• Sonuç bulunamadı

2.2. Yerel Yönetim Reformlarını Tetikleyen Etmenler

2.2.1. Küreselleşme

Küreselleşme kavramının türetilmesine ilişkin ilk sav 1960’lı yıllarda Kanadalı Sosyoloji Profesörü Marshall McLuhan’ın “küresel köy” (global village) kavramını kullanmasıyla ortaya çıkmıştır. McLuhan iletişim teknolojilerindeki baş döndürücü gelişmelerin, o zamanın şartlarında dünyanın en azından bir bölümünde küresel bir köy ortaya çıkarmaktadır (Erbay ve Akgün, 2013, s. 78).

Küreselleşme aslında 16.y.y.’dan itibaren dünya tarihine yön vermeye başlayan bir olgudur. Coğrafi keşiflerin başlaması ile birlikte yeni kıtaların ve ülkelerin keşfedilmesi ile beraber, toplumlar arası etkileşim artmış, ticaret gelişmiş ve kültürlerarası diyalog hayatın her alanına nüfuz edecek şekilde gelişmiştir. Bu gelişmelerin neticesinde küresel

imparatorlukların gelişmesi ve kapitalizmin güçlenmesi de küreselleşmenin ilk tohumlarını atmıştır. Yaşadığımız yüzyılda Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD), Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası (DB) gibi uluslararası kuruluşların çalışmaları ve yayınları ile etki alanını genişleten küreselleşme kavramı, yeni siyasal sistemlerin ve aktörlerin ortaya çıkması, bilgisayar ve enformasyon teknolojilerinin de gelişip dünya çapında yaygınlaşması ile birlikte, ülkelerin sosyal, kültürel, ekonomik, siyasal ve yönetsel sistemlerinin dönüşümüne, dolayısıyla reformuna da etki etmeye başlamıştır (Tortop ve vd., 2007, s. 594).

Bu anlamda küreselleşme Friedman’ın 2003’te yaptığı tanıma göre; “teknoloji, finans ve enformasyonun tek bir küresel pazar yaratacak şekilde hem yaygınlaşması hem de bütünleşmesini içeren bir süreçtir” (Tok, 2008, s. 17). Bu tanım, yukarıda ifade edilen küresel pazarı yaratacak olan etmenlerin dünyadaki çeşitliliği tek bir potada birleştirmesinin yanı sıra zamanla homojen bir toplum yapısı ve kültür yaratacağını da anımsatmaktadır. Çünkü küresellşemenin yaratacağı etkileşim farklılıkların özümsenmesi yoluyla zaman içerisinde belirli bir seviyede benzeşmeyi de beraberinde getirecektir. En basit bir ifade ile, tüm dünyada fast-food (hızlı tüketilen yiyecek) alışkanlıklarının bu alanda faaliyet gösteren küresel şirketler nedeniyle tüm dünya halklarında benzeşmesi bu konuda en yaygın kullanılan örneklerden birisidir.

Heywood (2007, s. 199-200) ise küreselleşmeyi yukarıdan aşağıya bir süreç olarak görmektedir. Sürecin örneklemesinde ise, bizlerden uzak bir şekilde alınan kararların meydana gelen olay ve olgular tarafından şekillendirildiği ve ortaya çıkan durumun karşılıklı karmaşık bağlantılılıklar yarattığını öne sürmektedir. Bu anlamda küreselleşmenin yaratmış olduğu en önemli öğelerden birisi olarak, küresel çapta anlamı olan bir etkinin ortaya çıkması durumunda coğrafi mesafelerin ve ulusların karasal sınırlarının anlamsız hale geldiğini ifade etmektedir. Bunun yanı sıra küreselin hiçbir zaman yerel, ulusal ve bölgesel gibi boyutlara üstün gelmediğini tam tersine küreselleşmenin yerelleşme, bölgeleşme ve çokkültürlülükle birlikte varolduğunu belirtmektedir. Ortaya çıkan olaylar ve olguların hangi düzeyde olurlarsa olsunlar, küreselleşmenin hem genişlemesine hem de bu sayılan boyutlar içerisinde derinleşmesine hizmet ettiğini vurgulamaktadır. Steger’e (2006, s. 31) göre ise küreselleşme; tüm dünyada toplumsal anlamdaki karşılıklı bağımlılıkları meydana getiren, çoğaltan, çeşitlendiren ve yoğunlaşarak yayılımını sağlayan toplumsal süreçlerin çok boyutlu düzlemlerinin toplamından meydana gelmektedir. Küreselleşme bunun yanı sıra, toplumdaki bireylerin yerel ile merkez ya da uzak arasındaki bağlantının her açıdan kuvvetlendiğini fark etmelerini sağlayan bir süreçtir.

Bir başka açıdan küreselleşme, ulus devletlerin yönetim yapısı üzerinden tanımlanmaya çalışılacak olursa ortaya dominant bir ifade çıkacaktır. Küreselleşmenin dünya üzerindeki baskın ekonomik ve siyasal kültür üzerinden, ulus devletlere birtakım yönetsel mekanizmaları dayatmakta olduğu veya sahip olunan siyasal ve yönetsel mekanizmanın/anlayışın yapılacak düzenlemelerle bu baskın anlayışa eklemlenmesini öngördüğü ifade edilebilir. Fakat, bu sürecin nitekim her ulus devlet için bu şekilde bir koşulsallık taşıması söz konusu değildir. Çünkü, ulus devletlerin yönetim sistemlerine ilişkin tercihi, kendi iç politikalarında koydukları hedefe ulaşabilmeleri için küresel düzlemde ne gibi ortaklılara veya enstrümanlara ilgi duydukları ile de doğru orantılıdır. Bu nedenle, küreselleşmenin ulus devletlerin yönetim modelleri üzerindeki etkisi aslında ulus devletlerin bu konuda gerçekleştirmek istedikleri şeylerin hangi kaynaklardan besleneceği ile doğru orantılıdır. Bir başka deyişle, küreselleşme salt dayatmacı bir politikayı ifade etmemekte, tercihe göre küreselleşmenin etkileri sınırlanabilmektedir. Türkiye üzerinden bu anlayışı örneklemek gerekirse, yerel yönetim reformları öncelikle yereldeki vatandaşlara daha etkin ve verimli kamu hizmeti sunulabilmesi ve katılımcı demokratik kültürün yaşatılabilmesi için gerçekleştirilen iç politika ürünü bir kararın sonucudur. Fakat, küreselleşmenin artan etkisiyle beraber, reform sürecinin mevcut dünya düzenindeki görece en iyi yerel yönetim sistemlerine benzetilmesi ve eklemlenmesi konusunda Türkiye, kendi coğrafyasını da göz önünde bulundurarak bu konudaki rol model tercihini AB entegrasyonundan yana kullanmıştır. Başta bir ekonomik birlik görünümünde ortaya çıkan AB’nin 20.y.y’ın sonlarında yine küreselleşmenin etkisiyle, ülkelerinin siyasal/yönetsel anlamda bir bütünlüğe doğru yönelmesi Türkiye’yi de etkilemiştir. Türkiye de, kendi yönetsel sisteminin ihtiyaçlarını karşılamak üzere gerçekleştireceği reformu örnek model olan AB müktesebatına ve yerel yönetim sistemine paralel olarak olarak tasarlamayı hem kendi gereksinimlerine hem de çağın modern devlet anlayışının gereklerine uygun bularak bu doğrultuda bir yönetsel reformu uygulamayı seçmiştir.

Bu örnek olay üzerinden yapılacak bir başka vurgu da, küreselleşme olgusunun zorunlu eklemlenme sürecinden ziyade aslında dünya toplumlarında karşılıklı bir dayanışma sürecini de yaratmasıdır. Bu anlamda küreselleşme, hem ulus devlete verilen ayrıcalıklı konumun reddini, hem de devlet dışı bir siyasal mekanın kurulmasının barış, güvenlik ve demokrasi gibi çözümlere ihtiyacı olan sorunların giderilmesine yönelik ihtiyacı vurgulamaktadır. Bir diğer anlatımla küreselleşme, devlet egemenliğini sınırlayan demokratik siyasal kurumsal yapıya sahip küresel bir toplumu ve karar alma süreçlerine etki ve katkısı olan küresel sivl toplumsal örgütlenmeyi içermektedir (Tortop ve vd., 2007, s. 594).