• Sonuç bulunamadı

2 1 4 TÜRKİYE’DE MÜZECİLİK

Dünyada nadir ve değerli olanı toplamak ve korumak için kurulan müzelerin önce sergilemek, sonra sergilerin anlamlarını açmakla başlayan serüveni, müzelerin halkın kültürel yaşama katılabilmesi için öneminin 20. yüzyılın ortalarından itibaren hızla kabul görmesi ve müzelerin birer yaygın eğitim kurumuna dönüşmesiyle sonuçlandı (Atagök, 2005: 2).

Türkiye’de de değerli nesne ve sanat ürünlerinin saray ve tekkelerde toplanmış olmasının müzeciliğin başlatılmasına kolaylık getirmiş olduğunu söyleyen Abacı bu alandaki ilk çalışmaların 1845’e uzandığını belirtmektedir (2005: 14). Yıldızturan ise bizde müzeciliğin ilk izlerine 13. yüzyılda Selçuklular Dönemi’nde rastlandığını söylemektedir (2008). Kültür Bakanlığı’da bu bilgiyi desteklemektedir. Yıldızturan, eski Konya’nın bulunduğu höyüğü çevreleyen ve günümüze hiçbir izi kalmayan sur duvarlarının etrafına her döneme ait kabartmalı eserlerin bir nizam çerçevesinde dizildiğini belirtmektedir. Dulkadiroğulları Beyliği Dönemi’nde (1339-1522) de Kahramanmaraş Kalesi etrafında Geç Hitit eserlerinin biriktirildiğinin bilindiğine değinmektedir.

Bu konudaki diğer araştırmacılardan Buyurgan ve Mercin ise Türk müzeciliğinin köklerinin, değerli eşyalarının saraylarda saklandığı ve belirli yerlerde korunduğundan hareketle, gerçek anlamda müze olmasa bile, Hun devletine kadar uzandığını söylemektedirler (2005: 69). Daha sonra da aynı yaklaşımın Gaznelilerde, Selçuklularda ve Osmanlılarda da devam ettiğini belirtmektedirler. Ancak bu çalışmaların gerçek bir müzecilik olup olmadığının tartışmaya açık olduğunu söylemektedirler. Bu bilgiler ışığında Türk müzecilik çalışmalarının oldukça eskilere dayandığını söylemek mümkün olabilmektedir.

Buyurgan ve Mercin Türk müzeciliğini Cumhuriyete kadar olan dönem, yani Osmanlı Dönemi müzeciliği ve Cumhuriyet sonrası Türk müzeciliği olarak iki dönemde ele almaktadırlar (2005: 68).

Madran ve Önal ise 19. yüzyıldan günümüze tarihsel dönemleme ve bunun müzecilik alanındaki yansımalarını altı dönemde ele almaktadırlar (2000: 173). Bunlar:

• Osmanlı’da ilk müzecilik ve sergicilik hareketleri (1840’ların ortalarından 1880’lere kadar),

• Osman Hamdi Bey ve Osmanlı’nın son dönemleri (1880’lerden 1910’lara kadar),

• Erken cumhuriyet dönemi (1920’lerden 1950’lere kadar),

• Siyasal dönüşüm dönemi (1960’lardan 1970’lerin ortalarına kadar), • Kültürel dönüşüm dönemi (1980’lerin sonlarına kadar),

• Çok paylaşımlı kültürlülüğe geçiş dönemi (1990’lar - )

Madran ve Önal farklı yaklaşımların hakim olduğu bu dönemleri, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinden cumhuriyete ve cumhuriyetten günümüze kültürün gelişim süreçlerini ve sunum / dışavurum biçimlerini ulusallık – yerellik – küresellik bağlamında inceleyerek gözlemlediklerini belirtmektedirler.

Bu çalışmada ise Türk müzeciliği iki başlık altında ele alınacaktır: Osmanlı Dönemi Türk Müzeciliği ve Cumhuriyet Dönemi Türk Müzeciliği.

2. 1. 4. 1. Osmanlı Dönemi Türk Müzeciliği

Osmanlı Dönemindeki ilk çalışmaların Fatih Sultan Mehmet’e kadar uzandığı bilinmektedir. Fatih Sultan Mehmet’in özel ilgisi sonucu, İstanbul’un çeşitli yerlerinde bulunmuş bazı mimarî parçalarının Topkapı Sarayı’nın II. avlusunda sergilendiği bilinmektedir. Günümüzde Topkapı Sarayı’nda bulunan koleksiyonların bazılarının da bu bilincin ve geleneğin sonucunda oluştuğunu söylemek mümkündür. Bu durum bize tıpkı dünyada olduğu gibi bizde de ilk müzecilik çalışmalarının koleksiyonculukla başladığını göstermektedir.

Osmanlı’da kurumsallaşmış müzecilik yolundaki ilk çalışmalar, 1845 yılından itibaren, Harbiye Nazırı Fethi Ahmet Paşa’nın girişimleriyle başlamıştır. 16. yüzyıldan sonra silah deposu olarak kullanılan St. Irene Kilisesi’nin düzenlenmesi ve Topkapı Sarayı’nda birikmiş çeşitli hediye, ganimet ve silahların buraya taşınmasıyla oluşturulan askeri malzeme ağırlıklı sergileme 1869 yılında Müze-i Hümayun adını almıştır (Madran ve Önal, 2000: 175).

Zamanla eser sayısının artması ve Aya İrini Kilisesi’nin rutubetli ortamı nedeniyle silahlar dışında kalan eserler, Topkapı Sarayı kapsamında bulunan Fatih dönemi yapılarından Çinili Köşk’e taşınmıştır (1870’lerde).

1850’lerden 1870’lere kadar Batı’dan örneklemelerin somut bir kanıtı olarak müze müdürlüklerine hep yabancılar getirilmiştir (Madran ve Önal, 2000: 175-176). Aya İrini’de kurulan küçük müzenin ilk müdürü Galatasaray Lisesi hocalarından İngiliz Edward Goold (1869), sonra Avusturyalı Teranzio getirilmiştir. Daha sonra 1872 yılında ise müze müdürlüğüne Alman Dr. P. A. Dethier getirilmiştir. İçlerinde en ciddi çalışmayı Dethier’in yaptığı görülmektedir. İlk eski eserler kanunu (Asarı Atika Nizamnamesi) 1874 yılında Dethier tarafından hazırlanmıştır. Dethier zamanında müze, Çinili Köşk’e taşınmıştır.

1881 yılında, Dethier’in ölümünden sonra, müze müdürlüğüne ilk kez bir Türk getirilmiştir. 1881’de, Paris’te resim eğitimi görmüş bir Türk, Osman Hamdi Bey, müze müdürlüğüne getirilmiş ve Türk müzeciliği için yeni bir dönem başlamıştır (Yıldızturan, 2008).

Türk müzeciliğinin kurucusu sayılan Osman Hamdi Bey, Asarı Atika (Eski Eserler) Nizamnamesi’ni 1883 yılında yeniden düzenleyerek eski eserlerin yurtdışına çıkarılmasını engellemiştir. (Eski tüzüğe göre, kazılarda çıkan eserlerin üçte biri devlete, üçte biri kazı yapana, üçte biri arazi sahibine kalıyordu. Bu durumda eserlerin dışarıya çıkartılmasını kolaylaştırıyordu.) Ayrıca Osman Hamdi Bey, ilk vilayet müzelerinin temellerini oluşturan Selanik, Sivas, Bursa ve Konya’da eser depoları kurdurmuş; tüm Osmanlı İmparatorluğu’nda Türk kazılarının başlatılmasını gerçekleştirmiş; arkeolojik kazılarda elde edilen eserlerin İstanbul Müzesi’ne getirilmesiyle müzenin zenginleştirilmesini ve bir imparatorluk müzesine dönüştürülmesini sağlamış; müzelerde sistematik yayın yapılmaya başlanmasının ilk adımlarını atmıştır. Onun ön ayak olmasıyla Fransız mimarı Alexandre Vallaury’nin tasarlamış olduğu (1891) bugünkü İstanbul Arkeoloji Müzesi ile de gerçek anlamda bir müze kurulmasına yönelik çalıştığı görülmektedir… Osman Hamdi Bey’in öncülük ettiği çalışmalar yaklaşık 155 yıllık Türk müzecilik hareketlerinin cumhuriyet dönemine kadar geçen 75 yıllık dönemini kapsamaktadır (Madran ve Önal, 2000: 176-177).

1910 yılında Osman Hamdi Bey’in ölümü üzerine, müze müdürlüğüne Osman Hamdi Bey’in kardeşi olan Halil Ethem Bey getirilmiştir. Halil Ethem Bey özellikle Anadolu müzelerinin gelişmesine katkıda bulunmuş, Anadolu’nun büyük şehirlerinde Müze-i Hümayun şubeleri açılmasında öncülük etmiştir. Türk İslam Eserleri (1914) ve İstanbul Şark Eserleri Müzesi (1925) onun zamanında kurulmuştur. Halil Ethem Bey, Osmanlı’nın kültür kurumlarının Türkiye Cumhuriyeti’ne aktarılmasında etkin rol almış ve çok önemli katkıları olmuş bir kişidir (Buyurgan ve Mercin, 2005: 73).

Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde, bu konuda önemli çalışmaları olan bir diğer kişi de Satı Bey’dir. Satı Bey, Türk eğitim tarihinde önemli çalışmaları olan bir eğitimcidir. 1909’da Darülmuallim’e müdür olarak atanan Satı Bey, müzelerin pedagojik açıdan düşünülmesi ve eğitim ortamı olarak kullanılması düşüncesini ilk gündeme getiren kişi olmuştur. Satı Bey, öğrencilerin eğitiminde sadece okul içini yeterli bulmayarak; öğrencilerin okul dışında yaşanan gerçekleri de yakından tanımaları için toplumsal ve tarihi çevreyi inceleme gezilerinin de öğretim yöntemi olarak kullanılmasının önemi üzerinde de durmuştur. Usul-i Tekşifi ve Tedrisi Ayan denilen öğrencilere gözlem ve deneyler yaptırmaya, bilgiyi öğrencinin kendisinin keşfetmesini sağlayan, yeteneğine bırakan yöntemleri Satı Bey Darülmuallim’e yerleştirmeye çalışmıştır. Hatta o, çocukların daha okula başlamadan müzelere götürülmesini önermektedir (Buyurgan ve Mercin, 2005: 73).

Satı Bey, “okul müzesi” kavramının pedagojik bir anlayışla eğitim sürecine katılmasında önemli rol oynamıştır. Öğretimde kullanılan materyallerin, eşyaların, nesnelerin bir tür bilgi koleksiyonu olarak okullarda toplanması, bu şekilde okul müzelerinin oluşturulması düşüncesi özellikle Satı Bey’in önem verdiği bir konuydu (Öztürk, 2000: 190 - 192).

2. 1. 4. 2. Cumhuriyet Dönemi Türk Müzeciliği

Cumhuriyet döneminde müzeler, Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde bulunan ve sonradan adı “Asar-ı Atika ve Müzeler Müdürlüğü” olan, Hars Müdürlüğü’ne bağlandı. Bu müdürlüğün başlıca vazifeleri:

1. Asar-ı Atikayı korumak ve teftiş etmek; 2. Kütüphanelerimizi korumak;

3. Tarihi anıtları tespit etmek;

4. Türk etnografyasına ait vesikaları toplamak idi.

Hars (kültür) dairesi müze işleriyle birlikte Türk harsıyla da uğraşmıştır (Buyurgan ve Mercin, 2005: 74).

Bu dönemde yer alan en önemli etkinliklerin tarihleme ve tarihleme yapılabilecek belgelerin ve görsel malzemenin toplanması olduğunu Madran ve Önal’dan öğrenmekteyiz (2000: 178). Burada gerçekleştirilmek istenen, geçmişi imparatorluk kavramının içeriklerinden arındırarak cumhuriyet ve ulus devlet etiğine göre yeniden oluşturmak ana düşüncesidir. Bu bağlamda gerçekleştirilen müzecilik hareketleri ve sergileme eylemleri dikkat çekicidir (Madran ve Önal, 2000: 178).

Cumhuriyet’in ilk yıllarında yeni olan birçok kavram gibi müzelerin de “ulus ideolojisine uydurulduğunu ve millî bilinç eğitiminin bir parçası olarak sunulduğunu” belirten Madran ve Önal, cumhuriyetin ilk dönemlerinde Osmanlı’daki merkezileştirmenin tersine, kültürün müzeler başta olmak üzere kamu kurumları yardımıyla yaygınlaştırıldığını ve bu yolla da bir ulus olma bilincine ulaşılması kaygısı taşıdığını dile getirmektedirler (2000: 178-79).

Cumhuriyet’in kurulduğu ilk yıllarda her alanda olduğu gibi müzecilik alanında da önemli çalışmalar gerçekleştirilmiştir. Cumhuriyet döneminde müzecilik alanında yapılan çalışmalar, Atatürk’ün liderliği döneminde gerçekleştirilen çalışmalar ve 1938’den sonra gerçekleştirilen çalışmalar olarak iki alt bölümde ele alınmıştır:

2. 1. 4. 2. 1. Atatürk ve Müze

Cumhuriyet’in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, ülkenin muasır devletler arasında yerini alması amacıyla pek çok alanda inkılaplar gerçekleştirmiştir. O, yaptığı çalışmalarda sadece o zamanın ihtiyaçlarını düşünmemiş, geleceği düşünerek hareket etmiştir. Bu çalışmaları yaparken de asla geçmişe sırtını dönmemiş, aksine millî kimliğimizi oluşturan, kökleri derin bir kültüre dayanan tarihimizin araştırılıp tüm dünyaya tanıtılmasını istemiştir. “Türk Milleti! Tarihinle öğün, çünkü senin ecdadın, medeniyetler kuran, devletler, imparatorluklar yaratan bir mevcudiyettir.” diyen Atatürk, bir vatanın sahibi olmanın yolunun, o topraklarda yaşamış tarihî olayları bilmekten, doğmuş uygarlıkları tanımaktan ve sahip olmaktan geçeceğini

belirtmektedir. Çünkü O, geçmiş bilinmezse geleceğin bilinemeyeceğini; geçmişin modern bir devlet kurmada en iyi örnek olacağını düşünmektedir. Bu nedenle de Atatürk tarih ve arkeoloji ilimlerine büyük önem vermektedir.

Ulu Önder’in bu toprakların geçmişine sahip çıkmaya verdiği önem, TBMM’nin açılışının hemen ardından 9 Mayıs 1920’de göreve başlayan ilk hükümetin yapacağı işler arasında eski eserlerin derlenmesini ve yeni müzeler kurulmasını istemesinden de anlaşılmaktadır. Bu amaçla Maarif Vekaletine bağlı Eski Eserler Müdürlüğü (Asar-ı Atika Müdürlüğü) kurulur. Bu Müdürlük ata yadigarı mimarî eserlerin ve tören yerlerinin korunmasından sorumludur. Bu müdürlük bir yıl sonra da Hars (Kültür) Müdürlüğü’ne dönüştürülerek kadrosu daha da genişletilir (Yıldızturan, 2008).

Atatürk daha Cumhuriyet kurulmadan önce müzeciliğe de değinmiş, her alanda olduğu gibi arkeoloji biliminde de dünyanın uygar ülkeleri düzeyinde olmayı hedef göstermiş ve hangi dönemde yaratılmış olursa olsun tüm kültür varlıklarına birer tapu senedi gibi sahip çıkılmasının gerekli olduğunu tarihe ve kültüre verdiği değerle her fırsatta anlatmıştır. Öyle ki; Kurtuluş Savaşı yıllarında Sakarya Meydan Muharebesi esnasında (23 Ağustos-13 Eylül 1921), Muharebenin zaferle sonuçlanacağına ve Misak-i Millî sınırları içinde bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulacağına o kadar inanıyordu ki, Ankara’nın 90 km ötesinde Sakarya Meydan Muharebesinin tüm hızı ile devam ettiği, top seslerinin Ankara’ya ulaştığı günlerde, Ankara’da Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nin temelini oluşturan bir Eti müzesi kurulması emrini vermesi işgal güçlerine “Biz müzemizi de kurduk bir ulus olarak geliyoruz. Bu toprakların geçmişi de geleceği de bizim.” mesajını iletmek istemesi ile açıklanabilir ki, Atatürk’ ün bu mesajı müzelerin bir ülkenin bekaası için ne denli önem taşıdığına iyi bir örnektir (Yıldızturan, 2008).

Atatürk’ün liderliği döneminde müzecilik alanında yapılan diğer çalışmaları ise şöyle sıralayabiliriz (Buyurgan ve Mercin, 2005: 75 - 77):

• Atatürk’ün bizzat emriyle ülke genelinde müzeler kurulmaya başlanmıştır. Atatürk’ün emir ve girişimleriyle ülke genelinde arka arkaya birçok müze açılmaya başlanmıştır.

• Atatürk’ün girişimleri ile müzelerin kurulup açılmasının yanında yeni kurulan ve önce kurulmuş olan müzeler de ard arda halka açılmıştır.

• Atatürk pek çok kenti ziyaret etmiş ve bu ziyaretleri esnasında tarihi mekanları gezmiş, çeşitli incelemelerde bulunmuştur. Onun talimatlarıyla mevcut müzelerde gereken çalışmalar (onarım, bazı sanat dallarının uygulanması v.b.) yapılmıştır.

• Müzelerde görev yapabilecek bilim adamı yetiştirmek üzere yurt dışına öğrenci gönderilmiştir.

• 3 Mart 1924’te TBMM’de kabul edilen “Şer’iye ve Evkaf Vekaleti’nin Kaldırılmasına Dair Kanun” ile Türkiye’de yer alan Türk ve İslam eserlerinin bakım - onarım ve diğer işleri Başbakanlığa bağlı olarak kurulan Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne bırakılmıştır.

• 1924’te okul müzesi yönetmeliği “Maarif Vekaleti Mektep Müzesi” adıyla yayınlanmıştır.

• Daha önceden fikrî temelleri atılan “Okul Müzesi” 1 Mart 1926’da 2287 sayılı kanunla resmen kurulmuştur. Ancak, 1947 yılında çıkan bir yangın sebebiyle okul müzesi ve eşyaları tamamen yanmıştır.

• 1928’de “Sanayi-i Nefise Mektebi”nin adı “Devlet Güzel Sanatlar Akademisi” olarak değiştirilmiştir.

• 1930’lu yılların başında kurulan Halkevleri’nin etkinlikleri kültürel alanlarda 9 kol üzerinden yürütülmüştür. Bunlardan birisi de “Tarih ve Müze Kolu”dur. Ayrıca Halkevleri’nin amaçları arasında halkta tarih kültürü ve sevgisini geliştirmeye çalışmak, eski eserleri halka tanıtmak için sergiler, müzeler açmak da yer almıştır.

• 1931’de Atatürk’ün emriyle Türk Tarih Kurumu kurulmuştur. Bu kurum, ülkenin arkeoloji, tarih ve müzeciliğinin gelişmesinde önemli role sahip olmuştur. Türk Tarih Kurumu yaptığı faaliyetler ile Türkiye’de müzecilik ve arkeoloji alanında ilmî bir hava oluşmasını sağlamıştır.

• 1932’de Gazi Eğitim Enstitüsü bünyesinde Resim Bölümü açılmıştır. Bu kurum şu anda da programlarında yer alan lisans ve yüksek lisans düzeyinde “Müze Eğitimi ve Uygulamaları” dersini vermesi bakımından önem taşımaktadır.

• Ankara’da (1935-1936) Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi açılmış ve okulda en önemli alanı tarih ve arkeoloji oluşturmuştur. Bu üniversiteden mezunların Türk arkeolojisine ve tabii ki müzeciliğine önemli katkıları olmuştur.

• Hükümet programları içinde de müzecilikle ilgili özel bildirimlere yer verilmiştir.

2. 1. 4. 2. 2. 1938’den Sonra Müzecilik Çalışmaları

1938 sonrasındaki dönemde müzecilik alanında yapılan çalışmalar aşağıda verilmiştir:

1944’te “Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü” kurulmuştur. Bu tarihlerde müze sayısı 40’ı aşmış bulunmaktadır. Ayrıca müzeler dışında, büyük bir kısmı kazı yapılan yerlerde olmak üzere müze depoları kurulmuştur.

Yüksek bir ivmeyle başlayan müzecilik hareketlerinin cumhuriyetin ikinci 25 yıllık döneminde yaygınlaşma anlamında olmasa da toplumsal etkinlik açısından durgunlaştığını belirten Madran ve Önal, 1950’li yıllarda çok partili hayata geçişin politik ve ekonomik açılardan uluslar arası ortamlara açılmanın getirdiği evrensel kültür yaklaşımlarının da müzeciliğe yansımaları olduğuna değinmektedirler (2000: 179).

1950’de Türkiye şubesi kurulan ICOM’un sadece kısıtlı sayıda çeviri yayın yaptığına değinen Madran ve Önal, ICOM’un ülkemizde pek bir etkinlik göstermediğini belirtmektedirler. Yine Madran ve Önal’a göre, 1950’lerden sonra etnografik ve antropolojik araştırmaların arka plana itilmesi, arkeolojik araştırmalara ağırlık verilmesi müzelerin çeşitlenmesini engellemiştir. 1960’lı yılların başına gelindiğinde Türkiye’de 58 müze ve 12 müze deposu bulunmaktadır (2000: 181).

Eski eser ve müzelerle ilgili faaliyetler, 1965 yılında Kültür Müsteşarlığı’nda toplanmıştır. Daha sonra 1971 yılında kurulan Kültür Bakanlığı’na devredilmiştir. Sonra tekrar müsteşarlığa bağlanmıştır (1972). Müzelerle ilgili olan “Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü”, bağlı olduğu bakanlıklar birkaç kez değiştikten sonra “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Başkanlığı” olarak değiştirilmiştir. 1989’da bu başkanlık, Kültür Bakanlığı bünyesinde Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü ile

Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü olarak örgütlenmiştir (Ata, 2002: 51-52).

Ekonomik kısıtlara rağmen 1970’li yıllarda da müzeler kurulmaya devam etmiş, müze mimarisi açısından uygulanan tek tip planlar dönemin müzeciliğine damgasını vurmuştur… 1973 yılında Türkiye’deki müze sayısı 87’ye, müze deposu sayısı 13’e ulaşmıştır. 1980’lerin başında ise Kültür Bakanlığı’na bağlı müze sayısı 120 civarındadır. Kültürel ve tarihi eserlere verilen önemin artması, kültürel miras kavramının vurgulanması, kültür varlıklarının korunması bağlamında çeşitli uluslar arası anlaşmalara atılan imzalar, koruma bilincinin oluşmaya başlaması, kültür turizminin gelişmesi gibi yeniliklere de bağlı olarak “yerelleşme”, “yerellik”, “yerel kültür” kavramları gündeme gelmeye başlamıştır (Madran ve Önal, 2000: 182-183).

1980 yılında İstanbul Resim ve Heykel Müzesi Derneği tarafından eğitim amaçlı ilk “müzede atölye çalışmaları” başlatılmıştır. Yine aynı yıl içerisinde ilk özel müze temelleri, Vehbi Koç Vakfı tarafından kurulan Sadberk Hanım Müzesi ile atılmıştır. Arkasından Rahmi M. Koç Sanayi Müzesi, Ali Üstay Av Müzesi, S.Yaşar Resim Müzesi ve Sanat Galerisi, Malkara Eğitim ve Kültür Müzesi kurulmuştur (Buyurgan ve Mercin, 2005: 79).

Aynı dönemde ilk kez Anadolu tarihini bütünsel olarak görsel ifadelerle geniş kitlelere sunmak amacıyla 1983 yılında Anadolu Uygarlıkları Sergisi açılmıştır. Serginin yurt dışında duyurulması ve sonraki dönemlerde “Uygarlıkların Beşiği: Anadolu”, “Uygarlıkların Birleştiği Nokta: Anadolu” sloganlarıyla ulusal kimliğin küresel dünyaya açılarak kültür turizminin geliştirilmesi yönünde önemli adımlar atılmıştır (Madran ve Önal, 2000: 183).

“90’lı yıllar aynı zamanda Türkiye’de kültürel paylaşım ortamının her alanda çeşitlenmesine ve zenginleşmesine sahne olmuştur.” (Madran ve Önal, 2000: 184). “Kültürel göstergelerde, uluslararası iletişimde kuşkusuz en kitlesel ulaşım yollarından biri müzeler ve sergilerdir.” (Madran ve Önal, 2000: 185).

Günümüzde, müzelerin ve müzeciliğin gelişmişlik seviyesini, ülkelerin çağdaşlığının ölçütü olarak kabul eden Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı; bu topraklar üzerindeki kültürel mirası, hangi tarihte kimler tarafından bırakılmış olursa olsun, insanlığın evrensel değerlerine sahip çıkma bilinci ile yarınlara taşımayı başlıca görevleri arasında saymaktadır (Yıldızturan, 2008).

Günümüzde Kültür Bakanlığına bağlı 98 müze müdürlüğü, 90 bağlı birim ve 129 düzenlenmiş ören yeri olmak üzere, ziyaret edilebilir 317 ünite hizmet vermektedir. Ayrıca bakanlık genel müdürlüğünün denetiminde 110 tane de özel müze bulunmaktadır.

2. 1. 4. 3. EĞİTİM ŞURALARINDA VE ÖĞRETİM