusu üzerinde de durulacaktır.

24 Mücahit (ӨǁǛҰƹ) Arapça kökenli bir kelimedir. Cihat (əǛǂү) eden kişiye Mücahit denilir. Cihat İslam tarihindeki anlamı Allah yolunda kutsal ülküler uğruna savaşan kişi demektir. “Afganistan tarihinde ise 1970’lerden sonra genç bir Müslüman grubu ortaya çıkıp Allah adına savaşmak amacıyla o zamanki rejimlere muhalefet göstermiş ve SSCB’nin Afganistan işgaliyle sıcak çatışmaya girmiş ve 1992 yılında iktidara gelen gruptur” (Farhang, 2012, s. 800).

25 Talib (ﺐﻟﺎط) Arapça kökenli bir kelimedir. Talibi’n çoğulu ise Taliban’dır. Anlam olarak din öğrencisi, bilgi veren din adamları karşısında bilgi arayan, ders okuyan din dersi öğrenen bir İslam talebesi anlamına gelmektedir. Kendilerine bu ismi verme nedenleri ise çoğu Pakistan’daki medreselerde din dersi öğrenmiş din öğrencileri olmasındandır (Musevi, 2009, s. 229). Detaylı bilgi Taliban Hareketi Dönemi başlıklı altında verilecektir.

4.1. Mücahitler Dönemi (1992-1996)

Mücahitler bir dini direniş sonucunda iktidara gelmiştir. Farklı etnik kökenlerden ve mezheplerden oluşan Mücahitler 1992’ye kadar, dinin birleştirici çatısı altında toplanmaktaydı. İktidara geldikleri andan itibaren kendi aralarında anlaşmazlıklar başlamış ve Kabil’de iç savaşın başlamasıyla ülke çapında bir anarşik durum hakim olmuştur. Farklı devletlerden desteklenen Mücahitler kendi aralarındaki koltuk kavgası sonucunda 1996’ya kadar savaşla meşgul olmuşlardır. Anarşik durumdan faydalanmak amacıyla pusuda bekletilen genç radikal Taliban Hareketi silahlanarak Mücahitlere karşı cihat ilan etmiştir. Kısa sürede Kabil’i ele geçirip, Taliban lideri Molla Ömer liderliğinde Afganistan İslam Emirliği adında kendi rejimlerini kurmuşlardır. Din ötesinde reformlar getirerek sıkı kurallar uygulayan Taliban hareketi, Afgan siyasetinde dinin yerini lekelemiştir. Sonuç itibariyle 11 Eylül 2001 saldırısıyla Taliban rejimi de devrilmiştir.

“Mücahitler 13 yıla yakın bir dönem Afganistan’daki SSCB yanlısı rejimlere karşı savaşmış ve sonuç itibariyle iktidar gelmiştir. Siyasal İslam düşüncesiyle yola çıkan bu grupların siyasal düşünce kaynağı Mısır’daki Müslüman Kardeşler’den kaynaklanmaktaydı” (Muhık, 2010). Üçüncü bölümde de belirtildiği gibi, Mısır’da okuyan bir grup Afgan genç, öğrenim sırasında Müslüman Kardeşler’den etkilenmiş ve ülkelerine dönmeleriyle, Afgan siyasetinde siyasi bir aktör olarak ortaya çıkmaya başlamışlardır. O günden bu güne Afgan siyasetinde etkin olmaktadırlar. Sosyalist rejimler döneminde kaç kez ayrılma ve birleşme sonucunda, din çatısı altında ayrı ayrı partiler kurmuş ve dinin farklı yorumlanmasına yol açmışlardır.

Bu kısımda farklı etnikler ve mezheplerden oluşan Mücahitler çatısı altındaki partilerin, liderleri ve onların etnikleri hakkında bilgi vermenin, ayrıca SSCB işgali döneminde Pakistan’da bulunmayan bazı partiler hakkında da bilgi vermenin faydalı olduğunu inanıyorum. Çünkü bu partiler Mücahitler çatısı altındaki partiler ile aynı zamanda Mücahitler döneminde ve ondan sonraki dönemde çatışmalarda ve ülke içindeki denge değişimlerinde kilit rol oynamışlardır. Bu partilerin en etkilisine değinmek gerekirse şunlardan ibarettir.

Mahaz-i Milli-i İslami-i Afganistan (Afganistan Milli İslam Cephesi) Sünni Mücahit partilerden, lideri Per Seyit Ahmed Geylani, Afganistan’daki Kadiriye (Sufi) tarikatının şeyhidir. Etnik olarak Peştunlardan oluşan bir partidir. Hareket-i İnkılabı-i İslami-i Afganistan (Afganistan İslami Devrim Hareketi) partinin lideri Peştunların

Gılzai aşiretinden, bir din adamı olan Muhammed Nabi Muhammedi’dir. Muhammedi geçmişte Logar bölgesine bir medreseyi yönetmiştir. Cephe-i Necat-i Milli-i Afganistan (Afganistan Milli Kurtuluş Cephesi) partisinin lideri olan Sibgetullah Müceddedi, bir Peştun ailesinde doğmuş, aynı zamanda Afganistan’daki Nakşibendi tarikatının liderlerinden biridir. Mısır’da El-Ehzer Üniversitesinde okumuş, Sosyalist rejime karşı savaşan biridir (Raşid, 2007, s. 117)

Hizbi-i İslami-i Afganistan (Afganistan İslami Partisi) dini partiler içinde en radikal partidir. Partinin lideri Peştun etniğinden olan Gulbudin Hikmetyar’dır.

Muhammed Davud Han döneminden beri Afganistan’daki hükümetlere karşı savaşmaktadır. Cemiyet-i İslami-i Afganistan (Afganistan İslam Topluluğu) bu Parti göreceli olarak ılımlıdır. Etnik açıdan ağırlıklı olarak Taciklerden oluşmaktadır. Partinin lideri Badahşan bölgesinden bir Tacik olan Burhanudin Rabbani’dir. Mısır’da El-Ehzer Üniversitesinde İlahiyat Fakültesinde okumuş ve Muhammed Davud Han döneminde Müslüman Gençler Hareketinin kurucularından biri olmuştur (Saaie, 2009, s. 108).

Hareket-i İslami (İslam Hareketi) partinin lideri Şii mezhebinden olan Şeyh Asif Muhseni’dir. Afgan Şiilerinden oluşan bu parti, İran tarafından desteklenmekteydi.

Sazman-ı Nasır, Nezhet-i İslami, İslam Maktab-i Tevhid gibi Şii ağırlık olan Partiler de, din çatısı altında toplanan partilerdendir. Bunlarla birlikte Türk kökenli Özbek olan General Abudul Reşit Dostum önderliğindeki Cenbiş-i Mill-i İslam-i Afganistan, Partisi de Sosyalist rejimin devrilmesine önemli rol oynamış ve Mücahitler döneminde Afgan siyasetinin dengesini değiştirme gücüne sahip olan bu parti günümüze kadar Afgan siyasetinde çok etkin olmaktadır (Emini, 2009, s. 43).

Bu partilerin çoğunluğunun isminde İslam sözcüğü kullanılmıştır. Dolayısıyla hepsi dinin birleştirici gücünü ve iktidar gelmek için yaptıkları mücadeleyi ve savaşları meşrulaştırmak için dine sığınmışlardır. Bu partiler İslam dini birlikte vurgu yaparken, din çatısı altında ayrı ayrı partiler kurarak ayrılmıştır. Ayrıca bu dönemden sonra dinin kötüye kullanım ve meşrulaştırıcı gücü da artmıştır. Dolayısıyla meşruiyetin aracı din olmuştur. “Çoğu kendisini Allah tarafından görevlendirilmiş olarak görmekteydi.

İktidara geldikleri zaman da herkes kendine göre dini yorumlamış ve koltuk kavgasının başlamasıyla aralarındaki gerginlik çatışmaya dönüşmüştür” (Musevi, 2009, s. 211).

Mücahitler’in 1992 yılında Kabil’i ele geçirmeleriyle, bir konsey sonucu iki aylığına Mücahit liderlerden olan Sibgetullah Müceddedi devlet başkanı olarak seçilmesi bazı Mücahitler tarafından kabul edilmemiştir. Ancak Müceddedi hükümetinin ilk gününde Mücahit önderlerinden olan Gulbudin Hikmetyar gibi bazı

liderler tarafından tanınmamıştı. İktidarın ilk gününden itibaren koltuk kavgası başlamıştı. Bunun üzerine her parti Kabil’in değişik bölgelerini kendi kontrolüne tutmaya başlamıştı (Oğuz, 1999, s. 225).

Dolayısıyla Sosyalist rejimlere karşı din adına savaşan partiler, iktidar için

Dolayısıyla Sosyalist rejimlere karşı din adına savaşan partiler, iktidar için