• Sonuç bulunamadı

1.3. Türkiye’nin Merkezi Yönetimi, Taşra Uzantıları ve Yerinden Yönetim Yapılanması

1.3.4. Türkiye’de Bölge Politikalarının Gelişimi ve Kalkınma Ajansları

AB müktesebatına uyum sürecinde, Türkiye'nin yönetim yapısı içinde, bölgesel düzeyde yürütülen kamu hizmetlerinin ya da kamu, özel ve sivil toplum kuruluşlarının ortaklaşa yürüttükleri faaliyetlerin etkin koordinasyonu ve kaynak kullanımı için ortaya çıkan gereksinim, kalkınma ajanslarının kuruluş sürecini başlatan önemli faktörlerden birisi olmuştur. Bu gereksinim, kalkınma ajansları kurulmadan önce de çeşitli belgelerde ifadesini bulmuştur.

Fakat kalkınma ajanslarını açıklamadan önce, henüz Türkiye’nin yönetim yapısı içinde idari yerinden yönetim basamağı olarak tanımlanmasa da, bölgenin, bölgeselleşmenin ve bölge politikalarının gelişimine değinmekte fayda vardır. Çünkü, en yalın anlamıyla bölgeselleşme de aslında adem-i merkezileşme politikalarının bir parçası sayılır ve bu anlamda yönetsel reform uygulamalarının içinde yer alır. Türkiye’nin AB’ye uyum sürecinde edindiği reform deneyimleri, her ne kadar idari yerinden yönetimler anlamında bir basamak olamasa da, bölge yönetim modellerinden ve buna bağlı olarak bölge, bölgeselleşme ve bölge politikaları kavramlarından bağımsız işlenemez. Bu bağlamda günümüzde bölge kavramı küresel ölçekte, devletin görev ve yetkilerinin paylaştırılacağı yeni bir idari, siyasi, ekonomik, coğrafi ve kültürel kimlik kazanmıştır ve bu sayılan parametreler üzerinden yeni anlamlara bürünmüştür. Bölgeselleşme kavramı ise bu noktadan hareketle ulusaltı düzlemde yeni bir yapılanmayı işaret etmektedir (Bayramoğlu, 2005(b), s. 38). Bu yapılanmanın neden kaynaklandığı sorusuna yanıt olarak da Eraydın (2008, s. 17) özellikle ekonomik anlamdaki

31

küresel gelişmelerin yerel güçleri ve kurumları hedef almasını ve bu bağlamda yerelde uygulanacak kamu politikaları için uygun ölçek olarak da bölgelerin öne çıkmasını göstermiştir.

Türkiye’de bölge terimi, idari yerinden yönetim birimleri dışında, aslında pek çok alanda kullanılmaktadır. Örneğin Türkiye, 1941 yılında 7 coğrafi bölgeye ayrılmıştır. Bunun dışında, merkezi yönetim organlarının taşrada “bölge müdürlükleri” gibi uzantıları bulunmaktadır. Ayrıca çeşitli sektörlerin alanlarına yönelik olarak özel amaçlı turizm, endüstri ve ticaret bölgeleri ile serbest ticaret bölgeleri gibi alanlar türetilebilmektedir. Bunların dışında genel amaçlı bölgeler anlamında da, Kalkınmada Öncelikli Yöre (KÖY), Olağanüstü Hal Bölgesi (OHAL), Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) gibi idari nitelikli bölgeler de oluşturulabilmektedir (Bayramoğlu, 2005(b), s. 40-41).

Türkiye’de bölgesel yönetim anlamındaki ilk yasal pratik 1980’li yıllarda başarısız bir uygulama ile yaşanmıştır. Bakanlar Kurulu tarafından 24.06.1983 tarihinde kararlaştırılan ve 04.10.1983 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren fakat TBMM’de, Anayasaya aykırılık gerekçesi ile 11.07.1984 tarihinde kabul edilen 3036 sayılı yasa ile reddedilen 71 sayılı “Bölge Hakkındaki KHK”ya göre, kamu hizmetlerinde verim ve uyumun sağlanabilmesi için birden çok ili içine alan bölge valiliklerinin kurulması planlanmıştır. Bu bağlamda ülke, 8 bölge valiliğine ayrılmıştır. Bölge valisinin görevleri olarak da, bölgede kamu hizmetlerinin etkin ve koordineli bir şekilde yürütülmesi güvenliği, genel asayişin ve kamu düzeninin sağlanarak, bölgenin kalkınma plan ve hedefleri doğrultusunda sosyo- kültürel gelişmesinin sağlanmasına yardımcı olmak şeklinde sıralanmıştır (Bayramoğlu, 2005(b), s. 70-71).

Kalkınma ajanslarının kuruluş felsefesine ilişkin olarak geçmişte beş yıllık kalkınma planları döneminde konuya ilişkin ilk tohumların atıldığı söylenebilir. İlk olarak 1963-1967 yılları arasını kapsayan 1. Beş Yıllık Kalkınma Planı, doğrudan kalkınma ajanslarına atıfta bulunmasa da, günümüzde ajanslara yüklenen anlam ve görevlere yakın bir tanımda bulunmuştur (Yaman ve Kara, 2008, s. 45-46). Planın “Teşkilat, Meseleler ve Tedbirler” başlığı altında, bölgesel kalkınma ve planlamanın sağlanabilmesi için hem merkezde hem de yerelde yani bölgelerde gerekli örgütlenmenin ve personelin bulunması gerektiği, bunun için bölgelerde araştırma takımları kurulup, uygun idari örgütlenme sağlandıktan sonra genel planlara uygun bölge planlarının hazırlanıp, hayata geçirilmesi gerekliliği belirtilmiştir (DPT, 1963, s. 476). 8. Beş Yıllık Kalkınma Planı Bölgesel Gelişme Özel İhtisas Komisyonu Raporu'nda, çevre sorunları karşısında sürdürülebilirliğin sağlanması, küreselleşme ve AB'ye uyum süreci ile birlikte başlayan yapısal ve kurumsal dönüşümün, mekanın kendisinin sosyal

ve ekonomik açıdan yaratıcı potansiyelinin açığa çıkarılabilmesini gerektirmesi, bölgesel gelişme stratejilerinin yeniden gözden geçirilmesi ihtiyacını doğurduğu belirtilmektedir. Bu bağlamda, kırdan kente devam eden yoğun göç hareketinin ve bununla birlikte kentler arasındaki mobilizasyonun çeşitli sorunlar doğurduğundan bahsedilmektedir. Türkiye'de özellikle batıdaki kentsel alanlarda nüfusun, sermayenin ve sanayinin yoğunlaşması ile beraber, kentsel sistemin daha güçlü kılınması ve kentsel altyapı maliyetlerinin azaltılabilmesi için bölgesel planlamanın önemi vurgulanmaktadır (DPT, 2000(b), s. 22-24).

Bir başka örnek olarak da, 2003 Yılı Ulusal Programı'nın "Kamuda Yönetişimin Güçlendirilmesi" alt başlığı altında "Bölgesel Kalkınma Ajansları" ifadesiyle, merkezden dağıtılan mali kaynakların israfının önlenmesi ve yerelde daha etkin kullanımı sağlamak, bölgelerarası ve bölge içi illerarası gelişmişlik farlılıklarını en aza indirgemek amacıyla, AB normlarına uygun, Türkiye için tanımlanmış olan İstatistiki Bölge Birimleri Sınıflandırması (NUTS) uygun olarak alt bölge düzeyinde hizmet birimleri oluşturulacağı ifade edilmektedir. Bu belgede, konuyla ilgili olan önemli bir nokta ise kurulması tasarlanan bölgesel kalkınma ajanslarının kuruluş felsefesi ve Türk kamu yönetimi teşkilatı içinde alacağı pozisyona ilişkindir. Buna göre, bölgesel kalkınma ajanslarının uygulayacağı politkalar merkezi yönetim tarafından belirlenecektir. Politikaların uygulanmasından ise yerel ve bölgesel düzeyde bölgesel kalkınma ajansları sorumlu olacaktır. Bu anlamda bölgesel kalkınma ajanslarının, ulusal ve uluslararası fonlardan bölgenin yararlanabilmesi için, katılımcı bir yöntem izleyerek ilgili sektör temsilcilerini biraraya getirerek bir "bölge gelişim stratejisi" oluşturması hedeflenmektedir (2003 Yılı Ulusal Programı, s. 17-18).

Konuyla ilgili olarak bir başka gelişme ise, Türkiye'nin AB müktesebatına uyumuna yönelik olarak istatistiksel sistemini coğrafi düzeyde değiştirmesidir. 2001 tarihli “Türkiye Cumhuriyeti ile Katılım Ortaklığında Yer Alan İlkeler, Öncelikler, Ara Hedefler ve Koşullara İlişkin” AB Konseyi kararının da etkisiyle (Yılmaz, 2010, s. 186) 28 Ağustos 2002'de Bakanlar Kurulu kararıyla, istatistiki değerlendirmelerin yapılabilmesi için, AB'de uygulanan "İstatistiki Bölge Birimleri Sınıflandırması" (İBBS/NUTS) temelinde büyük bir çoğunluğu üç ya da dört ili kapsayan 26 adet Düzey 2 (NUTS II) bölgesi kurulmuştur (Okçu ve Kösecik, 2009, s. 102). Bunun yanı sıra NUTS I düzeyinde 12 adet, NUTS 3 düzeyinde ise 81 adet bölge belirlenmiştir.

Bu bağlamdaki gelişmelerin ışığında, 25 Ocak 2006 tarihinde kabul edilen ve 8 Şubat 2006'da Resmi Gazete'de yayımlanan 5449 sayılı "Kalkınma Ajanslarının Kuruluşu, Koordinasyonu ve Görevleri Hakkında Kanun" ile kurulan 26 adet kalkınma ajansı ile temel amaç, bölgeler arası ve bölge içi gelişmişlik farklılıklarını azaltmak, kaynakların yerinde ve

etkin kullanımı ile, ulusal kalkınma plan ve programlarına bağlı olarak sürdürülebilir bölgesel gelişmeyi sağlamak adına, kamu, özel sektör ve sivil toplum kuruluşlarını bir araya getirerek, aralarındaki işbirliğini sağlamaya çalışmaktır (5449 sayılı kanun, Md. 1).

Ajansların ulusal düzeydeki koordinasyonundan Devlet Planlama Teşkilatı (DPT – şimdiki adıyla Kalkınma Bakanlığı) sorumludur ve ajanslar, DPT'nin bağlı olduğu bakanın teklifi üzerine Bakanlar Kurulu kararı ile kurulmaktadırlar. Ajansların tüzel kişiliği bulunmaktadır. Kanunla düzenlenmeyen bütün iş ve işlemlerinde özel hukuk hükümlerine tabidirler (5449 sayılı kanun, Md. 3). 5449 sayılı kanununsağlamış olduğu yasal zemin temelinde sırasıyla, 06.07.2006 tarihinde yayımlanan 2006/10550 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla 2, 22.11.2008 tarihinde yayımlanan 2008/14306 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile 8 ve 25.07.2009 tarihinde yayımlanan 2009/15236 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile de 16 adet kalkınma ajansı kurularak toplamda 26 adet olan kalkınma ajanslarının kuruluşu işlemi tamamlanmıştır (Erbaş, 2014, s. 76-77).

Ajanslar kuruluş amaçları doğrultusunda; bölge plan ve programlarının uygulanmasına ilişkin faaliyetlere destek olmak, bu faaliyetleri izlemek, değerlendirmek ve sonuçlarını Devlet Planlama Teşkilatı müsteşarlığına bildirmek, yerel yönetimlerin planlama çalışmalarına destek olmak, bölgede kamu kesimi, özel sektör ve sivil toplum örgütleri arasındaki işbirliğini geliştirmeye yönelik faaliyetlerde bulunmak ve varsa bu kesimler arasında sürdürülen ortak projeleri desteklemek, bölgenin kaynak ve olanaklarını tespit etmeye yönelik çalışmaları desteklemek ve bölgenin kırsal ve yerel kalkınmasının sağlanması için gerekli katkıyı sunmak ve gereksinim olduğu takdirde koordinasyonu saplamak gibi görevleri bulunmaktadır. Ayrıca kalkınma ajanslarının, bölgenin iş ve yatırım olanaklarına ilişkin olarak ilgili kuruluşlarla işbirliği içinde ulusal ve uluslararası alanda tanıtımını yapmak veya yaptırmak gibi sorumlulukları da bulunmaktadır. (5449 sayılı kanun, Md. 5).

Türkiye'de kalkınma ajansları aracılığı ile uygulanacak bölgesel gelişme politikaları, bölgelerarası eşitsizliklerin en aza indirgenmesini hedeflerken, AB'de izlenen bölgesel politikalar ise eşitsizliklerin giderilmesi yerine, bölgesel rekabetin sağlanması önceliği ile kurulmuşlardır (Okçu ve Kösecik, 2009, s. 103).

Avrupalılaşma etkisinin, bölge politikaları anlamında Türkiye’de, kurumsal boyuttaki bölgesel politikaların kopyalanması şeklinde ortaya çıktığı ileri sürülmektedir (Dulupçu, 2006, s. 238). Bu bağlamda, AB’ye üyelik sürecinde, Türkiye’nin bölgesel politikalarını uygularken ve aynı zamanda ulusal mevzuatını AB müktesebatı ile uyumlaştırması esnasında, öncelikle kendi bölgesel gereksinimlerini dikkate alması gerekmektedir. AB müktesebatı, ulusal ihtiyaçların giderilmesi ve bölgesel farklılıkların en aza indirgenmesi için kullanılacak

siyasal politikalar ve yönetsel eylem planları olarak görülmelidir. Konuyla ilgili bir başka görüşe göre, Avrupalılaşma bir AB’leşme etkisi olarak görülmekte ve bölgesel politikaların oluşturulması safhasında uygulanan yönetişim süreci, AB’nin de müdahil olması nedeniyle yeterince içselleştirilememekte ve yerli bir yönetişim konseptinin oluşturularak uygulanmasını zorlaştırmaktadır (Dulupçu, 2006, s. 246).

Yukarıda ifade edilen ilkelerin uygulamada başarılı olması için öncelikle kalkınma ajanslarının varlık nedenleri ile pratikte işlevselliklerinin örtüştürülmesi gerekmektedir. Kalkınma ajansları sadece AB fonlarından gelen kaynakları dağıtan bir yapılanma olarak kalmamalı, yönetişim sürecinin bir gerekliliği olarak, bu fonları talep eden aktörlerin de etkileşimli karar süreçlerine katılması gereklidir. İkinci olarak da, kalkınma ajanslarının uygulamada, diğer tüm kamu kurum ve kuruluşlarıyla ortaklılığının sürekli kılınabilmesine yönelik olarak konumunun güçlendirilmesi gerekliliği ifade edilmektedir (Eraydın, 2008, s. 26).

İKİNCİ BÖLÜM

ÇAĞDAŞ YEREL YÖNETİM REFORMLARININ KURAMSAL TEMELLERİ ve İLGİLİ KAVRAMLAR

Çalışmanın bu başlığı altında, üçüncü ve dördüncü bölümde anlatılacak olan Türkiye ve Çek Cumhuriyeti yerel yönetim sistemlerinin tarihçesinin ve reform sürecinin anlamdırılmasına yönelik olarak birtakım kavramlar açıklanmaya çalışılacaktır. Basit bir ifadeyle kuramsal bölüm olarak adlandırılabilecek bu bölümde, özellikle Türkiye ve Çek Cumhuriyeti’nin 20.y.y.’da yerel yönetimler alanında gerçekleştirdikleri reform çalışmalarının hangi iç ve dış etmenler tarafından tetiklendiği irdelenecektir. Çalışmanın başındaki “Araştırmanın Varsayımları” başlığında da vurgulandığı üzere, her iki ülkenin de yerel yönetim reformlarında, diğer küresel gelişmelerin de katkısı olmakla birlikte, dışsal bir etken olan AB üyeliğinin ve üyelik sürecinin başat aktör olduğu düşünülmektedir.

Bu nedenle çalışmanın bu bölümünde ilk olarak, AB’nin ve yönetsel alanda benimsemiş olduğu temel değerlerinin hangi küresel ve yerel argümanlar etrafında şekillendiği açıklanmaya çalışılacaktır. Bu açıklamadan sonra ise, AB’nin, Türkiye ve ÇC’nin yerel yönetim reformlarını hangi anlayış üzerinden hangi araçları kullanarak etkilediği ortaya çıkarılacak ve bu etkinin olumlu ve olumsuz sonuçları da vurgulanacaktır.

2.1. Yerel Yönetimler Reformlarının Kuramsal Temelleri

Yerel yönetimler ister üniter yapılı olsun ister federal yapılı olsun, tüm devlet sistemlerinin bünyesinde yer alan ve insanların gündelik hayatlarına ilişkin ortak yerel ihtiyaçları karşılamaya yönelik oluşturulan, kendi bütçeleri, karar ve yürütme organları ile tüzel kişilikleri bulunan kamu kurum ve kuruluşlarıdır. Yerel yönetimler, devlet yapıları içerisinde sadece vatandaşların gündelik yaşamına ilişkin gereksinimlerinin karşılanmasının yanı sıra, siyasi, idari ve sosyo-kültürel anlamlar da taşırlar. Yerel yönetimler genellikle Anayasalarla varlıkları güvence altına alınmış ve yasalara bağlı olarak oluşturulan yönetsel organlardır. Yerel yönetimlerin ortaya çıkarılması merkezi otoritenin ve dolayısıyla yasa koyucu niteliğe sahip olan mekanizmanın faaliyetlerini gerektirmektedir. Yerel yönetimlerin kamu hizmeti sunacakları alanda kurulabilmeleri ise, Anayasa ve yasalarla belirlenen yasal çerçeve içerisinde genellikle halkın katılımını gerektirmektedir. Bu noktada “genellikle” kelimesinin kullanılma amacı, yerel yönetimlerin vazgeçilmez unsurlar olmasına ve doğası gereği siyasi,

idari ve mali özerklikleri olabilmesine karşın, bu özerkliklerin devletlerin rejim sistemlerine göre değişmesinden kaynaklanmaktadır.

Bu anlamda yerel yönetimler aracılığı ile yerel özerkliğin gerçekleştirilebilmesi için, yerel yönetimlerde yönetsel ve mali özerkliğin tanınmasının yanı sıra, karar alma ve yürütme işlevlerini gören yapılarının demokratik easaslar çerçevesinde genel oya dayalı özgür seçimler aracılığı ile oluşturulmuş olması gereknmektedir. Ayrıca, yerel yönetimler, hukukilik denetimi dışında merkezi yönetimin hiçbir müdahalesi ile karşılaşmamalıdır (Hamamcı, 2010, s. 314).

Literatürde, yaygın olarak kullanıldığı haliyle yerel yönetimler; “seçmenlerin oylarıyla seçilen karar ve yürütme organları” olan kuruluşlar iken bazı devlet sistemlerinde merkezi idare eliyle ve atama yoluyla oluşturulan yerel yönetim meclisleri ve yerel yönetim başkanlarına da rastlanmaktadır. Dolayısıyla, demokrasi bağlamında konuya açıklık getirilecek olursa, yerel yönetimler, karar ve yürütme organları seçmenleri aracılığıyla seçildiği ve ilgili konularda özerkliklere sahip oldukları sürece demokrasiye yakın; organları merkezi idare tarafından atandığı ölçüde ve ilgili konulardaki özerkliklerden mahrum kaldıkları sürece de demokrasiden uzak bir tablo çizmektedirler. Bu noktadan hareketle, denilebilir ki, demokrasi, çağdaş yerel yönetimleri var eden ve onların hizmet sunmasını sağlayan organlarını oluşturan birincil aktördür. Bir diğer anlatımla yerel yönetimler demokrasinin teminatı, demokrasi de yerel yönetimlerin teminatıdır.

Yerinden (yerel) yönetimler, yerelde mahalli müşterek nitelikteki ihtiyaçların karşılanması için kurulan, kendi kamu tüzel kişilikleri, seçimle iş başına gelen karar ve yürütme organları ve bütçeleri bulunan kamu kurum ve kuruluşlarıdır. Yerel yönetimler, temelde üçe ayrılmaktadırlar. Bu ayrıma göre yerel yönetimler; siyasi, idari ve hizmet yerinden yönetim kuruluşları olarak sıralanabilirler. Siyasi yerinden yönetim kuruluşları yukarıda sayılan, yerel yönetimlere ait olan özelliklerin dışında belirli bir derecede siyasi özerkliğe de sahiptirler. Siyasi yerinden yönetimleri diğerlerinden ayıran en önemli özellik budur ve siyasi yerinden yönetimlerin bulunduğu bir ülkede federal sistemler göze çarpmaktadır. Bu sistem içerisinde siyasi yerinden yönetimler, eyaletler, bölgeler veya çeşitli topluluklar olarak ortaya çıkmaktadırlar.

Hizmet yerinden yönetimleri ise, belirli bir coğrafyada, nitelikleri önceden belirlenmiş bir kamu hizmetinin sunumu için oluşturulmuş daha çok amaca yönelik oluşturulan kamu kurum ve kuruluşlarıdır. Hizmet yerinden yönetim kuruluşlarının, siyasi bir boyutu bulunmamaktadır ve sadece ilgili hizmetin sunumuna yönelik olarak yönetsel anlamda özerklikleri bulunmaktadır.

İdari (yönetsel-coğrafi-yer yönünden) yerinden yönetim kuruluşları ise, yine belirli bir coğrafyada, toplumun belirli bir kesiminin ortak yerel gereksinimlerinin karşılanması için kurulmuş, yönetsel özerkliği bulunan kuruluşlardır. İdari yerinden yönetimlerin de siyasi özerkliği yoktur ve yalnızca sorumlu oldukları kamu hizmetini sunabilmeleri adına kendi kamu tüzel kişilikleri, seçilmiş karar ve yürütme organları ile bütçeleri doğrultusunda idari yetkilerle donatılmışlardır.

Yerinden yönetim bir süreç olarak ele alındığında, dört basamaktan oluştuğu kabul edilmektedir. Bu sürecin hangi derecede uygulamaya geçirileceği konusunda ise ilgili coğrafyaya ait siyasal, yönetsel, ekonomik ve ideolojik parametrelerin tek başlarına ve birbirleri ile etkileşimli olarak farklı şartlarda hangi etkilere neden oldukları iyi hesaplanmalıdır (Mengi, 2007, s. 2). Çünkü, yerinden yönetimler, yerel nitelikli örgütlenmelerdir. Buna bağlı olarak da her devletin ya da siyasal sistemin içinde birbirinden farklı geleneklere, normlara, alışkanlıklara ve sosyo-ekonomik düzeye sahip topluluklar bulunmaktadır. Bu nedenle, yerinden yönetimlerin niteliği ve hizmet edeceği alanın belirlenmesinde, yukarıda sayılan parametrelere ilişkin ölçeklerin kullanılması büyük önem taşımaktadır.

Yerinden yönetimlerin dört basamaktan oluştuğu ilkesinden devam edilecek olursa; ilk basamak “yerel yönetimlerin güçlendirilmesi” anlamına gelmektedir. İkinci basamak, yerinden yönetimlerin “bölgeselleştirilmesi” veya “bölgecilik”, üçüncü basamağı “federalizm” ve dördüncü basamağı da “ayrılıkçılık” olarak nitelendirilmektedir (Mengi, 2007, s. 3). Bu yaklaşım, ilk etapta, yerinden yönetimlerin güçlendirilecekleri ve yetkilerle donatılacakları müddetçe, ulus devletten kopmaya yönelecekleri izlenimini yaratmaktadır. Bu algının ilk anda oluşması her ne kadar normal karşılansa da, yerinden yönetimlerin güçlendikten sonra mutlaka ulus devlete karşı koyacakları ve ondan ayrılacakları tezi mutlak doğru olarak kabul edilmemelidir. Çünkü, bu sınıflamaya etki eden, dolayısıyla yerinden yönetimlerin gelişim sürecine şekillendiren iç ve dış etkenlerin yaratmış olduğu değişim, farklı sonuçların da ortaya çıkmasına neden olabilmektedir.

Öncelikle kamu politikalarının oluşturulmasında ya da uygulamasında değişikliğe gidilmesine neden başlıca unsur taleptir. Bu talep ya da talepler iç kaynaklı olabileceği gibi dış kaynaklı da olabilmektedir. İç talepler, daha çok değişen ekonomik ve toplumsal koşullarda vatandaşların daha iyi ve etkin kamu hizmeti alabilmeleri için oluşan isteklere dayanmaktadır. Dış kaynaklı talepler ise kısaca politika transferi olarak adlandırılmaktadır. Uluslararası sermaynin veya uluslararası örgütün veyahutta her ikisinin birlikteliğinin hem ulusal hem de uluslararası düzlemde gerçekleştirmek istedikleri yönetsel ve ekonomik yapıya

bağlı olarak talepler üretilmekte ve politika transferi gerçekleştirilmektedir (Övgün, 2012, s. 166). Bunun yanı sıra, yerinden yönetimlerin gelişimine veya değişimine yönelik taleplerin hangi değişkenlere bağlı olarak ortaya çıktığı da büyük önem arz etmektedir. Bununla ilgili olarak; toplumdaki okur-yazarlık oranı, yoksulluk göstergeleri, bölgelerarası ekonomik ve sosyal gelişmişlik farlılıkları, yerel ihtiyaçlar, demokratikleşme eğilimleri, etnik ve kültürel kimliklerin ve değerlerin ön plana çıkarılmak istenmesi gibi iç etmenlerin yanı sıra, dünya ticareti, para sistemi, (Mengi, 2007, s. 3) sermaye hareketleri, politik, askeri ve enerji bağımlılığı ile uluslar arası hareketlerin neden olduğu dönüşüm sürecinin rejimleri etkilemesi dış etmenlerin de, yerinden yönetimlerin oluşum ve değişim sürecine etki ettiği göz ardı edilmemelidir.

Bunun yanı sıra; yerinden yönetimlerin dönüşümüne ve reform süreçlerine ilişkin olarak, iç etmenlerin nasıl şekillendiği de ayrıca önem taşıyan bir konudur. Çünkü, ülke içinde ortaya çıkan değişim taleplerinin ve hareketlerinin aşağıdan yukarıya mı yoksa yukarıdan aşağıya mı olduğu da, reform sürecine ilişkin parametrelerin belirlenip, konuya ilişkin bir paradigma oluşturulması açısından önem taşımaktadır. Öyle ki, devlet yapısının modernleştirilmesi ve işlevselleştirilmesi, yönetim basamakları arasından güçler ayrımının gerçekleştirilmesi, ekonomik gelişme politikası ve özellikle de bölgelerarası sosyal ve ekonomik gelişmişlik farlılıklarının en aza indirgenmesi gibi talepler yukarıdan aşağıya; bunun yanında temel hak ve özgürlükler açısından kültürel, etnik kimliklerin korunması ve geliştirilmesi, kendi anadilini kullanma özgürlüğünün sağlanması, katılım ve yurttaşa yakın bir yönetim düzeninin sağlanması gibi talepler ise aşağıdan yukarıya bir yerinden yönetim sisteminden beklentileri dile getirmektedir (Mengi, 2007, s. 3).

Bu noktadan hareketle vurgulanması gereken nokta, yerinden yönetimlerin oluşum ve değişim sürecine ilişkin olarak göz önüne alınması gereken çok fazla bağımlı ve bağımsız değişken bulunduğudur. Yukarıda sayılan iç ve dış etmenlerin yanı sıra, bu iç ve dış etmenleri belirleyen siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel değişkenler de hesaba katılarak, yerinden yönetimlerin hangi derecede ve hangi yetkilerle oluşturulacağına veya geliştirileceğine karar verilmelidir. Çağdaş yönetim sistemlerinde, yerinden yönetim reformlarına ilişkin olarak hazırlanacak yol haritası, yukarıda adı geçen argümanlara göre hazırlanmalıdır.

20.y.y.’da, kabaca bir genelleme yapılacak olursa tüm dünyada yerinden yönetimlere ilişkin geliştirilen politikaların üç ana evreden geçmiş olduğu belirtilebilir. Buna göre ilk evre, 1960’lı yıllar ile birlikte başlayan ve sömürgecilik sonrası merkeziyetçi devletlerde yerinden