• Sonuç bulunamadı

2.8. Sağlık Turizminin Bir Kolu Olarak Termal Turizm ve Türkiye’de Termal

2.8.5. Termal Turizmin Türkiye’deki Gelişimi ve Mevcut Durumu

2.8.5.1. Türkiye’de Termal Turizmin Gelişimi

Ülkemiz toprakları üzerinde kaplıcaların sağlık ve tedavi amaçlı kullanım geçmişi, bin yıllara kadar uzanan ve halen süregelen bir gelenektir (Karagülle ve Doğan, 2002: 1). Anadolu’da yaşayan ve devlet kuran ilk çağ topluluklarından Hititler, Frigler ve Helenlerin şifalı su kaynaklarından yararlandıkları bilinmektedir (Kozak, 1996: 50). Ayrıca Ankara’nın Haymana ilçesi, Bolu’nun Aşağı Babas, Çiçekdağı’nın Bulamaçlı ve Kırşehir’in Karakurt Kaplıcaları Etiler zamanında kullanılmıştır. Manisa-Sardes ve Denizli-Pamukkale Kaplıcaları da eski Ege Medeniyetleri döneminde faydalanılan kaplıcalar arasındadır. Afyon Gazlıgöl ve Sivrihisar Çardak Kaplıcaları da Frigler döneminde insanlığın hizmetine sunulan yapılardır. O çağlarda insanların kaplıcalardan sağlık amacıyla yararlandığı anlaşılmaktadır.

Çok eski devirlerden bu yana ünlü bilginler Homeros, Galinus, Vilruv, Strabon, Procopius, Plin, Heredot, Hipokrat, Evliya Çelebi, Kâtip Çelebi, Ch. Texier, Tchchatchef, Hamilton gibi yerli ve yabancı gezginler, Anadolu’da termal sular, kaplıcalar ve kaynaklarda bölgesel gözlemler yapmışlar ve bunlar hakkında ilginç bilgiler vermişlerdir (Kozak, 1996: 23).

Anadolu’da kaplıcaların gerçek anlamda sağlık amacıyla kullanılmaya başlanması, Romalılar devrine rastlamaktadır. Ağrılı, sızılı hastaların, özellikle savaşlarda yaralanan, yorgun düşen askerlerin termal sulara girerek yaralarının daha çabuk kapandığını, kısa sürede yorgunluklarını giderdiklerini gördüklerinden, Romalılar termal kaynaklar üzerinde büyük tesisler kurmuşlardır. Bizanslılar, Romalılardan aldıkları kaplıca geleneğini sürdürmüştür (Kozak, 1996: 50-52).

Mineral sular genellikle fay hatlarına bağlı olarak çıktığından depremlerden çok fazla hasar gören fakat yerini değiştirmeyen kaplıca kalıntılarından günümüze,

en eski Roma ve Bizans Dönemine ait olanlardan bir kısmı kalabilmiştir. Hierapolis (Pamukkale) ve Alexandria Troas (Kestanbolu) hamam kalıntıları Roma; Yalova- Kurşunlu hamamı ise Bizans Dönemi kalıntılardır. Bu dönemlerde kaplıcaların, tedavi ve spor amacıyla çevre ve diğer şehirlerden gelen taleple çok yoğun kullanılmalarından dolayı, kaplıca turizmi Anadolu’da en eski turizm çeşidi olarak kabul edilebilmektedir. Şifalı sular Orta Çağ’da ise din ve siyasetin etkisi altında kalmış ve gelişme gösterememiştir (Doğaner, 2001: 75).

11. Yüzyıl’da Selçuklular ile Türklerin Orta Asya’dan Anadolu’ya taşıdıkları geleneksel kültür değerleri içerisinde “yıkanma” ve “temizlik” işlevleri önemli bir yer tutmuştur. Ayrıca Türklerin Müslümanlığı kabul etmelerin neticesinde İslam dininin temizliğe önem veren değerleri, Anadolu’daki termal su kaynakları ile bir araya gelince “Türk hamamı” sentezi ortaya çıkmıştır. “Türk hamamı” tipindeki kurnalı yıkanma yerleri ve yanında tedavi amaçlı kaplıcanın büyük havuz tekniği, Avrupa’ya kadar yayılmıştır (Kozak, 1996: 52-53). Yeni bir mekân kullanımı ve formunu simgeleyen Selçuklu Kaplıcaları, konaklama tesisleri ile birlikte, “Ilıcahangah” adlı kompleksler olarak ve şehirlerarası yollar üzerinde düzenlenmiştir. Günümüze kadar ulaşabilen bu tür yapılara örnek olarak Konya-Ilgın Kaplıcaları verilebilmektedir (Çekirge, 1991: 41).

Osmanlılar, Selçuklulardan kalan kaplıcaları yeniden düzenlemiş, yeni kaplıca tesisleri meydana getirmiştir. Ayrıca Helen-Roma dünyasının kurduğu balneoloji bilimini daha da ileri götürmüşlerdir. ”Banyo” fikrinin ve uygulamasının Avrupa’da ilk sahibinin Türkler olduğu 17. Yüzyıl’a ait kaynaklarda yer almaktadır (Çekirge, 1991: 53-54). Osmanlı Kaplıcaları “Türk Hamamı”nın mekânsal özelliklerini taşımakta olup; camekân, soğukluk ve sıcaklık bölümlerinden oluşurlar. Günümüzde kullanılan bu tür yapılara örnek Bursa’da bulunan “Yeni Kaplıca”dır. Avrupa’da da Osmanlılar tarafından inşa edilen kaplıcalar bulunmaktadır. Örneğin, Budapeşte’de 8 adet Osmanlı Kaplıcası olduğu Evliya Çelebi’den öğrenilmektedir (Çekirge, 1991: 42). Osmanlıların kaplıca uygulamaları alanına getirdikleri yenilikler ve ilerlemeler imparatorluğun gerileme döneminde ortadan kalkmıştır (Arasıl, 1991: 46). İmparatorluğun son yıllarında ise Avrupa’da yaşanan gelişmelere paralel bazı

gelişmeler olmuştur. 19. Yüzyıl’ın sonlarında İstanbul Tıbbiye Cemiyeti tarafından düzenlenen bir rapor üzerine Abdülhamit döneminde Yalova’da hamam ve konut gibi yapılamaların meydana getirildiği belirtilmektedir (Kozak, 1996: 55).

Cumhuriyet dönemine gelindiğinde kaplıca turizminin başlamasında Atatürk‘ün girişimlerinin büyük rolü olmuştur. Atatürk, Bursa-Çekirge Kaplıcası’ndan tıbbi açıdan yararlanılması için 1928 yılında “Bursa Kaplıcaları Anonim Şirketi”nin kurulmasını istemiş ve şirket bu sayede kurulmuştur. Atatürk aynı zamanda Yalova’nın örnek bir su şehri durumuna getirilmesini istemiş, bu istek doğrultusunda 1936 yılında termal otelin inşasına başlanmıştır. 19. Yüzyıl’da bataklık haline gelen İstanbul-Tuzla İçmeleri, Cumhuriyet döneminde Atatürk’ün isteğiyle otel, park ve bahçelere kavuşmuştur (Özer, 1991).

Atatürk, 1933 Üniversite Reformu'nu izleyen yıllarda, İstanbul Tıp Fakültesi'nde kaplıca tedavisi, balneoterapi ve iklim tedavisi ile ilgili bir birimin oluşturulmasını ve kurucu yöneticiliğine kendisinin doktoru Dr. Nihat Reşat Belger'in getirilmesini vasiyet etmiştir (İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi). İstanbul Tıp Fakültesi’nde kurulan “Hidro-Klimatoloji Kürsüsü” kaplıca hekimliğinin Türkiye’deki temelini oluşturmuştur (Doğaner, 2001: 75). Fransa’da iç Hastalıkları, Gastroenteroloji ve Hidroklimatoloji alanında uzmanlaşmış olan Dr. Belger 1930 - 1938 yılları arasında Plombieres Kaplıcaları Hekimliği görevinde bulunmuş ve bu konuda tecrübeli bir doktordur. Kürsü 1975 yılına kadar "Tıbbi Ekoloji ve Hidroklimatoloji Kürsüsü" adını almış, genişleyen akademik kadrolarıyla çalışmalarını sürdürmüş ve ülkemiz termal ve mineralli sularının fiziko-kimyasal özellikleri, kaplıcalarının tedavi endikasyonları ve olanakları üzerine önemli bir bilgi birikiminin oluşmasını sağlamıştır. Kürsü 1982 yılında “YÖK Yasası” ile "Tıbbi Ekoloji ve Hidroklimatoloji Anabilim Dalı" adını almıştır. Bu tarihten günümüze değin kaplıca tedavisi, iklim tedavisi, balneoterapi, termal ve mineralli suların fiziko- kimyasal özellikleri ve tedavi edici etkinlikleri üzerine çalışmalarını sürdürmektedir.

Cumhuriyet’ten sonra Türkiye’de termal turizme konu olan arz kaynaklarıyla ilgili ilk ciddi çalışma Prof. Dr. Orhan Yenal’ın başkanlığında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Ekoloji ve Hidroklimatoloji Kürsüsü öğretim elemanları

tarafından gerçekleştirilmiştir. Söz edilen çalışma, kürsü tarafından 1976 yılında “Türkiye Maden Suları” ismiyle beş cilt halinde yayınlanmıştır (İstanbul Üniversitesi Tıp Fakütesi).

Ülkemizde Roma, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde yapılan ve bir önceki dönemin izlerini taşıyan kaplıca tesisleri ile günümüzde oluşturulan modern tesislerin aynı topraklar üzerinde bulunması ve halen birlikte kullanıyor olması mistik bir atmosfer ortamı oluşturmaktadır (Özok, 2008: 18).